Makalelerim

Sıfır Olmak veya Olmamak İşte Bütün mesele

Selim Çürükkaya / Kürdistan ve Türkiye deki son gelişmeleri ve yaklaşan şeçim konusunu  nasıl okuyorum?
Konuyla ilgili her şeyi okudum veya dinledim desem doğru olmaz.
Ama kaba hatlarıyla nelerin olup bittiğini veya nelerin olacağını kestirebiliyorum, diyebilirim.
BDP bu kez bir açılım yaptı, Türk solu ve Kürtler’den  bazı grup ve kişilere kapılarını açtı.

Bunun adını seçim işbirliği olarak koymak mümkündür.
Gerçekleşen bu ittifak, bir program veya ilkeler üzerinde olmamıştır.
Oy  potansiyeline sahip olanlardan  birileri: “Kürt örgütlerine ve Türk soluna da ikişer sandalye verelim” demiş, işler bu minvalde gelişmeye başlamıştır.

 

Bana soruyorlar, e – mailime çok sayıda mektup geliyor..
Bu durumu nasıl değerlendiriyorsun diyorlar….
Kötümser değilim. İyi bir gelişmedir diyorum…
Belirlenen adayların çoğunu yakından, geri kalanları da basından tanırım.

İsabetli kişilerdir.
BDP nin Genel başkanı benim yakın köylümdür.
Eşbaşkan, eşimin cezaevi arkadaşıdır.

Sayın Ahmet Türk ile aynı esaret kampında kalmışız. Saygıdeğer bir Kürt büyüğüdür, eğer birilerini mutlaka Nelson Mandela’ya benzeteceksek, bunu hak eden kişi Sayın Ahmet Türk’tür.
Leyla hanım, biz Kürtlerin çile tarlasında yetişmiş bir çiçektir..
Sırrı Sakık,  uyanıktır.
Sırrı Süreya, bir renktir.
Ferhat Tunç, bir soluktur.
Ertuğrul Kürtçü bir semboldür.
Kemal Aktaş benim yedi yıllık hücre arkadaşımdır.
Şerafettin Elçi bir misyonun sahibidir.
Aysel Tuluğ’u daha 11 yaşında küçük bir kız iken tanırım.
Diğer adayları saymayayım, aslında çoğunluğuna itirazım yoktur.
Oyumu kullanabilseydim, bunlardan birine verirdim.

Sorun adaylarda değildir, başka bir noktadadır!
Seçilecek olanlar, kendilerine Kürt milletvekili diyorlar.
Ve Kürt halkını temsil etmek için seçiliyorlar.
Kürt sorunu olarak bilinen bir sorunun var olduğunu çok iyi biliyorlar.

Bu sorunun çözümü için kendilerine ne gibi bir rol biçiyorlar?
Bana göre önemli olan burasıdır.
Bu konuyu biraz açmak istiyorum:
Dünyadaki ulusal kurtuluş mücadelelerinin çözüm yöntemlerini kabaca ikiye ayırmak mümkündür.

Birincisi, işgal altında olan ulus, işgalci ulusa karşı silahlanmış, uzun süreli bir savaş yürütmüş, kurtarılmış bölgeler ilan etmiş, işgalci orduları perişan ederek ülkesinden kovmuş, neticede yendiği güçle anlaşmış ve kendi devletini kurmuştur. Cezayir, Vietnam örneklerinde olduğu gibi.

İkincisi, Uzun yıllar kendi ülkesini işgal eden güçlere karşı savaşmış, fakat kendi ordusunu kuramamış, kurtarılmış bölgeler yaratamamış, düşman ordusunu bertaraf edememiş, ama yürüttüğü mücadele sonucu halkının önemli bir kısmının desteğini arkasına almış, bu desteği, siyasi arenada bir güç olarak ortaya çıkarmış, bu siyasi güç aracılığıyla ülkesini işgal edenlerle masaya oturmuş ve bir siyasi çözüm bulmuşlardır. Buna örnek olarak Bask ve İrlanda sorunu verilebilir.

Biz Kuzey Kürdistan’ da yaşayan Kürtlerin durumu ikinci örneğe denk düşüyor.
Bu örnekte karşıt güçlerle muhatap olan legal parti önem kazanıyor. Çünkü düşman güçler, silahlı mücadele verenleri muhatap kabul etmiyor. Silahlı mücadele veren güçleri hem kendi kamuoyu nezdinde, hem de dünya kamuoyu nezdinde “terörist” olarak damgalamıştır. Durum böyle olduğu için, halkın desteğini arkasına alan, halkın oylarıyla seçilen, siyasi arenada bir figür olarak ortaya çıkan ve meşru bir mücadele verip barışçıl yollarla sorunun çözümünü isteyen legal parti ve kurumlar halkın temsilcileri olarak ortaya çıkarlar. Ve bunlar “sorunun çözümünün muhatap tarafı biziz” derler. Tabi bu muhataplığı ilk olarak silahlı mücadele vermiş olan güçlerin onaylaması gerekiyor. Eğer bu gerçekleşmezse, düşman güçler, halkın temsilcilerini muhatap almaya yanaşmaz.

 

Kuzey Kürdistan da yaşanan sorun budur. Bundan önce seçilen Kürt milletvekilleri ve belediye başkanları veya Demokratik toplum kongresi: “sorunun muhatabı biziz” diyemiyorlardı. Tam tersine, açıkça: “Muhatap İmralı’ da tutuklu olan Abdullah Öcalan’dır” diyorlardı. Hatta büyük bir çoğunluk, iradesini imza karşılığında götürüp İmralı’ ya teslim etmişti. 12 Yıldır sorunun çözümü konusunda bir arpa boyu yol alınmamasının en önemli nedenlerinden biri, arabanın atın önüne koşulmasından dolayıdır. Çünkü iradesi gasp edilmiş bir topluluğun, herhangi bir soruna çözüm getirdiği, dünyanın hiçbir yerinde görülmemiştir.

 
Kuzey Kürdistan’ daki Kürt propleminin çözülüp çözülmemesinin ilk koşulu, halkın kendi iradesini bir kurum aracılığıyla eline alıp almamsıdır. Dolayısıyla seçimden sonra yeni seçilecek kişiler, eskiden seçilmiş belediye başkanları, Kürtlerin sivil toplum kuruluşlarının bu soruna bir çözüm bulmaları gerekiyor. Tabi bunun için eli silahlı olanları, yani dağda olanları ikna etmeleri şarttır.. Çünkü Kuzeydeki Kürt tarafının şu anda meşru, resmi, dünyanın kabul edebileceği bir muhatabı yoktur.

 Elbette sorunu bu biçimiyle gündeme getiren, otuz yıllık bir direniştir. Bu direnişin başını çekende PKK dir. Bunu kimse inkâr edemez. Ama PKK nin de handikapları vardır. Ulusal kurtuluş savaşı yürüten bir parti gibi davranamadığından dolayı, sadece Türkiye nezdinde değil, dünya nezdinde kendisini “terörist” olarak damgalatmıştır. Bu durum ister Türk devletinin dünyayı etkilemesi sonucu, ister PKK adına yapılan pratiklerin sonucu olsun, PKK’yi sorunun çözümünde muhatap olma ihtimalini devre dışı bırakmıştır. PKK zaten kendisini muhatap olarak ileri sürmemekte, İmralı da tutuklu olan Abdullah Öcalan’ı işaret etmekte, “Kürt halkının iradesi sayın Öcalan’dır” demektedir. Öcalan’da  bir adada Türk devletinin elinde, Türk Genel Kurmayının en iyi eğitilmiş savaş ekibinin kontrolünde, onların izniyle nefes alıp vermektedir.

 

Kim ne derse desin, ne yazarsa yazsın, Kuzey Kürt halkının bir kısmının iradesi Türkiye ordusu tarafından gasp edilmiştir. Kürt halkının bu kısmı, BDP, Kürt belediye başkanları, Qandil iradesizdir. İradesiz oldukları için başlattıkları hiçbir eylemimin sonucunu alamıyorlar.

Şimdi yeni seçilecek olan vekiller, Qandil ile, belediye başkanlarıyla ve diğer sivil toplum kuruluşlarıyla ya bu durumu aşar halkın iradesi olurlar, ya da yada gasp edildiği için iradesizleşmiş  “bir iradeye”  uyarlar.

Oysa seçilenler, halkın gerçek iradesi olarak ortaya çıkarlarsa, bu durum hem Kürt sorununun çözümü için, hem Qandil için çok önemli bir gelişme olur, sorunun çözümü konusunda önemli bir adım atılır, uluslararası destek yükselir, Türk devleti veya Hükümeti bu meşru iradeyi tanımak zorunda kalır…

Böyle yapmazsalar, daha önce yirmi milletvekili iken, bu kez 25 veya 30 kişi olmaları hiçbir şeyi değiştirmez. Geçenlerde bir taziye esnasında bir dostumun bana  sorduğu sorunun yanıtını vererek makalemi bitirmek istiyorum. Dostum: “Gelişmeleri nasıl görüyorsun? Bu kez inşallah 25 veya 30 Milletvekili çıkarırız” dedi. Bende “20 adet sıfır ile 30 Adet sıfır arasında bir fark var mı?” sorusunu kendinse sorunca, ne demek istediğimi anlamamış olacak ki; “Tabi 30 sıfır daha fazladır” dedi. “Ama sıfır sıfırdır. Yirmi tane sıfır ile yüz tane sıfırın toplamı yine sıfırdır. Ve bir değerleri yoktur.” Dedim. Ne demek istediğimi yine anlamdı sanırım, ama bu sözlerime üzüldü…..

 Gerçek acıdır, ama gerçektir.

Selim Çürükkaya

1954 te Bingöl' de doğdu. Öğretmen okulundan mezun oldu. Siyasi nedenlerle on bir yıl hapis yattı. Gazeteci ve yazar. Yayınlanmış 10 Kitabı var. Siyasi mülteci olarak Almanya'da yaşıyor.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu