Eski Yazılar

Selim Çürükkaya / Cemal Baraç’ı Anmak

Selim Çürükkaya / Bu gün Sayın İbrahim Güçlü’nün Facebook sayfasında bir haber okudum.”Cemal Baraç yaşamını yitirmişti.” Bu haber beni hasta yatağımdan kaldırdı.
Neden mi?
12 Eylül 1980 öncesi, Bingöl’de Sarı Cemal’i nerde ise tanımayan yoktu!
O zamanki adıyla“Özgürlük yolu” grubunun Bingöl’deki en hızlı ve en entelektüel militanıydı.
Onunla çok tartışır, işi kavgaya vardırmadan ayrılırdık.
O tarihlerin Bingöl’ünü iyi bilenler, “Deli Yeho”yu da bilirler.
“Deli Yeho” biraz deli idi, yanımıza gelir bize takılırdı!
Örgütler arasındaki farkları bilmezdi.

O günkü özgürlük yolunun ayrı örgütlenme konusundaki görüşleri muğlaktı.
Sovyetler birliğini sosyalist bir ülke olarak görüyorlardı. Biz bu konularda onları sık sık eleştirir, ayrı örgütlenmeyi şart, Sovyet yönetimini revizyonist olarak görürdük.

Şalvarcının parkında oturuyorduk. Yeho, her günkü gibi gülerek yanımıza gelmişti, kendisine çay ısmarlamıştık. Özgürlük yolunun derneği, oturduğumuz parka çok yakındı. Sarı Cemal’in de o dernekte olduğunu biliyordum. Sarı Cemal’i kızdırmak için Yeho, iyi bir aracı olabilirdi.
Kafamda fıkrayı kurdum, çayını henüz yudumlayan Yeho’ ya: “çayını iç seni bir yere göndereceğim” dedim. “Hi hi hi” diye gülen Yeho, ‘nereye?’ dedi.

“Yeho bak, birazdan şu karşı tarafta ikinci katta bir dernek var, oraya gideceksin.
Orada Sarı Cemal var, onun yanına varacaksın. Selam verip yanına oturacaksın. Hal hatır sorduktan sonra, Sarı Cemal’e diyeceksin ki; ‘Cemal abi, sana bir soru soracağım,’ muhtemelen kendisi sana: ‘Yeho sor’, diyecek.
Buna karşı sen abi: ‘revizyonizm nedir?’ diyeceksin. Kendisi sana bir tanım yapacaktır, ama sen kabul etme, bir daha sorunu sor, bir tanım daha yapacaktır, sen yine kabul etme, sonunda kendisi aynı soruyu sana soracak?
‘Yeho sen söyle bakim: Nedir revizyonizm?
‘ diyecek.

O zaman sen de deki; ‘revizyonizm traktör markasıdır, şoförü Brejnev, muavini de Kemal Burkay’dır.

Bu kelimelerin anlamının ne olduğunu bilmeyen Yeho, yine “Hi hihihi” diye güldü. ‘Bir daha söyle’ dedi. Cümleleri benimle tekrarladı, ezberleyince, kalktı derneğe doğru yürüdü. Ardan daha yarım saat geçmemişti, Yeho parktan içeri girdi, bize doğru ağlayarak yürüyordu.

Cemal’den tokat yediğini biliyorduk,“ne oldu Yeho, neden ağlıyorsun?” dediğimizde,  bize sitem edercesine: “söylediklerim iyi bir şey değilmiş, Cemal beni dövdü” dedi. Aradan kırk yıl geçti, ne Cemal’ i, ne Yeho’yu, ne Brejnev’i, ne Burkay’ı, ne revizyoniz mi, ne de traktör markasını unutabildim!

Cemal’ in ölüm haberini duyunca, hemen ilk olarak bu olayı hatırladım. Tunceli Öğretmen okulunda birlikte okuyorduk. Arkadaşı Lütfiye hanımla birlikteydiler. Bizim grubumuz kalabalıktı, onlar sadece iki kişi idiler. Ve ben bu okulda Cemal’ i hep korurdum, onun için tartışma ortamı yaratmıştım.

Bizim gruptakiler normal olarak özgürlük yolundan birisinin konuşmasına pek müsaade etmezlerdi, etseler de sonunda kavga çıkarır, döverlerdi. Ama ben Cemal’i tartışmalara sokar ve kimselerin ona saygısızlık yapmasına müsaade etmezdim.

Bu yapımdan dolayı Dersim’ li bazı arkadaşlarım, benim Özgürlük yolu yanlısı olmamdan kuşkulanırlardı.

Biz Tunceli Öğretmen okulunda okurken zannedersem 1977 Yılıydı. Erzurum’da, Üniversitede, Ahmet Söke isminde devrimci bir öğrenci faşistler tarafından silahla vurulup öldürülmüştü. Cenazesi Tunceli’den Elazığ’a, oradan Urfa’ya götürülecekti. Biz Tunceli Öğretmen okulu öğrencileri haberi alır almaz, beşyüz kişi olarak hep beraber Tunceli şehir girişindeki Elazığ karayolu üzerindeki köprünün çevresinde mevzilendik. Tunceli’de ne kadar siyasi grup var idiyse, onlar da taraftarlarını toplamış, bizim yanımıza gelmişlerdi. Tam olarak hatırlayamam, ama yaklaşık olarak kızlı erkekli beş bin kişi vardık.

Sarı Cemal hep benimle beraberdi. Bütün grupların temsilcileri ile bir araya geldik, uzun tartışmalar sonucu aldığımız karar şöyle idi: Cenaze geldiğinde araba durdurulacak, tabut arabadan çıkarılacak, 200 metre omuzlarda taşınacak ve tabut geri arabaya teslim edilerek eylem son bulacaktı.

Gece karanlığı basınca, yolun iki kenarında ateşler yakıldı, devrimci marşlar söylendi, bu durum Tunceli Alay komutanlığını ve Valiyi harekete geçirdi. Kısa süre içinde sayısını bilmediğimiz kadar asker, bulunduğumuz bölgeyi sardı. Tunceli valisi megafonla dağılmamızı anons etti, bizler ise sloganlarla karşılık verdik.

Kurtuluşçular olarak adlandırılan grup: ‘valiyi rehin alalım’ önerisini getirince, red ettik.

Tam bu sırada cenaze arabası virajdan göründü, önü kesilince, yüksek bir yerden arabanın üzerine kocaman bir taş düşürdüler, araba geri kaçtı. Ben Cemal ve Seyfettin Zoğurlu (daha sonra PKK, onun evinde kuruldu) yan yanaydık.Tunceli Valisi son olarak: ‘dağılın’ dedi ve askerler silah ile süngüye dayandılar, bir uçurumdan yuvarlandığımı fark ettim, silah sesleri, bağırtılar, slogan sesleri birbirine karışmıştı.

Uçurumun altında Cemal ile Seyfettin’ i buldum, yokuşa tırmandık, ama her kes koşuyordu ve askerler hakiki mermilerle tırmandığımız yokuşu tarıyorlardı. Bir arkadaşımız kurşun yarası aldı, aramızda düştü, kaldırdık! Midesinden kan akıyordu, Seyfettin hemen sırtladı, ben ile Cemal arkadan Malatya’lı yaralı arkadaşın bacaklarından tutarak kaldırdık, hızla tırmanmaya devam ettik. Tırmandığımız yokuşu bitirdik, tam hastanenin karşısına gelmiştik. Vardığımızda üç yaralımızın olduğunu anlamıştık.

Hastane tıklım tıklım doluydu. Pencereleri kapıları kapattık. Grup liderleri bir araya geldik, kararı aldık. Silahlarımız vardı, herkesi rehin alıp yarın ölü çıkarsa, büyük cenaze töreni yapacaktık.

Sabaha yakındı, hastaneye gelen giden yoktu, devlet sessizdi, bir ara hastanenin ön tarafına bakan pencerenin yanında Cemal ile yan yana geldim. Bana:‘çok acıkmışım’dedi. Bu ara, gözleri hastaneye yakın bir evin ışığı yanan pencerelerine bakıyordu.

Tanıdığımız Bingöl’lü Nazlı öğretmenin eviydi, ikimizde ara sıra oraya uğruyorduk, arkadaşlardan izin alınca, hastane’ nin ön kapısından gölge gibi ayrıldık, bayanların kapısını çalınca içeri alındık, içli köfte yedik, çay içtik, tam kalkmaya hazırlanıyorduk, tank paletlerinin sesi geldi, pencerelere üşüştük hastanenin etrafı askerler tarafından sarılmıştı.

Askerler kalorifer kanalından hastaneye sızıp elektriği kesince, çatışma çıkmadan herkesi yere yatırıp tesirsiz hale getirmişlerdi.

Artık göremedim Cemal’i, ben başka yola, o başka yola gitti. 12 Eylül 1980 Askeri darbesi olmadan Altı ay önce ben tutuklanıp Diyarbakır zindanına konulmuştum. Cemal’in da aynı zindanda olduğunu bilmiyordum. 1984 yılıydı, bir direnişi zaferle bitirmiştik. Cezaevinin iç bölümleri tam olarak bizim kontrolümüzdeydi. Ben 36. Koğuş olarak bilinen hücre bölümlerinden sorumluydum, Cemal’ i alt kata getiriyorlar, benim orada olduğumu öğrenince, arkadaşlara: ‘beni Selim’in yanına götürün!’ diyor. Hücremde oturmuş kitap okuyordum, bir baktım iki askerin arasında elinde bir bohça ile Cemal, sevinerek ayağa kalktım, kapı açıldı ve Cemal’ i Hücreye koyup gittiler askerler.

Hasretle birbirimize sarıldık, ikimizde sarsıla sarsıla, hüngür hüngür ağlıyorduk.
Karşılıklı oturunca, gözyaşlarımızı sildik.
Karşımdaki Cemal yıkıktı!
Bir deri bir kemikti adeta!
Merak ettiğimden hemen sordum.
Bana güveniyordu. Yakalandığında poliste çözülmüştü. Yaşadığı utancı kaldıramıyordu. Cezaevinde işkenceler altında da iyi bir sınav verememişti.
Onu yıkan buydu.

“Cemal” dedim “sen yenilmiş bir örgütün yenilmiş askerisin!
Yenilgiyi kabul etmek erdemdir!
Bizde bir ara yenildik.
Ama yenilgiyi çok kötü bir durum olarak algıladık,  o durumdan kurtulmak için bütün enerjimizi toparladık ve ayağa kalktık, bizi yenenleri yendik
!

Hiçbir şey bitmemiştir, önümüzde daha uzun bir yol vardır, düşe kalka ilerleyeceğiz.
Yenilmek önemli değil, önemli olan yenilgiden zaferi çıkarabilmektir.”
Bana “hiç değişmemişsin, rahat ortamda da, cehennemde de aynısın” dedi.

Tahliye oldu gitti Cemal!
Gidiş o gidiş, bir daha izine rastlamadım.
Bundan bir kaç yıl önceydi, Stockholm’e gitmiştim.
Bir dostumun evinde oturuyordum.

Telefonla konuşan dostum, telefonu bana uzatınca;‘karşı tarafta Cemal var’dedi.

İşte sesini son işittiğim andı!

Bu gün vefat haberini aldım…

Onu yaşadım ve birlikte yaşadığımız her şeyi anımsadım

Lütfiye hanıma, çocuklarına, ailesine Halkımıza başsağlığı dilerim.

Selim Çürükkaya

1954 te Bingöl' de doğdu. Öğretmen okulundan mezun oldu. Siyasi nedenlerle on bir yıl hapis yattı. Gazeteci ve yazar. Yayınlanmış 10 Kitabı var. Siyasi mülteci olarak Almanya'da yaşıyor.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu