Makalelerim

Anılar 1

 Selim Çürükkaya / 12 – 22 Ocak 2005 tarihleri arasında Stockholm’daydım.
On bir yıldan beri uğramamıştım bu kente.
Oradaki arkadaşlarımı görememiş,
sohbet edememiştim.Laleş Qaso’nun daveti üzerine gittim,
gezdim, sohebetler ettim ve geri döndüm……

Çok şey yaşadım, çok şey öğrendim, çok şey gördüm eğer müsaade ederseniz bunları sizlerle paylaşmak istiyorum.

Amacım, sizleri biraz düşündürmek, biraz üzmek, biraz ağlatmak başarabilirsem biraz da güldürmektir.

Nereden mi başlayayım?

Uçaktan iner inmez arabasıyla bizi karşılamaya gelen çok eski bir arkadaşımdan bahsedeceğim: O­nu görünce hemen 1977’lere gittim. Kıştı, havalar soğuktu, Bingöl TÖB – DER lokalinde tek başıma bir masada oturuyordum. Özgürlük yolu dergisi çevresinde isim yapmış bir grubun elemanları beş öğretmen de, yanan sobanın etrafında hem ısınıyor hem konuşuyorlardı.

 

O tarihlerde KDP’ye ilgi duyan arkadaşım içeri girdi, kızgın olduğu her halinden belliydi. Sobanın etrafında kümelenmiş guruba yaklaşarak yüksek sesle:

„Göğüslerini düşman kurşunlarına siper etmiş kahraman peşmergelerle CIA ajanlarının sınırda kadeh tokuşturduğunu Özgürlük Yolu dergisine yazmak demek ne demektir, biliyor musunuz?” diye bağırdı.

Öğretmenlerden biri: „Ne demektir?” deyince!

„Dört duvar arasında oturup bok yemek demektir” cevabını almıştı.

Öğretmenler sus pus kesilmiş, ben gülümsemiş, arkadaşım hıncını alamamış olacak ki hızla orayı terk etmişti.

Bir gün sonra Lales Qaso’ya gitmiştim. Bana çok şey anlattı. Ama size sadece bir tanesini anlatmakla yetineceğim:

“Biliyor musun Selim, 1987’nin ilkbaharında sizi Urfa cezaevine sürdükten çok sonra beni bir Grupla birlikte Diyarbakır cezaevinden Amasya cezaevine sürdüler. Orada koğuşun sorumluları Cahide Şener ve Yaşar Adanur‘du. Benden 12 Eylül öncesi PKK’den ayrıldığımdan dolayı öz eleştiri istediler. Vermedim, size özeleştiri vermem dedim. Beni koğuşlarından kovdular. Diğer sol hareketlere de ‘bu adam ajandır kimse koğuşuna almasın’ diye haber saldılar. Bir başıma kaldım. İdare beni hücre bölümüne götürdü. Dört katlı kırk hücreli yapıda yapayalnızdım.

1991 ilkbaharında  tahliye oldum. Nusaybin‘e aşiretime gittim. Bir baktım ki aşiret olduğu gibi Apo’cu olmuş, anam ve babam bana heval diye hitab ediyor. Anam partinin kızı, babam partinin oğluydu. Ağabeyim yörenin gerilla komutanıydı, her tarafta silahlı Gruplar, daha doğrusu bir tarfta askerler, diğer tarafta gerillalar vardı, günlük hayattaki bütün konuşmalar Apo ve PKK üzerineydi.

Köyümüzde kalan gerillalarla tartıştım, Apo, Apo, bir daha Apo diyorlardı, başka bir şey demiyorlardı. Apo’cu olmak istemediğim için köyün yaşlı kadınları bile benimle alay etmeye başlamışlardı. Köy halkı eleştirilerime karşı ‘Sen İsmail Beşikçi‘den daha alim ve Musa Anter’den daha mı Kürt’çüsün?’ deyip bunları bana karşı kalkan olarak kullanıyorlardı.

Bu ara evlenmek istiyordum. Gel gör ki hangi kızın adını söyledimse; ‘Olmaz bu partinin kızıdır’ dediler. Partinin kızı nasıl oluyor sorusunu bile sormama müsaade etmediler. Apo’yu anlattılar ve çözülmelerini!

Artık öyle olmuştum ki Apo lafını duyunca sinirlerim bozuluyordu. Köyün bir tavuğu vardı, sabah erkenden gübre yığınının üzerine koşar adımlarla gider, gagasıyla gübreleri eşelerken pkk, pkk, pkk, pkk diye sesler çıkarır diğer tavuklar koşarak etrafını sarar ve aynı sesi çıkarırlardı.

Akşamları köyün hayvanları dönünce, köyün kocaman ineği bir tepeye çıkarak:

‘Apooooo’ diye böğürür, ardındaki sürüde o­na eşlik ederdi.

Vel hasıli kelam Türk askerleri beni askerlik şubesine çağırdı: ‘Sana üç ay izin veriyoruz, üç ay sonra askere gideceksin!’ dediler. Hemen ardından Apo’cular beni çağırdı: ‘Sana iki ay müsaade ediyoruz burayı terk edeceksin’ deyince; yahu diğerleri üç ay izin verdi sizin ki iki ay deyince “defol” dediler. Şimdiki eşim de o dönemde partinin üvey kızı sayılırdı, babasından istedim: ‘Ben veremem, sende cesaret varsa al kaçır’ deyince, o­nu da yanıma aldım, defolup geldim.”

Arkadaşım Belengaz‘ı gördüm. Romantik devrimciliğimin bütün anları gözlerimin önünden bir film şeridi gibi geçti. Hiç bozulmamıştı. 1970 döneminin bütün özelliklerini koruyordu. O dönem farklı Gruplara mensup olmamıza rağmen birbirimize karşı kırıcı bir söz dahi kullanmamıştık. Ama Belangaz çaresiz bir hastalığa yakalanmıştı, kendi vatanından uzak, yaban diyarlara götürülmüş bir çiçek gibi, başka topraklar o­na yaramamıştı. Altın kafese konulmuş“Ah vatanım” diyen bir bülbülü andırıyordu. Vefakâr eşi etrafında pervane gibi dolanırken o Kürt büyükleri ve kahramanlarının portrelerini yağlı boya ile çizerek geleceğe iz bırakmak istiyordu.

Doktor Ferhat‘ın anlattığı Şeyh Şerif öyküsünden çok etkilendim. O­nun anlattığı gibi Zazaca‘dan Türkçe’ye çevirerek yazıyorum:

Şeyh Şerif tutuklu olduğu hapishanede bir gün ağlamış.

Bir arkadaşı üzülerek sormuş:

“Şeyhim davamız haklı bir dava değil mi, neden idam cezasından korkup ağlıyorsun?”

„Ben idamdan korktuğum için ağlamıyorum. Bunlar, düşünen, olan bitenleri yorumlayan, haklı davamızı savunan herkesi idam edecekler, bunlara ağlamıyorum”

Peki kime ağlıyorsun Şeyhim?”

„Ben sabahleyin iki keçiyi teslim edersen, akşama keçileri geri getirebilenleri de ortadan kaldıracaklarını biliyorum ve    o­nlara da ağlamıyorum!”

„Ama kimlere ağlıyorsun Şeyhim, o­nu söyle!”

„Ben hiçbir işi beceremeyen ve hiçbir şeyden anlamayanları bırakacaklarını biliyorum ve o­nlara ağlıyorum!” demiş.

Köşe yazılarından tanıdığım ama ilk olarak şahsen karşılaştığım eski bir devrimci arkadaşla tuhaf bir sohbetimiz oldu.

Çok şey anlattı, ama ben anladıklarımı yazmakla yetineceğim.

Politika çıkarların ifadesidir. Bir zamanlar Kürt saflarını terk ederek Saddam’a sığınmak politakanın gereğiydi. Zamanı gelince yeniden Kürtlerin safına dönmek yine politikaydı.

Irak KDP’si  adına İran KDP’sini arkadan hançerlemek poltika, Ferderal Kürdistan’ı savunmak yine politikadır.

Kürdistan’ın kurtuluşu adına anti kemalist olmak politika ve Kürt dilinin serbestliği uğruna Kemalist olmak yine politikadır.

Birilerini göğe çıkarmaya uğraşmak politika, göğe çıkarılanı yere düşürmek yine politikadır.

Leyla‚nın Kürtçe konuşarak içeri girmesi politika, Türkçe konuşarak dışarı çıkması yine politikadır.

Öcalan’ın bir zamanlar „kan dökün, Kürtler ancak kanla kirinden temizlenir” demesi politika, şimdide Kemalizm’e hayran olması ve barışçıl kesilmesi yine politikadır.

Yani söze veya söyleme bakmamak gerekiyormuş. Politika uğruna her şey yapılabiliyormuş.

Arkadaşımı dinleyince o gece romantizmimden ve idializmimden vuruldum.

Devam edecek

Selim Çürükkaya

1954 te Bingöl' de doğdu. Öğretmen okulundan mezun oldu. Siyasi nedenlerle on bir yıl hapis yattı. Gazeteci ve yazar. Yayınlanmış 10 Kitabı var. Siyasi mülteci olarak Almanya'da yaşıyor.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Başa dön tuşu