Makalelerim

Adaşım, Cahennem Arkadaşım, Selim Dindar

1991 Tarihinde cezaevinden tahliye olup İstanbul' a gittiğimde, kendisiyle görüştüm. Gezdik İstanbul'u, Aşiyan' a gittik, boğazda turlar attık, yaşadıklarımızı birbirimize anlatırken bizi dinleyenleri hüzünlendirdik, hatta ağlattık. Birer asiydik,  boyun eğmemiştik, içimizdeki ordularımız yenilmemişti, duvarların arasında yenmiştik.

Selim Çürükkaya  / Selim Dindar Diyarbakır cezaevinden arkadaşım. Onu, veremliler koğuşunda tanışmıştım. Kıştı, havalar çok soğuktu, bizi havalandırmaya salmışlardı, hazır ol vaziyette yürümüyorduk, kuralları bozmuştuk, cezaevi genelinde bir isyana neden olacağımızı bildiklerinden, biz veremlilerin üzerine fazla gelemiyorlardı. Selim ile soğuk havada dolaşırken nefesimiz görülüyordu, fantezilerimizi anlatıyorduk birbirimize. O’ na:“Selim eğer ölmezsem, sağ olarak buradan kurtulursam, bir imkân, bir olanak bir yol bulursam bu cezaevinde yaşadıklarımızın filmini yapacağım” dedim. Selim: “Evet yapmak lazım” dedi. Biraz düşündüm: “Selim, inanıyorum ki filmi yapmasına yaparım da, kış soğuğunda ellerimizin ayasına lastik joplar inerken, yüz hatlarımıza konan o acıları hangi kamera ile anlatacağım, orasını bilemiyorum” dedim.

Aradan yıllar geçti, o cehennemden bende Selim Dindar da kurtuldu. Ben henüz cezaevinde yatarken cezaevini anlatmaya başladım. “12 Eylül Karanlığında Diyarbakır Şafağı” adlı iki ciltlik belgesel romanımla yüzbinlere ulaştım, ardından “Demirci Kawa ve Çağdaş Kawa Destanı” adlı tiyatro kitabımı yazdım.

1991 Tarihinde cezaevinden tahliye olup İstanbul’ a gittiğimde, kendisiyle görüştüm. Gezdik İstanbul’u, Aşiyan’ a gittik, boğazda turlar attık, yaşadıklarımızı birbirimize anlatırken bizi dinleyenleri hüzünlendirdik, hatta ağlattık. Birer asiydik,  boyun eğmemiştik, içimizdeki ordularımız yenilmemişti, duvarların arasında yenmiştik. Yüreklerimizle zalim orduları, cehennem zebanilerine karşı isyan bayrağını açıp cehennemi cennete çevirmiştik, yalvarmamıştık iğrenç çakallara, zaman yamandı,  Selim İstanbul’ da kaldı, ben kendimi Meriç’e vurdum, gerisi artık bilinen bir destandı.

Selim Dindar  Neşe Düzel ile yaptığı o ünlü röportajla patlak verdi. Ve ben çok sonraları Selim Dindar ile telefon aracılığıyla ilişki kurdum. Sohbetler ettik, ona filmi yapacağım dedim ve “O Türküyü söyle” adlı kitabımı yazdım. Ben daha filmi çekmeye başlamadan O, bir yolunu buldu, Türkiye’de “Bu kalp seni unuttur mu” dizi filminin senaryo ekibiyle konuşmaya başladı, başımızdan geçenleri onlara anlattı günlerce. Bu ara yönetmen Çayan Demirel’ in kendisine çevirdiği kameralara anlattı yaşadıklarımızı.

Ve ben ona “Selim tamam, biz filmi çekmeye başladık, seni Almanya’ya bekliyorum” dedim, çok sevindi, ona davetiye yolladım, bir kaç gün sonra Selim’i Almanya’da karşıladım, saçlarına kırlar düşmüş, takım elbise giyen bakımlı bir beyefendiydi. Oda benim gibi durmadan hala anlatıyordu yaşadıklarımızı, Almanya’nın Bonn kentinde kameralarımızın karşısına gece çıktı, yaşayarak anlattı yaşadıklarını, bazen ağladı, bazende kameracıyla birlikte bizi de ağlattı. Kameralarımızın önünden çıktıktan bir kaç saat sonra, Bonn’da WDR radyolarının mikrofonlarına kürtçe Diyarbakır zindanını anlattı.
Gelmişken Avrupa’yı dolaşmak istiyordu. Çekim den sonra ver elini Paris’ e, Diyarbakır cehenneminden Paris caddelerine kadar uzandık. İlk önce Kurd 1 ‘e uğradık, kapıda Şıvan Perver bizi karşıladı. İkinci katta genişçe bir odaya aldılar bizi. Televizyonun sahibi  Kendal Nezan ve arkadaşları bizi dinlemek istediler, hem çektiğimiz filmin konusunu, hemde Diayrbakır cezaevinde yaşadıklarımızı anlattık dinleyenlere, sohbetimiz bitince, Selim Dindar’ı hemen Sütüdyoya aldılar. Başımızdan geçenleri kameralara anlatırken, bende reji odasında onu izliyordum…..

Tanıdığım arkadaşlarım vardı  Paris’te, onlara uğradık ve artık Paris bizimdi, en ünlü caddelerini, gezdik, Eyfel kulesine çıktık, kuş bakışı izledik yerden göremediklerimizi, beyaz kiliseye çıktık, sen nehri kıyılarında anlattık Diyarbakır zindanını, bir kaç gün sonra Paris’ten Stockhom’e uçtuk. Denizle karanın iç içe geçtiği mavilikerle yeşilliklerin süslediği bu kuzey kentini de gezdi günlerce.

Uçakla Hamburg’a döndük, yerinde durmak istemiyordu Selim, gezmek ve görmek istiyordu. Onu Bremen’ e götürdüm, tanıdıkları vardı. Onlarla görüştü, Münster’ e kadar uzandı, onu Hamburg havalanında yolculadığımda bir konuda anlaşmıştık. Ben filmin canlandırma sahnelerinin çekimi için Hevler’ e gidecektim. Kendiside oraya gelecek, elele vererek iyi bir film yapacaktık. Ben sözümde durdum, Hevler’e gittim. Onu bekliyordum, gelmesine bir veya iki gün kalmıştı, bir dostumun evinde Türk televizyonlarını izlerken bir haberle vuruldum. Adaşım, cehennem arkadaşım vurulmuştu. Cizrelilerin oturduğu bir dernekte, İstanbulda yedi kurşunun hedefi olmuştu. Onunla birlikte aslında bende vurulmuştum, gözlerim karardı, ne yapacağımı bilemedim, ayağa kalktım, büyük bir salona çıktım, orada deri bir koltuğa çöktüm, başımı ellerimin arasına aldım, hüngür hüngür ağladım. Giti güler yüzlü çocuk, gitti kibar  adam, gitti acılarımızı anlattan, gitti susmayan! Daha doğrusu belki susturdular. Ve ben Hevler’ de öyle kimsesiz kaldım.

Kanal yedi televizyonunun ana haber sunucusu ve  İskele sancak proğramının moderatörü Erhan Çelik’i, o benim ile tanıştırmıştı. Ve Erhan, Selim Dindar’ın Diyarbakır cezaevinde yaşadıklarını en ince ayrıntılarına kadar kendisine anlattığını ve kendisinin bunu bir kitap olarak hazırlamaya çalıştığını söyledi. Bu gün aldığım haber göre Erhan kitabı yayına vermiş, işte görüntülü haberi:

http://www.youtube.com/watch?v=r24_enW8eqw

Selim Çürükkaya

1954 te Bingöl' de doğdu. Öğretmen okulundan mezun oldu. Siyasi nedenlerle on bir yıl hapis yattı. Gazeteci ve yazar. Yayınlanmış 10 Kitabı var. Siyasi mülteci olarak Almanya'da yaşıyor.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu