Dizi Yazılar

Susmak Ölmektir 10

Selim Çürükkaya / Bekaa vadisinde idik, Öcalan’da gelmişti, toplantılar yapılıyor, Öcalan Mehmet Şener aleyhinde konuşuyor, elinden oyuncağı alınmış bir çocuk gibi yırtınıyor, hıncını alamayınca, biz cezaevlerinden tahliye olanlara saldırıyordu.

Bizde durumun ne olduğunu bilmiyoruz.

Öcalan bize, ne Mehmet Şener’in ne yaptığını, ne de ne söylediğini anlatmıyordu!

Sadece: “Gözü liderlikte, beni halledecek, ben halledildimse, parti halledilecek, parti halledilirse, Kürt ulusu tarihten silinecek,” deyip duruyordu.

Buna inanmamızı istiyor, inanmadığımızı görünce, bize boyun eğdirmek için Mehmet Cahit Şener’in Cezaevinden, hatta cezaevine düşmeden önce ajan olduğunu söylüyor ve onun ajanlığını fark etmediğimiz için bizi suçluyor, bununla yetinmiyor, Diyarbakır cezaevindeki direnişleri karalıyor, mahkum ediyor ve bizim de kendisini doğrulamamızı istiyordu.

Ona destek vermediğimizi görünce, bizi itibarsızlaştırmak için hiçbir ahlak kuralına uymayan yöntemlere baş vuruyordu.

Benim hiçbir ‘kamburum’ yok, sadece akademi yönetimindeki eşim Öcalan’ın kulu, onun bize saldırması, bizi itibarsızlaştırması benim ‘kamburum’ oluyordu. Önce bundan kurtulmak istiyorum. Bir gün kaldığım takımın alt tarafında bir ağacın altında onu gördüm. Hızlı adımlarla yanına gittim.

“Aysel seninle konuşmak istiyorum, birkaç dakika beni dinleyebilir misin?” Dedim. Aysel hiç sesini çıkarmadı, ama ne söyleyeceksen söyle gibi bir edayla baktı.

“Bak Aysel dedim, parmağımdaki nişan yüzüğümü çıkardım; bak bunun tekini 1977 Yılında, Dersim Öğretmen okuluna yakın bir tepenin üzerindeki o ağacın altında, senin parmağına takmıştım. Aklını başına topla, seni bize karşı bir piyon olarak kullanıyor, hepinizi hayvanlaştırmış, böyle devam edersen ben bu halkayı fırlatır atarım, köylülere çobanlara istediğiniz her şeyi yaparsınız, ama bana yapamazsınız, ben boyun eğmem, yarın platformda kalkar dönen bütün dolapları anlatırım ve ilerde yazarım,” dedim.

Elimdeki altın halkayı bütün gücümle Bekaa’daki taşlık bir alana fırlattım.
Aysel Mahsum Korkmaz Akademisindeki Yönetim binalarına, ben de kendi takımıma döndüm. Aysel ile yaptığım tartışmayı meğer ki; Diyarbakır Cezaevinin itirafçısı, Bekaa’da ise Öcalan’ın Akademi yönetimindeki komutanı, Mecit Gümüş duymuş, Dr. Baran’a bildirmişti.

Aysel Yönetim binasına gidince, Dr. Baran Aysel’in moralinin bozuk olduğunu fark ediyor. Durumu soruyor, Mecit Gümüş: “O Selim unsuru Medya arkadaşı sıkıştırıyor” deyince, Dr. Baran hemen Öcalan’ın kaldığı eve gidiyor, durumu ona anlattıyor.

Öcalan, o gece planını yapıyor.

Biz cezaevlerinden tahliye olanlar, onun kuşkularına ortak olmak istemediğimizden, cezaevlerindeki direnişleri savunduğumuzdan dolayı, bizim bu çabalarımızı saptırmak istiyor. Ve: “Bunlar aile kavgalarını parti ortamımıza taşımak istiyorlar” gerekçesi ile bizi dersten dışarı atarak gözaltına aldırıyor. Ve üç gün boyunca aleyhimize propaganda yapıyor.

Bu ara Sakine ve Aysel’in cezaevi arkadaşı Cahide, Aysel’e armağında neden yüzük olmadığını soruyor. Aysel Cahide’ye bağırıyor,“ben halkalı köle miyim?”diyor.

Parmak da nişan ve evlilik halkası taşımanın da burada suç olduğunu fark eden Sakine, kendi parmağındaki halkayı çıkarıp atıyor. Ben, eşim Öcalan’ın Kulu olduğu için yüzüğümü atmıştım, Sakine ise sevgilisi Öcalan’ın kulluğunu reddettiği için yüzüğünü atmıştı.

Sabahleyin, erkenden derse gittik, yaklaşık olarak beş yüz kişi vardık, platformun beton sekilerine oturduk. Yönetimde görev yapan kişilerden Dr. Baran ayakta bekliyordu. Bir müddet sonra Öcalan içeri girdi, kızgın olduğu her halinden belliydi. Gözlerini kapatmış, bizim önümüzde bir aşağı bir yukarı gidip geliyordu. Dr. Baran’a baktı:

“Öcalan: Halâ kendini sivri uç gibi dayatan tarzlar var mı?
Dr. Baran: Evet Başkanım, bunca çözümlemelere rağmen dayatmalar vardır.
Öcalan: Örneğin ne gibi?
Dr. Baran: Örneğin Selim arkadaş kendini dayatıyor.
Öcalan: Dün sorunu temel esaslarıyla, mücadele ve insanlık esaslarına göre nasıl bir yaklaşım içinde olunması gerektiğini oldukça açık koymuştum; bunu anlamamak, bunun gereklerini yerine getirmemek alçaklıktır ve cezalandırılması gerekir.
Burası dingonun ahırı değildir, herkes gelip ‘böyle yaparız’ desin.
Sizin bunu bana getirmeniz bile suçtur.
Sizi de onlarla birleştirir atarım.
Ben her gün sorunlarınıza çözüm getirirken siz neler yapıyorsunuz?
Zindan direnişçilerine yakışır tavırlar içinde olmanız gerekirken siz kendinizle oynuyorsunuz.
Biraz saygılı olmayı bilin, saygılı olmayı öğreneceksiniz.
Yoksa nefes aldırtmayız size, kendinize gelin.
Dördü de suçludur, bunları buradan atacağız.
Başka buna bulaşan var mı?
Kim var başka? Size şimdilik söz hakkı yoktur. Başka bu sorunu körükleyen var mı? Tahmininize göre kendini böyle dayatan, alçakça provakatif bir ortamı geliştirmek isteyen var mı?
Ben size şunu söyledim; dünyanın insanlık kitabında olmayan en büyük saygısızlığı yaşadım; tek bir saat iki kelime bile parti ortamına getirmedim.
Nasıl siz bundan bir sonuç çıkarmadınız?
Nasıl biraz saygılı olmayı bilmediniz?
Nasıl rezilce, serserice bir yaklaşımın içinde halâ bulunuyorsunuz?
Sakine oturduğu yerden ayağa kalktı: ‘Abdullah arkadaş, çok ciddi konulardır bunlar.’
Öcalan: Git dışarı!
Sakine: Söz hakkı istiyorum
Öcalan: Sahtekârlık yapma!
Sakine: Söz hakkı.
Öcalan: Sahtekârlık yapma, söz hakkı yoktur! Sahtekârları tecrit ediyoruz. Sizi üç-dört gün tecrite alıyoruz!
Bunları Sakine’nin yüzüne karşı söyleyen Öcalan, yönetimde komutan olarak görevli olan Medya’ya dönerek: Sen de sahtekârsın!
Niye provakasyonu geliştirdin?
Sahtekâr!
Niye geliştirdin?
Dünkü çözümleme yeterli miydi, değil miydi, anladın mı, anlamadın mı, niye saygısızlık yapıyorsun?
Sakine karşısında dikilerek: Konuşmak istiyorum, tamam ne yapıyorsanız yapın konuşmak istiyorum.
Öcalan: Serseri!
Sakine: Hayır bu şekilde hakaret edilemez. Terbiyesizlik etme (Bu kelime kitapta sansüre uğramıştır. S.Ç.)
Öcalan: Gidersin bağlı olduklarına izah edersin.
Sakine: Ama Ko…
Öcalan : Defol ortamımızdan!
Sakine: Çok ciddi şey…
Öcalan: Dördünüz de; Selim, Aysel, Sakine, Cahide çıkın!”(27)

Ben olayın mahiyetini bildiğim için, Sakine ile Öcalan çekişirken dışarı çıktım. Ardımdan onlar da geldiler. Bu olay tam olarak böyle oldu.
Şimdi bakalım Sakine kendi kitabında bu olayı nasıl anlatmış:
Yıllarca dağda kalmış, eyalet pratiklerinde yoldaşa ‘ajan’dır diye işkence etme, infaz etme, halka kaçırtıcı, bastırmacı yaklaşımlar sergilenmişti….. O gün de Mecit Gümüş tekmili vermişti. O da zindan çıkışlıydı. Zindanda tecritti. Sosyal ilişki düzeyi bile yoktu. İspiyonculuk iddiası vardı hakkında.

Akademide kendisini ne kadar çözmüştü? Ne kadar suçlarını affettirmişti bilemiyorum ama habire saçmalıyordu: ‘Başkanım Selim şey yapıyor. Medya’ya şey dayatıyor. Başkanım Sara göz yumuyor, başkanım falan bilmem ne yaptı’ gibi şeyler söylüyordu.

Başkan’ı da tahrik ediyordu. Başkan bu sözler üzerine sinirlenmişti. Ama O yine durmuyor. Başkan Selim’i Aysel’i çıkartıyor dersten. Gerçekten ikisi arasındaki tartışmalar rahatsız edici. Tutarsız, iki yüzlü davranıyorlar. Kendilerini zorla gündemleştirmişlerdi. Ama Aysel de yönetimdeydi. Herkesle konuşma tartışma görevi vardı. Daha başka şeyler varsa biz bilmiyorduk. Bu kişi (itirafçı Mecit Gümüş’ü kast ediyor, S.Ç.) beni de karıştırmıştı. Neye göz yummuştum? Sanki ahlak dışı şeyler olmuşta göz yummuştum! Öylesine muğlak ve saptırarak anlatıyor ki. Tam bir kafa bulandırıcı, tam bir kışkırtıcı. Başkan: ‘Sara da çıksın’ deyince,’Başkanın konuşmak istiyorum’ diyerek ayağa kalktım. Başkanım neler oluyor anlatmak istiyorum. Tamam yine çıkayım ama söylenen şeylerin doğru olmadığının bilinmesini istiyorum. Ne kadar aptalca bir diretmeydi. Hem de o kadar arkadaş yapısının içinde, hem de başkana karşı. Oyunların ne olduğu açıktı, Başkan da bunu biliyordu, anlıyordu.

Başkan bizi tanımak netleştirmek istiyordu. Konuşanların uydurmaları, abartıları, suçlamalarının bir değeri yoktu. Onlara kafayı takmış, doğrularla yanlışları ayrıştırmaya çalışıyorum. Başkan konuşturmuyor: ‘Hayır dinlemeyeceğim’ diyor. Çıkıyorum ama yönetime gidene kadar sesli ağlayarak gidiyorum. Ardımdan Cahide geliyor, sonra ise Gezgör, ‘Kafama kurşunu sıkarım, bu sözleri duymaktan daha iyi’ diyor. Başkan onu da çıkarıyor. Yönetim de Serhat

(Biz cezaevlerindekiler tahliye olup Mahsun Korkmaz Akademisine gelmeden önce, Öcalan tarafından tutuklanmış, idam cezasından yargılanmak üzereydi, biz ulaşınca, serbest bırakılmış ve savcı yapılmıştı. 2004 tarihinde bu kişi PKK den ayrıldı. S.Ç.)

sandalyeye oturmuş, her iki kollarını yanlara açmış, yaylanıyor, halimize gülüyor. Ben söylenerek içeri girmişim, ‘oyundur, birileri oyun oynuyor’ diyorum bağırarak. Serhat: ‘Bırak şu kadınca ağlamayı! Asıl sen rol yapıyorsun. Ağlamakla kendini gizleyeceğini sanıyorsun. Seni iyi biliyoruz. Ağlayarak acındıramazsın, sökmez’ diyor.

O an deli gibiyim, gözlerim nasıl açılmış… ‘Bu namussuzluktur. Sen yoldaş olamazsın. Çek vur, al silahı çek vur ama o sözleri söyleme, ben mi kendimi sana acındıracağım? Kendimi mi gizliyorum?’ dedim…. Serhat, benim bu konuşmalarımı gidip platformda Başkan’a aktarmıştı: ‘Başkanım Sara açıkça bize küfür ediyor, namussuzlar diyor’ demişti. Bu yüzden beni Cahide’yi, Aysel’i tecrite almışlardı.
Arkadaşların bir koğuşunu boşaltmışlardı. Kaldığım üç gün boyunca durmamacasına ağlamıştım.”(28)

Burada Sakine’nin yazdıklarını tahlil edersek, “Ne kadar aptalca bir diretmeydi. Hem de o kadar arkadaş yapısının içinde, hem de başkana karşı. Oyunların ne olduğu açıktı, Başkan da bunu biliyordu, anlıyordu” Sakine, Ali Haydar Kaytan’ın denetiminde kitabını yazarken 1991 Temmuz ayında Apo’nun karşısında konuşmayı aptalca bir diretme olarak görüyor. “Hem de o kadar arkadaş yapısının içinde, hem de başkana karşı” diyerek başkan karşısında arkadaşların yanında diretmenin ne kadar utanç verici olduğunu söylüyor!

Kitabını yazdığı sıralarda ben ile Aysel örgütten ayrılmışız ya, aleyhimize ne derse ona puan kazandırıyor. Bunun için ‘Gerçekten ikisi arasındaki tartışmalar rahatsız edici. Tutarsız, iki yüzlü davranıyorlar. Kendilerini zorla gündemleştirmişlerdi’ diye yazmış.
Oysa Öcalan Aysel dahil, yönetimde görevli olanlara emir vermişti: ‘Selim ile Sakine’yi itibarsızlaştırın, boyun eğdirin’ demişti. Sakine bunu çok iyi biliyordu. Ama teslim olduktan sonra kabahati bize yüklüyordu!

Öcalan’ın aslında bizi tanımak için bu tiyatroyu düzenlediğini söylüyor Sakine!
Mecit Gümüş’e gelince, Öcalan’a bizi ihbar eden, platformda konuşan, Mecit Gümüş değil, Dr. Baran’dı. Ya Sakine, ya da Sakine’nin kitabını yayınlayanlar, Dr.Baran’ın yerine Mecit Gümüş’ü koymuş… Çünkü Sakine kitabını yazdığı zaman Mecit Gümüş tekrar Türk Devleti tarafından tutuklanmış tekrar itirafçı olmuştu.
Sakine’nin dediğini bir anlık doğru var saysak, Mecit Gümüş, eski bir itirafçı ve o anda Mahsum Korkmaz yönetiminde komutan, sen ise PKK’nın Lice’ye bağlı Fis köyünde yapılan kuruluş kongresine delege olarak katılan, Diyarbakır cezaevi direnişinden dolayı dillere destan bir kahramansın…
Neden İtirafçı Mecit Gümüş burada seni suçlayacak, yargılayacak bir mevkidedir?
Onu kim komutan yaptı?
Neden komutan yaptı?
Sen bir takımda görevsiz bir gerilla adayı olarak kalıyordun, her takımda beşer kişiden ibaret birkaç tim vardı, senin tim komutanın vardı, tim komutanının komutanı, takım komutanıydı, takım komutanının komutanı Mecit Gümüştü.
Sen Diyarbakır cezaevi direnişçisiydin…
Mecit Gümüş Diyarbakır Cezaevi itirafçısıydı….
Burada O, neden senin komutanının, komutanının komutanı olmuştu?

Ve senin deyiminle ’Başkan’ı tahrik ediyordu!’
Aslında Platformda Öcalan’ı bize saldırtan, Mecit Gümüş değil, Dr.Baran dı. Mecit Gümüş neden Dr.Baran’ın yerine konulmuş?
Onu da açıklayayım; Dr. Baran 12 Mart 1994 yılında öldürüldü. Öcalan, onu önce ‘hain’ ardından ‘Şehit’ ilan etti.(29)
Dr. Baran Bekaa’da bize karşı  Öcalan’ın yazdığı senaryoda bir figürandı sadece…
Biz Mahsum Korkmaz Akademisinde tutuklanmadan önce yönetim binasında, Dr. Baran ile tartıştık. Ama Sakine, burada da Dr. Baran’ı çıkarıyor, yerine Dersim’li Serhat’ı koyuyor. Büyük bir ihtimalle bu değişikliği Sakine değil, onun kitabını yayınlatanlar yapıyor. Çünkü Sakine kitabını yazıp bitirdiği tarihlerde, Dersim’li Serhat, henüz Qandil’de örgütün içinde görevli idi. 2004 yılında Nizamettin Taş ve arkadaşları ile birlikte ayrılınca, örgüte göre ‘ihanetçi’ oldu. Baran’ın işlediği suçlar(!) ona yüklendi. Peki farzedelim ki, o sözleri sana söyleyen Dersim’li Serhat’tı.

Serhat bir hafta önce Bekaa Vadisinde idamlıktı. Sen Akademiye gelince, boynundaki ip çıkarıldı savcı yapıldı(!) Dünyanın neresinde görülmüş, bir hafta önce idamlık bir tutuklu, bir hafta sonra aynı yerde, kendisini idam etmek isteyen gücün savcısı oluyor?

Böyle bir duruma ne filmlerde ne de romanlarda rastlamak mümkün değildir! Sakine gerçeği göremiyor veya görüyor ama izah edemiyor, kurbanlık Serhat’a ‘namussuz’ diyor, bütün bu oyunları kuran Öcalan’ı habire övüyor!

Devam edecek

(27) Temmuz Çözümlemeleri, Mahsun Korkmaz Akademisi Yayınları, Abdullah Öcalan, Sayfa 77-78
(28) Hep Kavgaydı yaşamım, Sakine Cansız, cilt 3 sayfa 123-124-125

(29) “Dersim’de Dr Baran intihar etmiş, bu çok kuşkulu bir ölüm, büyük ihtimalle devletle-oradaki Türk askeri birimleriyle anlaşma halindeydi.

Onlar Baran’a dokunmuyordular, kafileler halinde kendisini büyük arabalarla ziyarete giden halka güvenlik görevlileri bir şey demiyordu, tutuklamıyorda, yerini bilmelerine rağmen O’na yönelik bir operasyonda yok, devletle bağlantısını sağlayan bazı unsurlarda mevcut, yaptıkları açığa çıkacak diye kendini imha etti, dikkat ediniz devletin oradaki bir rütbeli askeride aynı şekilde imha olmuş. Bura da çok şeyler anlamak gerekir”

(Abdullah Öcalan, Berxwedan gazetesi)

Aradan zaman geçti, Dersim’liler Dr. Baran hakkında yapılan açıklamalara inanmadı. Öcalan, çok bildik bir yönteme baş vurdu. Dr. Baran’ı şehit ilan ederek olayın üzerini kapattı: “Bize çok bağlı olduğunu hep beyan ederdi, hep diyormuş ki „önderliğe laik olamadım, gidersem bu pratikle nasıl önderliğin huzuruna çıkarım, beklentilere cevap veremedim“ Bunun vicdan azabından ve korkusundan kendini imha etmişe benziyor “Tüm yetmezliğine rağmen partinin şehidi olarak kabul ediyoruz.”

(Berxwedan Gazetesi, Abdullah Öcalan)

Dersimli Avukat Hüseyin Aygün ise,
“Ali boğazında kaldığı örgütün en sıkı korunan sığınağı olan bir mağarada belindeki el bombası birden patladı, Baran hemen öldü, örgüt ‘intihar etti’ dedi, ailesi de, halk da, hatta çok sayıda PKK’li de inanmadı, cesedi hala orada bir yerde, belki de Qopo Hüseyin’in yanıbaşında bir rüzgarlı vadide gömülüdür, eşi ve yakınları almak ister, yıllardır verilmez, ne bir savcı gider oraya, ne de orada dolaşıp duran PKK’liler kazıp çıkarıp verirler gözü daha yaşlı olan aileye, Öcalan’ın böyle bağırmasıyla yerlerinden fırlayan silahlı gerillalar, adından söz edilen kişilerin kollarından tutarak karga tulumba dışarı çıkardılar” diye yazar.

( https://www.facebook.com/huseyinaygun62/posts/656586811036930

Selim Çürükkaya

1954 te Bingöl' de doğdu. Öğretmen okulundan mezun oldu. Siyasi nedenlerle on bir yıl hapis yattı. Gazeteci ve yazar. Yayınlanmış 10 Kitabı var. Siyasi mülteci olarak Almanya'da yaşıyor.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Başa dön tuşu