Kitap Yorumları

Bir anlatı türü olarak roman

Selim Çürükkaya'nın dikkate değer anlatısı,''Sırlar çözülürken'' bir çok bakımdan üstünde titizlikle durulmayı hak eden kapsamlı bir çalışma. İlgimin nedeni, anlatının edebi düzeyi ile sınırlıdır.

Ali Fikri Işık  ” Yazarın hikayelerin tümünü anlatmakla görevlendirdiği anlatıcı, anlatının hemen başlangıcında, esas itibariyle, neyi anlatmaya odaklandığına dair temel ipuçları veriyor. Kahramanın iç dünyasındaki derinlikler yerine, okuyucu için bir kameraman olmayı yeğliyor. Lübeck kentini bu kameraman sayesinde görme imkanı buluruz. .  Onda Delil Demirin gözleri var ama düşünceleri yok…”..
BİR ANLATI TÜRÜ OLARAK ROMAN VE ‘‘SIRLAR ÇÖZÜLÜRKEN”..

Selim Çürükkaya’nın dikkate değer anlatısı,”Sırlar çözülürken” bir çok bakımdan üstünde titizlikle durulmayı hak eden kapsamlı bir çalışma. İlgimin nedeni, anlatının edebi düzeyi ile sınırlıdır.

Aşağıda yapmaya çalıştığım tüm çıkarımlar edebiyat dairesine duyulan saygıdan ötürüdür.  Zımmen bir edebi ürün değerlendirdiğim varsayımından hareket ediyorum. Metnin ürettiği siyasal varsayımlar dahil, metindeki her sözcük edebiyat bağlamında değerlendirilecek ve edebiyat adına kimi sonuçlara ulaşılmaya çalışılacaktır. Niyet budur çaba böyle anlaşılmalıdır…

Delil, Roza ve Ferhan’nın hikayesi.Yakın siyasi tarihin kaotik dönemeçlerine yapılan ilginç göndermeler.. Kumpaslar, komplolar ve sırlar..

Selim Çürükkaya’ nın uzun anlatısı.(roman demiyorum) ”Sırlar çözülürken” anlatıcının bizi delil adlı kahramanla tanıştırmasıyla başlar. Delil bir Avrupa ülkesindedir (İsveç). Iraktan bir haber alır. Kızı kaçırılmıştır. Harekete geçen kahramanımız! Kendini bir büyük komplonun içinde bulur. Anlatıcının anlattıklarına bakılırsa, ortada Ergenekon adında bir komplo vardır.  Delili,ortada bir komplo olduğuna inandırmak için kurulmuş gerçek bir komplo vardır ve bu şekilde sonsuza dek gidecek seçenekler arasında umutsuzca karar verme durumunda bulur.. Peki? bir kurgusal söylemin dışı yerine, içinde olmadığımızı nasıl biliriz.?

Düşündüklerimizin kurgusal bir fantezi, belirli metinlerin işleyişiyle üretilen bir vehim, şeyleri ”gerçekten” oldukları gibi değerlendiren ayrıntılı bir yanlış okuma olmadığını ve doğru olduğunu nasıl biliriz.? Olası yanıt (nitelik elbette önemli) bilmeyiz.

Gerçeklik; metinlerin ima ettikleri, işaret ettikleri, el yordamıyla tarif ettikleri ve araştırdıkları ama hiçbir zaman özdeş olamadıkları bir şeydir. Gerçeklik zaten orada olan, metinsel olarak temsil edilmeyi bekleyen bir şey değildir yalnızca. Gerçekliği metinsellikten önce gelen bir şey olarak düşünmek yerine, tam da bu nedenle metinselliğin bir sonucu olarak düşünmek mümkündür. Bizi burada ilgilendiren metnin gerçekliğidir. O halde soru şudur. Bu metin (Sırlar çözülürken) kendisini nasıl tanımlıyor.? Anlatının künyesine ,”türünün kimlik kartına” ne yazacağız.? ”Polisiye Roman mı?, siyasi Roman mı?’‘ Ya da hakikatten baskın edebi niteliklerinden! Ötürü “bu bir romandır” mı diyeceğiz.?

Ya da yeni bir siyasal tarih tasarımıyla mı karşı karşıyayız.? Anlatı teknikleri bakımından, ortaya çıkan belirsizlik, metnin ürettiği sorun veya sorunlar olarak durmuyor, daha çok yazarın taşıdığı niyetten kaynaklanıyor. Kurmaca olan ile yaşanılan gerçeklikleri, salt ‘’üst dilin” (dolaşımdaki dil) imkanlarıyla kotarmaya kalkıştığınızda ,”yazım sorunları” adına yaşayacağınız karmaşa bir tür kader olur.

Ne demek istiyorum.?
Demem şu ki, kurmacanın dili ile gerçeklerin dili aynı değil. Üstüne üstlük siz bir de kendinize özgü bir ‘’yazar dili” oluşturamamışsanız.vay halinize.! Gerçekler koşullayıcıdır. Oluşlarına sadakat isterler. Başka türlü gerçek ya da ” yaşanmış şey” olamazlar çünkü.

Kurmaca , zihinsel ve dilsel yeteneklerinize bakar ve ona göre şekillenir. Kurmaca ve gerçek edebi olarak iki ayrı dünyaya ait, renktirler ve kolayca uyuşmayı kabul etmezler. Her şeyden önce nedensellik zinciri ayağınıza dolanır. Nedensellik sorununu aşmadan da anlatınıza, bütünlüğü içinde nesnel bir hakikilik katamazsınız.  Olaylar, olay örgüleri sakil kalır.. İnandırıcı olmayı başaramazlar.

Yazarın hikayelerin tümünü anlatmakla görevlendirdiği anlatıcı, anlatının hemen başlangıcında, esas itibariyle, neyi anlatmaya odaklandığına dair temel ipuçları veriyor. Kahramanın iç dünyasındaki derinlikler yerine, okuyucu için bir kameraman olmayı yeğliyor. Lübeck kentini bu kameraman sayesinde görme imkanı buluruz.Fonda Delil Demir’in gözleri var ama düşünceleri yok..”Delil üçüncü katta oturuyordu ama evi iki katlıydı”.. Bana kalırsa bu simetrik gibi duran , asimetrik yaklaşım,anlatının da mimarisini özetliyor. ‘’İki yıl önce çalıştığı kilisede Delil’le tanışmış, bir müddet flört etmiş,sonra birlikte yaşamaya karar vermişlerdi.”..

Yazarın ve anlatıcının niyetine rağmen, metin bize aslında bir sıkıntının falan olmadığını söylüyor..Kahramanımız günlük hayatın rutinine uygun tüm alışkanlıklarını devam ettiriyor. Sıkıntı telepatiktir. Metin bilmiyor ama tanrı yazar biliyor.!! Fizik ötesinden gelecek haberler az sonra manşete yerleşecektir.
-‘’Üzülerek söylüyorum bugün kızını kaçırdılar-‘’.
Burada biraz soluklanalım..

Edebi bir anlatının olmazsa olmaz koşullarından biri, yaratıcı yazarın samimiyetidir. Anlatının sahiciliği de buradan hareketle anlaşılır. Lübeck sokaklarındaki gezinti ve bu gezintiye eşlik eden anlatıcının naif tutumu, evde, birden bire son buluyor. Çayını ayağına kadar getirtecek bu(kaba/saba) adamın,  anlatıcının gayet güzel rehberlik ettiği o görüntüleri görmüş olabileceğine bir türlü inanmak istemeyiz. İnanamayız da. Rozayı okuyucuya takdim ederken takındığı o kabul edilemez küçümseme! olsa olsa yazarın çala kalem!  Bir şeyler çiziktirmek isteyen niyetinden kaynaklanmaktadır. Çünkü dünyayı sarsacak , çok önemli olay ve kişiler sırada beklemektedirler..Yazarımızın anlatıcısıyla birlikte çok acelesi var.. Oysa edebiyatın hele romanın hiç acelesi yok..

Roman bir kentli anlatı türüdür.
Temelinde kentli insan bağlam olarak bulunur.
Esas itibariyle tüm romanların ana bağlamı ”ben nasıl ben oldum ve ben niye benim” sorunsalıdır.
Her roman bu büyük soruya bir yanıttır.
Romanda her eylemin bir işlevi vardır..
Eylemlerin işlevleriyle doğru orantılı olduğu ”anlatı düzenin” de yazar artık ”yalnız başına” değildir…

Attığı her adımı kanıtlamak ve ona hakikilik katmak zorundadır.
Çehov’un dediği gibi ”bir sahnede eğer tüfeği göstermişseniz ,onu mutlaka patlatmak zorundasınız.”..
Sırlar çözülürken’nin yazarı tasarladığı büyük olayları anlatmak için, bir anlatıyı roman mertebesine, yükseltecek ve ona roman dedirtecek o büyük ayrıntıları atlıyor.

Delil niye Delil’dir. Delil nasıl Delil oldu? Bunları bilmiyoruz. Öyle ki, yazarın bu soruları umursadığını da hiç sanmıyorum. Delil ile sonradan kendini içinde bulacak olan o büyük komplo arasında bir mantıksal bağ yok.. Deli’li tanımıyoruz.. Nelere kadir olduğunu bilmiyoruz..Yazar bu konuda bize bir şeyler söylemez..Korkarım yazar bilmemiz gerektiğini düşünmektedir ve bundan hiç şüphe etmiyor..
Çağdaş roman şüphe eden romandır..
Okuyucu yazarın kafasının içinde değildir.. Dolayısıyla yazar okuyucu adına şüphe eden kişi olmalıdır

(.Devam edecek.)

‘Roza Delil gibi her şeyi merak etmez. Dünyada olup bitenlerle fazla ilgilenmez, orta doğudaki savaşlar, darbeler, ihtilaller onu hiç ilgilendirmezdi.”
‘Delil salona girip, kapıyı kapatınca Rozanın yüzüne bir gülümseme yayıldı.”
-‘’hoş geldin”
diyerek Delil’e sarıldı.Ama onun kafasının yine bir şeylere takıldığını anlayınca
-‘’Tamam canım, sen yukarıya çık, ben çayını getiririm diyerek ona gülümsedi.”
(Sen yukarı çık ben çayını getireyim; bunu söyleyen Roza Masson mu yoksa Ayşan’é eli mi? Yer Lübeck’te Travemün mü yoksa Diyarbakır da xançepek mi.? Zihniyet ve kültür buysa ki ,metin öyle söylüyor, yazarın dünyayla ilgili oluşunun bir kiymet-i harbiyesi kalır mı.?)

Metnin iması, Delil’in sıkıntılı olduğudur. Peki sıkıntının nedeni ne.? Yok.. Ayağına kadar çayının getirilmesine neden olan o anlaşır sebep her nedense bir türlü ifade edilmez. Roza’ nın kiraz renkli dudaklarına bir öpücük kondurmayı ihmal etmeyen kahramanımız,”ışıkları yakınca masanın üzerindeki ”gılgamış” adlı roman gözüne ilişti. Enkido öyküsünün başlangıcında bırakmıştı kitabı. Okumaya mı devam etmeliydi, yoksa internetten haberlere mi baksaydı. Kısa bir süre ikilem içinde kaldı.”..

Selim Çürükkaya

1954 te Bingöl' de doğdu. Öğretmen okulundan mezun oldu. Siyasi nedenlerle on bir yıl hapis yattı. Gazeteci ve yazar. Yayınlanmış 10 Kitabı var. Siyasi mülteci olarak Almanya'da yaşıyor.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu