Dizi Yazılar

Susmak Ölmektir 12

Kendini önder yerine koymuş, görmüyor musun. Özel savaş PKK ye karşı bir nolu önder diye çıkarıyor. Sen anlamadın mı konuşmayı? Kontrol edilmezse üzerimize böyle geliyor.

Selim Çürükkaya/ Bekaa vadisinde Öcalan’ın talimatı ile üç gün tutuklu kalan üç kadın, kendilerini aşağılayan, Öcalan’ı yücelten raporlarını yazdılar. Öcalan’da soruşturma komisyonunun kurulması talimatını verdi. Sakine Cansız’ın büyük suçlarını(!) tek tek sıraladı:

“Öcalan: Sorgulama birimi oluşturuldu mu? Ben dün söyledim oluşturulacaktı.
Dersimli Serhat, (Mahsun Korkmaz Akademisinin Savcısı:) Dün zaman yoktu bu gün oluşturulacak.
Öcalan bu gün mü? Dün buradan giderken söylediği sözler var, suç teşkil eder. Suçta ısrar vardır. Kendi içinizde sorgu birimi geliştireceksiniz. Buraya ilişkin suçlarına sizde katılacaksınız. Akademi nizamına dayattıkları suçları sizde soruşturacaksınız. Cezaevindeki suçlara ilişkin de siz zindandan gelen arkadaşlardan bazıları katılacaksınız ve bir komite oluşturacaksınız. Yavaş yavaş sorgulamaya başlayacaksınız. Başka düşünceleri olanlar var mı? Bu tavır yerinde midir?

Kendini önder yerine koymuş, görmüyor musun? Özel savaş PKK ye karşı bir nolu önder diye çıkarıyor. Sen anlamadın mı konuşmayı? Kontrol edilmezse üzerimize böyle geliyor. Hiç bir şey dinlemiyor, hamle yapıyor. Fakat gafildir dedik. Bütün çabamız onu kurtarmaya yöneliktir. Yok Savcıyla oturuyor. Şu anda en karanlık Savcı devlet güvenlik mahkemesinin Savcısıdır ve lokantaya çağırıp ziyafet verecek. ‘Seni lokantaya davet ediyorum’ demiş!
Biliyor musunuz, tek bu durum bile her şeyi ortaya koymaya yetiyor. Güvenlik mahkemesinin baş savcısını lokantaya çağırıp güya sohbet edecekmiş! Normal çalışmada bile bir çok savcıyla görüşmüş. Senin söylediğin Kawa’cıyla, Dev-yolcuyla oturmak suç teşkil eder. Bizim Dev-Yolla resmi ilişkimiz yoktur, Kawa’cıları görsek yargılayacağız, çünkü karanlık işler çeviriyorlar. O savcıyı görseydik kurşuna dizerdik. (34)

Öcalan, Selim, Sakine, Cahide Ve Mustafa Gezgör’ü açıkça hedef almıştı, Cezaevinden tahliye olup Bekaa’ya ulaşan diğer direnişçilere böylece göz dağı veriyordu. Mustafa Gezgör’ün Mahsun Korkmaz akademisindeki adı Zamani idi. Sakine, Selim, Aysel ve Cahide’nin dersten atılıp tutuklanmalarına tepki koyunca; Öcalan üzerine şöyle bağırmıştı:

“Öcalan: Şimdi ukalalığa gerek yoktur. Sen buraya geldin terbiyeli olacaksın. Buranın nizamı vardır. Biz her şeye hakimiz. Öyle senin koyduğun gibi de değildir. Beş adam bile bütün zindanın hesabını sorabilir, sorar da. Kendini burada böyle koyma da olmaz, bu normal değildir. Buraya hoş geldin denilmiştir. Ukalalığı bırak, sana dayatılan sadece terbiyeli yaklaşmandır. Bu kaidenin gereklerini yerine getireceksin. Küstahlığa burada özgürlük yoktur. Geldin, bir gün, iki gün, üç gün misafirsin, ondan sonra dilini, yüreğini düzelteceksin, bir gün batak, iki gün batak, üç gün batak, fazlası haramdır, terbiyeli olacaksın. Lamı cimi olmaz. Bebeklikte ısrar edeni, yüzü gözü tırnaklayanı tokatlarlar. Burası Dingonun ahırı değildir” (35)

Üç gün sonra serbest kalan Sakine, kitabında Öcalan beni çağırdı ve ‘sus’ dedi, diyor:

“Önderlik bir görüşmesinde beni çok iyi anlatmıştı. Kollarını her iki tarafa açarak ‘sen aha böyle göğsünü açıyorsun, beni vurun’ diyorsun. Herkes oklarını vuruyor, kan revan içinde kalıyorsun, sonra da elini gözlerine götürüp ovuşturarak, ‘bu yoldaşlar neden bana böyle yaptı’ deyip ağlıyorsun. Olmaz! Bak ben de çok zor süreçler yaşadım, belki ağladığım da oldu, ama gizli ağladım, hiç kimseye göstermedim. Duygularımı kendimde tutmasını bildim. Siyaset duygu muygu dinlemiyor, akıllı olacaksın! Her şeyi orta yere dökme, sonra da’ neden böyle oldu, neden falan şunu dedi. Bu akıllı bir siyasetçinin tarzı değil’ dedi.(36)

Yani Sakine’ nin anlayışına göre sarf etiği her söze karşı yoldaşlarının kendisini ok yağmuruna tutmasının nedeni konuştuğundan dolayıdır. ‘Akıllı olan susar”, önderliğin dostça uyarısı bu imiş! Sakine susmak ister ama, Öcalan bununla yetinmiyor, Sakine’ yi tam olarak susturmak için eline bir koz geçmiş, onu kullanıyor. Olay şu:
Sakine Cansız 1990 larda Çanakkale cezaevinden tahliye olunca, bir ara Diyarbakır’a gitmiş, tanıdığımız bir avukatın evinde misafir olarak kalırken, bir gün kendisi, Avukat, avukatın eşi ile birlikte adliye sarayına uğramışlar, burada Sakine Diyarbakır cezaevi savcısıyla karşılaşmış. Savcı Sakine’yi görünce, hal hatır sormuş, hatta Sakine’yi avukatla birlikte yemeğe davet etmiş. Sakine’de savcıdan Diyarbakır cezaevi tünelinin kimler tarafından ihbar edildiğini öğrenmek istiyormuş. Bu bilgiyi alan Öcalan, Sakine’yi kuşkulu biri gibi göstermek için beş yüz kişinin bulunduğu bir platformda konuyu açtı. Senin hakkında bana not geldi, sen Diyarbakır cezaevi savcısıyla görüşmüşsün, ne görüştün savcıyla? Bir PKK militanı savcıyla görüşe bilir mi? Düşman savcısıdır, bir PKK militanı ancak onu alnından vurmak için görüşür’ dedi. Öcalan’ın söylediği bu sözler o platformda kayıt ediliyor, bir gün sonra yazıya dökülüyor ve örgütün bulunduğu bütün bölgelere yollanıp ders olarak okutuluyordu.

Sakine orada kendisini savunamadı, beş yıl sonra tecritli ve denetim altıda iken yazdığı kitapta ancak kendisini suçlayarak konuyu anlatabilmiş:

“Başkan, güvenden söz ediyorsun. Hayır kimse subjektif yönünün olduğunu söylemiyor. Ama bak, söyleyeyim, söylemekte bir sakınca görmüyorum bir arkadaş not yazmış, sıkı sıkıya tembihlemiş gelen birini. ‘Sakine’den şüpheleniyoruz. Savcı ile görüşürken gördüm’ diyor. Bunu bildirmeyi görev sayıyor. Benim için sorun değil, sen kendinde ilk eve geldiğinde anlattın. Evet, çok safça hem de. Tüneli söyleyenin adını söylüyor. Devletin Savcısına inanmış. Şimdi bir PKK lı gidip devletin savcısıyla oturmaz. Hem de bilmem lokanta da parkta olmaz. Bu devletle oturmak değil mi?”(37)

Tarih babanın ironisine bakın ki; Sakine’yi bir Cezaevi savcısıyla birlikte ayaküstü görüşmesinden dolayı yargılayan, suçlu duruma düşüren ve de susturan Öcalan’ın kendisi, sekiz yıl sonra kendi ayakları ile Kenya’ dan uçağa binerek Türkiyeye döndü ve Devlet Güvenlik Mahkemesi Baş Savcısına şu itiraflarda bulundu:

“Öcalan, DGM Başsavcısına Mektup Yazdı: Kendi Kendimi Sorguladım. Önce kendi durumumu ele alayım. Ben sorgulanırken kendi kendimi de sorguladım. Benim sağ-sol çatışması içerisinde klasik bir solcu olarak kabul edilmem ya da klasik Kürtçü olarak kabul edilmem doğru değildir. Mustafa Kemal Atatürk Türkiye Cumhuriyeti’ni kurduktan sonra Doğu’da isyanlar olduğu gibi, Batı’da da isyanlar olmuştur. Ben 1940’lı yıllara kadar devam eden bu isyanları uzun uzun düşündüm, isyanları Kürtçü bir isyan olarak görmek yanlıştır.

Cumhuriyet henüz yeni kurulmuştur, isyanı başlatanlar henüz Cumhuriyet’e alışmış değillerdi. Yıkılan eski rejimi arıyorlardı. Bu isyanlar yeni kurulan Cumhuriyet’e tepki olarak başlatılmıştır, isyanların bastırılmasında belki aşırı şiddete başvurulmuştur. Ama bu kesinlikle Kürtleri ezmek için uygulanan bir şiddet olarak algılanmamalıdır.Alınan tedbirler, Cumhuriyeti korumaya yöneliktir. Bu şekilde algılanmalıdır. Bu Türkiye’nin batısında da geçerlidir.

1940’lı yıllardan 1970’li yıllara geldiğimizde Türkiye’de sağ-sol çatışması başlamıştır. Marksizm ve Kürtçülük hareketleri başlamıştır. Ben de kendimi Ankara’da bunların ortasında buldum. Yoksul bir aileye mensup bir kişi olarak bu harekete katıldım.

 Bildiğiniz gibi PKK’nın da kurucusu benim. PKK’nın kurulurken programını da yaptık. O zaman Kürtlerin bağımsız bir Kürdistan kavramı da vardı. Marksist temele dayalı yeni sistem getirecektik. Ancak değişen olaylar ve zaman bize bu programın hayali olduğunu gösterdi. PKK kurulduktan sonra şiddete başvuruldu. Ama zaman içerisinde de PKK’nın bu şiddetinden rahatsız oldum.

1993’ten sonra bütün çabamı PKK’yı şiddet unsurundan arındırıp siyasi kanal içerisine sokmayı amaçladım. Turgut Özal’ın çağrısı da bu konuda, yani PKK’yı siyasi kanala sokma konusunda bizi etkiledi.

Özal, Talabani’yi bu ateşkes konusunda görüşmek üzere bana gönderdi. Özal’ın ömrü bu konuyu sonuçlandırmaya yetmedi. Kendisiyle ateşkes ve ateşkesten sonraki süreçle ilgili görüşmelerimiz olacaktı. Hatta öldüğü günlerde biz Özal’dan temsilcilik düzeyinde görüşme bekliyorduk.

Ben uzun örgüt hayatımda Kürtlerin özgürlüklerini Türkiye içerisinde bulduklarını gördüm. Bana göre Kürtlerin derdi ayrı bir devlet kurmak olamaz. Federasyon ve otonomi bir çözüm değildir. Federasyon ve otonomiden daha ileri bir çözüm demokratik sistemin kendisidir.

Türkiye’de mevcut sistemde Kürtlerin siyasal hakları vardır. 1990’lardan sonra Kürtlerle ilgili kültürel haklar da geliştirilmiştir. Bu halen de yürürlüktedir. Kürtçe gazete çıkarılmakta, Kürt Enstitüsü kuruldu, Kürtlerin oy verdiği bir parti, kültür dernekleri vardır. Bütün bu olanlar Türkiye’de, Kürtlerin özgür ifade hakkının geliştiğinin göstergesidir.

Türkiye’de Kürt meselesi demokratik sistem içerisinde Kürtlerin ifade özgürlüğüne kavuşarak olumlu yönde gelişmiştir. Bütün Türkiye’de demokrasi geliştikçe, elbette Kürtler de yararlanacaktır. Esasında daha Cumhuriyet kurulmadan ve kurulduktan soma da Kürtler, devletin asli unsurlarıdır.

Benim programlarımın başlangıçta hayali olduğunu anladım. PKK programının politik ve siyasi değeri olmadığını, kavram olarak Kürdistan ibaresini kullandım. Coğrafi olarak ele aldım. Kürt devleti kurmanın mümkün olamayacağı ilmen de sabittir. Gerekli de değildir. Mevcut Türkiye Cumhuriyeti Devleti içerisinde demokratik ortamda her şeyin gerçekleşmesi mümkündür. Ben bu sonuca vardım. Ancak bu düşüncelerimi yeterince kamuoyuna yansıtma imkânı olamadı. Televizyonlarda yer alan konuşmalarımda da özgürlüğün ancak Türkiye içinde olacağı mesajını verdim.

Washington’da 17 eylül 1998 tarihinde Talabani ile Barzani arasında imzalanan anlaşmadan da bahsetmek islerim. Ben aslında Talabani ve Barzani’yle çatıştım. Barzani ile Talabani arasındaki anlaşmalar ve ondan sonraki süreciyle ilgili planlar İngiltere’de hazırlandı, uygulama Amerika tarafından yapıldı. Yani otonom bir Kürt devletinin kurulmasında ABD ve İngiltere ortak hareket etti. Daha istiklal Savaşı’nın bitiminde Şeyh Said İsyanı çıkarıldığında İngiltere ağırlığını koydu. ‘Musul ve Kerkük’ü bana bırakırsan ben seni desteklerim’ dedi. Türkiye için çok önemli olmasına rağmen Türkiye, gücünün zayıflığı yüzünden Musul ve Kerkük’ü bırakmak zorunda kaldı. Bugün ingiltere ve ABD geçmişte oynadıkları oyunu tekrarlamaktadırlar.

Hem Irak’ı Barzani ve Talabani’yle kontrol altına almak, hem de gelişme potansiyeli yüksek olan Türkiye’nin önünü kesmek için bu oyunu oynamışlardır. Oynanan oyunda bana da kurban olarak yer verdiler. Barzani ve Talabani’yi öne çıkardılar. Türkiye’ye ‘Senin istediğin Apo’dur. Al sana Abdullah Öcalan’ dediler. ABD ile İngiltere’nin, otonom bir Kürt devleti kurulmasında, Talabani ve Barzani’yi bize tercih etmeleri normaldir. Çünkü ingiltere ve ABD’nin otonomi anlayışı farklıdır.

Geçen ifademde de belirtmiştim. Kani Yılmaz 1994’te İngiltere’de tutuklandı. Tutuklanmasını gerektirecek, İngiltere’de işlenmiş bir suçu yoktu. İngiliz Hükümeti onu tutuklama adı altında korumaya aldı. Amaçları Kani Yılmaz’ı ileride benim yerime PKK’ya lider yapmaktı. Bu liderlik benim yerime olmasa bile Avrupa kitlesi içindi.

Üç yıl İngiltere’de kaldıktan sonra Almanya’ya iade edildi ve serbest bırakıldı. Arkasından da sığınma hakkı verildi. Aynı konu, Moskova temsilcimiz Numan Uçar için de geçerlidir. Aynı siyasi sığınma hakkı, Numan Uçar’a da verilmiştir. Şimdi ben Avrupa’ya siyasi faaliyette bulunmak için çıktım. Ancak hiçbir Avrupa ülkesi bana siyasi sığınma hakkı vermedi.

Yunanistan tarafından Kenya’ya davet edildim. Aslında sonradan, Kenya’ya davet edilmediğimi, kaçırıldığımı anladım. Sonradan öğrendim ki, beni Yunanistan’a davet eden ve Kenya’ya davet eden şahısların aile güçleri, zenginlikleri, tamamen İngiltere’ymiş. Bunların bütün siyasi itibarları, İngiltere’de sağlanmış. Aslında Kenya’ya götürülmem bana karşı, önceden hazırlanmış bir komploydu. Kesinlikle beni öldürmeyi düşünüyorlardı. Belki ileride tarih bunu aydınlatacaktır. Beni Türkiye’ye teslim etmeyi planlamışlardı. Bu da benim için mutlak ölümdü.

Burada dikkat edilmesi gereken husus şudur. Hiç de azımsanmayacak bir Kürt nüfusu bana duygusal olarak bağlıdır. Benim Türkiye tarafından öldürülmem gerçekten, içte karışıklıklar yaratabilir. Benim öldüğüm, Atina’da yayımlanınca Türkiye’de hoş olmayan gelişmeler oldu. Aynı olaylar İran’da da yaşandı.Yirmiye yakın insan öldü. Yani Yunanistan’ın ve onunla ilişkili komploda yer alanların, beni Türkiye’ye teslim etmekle asıl hedefledikleri yüz yıllık Kürt-Türk düşmanlığının temellerini atmaktır. Ve bütün Kürt kitlesini Türkiye’ye karşı şartlandırmaktır. Benim en büyük emelim bu Kürt-Türk düşmanlığına engel olmaktır. Tersine bütün Kürt kesimine güvenlik ve esenlik getirecek olayın Türkiye’deki demokratik sistem içerisinde yer almak olacaktır. Bana şans verilmesini istiyorum.

1993’ten beri PKK’yı şiddet kullanan örgüt olmaktan çıkarıp, siyasi alanda faaliyet gösteren bir örgüt haline getirmek için çaba sarf ettim. Bunun bende kanıtları vardır. PKK küçümsenecek bir örgüt değildir. Şimdi ben yakalandıktan sonra onlarca devlet PKK’ya sahip çıkmak istemektedir. Her biri PKK’yı kendi çıkarına kullanmak istemektedir. Yukarıda söylediğim Kani Yılmaz bir tane değildir. Benim PKK üzerinde otoritem vardır. Ayrıca halk da beni çok tutmaktadır. Bana imkân verilirse PKK’yı demokratik sisteme uyarlamak çabalarını geliştiririm. PKK’yı yasal çerçeveye çekerim. Devlet imkân verirse, silahlı çatışmaları sona erdiririm. Hatta dağdaki elemanları yasal çizgiye çekerim. Bu da devletin yasal imkân tanımasıyla olur.

Dağdakiler zor koşullar altındadır. Cezaevlerinde yirmi yıldır yatan 10 000’e yakın PKK’lı kişi var. Bütün bunlar iç barışı sağlar. Yıllardır devam eden kanı durdurur. Ben bunu kendim için istemiyorum. Uzun bir tarihi olan çatışmaları durdurup, barış dönemine girmek istiyorum. Beni örgütünü tasfiye eden biri olarak değil, ülkesi ve halkı için en doğrusunu yapan biri olarak görün. Ben yakalandığımda, Yunanistan’ın yaydığı öldürüldüğümle dair bir haber istenmeyen olaylara neden oldu.

Ben bu olayların gelişmesini önlemek isliyorum. Bu konuda örgütümü ikna ederim ve ben bu güce sahibim. ‘Özgürlük mü? İşte Türkiye, demokratik sistemi içerisinde aranan her türlü özgürlük var. Vatan mı? İşte Türkiye vatanımız derim. Türkiye bizim tarihi ortak vatanımızdır. Bu ortak vatanın bölünmesini istemem. Ulus olarak da Kürtler, Türk ulusal bütünlüğü içerisindedir. Ancak, ayrı kültür ve dili olan bir unsurdur. Tüm talimatları ben vermedim. Esasında PKK’nın bütün şiddet eylemlerinden sorumlu olmakla beraber, bu eylemlerin çok büyük bir kısmının talimatını da ben vermiş değilim, hatta şiddete karşı da durdum; birçok eylem, alan komutanları talimatıyla olmuştur. Mesela dikkat edilirse sivillere yönelik eylemlerde azalma olmuştur. Bu azalma, yani sivillere yönelik azalma benim uzun uğraşlarım sonucu olmuştur. Ben 1996’dan beri de, sürekli tek taraflı ateşkes sağlamaya uğraşıyorum, en son 1 eylül 1998 tarihinde ateşkes ilan ettim.

Bugüne kadar okul yakmalar, öğretmen öldürmeler gibi ağır olaylar örgüt adına gerçekleştirilmiştir. Örgüt başı olarak sorumluluk bana çıkartılmaktadır, bunun farkındayım. Ancak ben örgütün başı olarak bunları her zaman önlemek istedim. Sorumluları belirleyip, kendilerini etkisiz hale getirme yollarını aradım. Özellikle son iki üç yıl içerisinde, sivil kesime karşı işlenen benzer şiddet olayları azalmıştır.

Olanlar da yabancı ülkelerin kışkırtmaları sonucu meydana gelmiştir. Belirtmek istediğim, İstanbul’da meydana gelen son yakma olayının dış kaynaklı olduğunu öğrendim. Benzer olayların meydana gelmemesi için de kınadığımı, bu yolla örgüte mesaj verip önleme yollarına başvurduğumu belirtmek istiyorum. Örgüt lideri olarak sorumluluğumun farkındayım. Ama büyük bir kısmıyla doğrudan doğruya ilgim olmadığını, inisiyatifimin dışında geliştiğini söyleyebilirim. Bundan sonra meydana gelen ölüm olaylarına bir kişinin dahi ilave edilmesini istemiyorum. Bu konuda imkân tanındığında her türlü yardımda bulunmayı vaat ediyorum.

Benim bugüne kadar Atatürk’e karşı. Türk ulusu ve bayrağı aleyhine bir sözüm olmamıştır. Söylediklerim de eleştiri mahiyetindedir. Atatürk’ü küçük düşürücü sözlerim de yoktur. Atatürk’ün önderlik hususlarını takdir ettim. Bugüne kadar da kendime rehber olarak kabul edip uygulamaya çalıştım. HADEP genel kurul toplantısında Türk bayrağının indirilmesini ilk kınayanlardan biri de benim. Bu konuda MED-TV’de konuşmalarım çıkmıştır. Yakalandığımda da Türk bayrağına karşı saygımı öperek gösterdim. Bu konuda suçlamaları kabul edemem.

Benim Ermeniler ve Ermeni terör örgütleriyle önemli bir ilişkim olmamıştır. Başlangıçta geliştirilmek istenen ilişkiler benim kendileri yönünden uygun bir kişi olmadığım, kendi kapalı görüşlerini benimseyecek bir kişiliğim olmadığı için benimle ilişkiyi sürdürmediler. Coğrafi yönden îç Anadolu’ya kadar uzanan ideallerini benim benimsemem de mümkün değildi. Benim böyle bir sorunum olmadı, olamazdı da.

Ayrıca şunları ilave etmek istiyorum. Yukarıda açıklamaya çalıştığım hususlar benim samimi duygularımdır. Amacım ülkemizi ve devletimizi daha da güçlendirmek ve yardımcı olmaktır. Kişisel hiçbir beklentim yoktur. İmkânlar tanındığında gerekli bilgiyi verip, örgütü yasal çizgiye çekmeye hazırım. Bu konuda devletimizin de üzerine düşeni yapması gerekir. Devletin üzerine düşen, iç barışı sağlayabilmek için gerekli olan yasal düzenlemeler yapmaktır. Bunların başında af yasası, dağda ve cezaevinde olanlar için onların topluma karışmalarını sağlayacak bir af yasası gelir. Ben bu konuda üzerime düşen her türlü katkıda bulunmaya hazırım. Bize bağlı halkını ve örgütümü demokratik devletin, ülkemizin hizmetine uyumlu hale getirme imkân ve gücüne sahip olduğumu söylüyorum; tüm gücümle bu yönde çaba harcamaya hazırım. Şimdilik söyleyeceklerim bundan ibarettir. Gerektiğinde düşüncelerimi yazılı olarak da Başsavcılığınıza ve mahkemenize sunacağım.Kaynak: http://www.turktoresi.com/viewtopic.php?f=143&;t=7814

Devam edecek

(34) Temmuz Çözümlemeleri, Abdullah Öcalan, Mahsun Korkmaz Akademisi Yayınları, sayfa :114
(35) Temmuz Çözümlemeleri, 1991, Mahsum Korkmaz yayınları, sayfa 115-116
(36) Hep Kavgaydı yaşamım, Sakine Cansız, 3. Cilt, sayfa 80
(37) Hep kavgaydı yaşamım, Sakine Cansız,3. Cilt sayfa 65

Selim Çürükkaya

1954 te Bingöl' de doğdu. Öğretmen okulundan mezun oldu. Siyasi nedenlerle on bir yıl hapis yattı. Gazeteci ve yazar. Yayınlanmış 10 Kitabı var. Siyasi mülteci olarak Almanya'da yaşıyor.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Başa dön tuşu