Makalelerim

Selam dağların artalı

Selim Çürükkaya / Derler ki Rüstem’in babası Zal doğduğunda saçları bembeyazmış.
“Eşi yaşlı bir çocuk doğurmuş” utancıyla Zal’ı dağın doruğuna bırakmış.
Bir dağ kartalı onu kendi yuvasında büyütmüş…….

Aradan yıllar geçmiş, Zal’ın babası bir rüya görmüş. Çocuğu bıraktığı yere koşarak gitmiş, adını dağa haykırmış! Bütün dağlar, „Zaaaaaal” diye bağırarak karşılık vermiş.
Neticede baba, delikanlı oğlunu kartal yuvasında bulmuş.
Birlikte eve dönmüşler. Bir müddet sonra, delikanlı topluma intibak sağlamış. Pehlivanlar onun yanında pehlivanlıktan vaz geçmiş. Bilgeler karşısında susmuş. Savaşçılar onu gördüklerinde korkudan kaçmış. M.Sıraç Karaaslan’ı her gördüğümde „Zal” gelirdi aklıma.

1991 yılında cezaevinden tahliye olup köyüme gittiğimde ziyaretime gelmişti. İki metreye yakın bir boyu vardı.
Kara kaşları, gür bıyıkları, kocaman pençeleriyle bir dağ kartalıydı. Alçak gönüllü, efendi, sakin ve güzel bir insandı.
Ne yazık ki onunla fazla kalamadım, işlerim aceleydi.

 

Onu Bin-Göl yaylalarında terk ederek ve elveda bile demeyerek ayrıldım.
Aradan yıllar geçti. Almanya’nın Bremen kentinde tekrar karşılaştım.
Bana acıklı öyküsünü anlattı. Rahat bırakmamışlardı…
Tutuklayıp işkencelerden geçirmişlerdi…

Boyun eğdirmek istemişler ama o suratlarına bakıp acı acı gülümsemişti.
Ve neticede doğduğu toprakları terk etmeye  karar kılmıştı…
Bizdeki bozulmayı, tersine dönüşü, hileyi telefonla anlattıklarımdan ilkiydi.
İlk tepkisi okkalı bir küfür olmuştu. O, öylesine bir insandı ki, insanlar küfürlerini bile seviyordu.
Renksizleri, dalkavukları, çıkarcıları asla sevmezdi.
Onun için çoğunluğun fazla bir ehemmiyeti yoktu. Kıblesi hep hakka doğruydu.

Yalnız kaldı, tehdit edildi, afaroz yaşadı, ama boyun eğmedi.
Aynı kaderi paylaştık, Avrupa gibi bir kıtada gizli yaşamaya başladık.
Tavşanlarla ceylanların çarşıya indiği ülkelerde, silahla dolaşırdık.
Bildiğimiz gerçekleri gittiğimiz her yerde çekinmeden anlatırdık.
Ulaşabildiğimiz bütün karanlıkları adım adım aydınlatmıştık.
Tam şafak sökmek üzereyken beyni dayanmadı M.Sıraç’ın, geç anlamıştık.
Haberi duyduğumda hastaneye koştum; makinalara bağlanmıştı.
Duymuyordu, görmüyordu, bilmiyordu.

Evleneli daha bir yıl olmuştu. Yeni doğan çocuğuna “Bira Bawer” adını koymuştu.
Düğün gecesi yaptığı espiriye sanki sadık kalmıştı.
Gecenin geç saatlerinde bana „yeter artık düğünü bitirin” demişti.
“Daha halay çekmek istiyorlar” cevabını vermiştim. O, bitişiğinde oturan geline aldırmadan:
“Böyle yaparsanız vallah bir daha evlenmem ha!” demişti.
O bana “elveda” diyemedi, ben “beni bırakıp nereye gidiyorsun” bile diyemedim!

Hiç, ama hiç bir şey söyleyemedim.
Bakışlarım Fuat‘ın akan gözyaşlarında, gözyaşlarımı içime akıtarak ağladım.
Bingöl‘e cenazesi vardığında on binler ağlamıştı. Aradan tam dört yıl geçti hiç birimiz yokluğuna alışamamıştık..
Selam sana mertliğin simgesi
Selam sana eğilmez bükülmez adam

Selam Bingöl‘ün selvisi

Selam Dağların kartalı

Selim Çürükkaya

1954 te Bingöl' de doğdu. Öğretmen okulundan mezun oldu. Siyasi nedenlerle on bir yıl hapis yattı. Gazeteci ve yazar. Yayınlanmış 10 Kitabı var. Siyasi mülteci olarak Almanya'da yaşıyor.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Başa dön tuşu