KitapRoman

Sait, Rüzgar Gibi Geçti

Ulaş Boz/ Selim Çürükkaya’nın “Dr. Said/ Dağların Kilidini Kaybettik” isimli biyografik romanını dün bitirdim. Kitapla ilgili düşüncelerimi özet olarak şöyle:

Selim Çürükkaya (S.Ç diye kısaltayım) Sait’in yaralanması hadisesiyle kitaba giriş yapmış. Ve sonrası… Yaralı olarak Sait’in Almanya’ya getirilişi…Ve burada hayata veda etmesi… Sonrasında memleketine cenazesinin gönderilmesi…

TUUNST-GENÇ-BİNGÖL

Bu olaydan sonra S.Ç okuru bir yüzyıl kadar geriye, Bingöl’e götürür. Dedesinin, nenesinin özetle atalarının geçimişini anlatır; onların yaşadığı köylerinin, kasabalarının, yaşadıkları coğrafyanın siyasal olaylarıyla beraber panoramasını çizer.

Dağları anlatırken o dağların, suları anlatırken o suların, bir çiçeği anlatırken o çiçeğin tüm öyküsünü anlatır. Şeyh Sait olayı tam o döneme damga vuran olaydır ve S.Ç bu olayın kendi köyleri ve çevresine yansımalarını da aktarır. S.Ç, şeyhler, hocalar, mollalar, töreler, yoksulluk, birden fazla kadınla evlilik, kadına şiddet ve ilginç insan tiplerini o dönem yaşanmış olaylar örgüsü içinde verir.Kitabın gerek bu kısmında gerekse de ardından gelen bölümlerinde Sait ismi pek geçmemektedir. Sait’in öyküsünü bir an evvel okumak isteyenler,

“Hani nerde Sait?” diyebilirler. Sait’in ortaya çıkması, abisi Selim’in ve onun eşi Aysel’in yaşadıklarını öğrenmesiyle başlayacaktır. Yukarıda anlatılanlardan sonra, Selim Çürükkaya kendi yaşadıklarını, çocukluğundan başlayıp Tunceli Öğretmen Okulu’na girişine, oradan Pkk’nin ortaya çıkışına kadar kimi yerleri kısa, kimi yerleri de detaylı anlatarak kendi serüvenini aktarır.

Bu bölümleri okuduğumda kitabın ismi “Selim ile Sait” olmalıydı diye düşündüm. Diyarbakır Cezaevi yakın dönem Kürt siyaseti için bir nirengi noktasıdır. Bu cezaevinde yaşananlarla birçok insanın “alın yazısı” değişti. Burada olup biteni okuyanların kimisi okulunu bıraktı, kimisi de işini gücünü; sonra dağın yolunu tuttular.

Çürükkaya ailesinde de bunlar oldu. Selim ile Aysel’in yaşadıklarını öğrenen Selim’in kardeşleri sırayla dağa giderler… Aysel Cezaevinden çıkınca o da dağa gider. (Sırasıyla Hasan Çürükkaya, Aysel Çürükkaya, Ömer Çürükkaya, Sait Çürükkaya dağın yolunu tutarlar.)

SAİT

Sait, Çukurova Üniversitesi’ndeyken artık her şeyin farkındadır ve Adana’ya sığmaz olur. Edebiyat derslerine giren Şair Adnan Yücel’e bir gün şöyle der: “Hocam, siz gerçekten güzel yazıyorsunuz ama kocaman bir gerçeğin farkında değilsiniz”

“Nedir o?” diye soran Adnan Yücel’e: “Siz Kürt halkını ve onun evlatlarının direnişlerini görmüyorsunuz, bilmiyorsunuz ve dile getirmiyorsunuz” der.

Ve bir gün Diyarbakır Cezaevi ile ilgili kitapları okuması için kendisine verir. Adnan Yücel onları okur ve şu şiiri yazar:

„ Bir ağıttır belki Ağrı’da Zilan deresi
Dersim’de Laç deresi bir kanlı şiir
Oysa bir destandı Diyarbakır Kalesi
Ve Diyarbakır zindanında Ateşle sevişen ‘dörtlerin gecesi
‘Ne ki zindan – ne ki tutsak olmak
Ne ki kavga – ne ki dağlarda vurulmak
Bir sehpada idam olmak ne ki İhanet utancıyla yaşamak var ya hani Onursuzluğun lağım çukurunda yok olmak
Üniformalı bir Dehak önünde durmak
Ve beyninin içindekileri bir bir kusmak
Sonra bir et yığınına dönüşüp kalmak
İşte buydu Diyarbakır zindanında yaşamak“


Ve Sait artık sahneye çıkar. (Öncesinde ağabeyi Hasan ve Ömer’in de bu eserde anlatıldığını belirtmiş olayım) Sait’in dağda, savaşta, Kandil’de, ve İŞİD’e karşı mücadelesinde yaşadıklarını merak eden kitabı alır, okur.

727 sayfalık kitapta birçok çarpıcı olay var. Bu olayların kimisi başlı başına bir öykü kitabı olacak cinsten. Bu kitaptan 5 kitap çıkacak kadar ilginç olay var dersem abartı olmaz.Sare’nin hikayesi, Öcalan’ın Roma günleri, dağda dünyaya gelen Sait’in kızı Soma’nın filmlere konu olacak öyküsü, Drej’in başından geçenler ve dağda yaşanan başka çarpıcı yaşam öyküleri…

KİTAPTA KİŞİLER

Kitapta pek çok isim geçiyor.

Bu isimlerin kimisi gerçek kimisi de takma isim. Yazarın kimi yerlerde kişileri gerçek isimleriyle vermeyişi yazarın tercihi değil, bir zorunluluktan ötürü. Anlaşılır bir durum diyelim. Kitabın biyografik roman türünde yazıldığını belirtmiştik. Şayet Sait’in biyografisi yazılsaydı, bu elbette kitabın yazarını kısıtlardı. YAZARIN DİLİS. Ç’ nin yazılarını ve kitaplarını okuyanlar bilirler; O, siyasi yazılarında lafı hiç dolandırmaz, sözlerini direkt kurşun gibi sıkar. Bu kitabında ise roman tekniğini de kullanarak (-ki SIRLAR ÇÖZÜLÜRKEN’de de öyle) bir yüzyıla yayılan olayları birer masal (çirok) tadında anlatmış.

Ben S.Ç’nin anlatımında maziyi anlatırken başarılı, daha yakın tarihleri anlatırken, özellikle kimi dialoglarda başarısız buldum. Bu, geçmiş ve şimdi ayrımından ziyade anlattığı olaylardaki kurguyla alakalı sanırım. Maziye uzanırken bir romancı, masal anlatıcısı gibi karekterleri ete kemiğe büründüren, dağı taşı, börtü böceği, ince detayına kadar anlatan S. Ç, aynı başarıyı kendisiyle Sait arasında geçen dialoglara yansıtamamıştır örneğin.

Abi-kardeş arasında, İŞİD’in ortaya çıkması konusu konuşulurken, sohbetten ziyade, kimi ansiklopedik bilgilerin okuyucuya yüksek sesle okunması havası vermiş. Öte yandan başka bazı sorunlar da var. Kitabı yayımlayan DOZ Yayınevi Koordinatörü Köroğlu Karaaslan’ın da belirttiği gibi “Selim Çürükkaya bir Kürt yazar, Kürtçe düşünen bir yazar” Bu, kitaba da yansımış ve Kürtçe düşünüp Türkçeye birebir çevirdiği kimi sözleri hanesine eksi olarak geçmiş.

Kitabı redakte edenlerin de gözden kaçırmasıyla kimi yerlerde bu hatalar oluşmuş. Kitapta aklıma takılan ve problemli gördüğüm bir nokta daha var. O da şudur: Sait’in ağzından duyduğumuz, yakın döneme dair kimi değerlendirmeler Selim Çürükkaya’nın kendi düşünceleridir. (Pkk’nin kimin güdümünde olduğu, Kandildekilerin tavrı, İran-Irak-Suriye ve Pkk konusu vs. konular) Roman tekniğiyle yazılmış bir kitabın prensipte yazara böyle bir imkan verdiğini kabul etmekle beraber, kitapta geçen olayları bir anı kitabı okur gibi okuyacak olanlar için ciddi sorunlar yaratabileceğini belirtmem gerekir.

Sait’in tıpa tıp kendisi gibi düşündüğünü söylerse S.Ç, o zaman o cümlelerin bir mahsuru olmadığını düşünebiliriz elbette. Orasını tam bilemediğim için daha fazla yorum yapamayacağım.

SONUÇ OLARAK

Kitap büyük bir emeğin ürünü. Uzun bir süreçte yazıldı. Bu kitap yazılırken kimi bölümlerini o dönemde Selim Çürükkaya bana telefondan okurdu. “Şu, şu kısımlar kesinlikle olmalı, şurası hakikaten çok çarpıcı” diye naçizane fikrimi söylerdim. O bölümleri kitapta görünce sevindim. Ortaya hacimli bir kitap çıktı ama gözünüzü korkutmasın.

Kitap gayet akıcı. Hele yakın dönem Kürt siyasetine ilgi duyuyor ve bu olayların arkaplanını merak ediyorsanız bu kitabı okumanızı tavsiye ederim. Kitabın sonuna geldiğinizde içinize isyanla karışık sessiz bir hüzün çöker. Ortadoğudan ve Afrikadan yüzbinlerin yola düşüp Avrupa’ya yerleşmek için ölümüne uğraştığı bir devirde, Sait, tersine bir göçe imza atar ve İŞİD denen islamcı katil sürülerine karşı halkının yanında saf tutmak için Avrupayı terk eder ve Ortadoğu cehennemimize gider.

Orada, mazlumların yanında, halkına hizmet ederek finish çizgisne varır. Sait’in eski bir silah arkadaşı, IŞİD saldırılarının olduğu günlerde Sait’in kendisini aradığını anlatmıştı:

-B… savaşmaya gidiyorum, geliyor musun?-Valla Doktor ben gelmiyorum.Kitabın arka kapağında Aliza Marcus’un bir sözü var, şöyle yazmış Aliza: “Said, rüzgar gibiydi, durmaz eser giderdi, o kelimelerle anlatılamaz ki…”Said, hakikaten de rüzgar gibi esti; fedakârlığın simgesi oldu o. Hasan Çürükkaya, Ömer Çürükkaya ve son olarak Sait Çürükkaya. Heredot, “Barışta oğullar babalarını gömer, savaşta babalar oğullarını” demiş. Hasan ve Ömer’i toprağa veren anne babası, bereket versin ki Sait’in ölümüne tanık olmadı.

Ne diyelim, size hain diyenler utansın!..

Selim Çürükkaya

1954 te Bingöl' de doğdu. Öğretmen okulundan mezun oldu. Siyasi nedenlerle on bir yıl hapis yattı. Gazeteci ve yazar. Yayınlanmış 10 Kitabı var. Siyasi mülteci olarak Almanya'da yaşıyor.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Başa dön tuşu