Portreler

Aliy’ e Yunus

Bu durumundan dolayı Zalimler de ona sempati duydular. Kurallara uyması için ona dayak atmadılar. Dayakla ona buyun eğdiremeyeceklerini tez kavradılar.

Selim Çürükkaya/ “Onu Diyarbakırdaki ünlü Zindanında tanımıştım.
Yaman bir adamdı.
Sözünün eriydi
Özü ile sözü birdi.
Askeri darbenin zulmü başladığında
Onuda koğuştan hücre bölümüne getirdiler.
İkinci kata koydular ………..”

Yakalanmadan önce, öğretmenlik yaptığından
Ona Bişar Hoca derdik
Kod adı Eliyê Yûnıs idi
Nusaybin’ de 1952 de doğmuştu
1970 lerden sonra Kürdistan devrimcisi olmuştu.

Yakalandığında soruşturma macerasını anlatmayacağım
Çünkü yıllarca önce anlattıklarını unuttum

Ben unutamadıklarımı anlatacağım
Hücre bölümünün ikinci katında kalırdı
Zulüm kasırgası estiği zamanlarda
O kaya parçası kesilirdi
Hiç bir şey kar etmezdi ona
Dayak, küfür, hakaret
Askı, falaka
Balta sapı, içine demir şiş konulmuş lastik hortum..
Onun vücudundaki inanca çarpınca işlemezdi
İşkenceci Mevlüt Çavuş
Hücresinin karşısına dikilir:

“Ayağa kalk lan, Bişar Akbaş” derdi
Aliyê Yûnıs: “Ma çavuş sen kim oluyorsun ki, ben senin yanında ayağa kalkayım? cevabını verirdi.
İşkenceci başı kudurur:
“Necisin bakim bu gün Bişar?” diye sorardı.
Onun yanıtı ”bu gün neden gıcık kapıyorsan ben ocuyum” olurdu
İşkenceci “Bu gün Ermenilerden gıcık kapıyorum” deyince,
“Oooo, aha ben bu gün ermeniyim” derdi.
Kaldığı hücerenin demir kapısının anahtarı açılır
Komando zoruyla hücresinden çıkarılır
Hücrelerin salonuna götürülürdü
Burada balta sapları ve coplarla kendisine işkence yapılırdı
Mevlüt Çavuşun sesi kulaklarımıza kadar gelirdi
“Sadece ay diyeceksin, ay de, seni hücrene dövmeden koyacağım”

Aliyê Yûnıs o an, kaya kesilirdi
Kimse bağırtamazdı onu
Yorgun düşen, umutları tükenen komandolar
Onu yerden sürükleyerk hücrenin kapsına kadar getirirlerdi
Yaklaşık on beş gün sessiz yatar, yaraları iyileşir,
Yine aynı Aliyê Yunîs olurdu
Başka bir zaman Asuri olurdu veya Keldani
Aleviyim derdi bazen, bazende Yahudi
Onun cisminde bütün bu halklar direnirdi.

Bu durumundan dolayı
Zalimler de ona sempati duydular.
Kurallara uyması için ona dayak atmadılar.
Dayakla ona buyun eğdiremeyeceklerini tez kavradılar.

Zalimlerin başı Esat Oktay Yıldıran
Onu üç arkadaşı ile birlikte Ceylanpınar’ a
İşkenceye, yani göz altına yolladı
Burada işlenmiş bazı cinayetleri ona yüklemeye çalıştılar
Zülüm kar etmedi
İradeleri yenildi Aliyê Yûnıs’ karşısında
Geriye, Diyarbakır zindanına getirdiler
Tek başına bir hücreye koydular
Zalimlerin başı Esat Oktay kaldığı hücrenin yanına geldi
Elinde bir tomar kağıt vardı
Parmaklıkların arasınadan Bişar’ a uzattı
O “Ne için bunu veriyorsun? diye sorunca
Esat: “Bunu al bildiklerini yaz, kendini kurtar” dedi
Bişar gülümseyince,
Esat hücrenin yanından uzaklaştı
Elini cebine götürdü Aliyê Yûnıs
Bir kibrit kutusu çıkardı
Kibriti yaktı
Esat’ın getirdiği kağıtları tutuşturdu
Kağıtları hücrenin dışına bıraktı
Alevleri seyrederken gülümsedi tekrar
Halkım, yani Kürt halkı esirken “kendimi kurtarmak!”
Her ne anlama geliyorsa, böyle der bu ahmak!
Alevler söndü
Geriye biraz duman biraz da kül kaldı
İki saat kadar sonra Esat hücrenin önüne damladı
“Yazdın mı Bişar?” Dedi
Aliyê Yûnıs şehadet parmağıyla hücrenin önündeki külü gösterdi.
Zalim hiç bir şey demedi, çekip gitti.

1984 yılında zulümün son bulması için arkadaşlarıyla birlikte ölüm orucuna yatmıştı
Ya zulüm ve işkence kalkacak, yada ölecekti
Onun defterinde geriye dönüş yazmazdı
Ölüm orucunun kırk beşinci gününde askeri hastahaneye kaldırdılar
Kilo kaybetmiş
Gözleri çıkura kaçmış
Avurtları çökmüş
Vücudu kendi kendini yemişti
Ayaklarında takat kalmamıştı artık
En kötüsü de gözleri görmüyordu
Annesi, babası, eşi ziyaretine gelimişti
Yatağında oturmuş, sırtını yastığa dayamıştı
Eşi bir tarafına, annesi diğer tarafına oturmuştu
Babası ise karşısında duruyordu
Aliyê Yûnıs durumunun gayet iyi olduğunu söylüyor
Ailesine moral vermeye çalışıyordu
Babası bir kaç kez oğlum “Sen görüyor musun?” diye sormuştu
“Tabi tabi” demişti, Bişar..
Fakat bir ara eşine bakıp “Baba” deyince
Gözyaşlarını tutamayan babası:
“Oğlum sen eşine baba diyorsun, görmüyorsun!” demişti
Ölüm orucu kırkdokuzuncu gün anlaşma ile sona erince
Aliyê Yûnıs ölümden dönmüştü

Ben Ceyhan Cezaevinde iken O’nun Antep cezaevine sürgüne yollandığını duydum
Orada Örgüt yöneticisi Müzaffer Ayata ve Rıza Altun’ la arası açıldı
Tek başına bir koğuşa taşındı
Kendi içine kapandı
Derdini duvarlara bile anlatamadı
Örgütün aleyhine sarf ettiği lafları duyunca kahroldu
Direnenler, kahramanlar aşağılandı
Boyun eğenler itiraf yapanlar örgüt içinde yüceldi
Zaman değişti
Değerler aşındı
Güvendiği dağlara karlar yağdı
Devrim daha başarıya ulaşmadan evlatlarını yemeye başladı
Bu aşamada Aliyê Yûnıs cezasını çekerek tahliye oldu
Ceylanpınarda evine döndü
Eşine ailesine kavuştu
Belki herkes onun ailesinin yanında, eşinin dizinin dibinde oturacağını zanetti.
Ama o herkesi şaşırttı
Tahliye olduktan bir müddet sonra
Yanına İsmail’ i aldı
Bir köylüydü İsmail

Belki okur yazar bile değildi
Onunla cezaevi arkadaşıydı
Belki de sadece onunla dertleşirdi
Aliyê Yûnıs çağdaş bir Donkijot
İsmail de Sanço Panço gibiydi
Büyük düşleri vardı Bişar’ ın
Ve yaşadığı şehir tutsaktı
Halkı baskı ve zulüm altındaydı
Dışarısı artık zindandı
Aliyê Yunıs kendi imkanlarıyla iki silah buldu
Büyüğünü kendisi aldı, küçüğünü İsmail’ e verdi
Kararı nasıl aldılar bilinmez
Muhtemelen O söyledi, İsmail onayladı
Gündüzün ortasında
Herkesin gözlerinin önünde
Ceylanpınar emniyet müdürlüğünün kapısına gittiler
Kapıda birisi bekliyordu
Bu şehirde yapılan zulümler onun emriyle yapılıyordu
Bişar tabancasını çekti
Nişan aldı, tetiğe bastı
Hadef 12dendi
Zulüm yapan emniyet müdürü devrildi.
Bişar ardına bakmadan yürüdü
İsmail tabancasını beline soktu, O’nu takibetti.
Jandarma olay yerine tez ulaştı
Uzaklaşanların ardına takıldı
Dümdüz bir ovada ilerliyorlardı
Gördüler jandarmanın geldiğini
Kaçmadılar, çatışmadılar ve teslim olmadılar
Jandarma “dur” dedi durmadılar
Otomatik silahlarla tarandılar
Ve orada, evet orada
25.05. 1990 günü toprağa düştüler

Gökten kayan bir yıldızdı
Bir destandı
Bir kahramandı Aliyê Yûnıs
Beğenmedi bizi
Beğenmedi, bir şey diyemedi
Son eylemiyle bize çok şey anlattı ve gitti..

 

Selim Çürükkaya

1954 te Bingöl' de doğdu. Öğretmen okulundan mezun oldu. Siyasi nedenlerle on bir yıl hapis yattı. Gazeteci ve yazar. Yayınlanmış 10 Kitabı var. Siyasi mülteci olarak Almanya'da yaşıyor.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu