Röportaj

30 Yıl sonra o günler ve ölüm orucu

otta eylemin gidişi ve ne yapılması gerektiği hakkında düşününce ve değerlendirmeler mevcuttu. Bir de ölüm orucundaki arkadaşların durumu tek tek değerlendirilmişti. Aynı notta, Yüzbaşı Esat'ın kişiliği ve yapmak istedikleri hakkında görüşlerle, esas olara Esat'ın değil, kolordunun muhatap alınması gerektiği vurgulanmıştı.

Selim Çürükkaya /  Aradan tam olarak otuz yıl geçti. Yani o gün doğan çocuklar bu gün otuz yaşındalar. O gün on yaşında olanlar şimdi kırk yaşındalar. Diyarbakır cezaevinde yaşananların sadece bir kesitini anlatan bu röportajı, Öcalan zihniyetinin okumamanız, gerçekleri öğrenmemeniz için yasakladığı kitabımdan size aktarmaya karar verdim.

1981 yılındaki ölüm orucunun yedinci yıldönümünde, Diyarbakır askeri cezaevinin 36. koğuşunun 9. hücresinde, cezaevinde yayınlanan ÇANDİYA BERXWEDAN gazetesi için Zeki YILMAZ’la bir röportaj yaptım. Ölüm orucunun karanlıkta kalmış bazı noktalarının aydınlatılması amacıyla aşağıya alıyorum.

Selim: Zeki, 1981 ölüm orucuna siz de katılmıştınız. Eylemin örgütle mesi nasıl yapıldı? Hatırlıyor musun?

Zeki: Eylemden üç beş gün önce, bir arkadaş notla bildirmişti. Şimdi notu veren arkadaşı hatırlamıyorum. Yalnız eylem başlamadan bir gün önce yan hücremde kalan Kemal PİR: “Hemşehrim yarın eylem başlıyor, kendini hazır hissediyor musun? Beraber ölelim ha” şeklinde bildirmişti.

Selim: Demek ki henüz öğretmen okulunda öğrenciyken sempati duyduğun, kendine örnek aldığın Kemal PİR ile şimdi yan yana bir hücrede ölüm yolculuğuna çıkıyordunuz.

PRZeki: Tam da öyle. Kemal’i Daha önce Tunceli’de görmüştüm. Sonra Urfa’da. Kendisini çok sevmiştim. Karadeniz’den böyle bir öncü çıktığı için ayrıca seviyordum onu.

Selim: Zeki, bakıyorum işi hemşericiliğe döktün.

Zeki: İstiyorum ki böyle hemşericilik herkesin başına gelsin. Niye sen Hayri abiyi o yönüyle ayrıca sevmiyor musun?

Selim: Bak bu oldu. İstersen konumuza dönelim. Eylemin örgütlenmesini anlatıyordun.

Zeki: Eylemin örgütlenmesini Hayri ve Kemal yapmıştı. Dar bir arkadaş grubunun da görüşleri alınarak eylem kararlaştırılmıştı.

Selim: Eyleme kimler katrlmıştı?

Zeki: Kemal PİR, ( 1 )  Hayri Durmuş ( 2 ) Rıza Altun, ( 3 ) M.Cahit Şener, ( 4 ) Celalettin Delibaş,( 5) Müzaffer Ayata (6 ) Zeki Yılmaz ( 7 ) Orhan Aydın (8 ) Ahmet SERİN, (9 )  Ali Erek  (10 ) Yılmaz uzun (11 ) Ahmet Öğretmen(12 ) Süleyman Günyeli (13 ) ve Halil German.(14 )

Selim: Eylemi idareye nasıl bildirdiniz?

Zeki: Sabah yemek almadık. Orhan yüksek sesle hücrede kalan arkadaşlara eylemin başladığını açıklamıştı. Orhan’ın açıklamasını Mevlüt Çavuş dinledi.

Selim: Eyleme başladıktan sonra artık hiçbir şey yemediniz mi?

Zeki: Yemek ne demek? Eylemin ilk altıncı gününe kadar su bile içmedik.

Selim: Su içmemenizin nedeni neydi?

Zeki: Daha çabuk ölü çıksın diye düşünüyorduk. Kamuoyu ile ilişkimiz tam kopuktu. Ancak ölü vererek kamuoyuyla ilişki kurabileceğimiz, yine ölü vererek işkencecilere geri adım attırabileceğimiz ve ölü vererek kendimizi koruyabileceğimiz inancındaydık.

Selim: Açlığı biliyorum. Susuzluk nasıl bir şey?

Zeki: Çok zor. Açlıktan daha zor. İçiniz yanıp kavrulur. Hep serap görürsünüz. Çeşmeler, çağlayanlar sizi doyurmaz. Belki denizleri bile içip kurutabilirsiniz. Hayalimde tencerelerle yayık ayranı içtiğimi hatırlıyorum.

Selim: Hücrelerde su şırıltıları gelince neler hissediyordun? Neler düşünüyordun? Bulunduğun hücrede iki musluk vardı. Her ikisinden de su akıyordu. Tuvalete gittiğinde ellerini-yüzünü suyla yıkamıyor muydun? Dişlerini fırçalamıyor muydun? Hücrede senden başka kimse yoktu. Arasıra bir iki damla olsun, su yutmadın mı hiç?

Zeki: İlk gün dışında tuvalete çıkmadım. Tuvalet ihtiyacım olmadı. Yine ilk günler el-yüz yıkamayı da düşünmedim. Kendimi şimdiden yaşayan bir ölü gibi hissediyordum. Diş fırçam yoktu ki, dişlerimi fırçalayayım. Zaten fırçalarımızı daha önce toplamışlardı. Evet başka hücrelerden gelen su şırıltıları beni çok rahatsız ediyordu. İçimden su akıtanlara kızıyor, ‘bizi düşünmüyorlar mı?’ diyordum.

Bazen de sesli olarak bağırmak geliyordu içimden. Ama ayıp olur diye  susuyordum. Eğer tek başıma olduğum için, bir damla dahi olsun su içseydim, kendime güvenimi yitirir, eylemi götüremezdim. Eylemin altıncı günün­ den sonra, günde yarım çay bardağı su içme kararı alındı. Sonra yarım çay bardağı su içtik. Daha doğrusu unutmuştum. Yeni hatırladım: altıncı günden itibaren üç günde bir, yarım çay bardağı kadar su içiyorduk. Onbeşinci günden sonra günde bir çay bardağı su içtik. Sonra zaten bünyemiz kabul etmediğinden su içmek serbest bırakıldı.

Selim: Susuzluğu anladık. Biraz da açlığı anlatır mısın?susuz

Zeki: Açlık, daha değişik etkileri olan komple bir olay. Her yönünüzle etkilenip acı çekiyorsunuz. Vücut yavaş yavaş direncini kaybederken; baş dönmeleri, bilinç bulanıklığı ve etlerin erimesini hissediyorsunuz. Sinirler çok hasaslaşıyor. Ne zaman uyuyup uyandığınız zaten belli değil. Zaman kavramı sizin için anlamsızlaşır. Rüya ile hayaller birbirine karışır. Gerçekle kurguları birbirinden ayırt edemezsiniz. Örneğin ben annemin yaptığı en güzel yemeklerden atıştırırken gözlerimi açtığımda, birkaç saniye bunun hayal olduğunu anlayamıyordum. Bak burada çok özel bir durumumu söyleyeyim: Hayallerimde et yemeğine çok az yer verirdim. O da hep köfte olurdu zaten. Parça et yediğimi hayal ettiğimde, midemin ve boğazımın yara olacağı hissine kapılırdım.

Selim: Peki hamsi hiç aklına gelmiyor muydu?

Zeki: Gelmez olur mu? Hamsi buğulaması baş yemeklerimden biriydi. Oltayla sabah erkenden tuttuğum canlı hamsileri eve getirip, annemi karıştırmadan, ayıklayarak evin balkonunda kurduğum mangalda bir yandan pişirir, bir yandan iştahla rakıyla atıştırdığım günler aklıma geliyordu. Ben böyle hayaller kurarken, birdenbire hücrenin salonun da, işkence gören arkadaşlarımın çığlıklarıyla, Karadeniz’in kıyılarında değil, Diyarbakır zindanının 35. koğuş, birinci kat 6. hücresinde beton sekinin üzerinde ölüm orucunda olduğumu anlıyordum.

Selim: Siz ölüm orucundayken ölüm orucuna girmeyen, fakat kurallara uymayı kabul etmeyip direnen arkadaşlarınıza nasıl işkence yapıyorlardı?

Zeki: Evet onlara işkence yapıyorlardı. Her gün sabah mesaisi başlar başlamaz on beşe yakın komando hücrelerin kapısını açar, arkadaşları tecrit bölümünün salonuna götürürlerdi. Orada, “Türk müsün, Kürt müsün?” gibi soruları sorarlardı. Veya marş okumalarını isterlerdi. Arkadaşlar kabul etmeyince, işkenceye yatırılırlardı.

Selim: Ölüm orucuna katılan arkadaşlarla, katılmayan arkadaşlar ayrı hücrelerde mi kalıyorlardı?

Zeki: ilk on beş gün birlikte kalıyorlardı. Daha sonra ölüm orucuna katılmış arkadaşları birinci katta topladılar. Üçerli gruplar halinde hücrelere koydular. Direnenlerin tümünü de dördüncü kata çıkardılar. İkinci ve üçüncü katlara da teslim olanlanları koymuşlardı. Bu sıralarda 37. koğuşta direnen 110 arkadaşı 35. koğuşa getirerek dördüncü kata koymuşlardı.

Selim: Dördüncü kata o kadar adamı nasıl yerleştirmişlerdi?

Zeki: Dördüncü kata çıkanların sayısı 150 kişiden fazlaydı. Orada 10 hücre vardı. Ama işkenceciler arkadaşlara, sırf acı çektirmek için tepeleme üç hücreye doldurmuştu. Yalnız direnen hasta bir arkadaşı ayrı bir hücreye koymuşlardı.

Selim: Ölüm orucu sürdüğü süre içinde herhangi bir yetkili sizinle görüşmeye geldi mi? Siz ölüm orucundayken dayak attılar, küfür etttiler veya işkence yaptılar mı ?

Zeki: İlk 15-20 gün hiçbir şey yokmuş gibi davranıyorlardı. Yalınız Esat arada bir gelir bizi yanındaki yetkililere göstererek, “Bunlar daha ölmemiş, şu daha canlı” gibi şeyler söylerdi. Birkaç defa da PİR’e neden ölüm orucuna girdiğimizi, kurallara uyarsak kimseyi kılımıza dokun­durtmayacağını, Genelkurmaya bağlı olarak çalıştığını, tek yetkilinin kendisi olduğunu söylemişti. Birkaç defa da Cezaevi Müdürü Alaattin BAYAR gelip gitti. Bir seferinde de gece yarısı gelmişti. Yanında birkaç subay daha vardı. Körkütük sarhoş olduğundan rastgele bize küfür ediyordu. Bana: ‘Sen niye girdin ulan? Yarın asılacaksın‘ vb. şeyler söyledi.

Daha ilerde de PİR’in bulunduğu hücrenin kapısını açtırıp arkadaşları tekmelemiş. İki defa PİR’in karnına basmıştı. PİR de buna karşılık‚ işkenceyi siz yaptırıyorsunuz. Biz insan olduğumuz için öleceğiz, ölümü seçtik‘ demişti.

Alaattin BAYAR’ın ısrarla yine tekme­lemesi karşısında, o hasta haliyle aniden yerinden fırlayarak, karşı tarafa geçip ellerine dayalı şekilde atılacak bir vaziyette,“Tekmelemeye hakın yok. Bunu yapamazsın. Yapma dedim.!Yapma! Bir daha yaparsan kötü olur!” şeklinde sinirli ve yüksek bir sesle karşılık vermiş. Müdür de geri çekilip şaşkın bir vaziyette hücrenin kapısını kapattırmıştı.

Selim: Bu dövme olayı ölüm orucunun kaçıncı gününde olmuştu? Ha­tırlıyor musun?

Zeki: 20. veya 22. günündeydi.

Selim: Vay alçak herifler.. 22 gün aç kalan insana işkence yapılır mı?

m.kemalZeki: Alçaklığın da bir raconu, kuralı var. Bunlar çukurdu. O gece başka arkadaşları da döverek tekmelediler. Hepimize de küfür ettiler. Özellikle Binbaşı Alaattin Bayar, Pir’e ‘Kürtler seni kandırmış. Ne işin var burada? Öcalan beynini yıkamış. O şimdi Avrupa’da keyif sürüyor, sen burada geberiyorsun. Bildiğin bir şey varsa bana da anlat. Ben de Apocu olayım’ diyordu.

Selim: Doktor kontrolü olmadı mı? Hastahaneye kaldırmadılar mı?

Zeki: 20. günden itibaren sürekli doktor kontrolü vardı. Bunu biz istemedik. Ama onlar ilk önce üç günde bir, sonra her gün düzenli olarak nabzımızı ölçüp gidiyorlardı. Hastahaneye götürme olmadı. Ama üç-beş günde bir, bizi tek tek battaniyelerin içine koyup, dört asker battaniyenin birer ucundan tutarak, yerde sürükleye sürükleye revire götürüyorlardı. Revirde genellikle bir uzman, iki doktor bulunur du. Nabız ölçme dışında, çeşitli yerlerimizi muayene ederlerdi.

Selim: Doktorlarla konuşmalarımız oluyor muydu?

Zeki: Oluyordu. Onlar neden ölüm orucuna girdiğimizi soruyorlardı, biz de yapılan işkenceleri anlatır, bu işkencelerin son bulması için ölüm orucuna girdiğimizin cevabını verirdik. Yanlarında bulunan gardiyan ve subaylardan çekindikleri için konuşmalarımız kısa, kesik birkaç cümleyi geçmezdi.

Selim: Benim bildiğim, gördüğüm Diyarbakır cezaevindeki doktorlar işkenceciydi. Genellikle işkence yapmakta görev alırlardı. İşkence yapmaları için gardiyanları teşvik ederlerdi. Şimdi siz, doktorlar gardiyan ve subaylardan çekindikleri için bizimle fazla konuşmazlardı diyorsunuz.

Zeki: O zaman henüz işkenceci doktorlar gelmemişti. Dediğin şekilde, o dönemde doktorlar aktif olarak işkenceye katılmıyorlardı. Dediklerin daha sonraki tarihlerde oldu.

Selim: Ölüm orucu boyunca hep yalnız mı kaldın?

Zeki: Hep yalnız başımaydım. Arkadaşlarla aynı hücrede kalmayı istediğimi söylemek aklıma gelmedi değil ama, bir zayıflık belirtisi olarak yorumlayabilirler diye. söylemekten vazgeçtim.

Selim: Hücreler arası konuşuyor muydunuz?

hayri.mezarZeki: çok şey konuşuyorduk. Tabi kendi aramızda, herkesçe bilin mesinde sakınca olmayan şeylerdi bunlar. Bir keresinde insanın kaç günde ölebileceği üzerine çeşitli fikirler ortaya atılmış, tartışmıştık PİR,“Bir ayda ölürüz”diyordu. Bir ay dolduğundaysa, ‘Ben Mustaf CEMİLOĞLU’nun 35 gün ölüm orucunu sürdürüp yaşadığını hatırladım’ demişti. Hayri abi de daha çok tıbbi açıklamalar yapıyordu. Yani hiç birimizin ölüm orucu hakkında bir bilgi ve deneyimimiz yok gibiydi. Yalnız ölüm orucunun 25. gününde, ikinci katta kurallara uyan ar­kadaşlardan gazete istemiştik. Parçalanmış birkaç gazetenin yırtık sayfaları arasında, İrlanda’nın bilmem hangi cezaevinde, İRA militan­larının bizden iki gün önce, yani 1 Mart’ta ölüm orucuna başladıklarını, Thatcher’in bir demecinden okuyup öğrenmiştik. O zaman İRA mili­tanlarının sırf propaganda amacıyla açlık grevine girdiklerini sanmıyor, ölebileceklerine ihtimal vermiyorduk.

Selim: Ama onlar öldüler, siz ölmediniz. Mahçup musun şimdi? O günlerde Boby Sands’ı yeterince, hatta hiç tanımıyordun. Geçenlerde onun ölüm orucuna girmeden önce yazdığı “HÜCREMDE BİR GÜN” adlı kitabını okudun. Onların yaşadığı ortamla kendi durumunuzun bir karşılaştırmasını, bugün yapar mısınız?

Zeki: Öylesine çok mahçup oldum ki, anlatamam. Gerçi bizden de bir arkadaş ölmüştü. Onun ölüm biçimini ilerde anlatırım. Aslında böyle bir tahmin yürütmemiz, onların gerçeğini yeterince bilmememiz­den ileri geliyordu. “HÜCREMDE BİR GÜN“ü okuduktan sonra: Maze cezaevinin H bloklarında yapılanların bize yapılanlara benzer olduğunu öğrendim. Yalnız orada bizim burada yapıldığı gibi insanlık dışı vahşice işkenceler yapılmamıştır. Yani orada işkencenin dozu daha azdır. Örneğin onlar aileleriyle görüşebiliyor, aileleriyle dışarıya mesaj iletebiliyor, dışarıda kamuoyu onlara sahip çıkıyor, hatta İrlanda halkı ölüm orucunda olanların adlarını duvarlara yazarak mitingler düzenleyebiliyordu. Bu farklılık, ülke koşullarımız, sömürgecilerimizin niteliklerinin farklı oluşu ve mücadelelerimizin tarihi, toplumsal özellikle­rinden kaynaklanıyordu. Bu konuda asıl ölmesi gereken bizlerdik, ama o zaman biz bunu beceremedik galiba.

Selim: Ölüm orucundayken ailelerinizle görüştürmediler mi sizi?

Zeki: Bu sorunuz şimdi bile bana acayip geliyor. Değil bizi ailelerimizle görüştürmek, hücrelerdeki arkadaşlardan ve gardiyanlar­dan bile saklıyorlardı bizi. Konuyu daha somutlaştırırsam: Arkadaşı­mız Ali EREK, bitişiğimizdeki hücredeydi. Biz onun öldüğünü, altı ay kadar sonra mahkemede askeri savcıdan öğrenmiştik.

aliSelim: Gerçekten Ali EREK nasıl öldü?

Zeki: Ali önceden midesinden rahatsızdı. Yemek borusunda mı ne, bir yerinde bir rahatsızlığı vardı. Böyle olmasına rağmen arkadaşların ölüm orucuna katılma önerisini geri çevirmedi ve eyleme katıldı. İlk günlerde örnek tavır takınıyordu. Günler geçtikçe Ali’de kıvranmalar başladı. Artık zaman zaman, kararlı davranışlardan uzaklaşıp anormal davranışlara girmeye başladı ve eylemin 15. gününde aniden yerinden fırlayarak, elleri üstünde emekleye emekleye tuvalette bulunan paslı helva tenekesindeki suya gitti. Tenekeyi başına kaldırmadan önce sorar gözlerle, geri dönüp PİR ve diğer arkadaşlara bakıyor. Kimse ses etmiyor ve Ali büyük yudumlarla içmeye devam ediyordu. Bu olaydan sonra Ali, acıya dayanamayacağını belirtip eylemi bırakmıştı.

Yine de PİR; idare duymasın, arkadaşların morali bozulmasın diye ikinci kattaki süt ve benzeri şeyler alıp Ali’ye veriyordu. Eylemin 25. gününe kadar bu böyle devam etti. Kolordudan cezaevine bir heyet gelince bizi 37 koğuş olarak bilinen tecrite taşıdılar. Burada Ali, tedaviyi kabul edip bizden ayrılmıştı.

Üç gün böyle geçti. Nerede olduğunu bilmiyorduk Yüzbaşı, eylemin 27. gününde 15 arkadaşın katıldığı gruptan Mustafa Karasu’yu 35. koğuştan alıp götürdü. Bir müddet sonra geri getirdi. Mustafa, Cin Ali’nin, üzerinde domates ve bisküvinin bulunduğu bir masanın yanındaki yatakta oturduğunu, bize söyledi.

Birkaç gün sonra 35 koğuşa Ali’yi getirdiler. Birinci katın 2. hücresine koydular. Sonradan öğrendiğimiz kadarıyla, kurallara uymayı dayatmışlar. Ali kabul etmeyince, geri getirmişler. İki gün çıplak beton üzerinde sürekli inledi. Bir de derinden ve boğuk bağırıyordu. Birkaç kez kendisine seslendik.

Özellikle PİR “Ali ses ver, biz eski arkadaşız. Bugüne kadar hep seninle omuz omuza yürüdük. O kadar değerli beraberliklerimiz var. Konuş benimle. Söyle sana ne yaptılar?” diyordu. Buna karşın Ali inlemesini kesiyor sessizleşiyordu. Bir gece inlemeleri aniden kesilmiş, artık ne olduğunu öğrenememiştik. Çok sonradan, Ali’nin o zaman hücrede öldüğünü ve beyaz bir un çuvalına konularak eski 30. koğuşa, şimdi kapalı hücre haline getirilen yerin bir köşesine konulduğunu öğrendik.

Selim: Mahkemede olayı öğrendikten sonra mı bu ayrıntıları öğrendiniz?

Zeki: Bunları 1986 tarihinde, temizlik için gittiği 30. koğuşta çuvalı yana çekmek isterken gardiyanın müdahalesi ve konuşmaları sonucu öğrenen bir arkadaştan duydum.

Selim: Ali’nin eylem esnasında öldüğünü duysaydınız ölümü sizin için moral kaynağı olmaz mıydı? Şimdi, “bir arkadaşın ölmesi insana moral kaynağı olur mu” diye sorarsın bana. Ama, ben de bu cezaevinde yaşadığım için biliyorum. Direnerek ölen insanlar, direnenler için direnç, kararlılık ve moral kaynağı olurlar. Teslim olarak veya eylem bırakarak ölenler ise, moral bozucu, korkutucu etki yaparlar insanlar üzerinde, değil mi?

Zeki: Benim anlatmak istediğimi söylemiş oldunuz. Biz ölüm orucundakiler Ali’nin öldüğünü eylem içinde duysaydık, her ikisini birden hissetmiş olacaktık.

bleiuranat_kleinSelim: Nasıl yani?

Zeki: Hem üzülür, hem sevinirdik. Direnen arkadaşlar için moral kaynağı olurdu. Yalnız, burada şunu unutmayalım; Diyarbakır Askeri Ceza evin­de hiçbir kurala uymadan şehit düşen ilk ve son arkadaşımızdı Ali.

Selim: Yukarıda kolordudan gelen heyetten söz etmiştiniz. Ne için gelmişti bu heyet?

Zeki: Adli müşavirle birlikte beş kişilik bir heyetti gelen. Daha çok adet yerini bulsun, ilgilenilmedi denmesin diye gelmişti. Önce bizi 37. koğuşun üç ve dördüncü katlarına, aramıza birer hücre boş bırakacak şekilde tek tek hücrelere koymuşlardı. Adli müşavir, tek tek hücreleri dolaşarak: “Sorunlarınız nedir?” diye soruyordu. Biz de kısaca anlatıp. PİR’in yanına gitmesini söylüyorduk. PİR de o zaman sorunlarımızı anlatmıştı.

Selim: Neydi sorunlarınız? Hatırladığın kadarıyla sıralar mısın?

Zeki: Dayak ve işkencelerin kaldırılması, Doğal ve sosyal ihtiyaçlarımız üzerindeki baskı, engel ve kısıtlamaların kaldırılması ve savunma hakkımızın verilmesiydi.

Selim: Heyet gelip gittikten sonra ne gibi gelişmeler oldu?

Zeki: İdare eylemin ciddiyetini kavramıştı artık bizimle daha çok ilgilenir olmuştu. Esat, hemen hemen her gün gelip gidiyordu. Hatta bazı günler, birkaç defa uğruyordu. En önemli gelişmelerden biri. PİR’in hücresinde not yakalanmasıydı.

Selim: Nasıl yakalandı?

Zeki: Akşama doğruydu. Hayri abi, PiR’e not yazıp göndermişti. O sırada bir gardiyan hücreden hücreye verilen notu görmüş. Mevlüt Çavuşu da alarak ani baskın şeklinde içeri girmişlerdi. Mevlüt Çavuş. PİR’den notu vermesini ısrarla istediğinde, vermemişti. Bunun üzerine çavuş kapıyı açtığında, PİR onun gözleri önünde notu yırtıp tuvalete atmıştı. Ama buna rağmen çavuş hücrede arama yapınca, Hayri abinin gönderdiği notu bulmuşlardı. Meğer PİR çavuşu yanıltmak için başka bir kağıdı yırtmış.

Selim: Bu notun içeriğini hatırlıyor musun?

Zeki: Notta eylemin gidişi ve ne yapılması gerektiği hakkında düşününce ve değerlendirmeler mevcuttu. Bir de ölüm orucundaki arkadaşların durumu tek tek değerlendirilmişti. Aynı notta, Yüzbaşı Esat’ın kişiliği ve yapmak istedikleri hakkında görüşlerle, esas olara Esat’ın değil, kolordunun muhatap alınması gerektiği vurgulanmıştı.

Selim: Bu nottan sonra Esat’ın size karşı tavırı değişti mi?

Zeki: Bizim lehimize değil. Aksine eski tavrını daha bilinçli şekilde sürdürmeye başladı. Yani eskiden tavırlarıyla esatoktayanlatmak istediğini, şimdi daha açık bir şekilde,”Muhatabınız benim. Siz ve cezaevi benden sorulursunuz. Ben direkt Genelkurmaydan yetki almışım”diye söylüyordu. Notun yakalanmasından sonra Esat, Hayri abiden kıcık kapmaya başlamıştı.

Selim: Peki eylem nasıl sonuçlandı? Yüzbaşıyla nasıl pazarlık yaptınız, başkalarıyla mı, Şartlarınızı kabul ettiler mi, Eylemi bırakmanız doğru muydu?

Zeki: Nisan ayının başında PKK Ana Davası’nın iddianamesi gelmişti. Bunun üzerine eylemin geleceği hakkında aramızda yoğun tartışmalar başladı. Öneceden kolordudan gelecek bir heyetle anlaşmadan veya ölü vermeden bırakmayacağımızı söylerken, iddianame geldikten sonra davranışlarımız ve düşüncelerimizde mahkemeleri artık açılacağını, bunun bizim için çok önemli olduğunu, Partiyi temsil etmek gerektiğini, savunmalanın büyük önem taşıdığını söyler olmuştuk. Bu düşünceler kafamızda şekillendikten sonra, artık ‘ölüm orucunu bırakalım mı, bırakmayalım mı’ biçiminde tartışmalar aramızda  oluyordu. Daha doğrusu, bırakalım diyen kimse yoktu. Durum şuydu: Bir yandan mahkemeler açılmış, savunma yapmak gelip dayanmıştı.

Diğer yandan hareketin önderleri ölüm orucundaydı. Parti adına Kürdistan tarihinde ilk siyasi savunmalar yapmak mı gerekiyor du, yoksa sessiz sedasız, ama ilerde ses verecek biçimde ölmek mi gerekiyordu? Kafamızı kurcalayan durum buydu. Bunun üzerine günlerce konuşuldu. Tarihsel bir karar verilecekti. Bu kararı da Hayri a abi ve PİR vereceklerdi. Onların alacağı karara hepimiz uyacaktık. Sonunda ara bir çözüm olarak şu yöntem kabul edildi: Esat muhatap alınacak. Eğer temel isteklerimiz kabul edilirse, onun sözünden sonra eylem bırakılacaktı. Eylemi bırakmadan birkaç gün önce Esat yanımıza geldi: ‘Gelin eylemi bırakın. Gördüğünüz gibi size dayak attırmıyorum‘ dedi. 35. koğuşu kastederek; “Size dayak yok. Kantininizden, istediğiniz gibi ihtiyaçlarınız karşılanacak. Savunma hakkınız araç ve gereç konusunda mahkeme kabul ederse, ben engel koymam Havalandırma ve görüş işini yeniden düzenleyeceğim. Yalnız, ceza evinin belli disiplin kuralları var. Saç, bıyık kesme, subaylar gelince kalkma gibi. Sizden tek istediğim bunlardır” dedi.

Selim: Bunları Kemal PİR’e mi anlatıyordu?

Zeki: Evet.

Selim: PİR ne dedi?

Zeki: PİR, alınan karar üzerine çoğunu onaylar şekilde karar vermişti. Budan sonra Esat daha sık gelip gitmeye başladı ve 18 Nisan günü, yani eylemin 44. günü gelip çatmıştı. Esat sabah tekrar gelişinde PİR’le yine aynı konuları görüştüler. Esat gitti. Tekrar geri geldiğinde bir kez daha görüşme oldu. Bu görüşme sırasında Esat: “Aranızda konuşun, benim sözüm sözdür. Asker sözü veriyorum. Siz de kararınızı belirleyin, biraz sonra geldiğimde tekrar konuşuruz” dedi veorhan gitti.

Biz kendi aramızda konuştuk. Saç ve bıyık kesmeyi, subaylar koğuşa geldiğinde ayağa kalkmayı kabul edecek, başka hiçbir kuralı kabul etme­yecektik. Durumu dördüncü kattaki arkadaşlardan Mustafa Karasu’ya de bildir­dik. Esat geldiğinde PİR’i hücreden çıkarttı. Yalnız bu arada Esat çok neşeliydi. PİR’le bir köşeye çekildiler. PİR’e, “Bırakacak mısınız?” diye sormuş. PİR de: “Vereceğin söze bağlıdır” demişti. Esat: ‘Tamam’ deyin­ce, PİR de eyleme son verebileceğimizi açıklamıştı. Esat sevincinden yerinde duramıyor­du. PİR’e: ‘İnanamıyorum, bir kaşık yemek yede göreyim’ diyordu.

Selim: Evet, bu andan itibaren yemek yediniz. Öğrenebildiğim kadarıyla size mercimek, turşu, pirinç pilavı getirmişlerdi. Sonra da birkaçınıza serum takmışlardı hücrelerde, Değil mi?

Zeki: Evet doğru. Bizi tedavi etmediler. Durumu ağır olan birkaç arkadaşa serum verdiler, o kadar.

(1 )Kemal PİR, Diyarbakır cezaevinde 14 Temmuz 1982 Tarihinde başlayan ve Eylül ayında sona eren ölüm orucunda yaşamını yitirdi. Cenazesi babası tarafından Diyarbakırdan alınarak Gümüşhane’nin Torul kasabasına götürüldü.

( 2 )Hayri Durmuş.  14 Temmuz 1982 yılında Diyarbakır cezaevinde ölüm orucuna başladı Eylül ayında Diayarbakır askeri hastahanesinde yaşamını yitirdi. Ailesi tarafından alınarak Bingöl Düzağaç mevkisinde gömüldü.

(3 )Rıza Altun:  1990 larda Cezaevinden tahliye oldu şu anda Qandil dağında yaşamaktadır.

( 34) M.Cahit Şener: 1990 larda cezaevinden tahliye oldu. PKK nin dördüncü kongresinde O tarihlerde PKK genel sekreteri olan Öcalan’ı eleştirdiği için, Öcalan ve Suriye muhabaratının işbirliği ile Kamışlı kentinde arkadaşlarıyla birlikte katl edildi.

( 5) Celalettin Delibaş: Yirmi yıl cezaevlerinde kaldıktan sonra tahliye oldu. Öcalan’ın adamları tarafından bacağına bir silah sıkıldı, siyasetin dışına atılarak susturuldu.

( 6) Müzaffer Ayata: Cezaevlerinde uzun süre yattı. Tahliye oldu. Şu anda Avrupa’ da yaşıyor.

(7 ) Zeki Yılmaz : 1991 Yılında cezaevinden tahliye oldu, Gerilla olarak dağa çıktı, Botan bölgesinde  Öcalan’ın talimatıyla tutuklanıp yine ölüm cezasından yargılandı, cezası infaz edilmeden bir fırsatını bularak dağdan ayrıldı, şimdi bir yerlerde çok zor koşullarda yaşıyor.

( 8 ) Orhan Aydın: Malatya cezaevinde akli dengesini yitirdi, 1991 de tahliye edildi, tedavi edilip geçmişi hatırlayınca tekrar Gerilla olarak dağa çıktı. Öcalan’ın talimatıyla Botan da tutuklandı. O da bu durumu protesto etmek amacıyla ölüm orucuna girdi. Botan dan Halep’ e sedye ile götürüldü. Bir müddet sonra Öcalan’ın emriyle Ölüm orucu arkadaşı Rıza Altun’un kontrolünde, Diyarbakır cezaevi arkadaşı Suruçlu Halit Yıldırım tarafından boynuna bir elektrik kablosu geçirilerek öldürüldü ve mezarının nerede bilinmiyor.

(9 ) Ahmet SERİN: Cezaevinden tahliye oldu yaşıyor.

(10 )  Ali Erek. 1981 Ölüm orucunda yaşamını yitirdi ancak tutuklular altı ay sonra onun yaşamını yitirdiğini mahkemede öğrendiler.

(11 ) Yılmaz Uzun:  1991  de Cezaevlerinden Tahliye oldu, gerilla olarak dağa çıktı, Jitem elemanlarının eline sağ olarak geçti, onlara karşı koyduğu için sağken bıçakla kafasını keserek katl ettiler.

(12 ) Ahmet Öğretmen. cezaevinden sağ olarak tahliye oldu yaşıyor.

(13 ) Süleyman Günyeli  Cezaevinden tahliye oldu Avrupa da yaşıyor.

(14 )  Halil German: Cezaevinden çıktı yaşıyor

Selim Çürükkaya

1954 te Bingöl' de doğdu. Öğretmen okulundan mezun oldu. Siyasi nedenlerle on bir yıl hapis yattı. Gazeteci ve yazar. Yayınlanmış 10 Kitabı var. Siyasi mülteci olarak Almanya'da yaşıyor.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Başa dön tuşu