Portreler

Devrimlerin dramı

Selim Çürükkaya / Bundan bir hafta önce bazı arkadaşlar Yaşar Kaya’nın Güney Kürdistan’a gideceğini, orada bir otoritenin oluştuğunu, bu kez oraya yağ çekmek için sıraya girmek istediğini söylediler ve bu konudaki görüşümü sordular.

Ben de bu aralar yoğun olduğumu, şimdilik bu konuda bir şey yazmayacağımı ama Yaşar Kaya ile ilgili eskiden yazdığım bir yazımın olduğunu, onun Nasname’de yayınlanabileceğini söyledim. Aslında ben özel olarak Yaşar Kaya ile ilgili bir yazı yazmak istemezdim. Eskiden benim aleyhime, benim şahsımda Bingöl’lüler aleyhine yazılar yazmıştı. Cevap bile vermeye gerek görmemiştim.

Ama Öcalan’a yağ çekip onu kepaze eden yağcıların şimdi aynı yağı Güney’de oluşan otoritelere çekmek istemeleri beni de rahatsız etmiştir diyebilirim. Bu ulus ne çektiyse üç unsurdan çektı. Bir, “ülkemizdeki işgalci güçlerden”, iki “diktatörlerden”, üç “yağcılardan!”
Kendimi, ulusumun yöneticilerini ve yurtseverlerini bu konuda uyarma hakkına sahip biri olarak görüyorum.
O yazının yayınlanmasına bunun için müsaade ettim.

 

Önce neyi yazdığımı aşağıya aktarmak istiyorum:

 

YAŞAR KAYA DRAMI

 

Yaşar Kaya tanınan bir „Kürt büyüğüdür” Kendi deyimiyle „Kürt vadisinde” bir kaybolur bir görünür.

Apo‚nun Ayetleri yayınlandığı zaman Özgür Ülke Gazetesinde köşe yazarıydı. Durumu iyi, henüz ayağı kaymamıştı. Örgütün parasıyla satın aldığımız Krefeld’deki bir otelde para ödemeden yatıyordu. Muhtemelen en güzel şarapları içiyordu. İşte bu sıralarda halka yasak kitabım eline geçiyordu. Ve bu „Kürt büyüğünün” kitap aleyhinde yazması gerekiyordu!. Yazdığı makalede olaya şu cümle ile giriş yapıyordu:

„Size bir şey söyleyeyim arkadaşlar, bu işte Selim yalnız değildir. Onun en büyük yardımcısı, bu işte Hüseyin Erdem’dir”* dedim.
Pek çok saçma sapan, yalan dolan laftan sonra şu tesbitte bulunuyordu:

Bu arada Köln ve çevresinde alınıp satılan
Bir kaç gayri menkulun komisyoncusu yine bu şahıs; İcap ederse bunları da açıklayacağım.
Kürt pazarlamacıları bu pazardan büyük para kazanıyor.*

(Özgür Ülke Gazetesi, 22 eylül 1984 Yaşar Kaya)

 

İcap etmediği için bu güne kadar bir açıklama yapmıyor,

Yaşar Kaya işi bana bırakıyor

Gayri menkul dediği otelde kendisi yatıyordu

Lokantasında kendisi yemek yiyordu

Barında kendisi şarabını içiyordu

Aleyhimdeki makaleyi büyük ihtimalle Kral dairesinde yazıyordu

Kendisi” iş adamları” tarafından besleniyor, parmağı ise;

Parasızlıktan dolayı mağarada yaşayan beni

Ve emeği ile geçinen ERDEM’ i gösteriyordu!

 

Bu yazım Nasname sitesinde yayınlanınca; Yaşar Kaya, ya kendi kendisiyle röportaj yaptı, ya da birini bulup kendisiyle roportaj yaptırdı. Tabiki Yaşar Kaya’nın benim yazdıklarıma yanıt vermesi onun doğal hakkıdır. Ama eğer Yaşar Kaya doğru sözler sarf etmemişse ve benim hakkımda söylediği şeylerin yüzde doksanı yalansa ve bazı odaklara hala yaranmak için bana hakaret etmeye kalkmışsa, onun söylediklerini tekzip etmem de benim doğal hakkımdır.

 
Değerli büyüğümüzün kalp durumunu hesaba katarak, köylü kabalığımı da birazcık olsun yontarak ona cevap vermeye çalışacağım:
Birinci iddiası şu:

 

“Ben kendisini İstanbul´da tanıdım. Özgür Ülke çevresinde. “Bay Muhalif” imzası ile yazı yazmadan önce, cezaevinden yeni çıkmıştı. O günlerde tahliye olan Sakine Cansız ve Recep Maraşlı ile Savaş Buldan´ın restorantında kırk-elli kişilik bir yemek tanzim etmiştik. Ben onu, Recep ve Sakine´yi alıp en başta yaşlılarımızdan Musa Anter, Tarık Ziya Ekinci, Feqi Hüseyin Sağnıç ve galiba İsmail Beşikçi´nin masasına götürdüm. Onları bizim yaşlılarla tanıştırdım. Ukala ve cahil bir tavırla Musa Ağabeye „siz bize hiç bir şey bırakmadınız, biz her şeye sıfırdan başladık.” Deyince Musa Anter; ‘oğlum biz eksi sıfırdan alıp sıfıra getirdik, siz sıfırdan aldınız, inşallah iyiye götürürsünüz’ dedi.”

“Bay Mahalif” yazılarını cezaevinden çıktıktan sonra değil, hapishanedeyken yazıyordum.
Çıktıktan sonra sadece dört adet bay muhalif imzalı yazı yazmışım.

Rojda Restorant’ ta yemeği organize eden Yaşar Kaya değildir.
Lokantanın sahibi Savaş BULDAN’dı. Ve ben 1977 yılında Kürdistan Devrimcileri adına Yüksekova’ya gitmiş, o dönemde lisede öğrenci olan Savaş Buldan’ ı ikna etmiştim.
14 yıl sonra İstanbul’a gidince arkadaşım benim ve o dönemde cezaevinden tahliye olan Mehdi Zana için bir yemek vermiş, bilmediğim birileri bu ara Yaşar Kaya’yı da çağırmıştı. O dönem PKK’nin zorlu yıllarıydı.
Yaşar Kaya daha PKK’den uzak kaçıyor, hatta ben İstanbul’a gittiğim günlerde Yaşar Kaya hakkında:
“Bu adam PKK’lilerin cenazelerini si…… gerekiyor” gibi laflar etmiş, deniliyor ve bu bilgiler bana kadar ulaşıyordu.

Yani burada anlatmak istediğim Yaşar Kaya benim için yemek felan organize etmemiş, beni davet etmemiş, beni götürüp kimseyle tanıştırmamıştır. Ek olarak Sakine Cansız o yemekte yoktur. En önemlisi de ben o gece Musa Anter’e : “Siz bir şey yapmadınız, biz her şeyi sıfırdan bu güne kadar getirdik” demedim. Ve Musa Anter de”sıfırın altı teorisini” orada söylemedi. Yaşar Kaya açıkça ve resmen doğru söylemiyor, yaşına başına uygun davranmıyor.
Musa Anter‘le aramızda öyle bir tartışma geçmiştir ama o lokantada değil. Ve o tartışma olduğu zaman Yaşar Kaya yanımızda değildi.

On biryıl cezaevi yattıktan sonra tahliye olmuştum. Musa Anter ile Yeni Ülke gazetesinde aynı sayfada uzun bir süreden beri mizah yazıları yazıyorduk. Musa Amca “Yaş tahta” ben ise “Bay muhalif” bölümünde insanları düşündürüp güldürüyorduk.

Musa Amca “Bay muhalif’ i” çok seviyordu. “Oğlum bu gazeteyi alınca önce bay muhalifi okuyorum” derdi. İşte bu yüzden tahliyemin ikinci gününde beni evine davet etti. Bir bayan, dört arkadaşımla birlikte gittim, bunların ikisi avukat, biri öğretim görevlisi, biri de Yeni Ülke gazetesinde çalışan bir arkadaştı. Şu anda hepsi de sağdır.

