Makalelerim

Kuş Tuzağı

Ben bir dağ köyünde doğdum.
Yeri hala haritada yoktur köyümün.
Köyümde, yol geçmez ışık yanmazdı.
Işık derken çağın ışığını, yol derken çağın yolunu kastediyorum.
Köyümün yolları patika, ışık saçan lambaları antikaydı……

İşte ben orada, öylesi bir köyde doğdum. Yığınla anım var, bilinç altımda tazeymişcesine durur.
Ama biri var ki yaşadığımız her dramda bilinç üstüme vurur Bizim oralarada kışın çok kar yağardı.
Kalınlığı bazen bir, bazen iki metre kadardı.

Bu karlı günlerde her taraf bembeyaz keserdi.
Ağaçlar bile kardan beyaz elbise giyerdi. Ve kuşlar acıkırdı.
Bizden bir kuşak büyük arkadaşlarımız aç kuşlar için tuzak hazırlardı.
Karın ortasına bir elek biraz yan konulur, bir çubukla elek eğik tutulurdu.
Uzunca bir ip, eleği tutan çubuğa bağlanır, ipin diğer ucu pusudaki avcının eline verilirdi.
Çubuk çekildiğinde eleğin düşebileciği yere, gübre ve buğday serpilirdi.

 

Aç kuşlar, karın üzerine serpilen buğdayı görünce sevinç çığlıkları atardı.
Havada pike yapıp eleğin altına konarlardı. Kuşları yeterli gören avcı çocuk ipi çekince; elek düşer kuşlar altında kalırdı.

 

Bu kez sevinç çığlıklarını biz çocuklar atardık.
 Nefes nefese koşardık, bir kuşak büyüklerimiz bizi tutsak kuşlara yaklaştırmazdı.
Onlar eleğin altında çırpınan kuşları yakalar, elleriyle kafalarını koparırlardı.
Çok iyi hatırlıyorum, karın üzerinde debelenen kafasız kuşlara bakınca ağlardım.
Daha sonra, halkımın yaşadığı dramları izleyince bu kuşları hatırlardım.
İki ayrı makalede daha anlatmıştım. Buna çok iyi bir örnek olduğu için tekrar anlatacağım.
Diyarbakır zindanında açtık, vücudumuz kendi kendini yiyiyordu.

 

Esat Oktay bu durumumuzu biliyordu. Ve karşımıza geçerek açlığımıza sesleniyordu.

Çavuş: “Bunlara bol bol turp, havuç ve pide ekmek ver” diyordu.
“Emredersin!” diyen çavuşun sesi, koğuşta yankılandığında bir kısım tutuklu, yem gören kuşlar kadar seviniyordu.
Esat koğuşu terk edince, komandolar ellerindeki kalaslarla koğuşu basıyordu.

Ve herbirimiz karın üzerinde çırpınan kuşa dönüyorduk.
Sonraki yıllarda Demirel: „Kürt realitesini tanıyoruz” diyordu.
Sevincimiz içimize sığmıyordu. Ve bu laftan sonra tam „onbin kişinin” başı koparılıp atılıyordu.
Şimdiki Başbakan avcılığını sürdürüyor;

„Kürt sorunu vardır” diyor, milyonları sevindiriyor.

Ve ardından o da eleğin altındaki çubuğun ipini çekiyor.
Şemdinli’de, Hakkari’de Yüksekova’da olanlar oluyor.

 

 ********************

İp çekicileri ve eleği artık herkes tanıyor.
Ama çubuğu az kişi biliyor.
Onu anlatmam gerekiyor.

Bir ara birileri: “Bu yıl kurtarılmış alanlar ilan edeceğiz” demişti.

Halkımız canla başla çalışmış, sevinmiş, alanlara üşüşmüştü.
Bir yıl sonra eldeki bütün alanlar düşmanın eline kaptırılmıştı.
Yine birileri: „Ulusal Meclis kurulacak” açıklaması yapmıştı.
Halkımız karın üzerinde yemi gören kuşlar kadar sevinmişti.
Bir yıl sonra Turgut Özal çubuğun ipini çekmişti.
Meclis, halkın umuduyla birlikte eleğin altına düşmüştü.
 Yanılmıyorsam bir ara da zafer yılı ilan edilmişti.
Halkımız varını yoğunu, kızını oğlunu ortaya koymuştu.
Bir yıl sonra düşman kendi zaferini ilan etmişti.
Bir ara onbinlerce kişiye “ben PKK‘liyim” diye dilekçe verilmişti.

 

Kırkbin kişi severek kendini ihbar edince, PKK‘nin fesh edildiği açıklanmıştı.
Bir ara bir çubuk Roma‘ya gelmişti,
“Ülkeye gittik partileştik, O.Doğu‘ya gittik ordulaştık, Roma‘ya geldik devletleşeceğiz” diye buyurmuştu.
Bu sözler üzerine yüzbinler Roma‘ya doluşmuştu.
Aradan daha iki ay geçmeden, çubuğun ipi çekilmişti

“Devlet istemiyoruz, Kemalizm iyidir” demişti.
Ve herkesin kurduğu hayaller, eleğin altında çırpınmaya başlamıştı.
Son bir yıldır “irademi İmralıya teslim ediyorum” kampanyası başlatılmıştı.
Ve zatialilerinin Kürt Ulusu için ne isteyeceğini merak edenler çoğalmıştı. Yine ipini çekmişlerdi.
Son avukat görüşmesiyle ne istediğini değil, ne istemediğini açıklamıştı:

“Bağımsızlık istemiyoruz!”

“Federasyon istemiyoruz!”

“Anayasayı olduğu gibi kabul ediyoruz!”

“Meclise bir şey demiyoruz!”

“Orduya itiraz etmiyoruz!”

“Üniter devlete bir şey demiyoruz”

Türkçesi: HİÇ BİR ŞEY İSTEMİYORUZ! demek istemişti.

Kanıp gidenlerin üzerine yine elek düşmüştü. Kuş bile elek tuzağına ikinci kez kolay kolay düşmemişti.
İnşallah bütün bunlardan sonra çubuğu da tanımışsınızdır!
Avcıyı, eleği, çubuğu, ipi kısacası tuzağı ve uzağı ne zaman göreceğiz?

Ne zaman yeme giden kuş olmaktan çıkacağız?

Kimselerde bunu bilmemişti!

 

13.11.2005

Selim Çürükkaya

1954 te Bingöl' de doğdu. Öğretmen okulundan mezun oldu. Siyasi nedenlerle on bir yıl hapis yattı. Gazeteci ve yazar. Yayınlanmış 10 Kitabı var. Siyasi mülteci olarak Almanya'da yaşıyor.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Başa dön tuşu