Musa Amca ile her konu üzerinde tartışıyorduk. Bir ara şöyle konuştu: “Yavrum bak ben sizi çok seviyorum. Ama sizin bazı eksiklikleriniz yanlışlarınız var; onları da söylüyorum. Mesala siz diyorsunuz ki; biz mücadeleyi sıfır noktadan alıp bu günkü seviyeye getirdik, doğrudur yavrum, siz sıfırdan alıp bu noktaya kadar getirdiniz, ama bir şeyi göremiyorsunuz veya bilmiyorsunuz”dedi. Hemen “Göremediğimiz nedir Musa Amca?” dediğimde “Bizim bu mücadeleyi eksi kaçtan sıfıra getirdiğimizi görmüyorsunuz” cevabını verdi.

Benim ile Musa Anter arasında geçen konuşma harfiyen budur. Yani ben Musa Anter‘e “siz bize bir şey bırakmadınız biz sıfırdan başladık” demedim ve bu tartışma bunun için başlamadı. O tarihlerde parti olarak biz öyle düşünüyorduk. Musa amca bunu biliyordu ve bunun için partiye yönelik eleştirilerini bana söylüyordu.

Yaşar Kaya Musa Anter‘in evinde ceryan eden bu öyküyü sonraları duyuyor. 0n dört yıl sonra kulağımdan tutuyor, beni hayal dünyasında bir lokantaya götürüyor, orada beni Kürt bilgeleriyle tanıştırıyor ve orada ulu orta beni bir cahil yapıyor ve o lafı bana söylettiriyor; Musa amcanın cevabıyla da beni susturmaya çalışıyor!

Bununla yetinmiyor ve doğru olmayan anlatımlarına devam ediyor:

“Sonra Avrupa´ya çıkmış PKK´nin Avrupa temsilcisi olmuştu. Ben de gazete dolayısı ile Avrupa´ya gelip gidiyordum. Ahmet Türk Amerika´dan dönmüş, ben, O, Bayram Ayaz, İbrahim Güçlü Köln´de bir Yunan lokantasına gitmiştik. Yemekleri söyledik, Selim; ‘Yaşar ağabey sen bu kadar yemek ismini ve çeşidini nereden biliyorsun?’  Bugün tam sırası, o Bingöl´ün bir köyünden gelmişti bu sahneye, ben de İstanbul´da Boğaziçi´nde Abdulhamid´in sarayı Kabataş Erkek Lisesi´nden gelmiştim. O yemekleri nereden bilecekti?  Bunu şunun için söylüyorum; Kabataş Erkek Lisesi aşiret mektebidir. Osmanlılar döneminde iki tane aşiret mektebi vardı. Biri bugün İstanbul´da Kabataş Erkek Lisesi´dir, diğeri ise Bağdat´ta Arap aşiret reislerinin çocukları için açılmıştır.”


Yaşar Kaya burada da doğru söylemiyor. Birincisi ben hayatta Yaşar Kaya‘ya “Abi” demiş değilim. İkincisi; Onunla Feridun Yazar, Ahmet Türk, Bayram Ayaz ve İbrahim Güçlü ile bir Yunan lokantasına gidip yemek yemiş değilim. Üçüncüsü;   “Yaşar ağabey sen ne kadar yemek çeşidi biliyorsun!” sorusunu sormuş da değilim. Peki Yaşar Kaya neden bunları anlatmaya gerek duyuyor?

Belli ki benden kültürlü olduğunu anlatmak için bu kadar gerçek dışı söze gerek duymuştur. Ben bu yemek konusunda ona hak vereyim, yaptığı kocaman röportajda söylediği tek doğru söz budur zaten. Doğrudur, ben Bingöl‘e bağlı çok yoksul bir köyde doğdum. Bizim köyün yemek çeşitleri beşi geçmezdi. Öğretmen okulunu yatılı olarak bitirdim. Ve hep o okulda öğrenciler için çıkan yemeklerden yedim. 11 yıl hapis yattım. Karavanadan çok dayak yedim, aç ve susuz kaldım.

El hak Yaşar Kaya kadar yemek isimlerini bilmem, onun kadar yemekleri tanımam. Onun kadar yemekleri sevmem. Yemeklere hiç önem vermem ve hala yemekleri çok sevenleri sevmem. Ve bana sürekli yemek ısmarlayan kişilerden uzak kaçarım. Başkalarının kebabını yemektense, kendi bulgurumu tercih ederim. Ben Tunceli Öğretmen okulunda Kemalizmi alaşağı ettim, okulu kapattırdım. Kabataş Erkek lisesi Osmanlının aşiret mektebinde kibar insanlar mı; yoksa Osmanlı´ya uşak, terbiye edilmiş adamlar mı yetişiyordu onu bir araştırmak lazım!

Yaşar Kaya‘nın yanıtları devam ediyor:

“Görüştük, Musa Anter vurulduktan sonra bir gelişimde, ağabey, ‘Musa ağabeyin o geceki lafı kadar feylozofca, içi ezici ve gerçek dolu bir laf duymamıştım’ dedi. Sonra KUM (Kürdistan Ulusal Meclisi) için yapılan Avrupa milletvekili seçimlerinde, ben Giessen´de sandık başında gözlemciydim. O bir şey olduğunu zannediyordu, kenara çektim, bak Selim yarından tezi yok kendine bir iki takım elbise al, bu kılıkla dolaşma dedim. Bir tek eksiğim ve yanlışlık varsa kendisi tamamlasın. Sonra dağa gittiğini duydum. KUM dağda toplanmıştı. Bolşevik olduğunu zanneden zavallının tozunu Apo çabuk almıştı.”

Musa Anter‘in eleştirilerine o gün evinde hak vermiştim, “Musa Amca, senin bu sözün filozofçadır, o konuda binlerce sözle kimse beni ikna edemezdi, ama sen tek bir sözle beni ikna ettin” demiştim. Ama Yaşar Kaya zorla getirip kendisini benim ağabeyim yapıyor. Bana laflar söyletiyor. Oysa kendisi bir “suçlu” olarak Avrupa‘ya, gelmişti beni görünce hazırola geçiyor, etrafımda pervane gibi dolanıyor, ben yaşından başından utanıyordum. Giessen’de Yaşar Kaya‘nın hiç bir fonksiyonu ve görevi yoktu, benim talimatlarımla bazı evlerde barınabiliyordu. Sandık başında görevli falan değildi. Oyların sayımı sırasında, oy sayma işleri için yaşlı olduğundan dolayı birileri onu görevlendirmişse bir şey demem. Ve ben Avrupa’ya geldiğim günden beri hep takım elbise giymişim, bütün eleştirilere rağmen kravatı çıkarmamış ve meclis seçimlerinde o dönemdeki parti kadrolarına takım elbise giydirmişim ve bu konuda “Selim parti üslubunu bozuyor” eleştirilerine maruz kalmışım.

 

Durum böyleyken Yaşar Kaya’nın: “Bir kenara çektim, bak Selim yarından tezi yok, bir iki takım elbise al” la başlayan sözlerin inandırıcılığı yoktur. Çünkü Gissen konferansında çekilmiş resimlerimiz mevcuttur ve hepimizin üzerinde takım elbise vardır. Bu resimler Yaşar Kaya yalanlarının kanıtlarıdır. Ki Yaşar Kaya, o zaman benim karşımda el pençeydi, her gördüğümde ellerini namaza durur gibi önünde bağlar ve ağlardı. 

 

 Apo‘mu benim tozumu aldı, ben mi onun diktatörlüğünü yerle bir ettim, onu tarih yazar.
Benim için kullandığı  “Bolşevik,” kelimesi ben de bir çağrışıma neden oldu.
Pastarnak’ın Doktor Jivago adlı romanını hapisteyken okumuştum.
Ama Öcalan sistemini kavradıktan sonra iki kez daha okudum.
O romanda Vistor Komarovsky adında bir tüccar vardı.

Yaşar Kaya‘yı hep ona benzetirdim. O tüccar, Çar güçlüyken, bolşevikler güçsüz ve katliama uğrarken Çar’ın bir numaralı adamı, devrimin bir numaralı düşmanıdır. Ve devrim yapan genaralin sevgilisi Lara‘ya zorla tecavüz bile eder. Sonra devran döner, Çarlık yıkılır, devrimin özgürlük güneşi yavaş yavaş batar, Stalin diktatörlüğü boy vermeye başlar, devrimi yapan genaral ihanetçi olarak damgalanır ve her devrin adamı tüccar Vistor Komarovsky “devrimin militanı” olur, gelir Lara‘yı devrim adına Doktor Jivago’nun evinden alıp götürür.

 

Bunu duyan devrimin generali beynine bir kurşun sıkar ve ölür. PKK zayıfken, parası, imkanı yokken, PKK’lilerin cenazelerinin tecavüzcüsü Yaşar Kaya, PKK pul ve paraya , imkana kavuşunca ve hele PKK içinde diktatörlük inşa edilip para ve imkanlar tek bir kişinin eline geçince, aynı Yaşar Kaya „devrimin militanı” oluyor. Takke düşüp kel görünüce de hiç bir şey olmamış gibi arkasını dönüyor, korkusundan tek bir söz söylemeden, hiç kimseden özür dilemeden, yeni Çarlar arıyor!

İşte bunun karşısında ben; devrimin tüccarı Vistor Komarovsky olmaktansa idealleri uğruna kendi kafasına kurşun sıkan “Bolşevik” olmayı tercih ederim. Yaşar Kaya, kendisine karşı yazdığım yazıya cevap veremiyor, bir soru soruyor ve iddialarıma yanıt vermekten kaçınıyor.

“Şarabın en iyisini, viskinin en kralını içerim. Bu niye bunlara dert oluyor.”

Onun Şarap içmesi bana dert olmuyor, rakıdan şaraptan viskiden anlaması da, kötü bir durum değildir. Beni bilenler bilir, ben örgüt içindeyken içki içmeyi yasaklayanlara karşı tavır koymuşum. Sorun Yaşar Kaya‘nın ne içtiği sorunu değildir. Sorun, Yaşar Kaya kimin şarabını içerse, onun dalkavuğu oluyorsa, bu beni ilgilendiriyordur. Benim o yazıda kastım da odur.

Yaşar Kaya kendini abartmaya devam ediyor:

“Kalitesi ortada, ben Kürtlük vadisinde kırksekiz yıldır nöbetteyim, bana çatarak ünlü olacağını zanneden zavallılara acıyorum. Kürtler arası birlikten bahseden bu biçareler değil mi?”

Rahat durmazsan, efendi olup kendi yapın kadar konuşmazsan, terbiyeni takınmazsan bu “Kürt vadisinde” kırk yıl boyunca ne yaptığını çıkarıp önüne koymak zorunda kalacağız. Yani Yaşar Bey, sana göre ben evimde oturuyorum. Kendi kendime düşünüyorum “Acaba nasıl ünlü olacağım?” diye hayal kuruyorum. Ve birden Yaşar Kaya‘yı eleştirerek ünlü olmaya çalışıyorum! Bir Zamanlar bu kelimeleri başka megalomanlar kullanıyordu. Söylediğin sözleri kulakların duyuyor mu? Kürtler arası birlik dinamitlenirken sen fitili ateşleyeni alkışlamıyor muydun?

Yaşar Kaya ne kadar cesur olduğunu da bize anlatmadan duramamış. Bakın ne diyor:

“Benim ayağımı kimse kaydırmaya müktedir değildir. DEP ile dayanışma bürosu Belçika´da kurulunca başkanlığını ben yaptım. Sürgünde Kürdistan Parlamentosu kurulunca başkanlığını üç dönem ben yaptım. O tarihlerde o saklanıyordu. Ne Apo ne de herhangi PKK´li bana şunu yaz dememiştir, dedirtmem. Her dönem hak bildiğim yolda yalnız yürüdüm.”

Oysa Yaşar Bey sen Türkiye´de bir gazetenin sahibiyken, gazeten bir talimatla kapandı, senin bundan haberin bile yoktu. Haberin olduğu zaman korkundan ses bile çıkaramadın!
Sen Türkiye´de bir partinin genel başkanıyken, hapse düştün, başkanlığın senin haberin olmadan sona ermişti, sen dışarı çıktığında başkası başkan olmuştu, sen gıkını bile çıkaramadın! Ve sen bir “suçlu” olarak Avrupa‘ya geldin, elbiselerini iki naylon poşete doldurmuş, zavallı bir köylü gibi titriyordun. Kalacak yatacak yerin bile yoktu, yine ben seni yiyeceklerin ve şarabın bol olduğu bir yere yerleştirdim. Senin başında olduğun Parlamento kurulmadan önce Şam’da Öcalan senin parlementonu oluşturan beş kişinin huzurunda:

 

 “Sizden öncekilerin akibetini biliyorsunuz, siz de öyle yaparsanız, bana karşı savaşı tırmandırırsanız, bir vururum nasıl döneceğinizi bilmezsiniz” (HEP, DEP VE ULUSAL MECLIS SÜRECI adlı büroşür) diyerek sizi görevlendirdi. Neticede parlementoyu kapattı. Korkudan ses çıkardın mı? Sen bu parlementoyu kapatamazsın dedin mi? Neden bu parlementonun kapandığını kamuoyuna açıkladın mı? Senin parlementonu kapatan, bizim davamızı satan hala güçlü olduğu için ona “sayın” diye hitap etmiyor musun? Bana saldırman hala sana “şarapsal” yararlar sağladığı için değil mi? Yaşar Kaya‘daki cesarete bakın hizaya girin! Yaşar Kaya doğruları söylemeye bir türlü yaklaşmıyor. Kendi kendini bize pohpohluyor:

“Apo´nun Ayetleri” adlı kitap ile ilgili yazdığım yazı doğrudur. İçimden ne gelmişse onu yazmışım, yazı ortada. Daha geçen aylarda bir dostuma; “Yaşar Kaya bir yana ama üç dört yıldır yazdığı cesurca yazılara hayranım” diyen Selim Çürükkaya´nın kendisidir. Bu dost onun da dostudur. Saçma sapan, yalan dolan yazılar yazdığım safsatasına gelince, Gazete dahil Kürtlerin en çok okunan yazarıyım. Kitapları en çok satılan da benim. Bugün tirajı onüç bini bulan Kürdistan-Post´un arşivine baksın, yazılarımı bin- binbeşyüz kişi okuyor. Bunun sebebi kimseye çanak tutmamamızdadır.” 

Apo‘nun Ayetleri’yle ilgili içinden gelenleri söylemiş hazret, o gün yazdıklarını bir zahmet edip okusa, bu gün olan bitenlere baksa, benim o gün yazdıklarımıda hesaba katsa, bir vicdan muhasebesi yapsa!

Ama nerde danışılacak vicdan? Onun için cüzdan önemlidir!

Güya ben ortak dostumuza “ben cesurca yazılarına hayaranım” demişim.

Yaşar Kaya ve cesaret!  Ey Kürt Halkı sen ne Sartreler ne Brunolar ne Thomas Mann’ lar yaratmışsın da benim gibi köylülerin haberi yok!

07.05. 2005

Selim Çürükkaya

1954 te Bingöl' de doğdu. Öğretmen okulundan mezun oldu. Siyasi nedenlerle on bir yıl hapis yattı. Gazeteci ve yazar. Yayınlanmış 10 Kitabı var. Siyasi mülteci olarak Almanya'da yaşıyor.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu