Makalelerim

Esat, Polat ve Azad

Selim Çürükkaya / Bu, Türkiyede Tevn yayınları tarafından basılmış bir kitap adıdır.
Yazarını tanırım, o da uzun bir müddet Diyarbakır zindanında tutuklu olarak kaldı. Kitabı yayınlanınca bir adedini de bana postaladı. Zevk ve heyecanla okudum. Anlaşılan Sayın Mesut Baştürk Diyarbakır cehenneminden kurtulunca İstanbul’ a gitmiş…….

Oradaki kalabalıklara karışmış, yıllarca didinmiş, dolaşmış, dinlemiş, kimseciklerin Diyarbakırda yaşanan o cehhenmden söz etmediğine tanık olmuş. İnsanların para pul dışında gözleri bir şeyleri görmüyormuş. Buna çok üzülmüş sevgili Mesut. Vicdanı onu dürtmüş, yaşadıkları vahşet rüyalarına girmiş, sonra bu yeni cehennemden kurtulmak için tanık olduklarını anlatmaya karar vermiş.
Ama nasıl?
Bunun yolunu aramaya başlamış, hangi kapıyı çalmışsa karşısına para efendi dikilmiş ve onu kapının eşiğine bırakıvermiş.

 

Yaşadığı ülkede Gazeteler Radyolar ve Televizyonlar varmış. Ama hiç biri Sayın Mesut Baştürk’ ün yaşadığı korkunç gerçeği/ cehennemi anlatamazmış. Buna rağmen o yılmamış, gördüklerini yaşadıklarını anlatmanın bir yolunu aramaya devam etmiş. Muhtemelen bir gece kurtlar vadisi adlı meşhur televizyon dizisini izlerken aklına gelivermiş. Belkide o ünlü bilim adamı gibi ayağa fırlayıp „buldum buldum, buldum” diye bağırmış.
Ardından sakinleşmiş, demişki; şu anda Türkiye’in en çok tanınan ve konuşulan adamı kim? Hiç kuşkusuz Kurtlar vadisi dizisinin başrol kaahramanı Polat Alemdar’dır yanıtını vermiş kendine. O halde demiş; ben Polat Alemdar’ ı Diyarbakır cehennemine yollayayım, benim/bizim gördüğüm/gördüğümüz işkenceleri ona göstereyim/yaşatayım böylece Polat’ın bütün hayranlarına bu cehennemi anlatmış olurum.

Belki kitabın kurgusunu böyle kurmuş, Polat Alemdar’ ı bir film şirketinin zaman makinesine bindirip 0nu 1450 yıllarına İstanbul’ un fethine yollamış, fakat zaman makinasının kafası karışmış/arızalanmış Polat Alemdar 1982 yılında Diyarbakır cezevinin bir havalandırmasına düşmüş, burada bu cezaevinin iç güvenlik amiri yüzbaşı Esat Oktay Yıldıran’ın eline geçmiş. Onu tehlkeli bir PKK li veya Rus ajanı zan eden Esat Oktay Yıldıran işkence tezgahına almış, „Ben artistim,  2006 yılından 1450 lerde İstanbul’un fethine giderken zaman makinası bozuldu, buraya düştüm” diyen Polat’ın kendisini kafaya aldığını, eğitimli bir kominist olduğunu düşünen Esat emirle ve işkenceyle ona bir fare yedirir.

Ve bu sahneden sonra Polat Alemdar, yavaş yavaş Diyarbakır cehenemini yaşamaya başlar. Yıl 1982 dir. Kendisi 2006 yılından gelmektedir 1982 den sonra Türkiye’de olan bitenleri arkadaş olduğu tutuklulara yer yer anlatır ama herkes onu deli veya manyak biri  sanır.
Sevgili Mesut kitabında yeryer işkence altında yaşanan olayları komik fıkralar şeklinde de anlatmıştır. Bu bölümler sanki senaryonun dışındaymış gibi duruyor, keşke o olayların kahramanı da Polat olsaydı diye düşündüm kitabı okurken.

Birde tanıdığı bazı tutukluları anlatmış. Örneğin Deza Hüs’i okurken gözlerim yaş doldu. Çünkü 1981′ in başında onunla 35. Koğuş olarak tabir edlen hücrelerde kalıyorduk. Geceleri subaylar askerlerle birlikte gelir, hücrelerin kapılarını açar, ismen tanıdıkları ama şahsen tanımadıkları bir tutuklunun adını söyler, onun dışarı çıkmasını isterlerdi. Biz hapimiz o anda dilsiz kesilirdik. Yakamıza tektek yapışıp adımızı soraralardı. Bizden ses çıkmayaınca tekme tokat cop ve kalaslarala vurmaya başlarlardı. Deza Hüs iri yarı ama okuma yazması olmayan bir adamdı. Demekki onu önemli biri zan etmişlerdi ki üç beş kişi zor bela hücreden dışarı çıkardı, döve döve dış salona kadar götürdüler, yarım saatten faz edeta linç ettiler ama Deza  Hüs buna rağmen adını bile söylemedi.

Sevgili Mesut’un kitabında Deza Hüs’ün gündüzün ortasında Siverekte Kontrgerilla tarafından silah zoruyla bir taksiye bindirildiğini ve bir daha kimselerin onu görmediğini okuyunca hıçkırıklarımı tutamadığımdan  bilgisayarımın faresi ve klaviye tuşlarına basarak Yusuf Hayaloğlunun „Ah ulan Rıza” şiirini dinlemeye başladım.

„Sanki dev bir taş ocağını Kökünden dinamitleyip üstüme devirdiler!…
Ah dostum… O kocaman gövdene O beyaz kefeni nasıl kıyıp giydirdiler?
O zalim tabutun tahtalarını Senin üstüne nasıl böyle çivilediler?…”

 

Hayaloğlu şiirini okurken ben Deza Hüs ile ölümlere gidip geldim.
Oysa Deza Hüs’ ın o kocaman gövdesine o beyaz kefeni bile giydirmediler.
O zalim tabutun tahtalarını onun üstüne öyle çivilemediler:
Ona o bir zalim tabutu bile fazla gördüler…….

Tekrar Kitaba dönersem, Esat Oktay Yıldıran’ın  öldürülmesi iyi anlatılmış ama cezaevinde katledilen kardeşinin intıkamını almak için İstanbul’a giden Azat’ ın onu sanki bir kann davası için cezalandırması gerçeklere aykırıdır diye düşündüm.

Sevgili Mesut kurguyu iyi kurmuş, ama olayları, cezaevinde olup bitenleri bir roman gibi veya bir sanaryo gibi anlatamamamış, Yer yer bu başarıyı göstersede direnişleri kendi başına düz bir anlatımla kaleme almayı yeğlemiş. Oysa madem ki olayın başkahramanı Esat ile Polattır, yaşanan her şeyi bu ikilinin etrafında anlat. Çektiğin acıları Polat’a çektir. Boku onun kafasına sür, copu ona sokturt!

Kitabın sonuda ilginç, Direnişler sonucu Diyarbakır cehennemi cennete çevrilmiş, Polat Alemdar tutuklu arkadaşlarıyla top oynamaktadır. Aniden büyük bir gürültü kopar Polat gökyüzüne doğru uçar ve kayp olur. Dört yıl sonra zaman makinası onarılmış ve 2010 yılında Polat İstanbula geri alınmıştır. Karşısında basın ordusu vardır, bütün Türkiye Polat’ı merak etmektedir, telvizyonlar gezeteler radyolar onunla röportaj yapmak için izdiham yaratırken Kitap bitiyor!
Bana göre kitap tam olarak burada başlamalıydı. Ve bu kitap 155 sayfa değil, en az beşyüz sayfa olmalıydı. Bundan sonrasını Polat Alemdar kendi başından geçenleri, daha doğrusu Diyarbakır cehennemini en ince ayrıntılarına kadar anlatmalıydı, televizyon kameramanları, gezeteteciler ve radyo muhabirleri onun anlattıklarını aniden bütün dünyaya duyurmalıydı.

Ama sevgili Mesut, ! İnsan Polat Alemdar’ ı Diyarbakır Cehennemine götürür, dört yıl ona o azabı çektirir, zaman makinesi ile 2010 yılına götürür, basının karşısına çıkarır da ona tek bir sözcük söyletmeden perdeyi kapatırmı?

 

Selim Çürükkaya

1954 te Bingöl' de doğdu. Öğretmen okulundan mezun oldu. Siyasi nedenlerle on bir yıl hapis yattı. Gazeteci ve yazar. Yayınlanmış 10 Kitabı var. Siyasi mülteci olarak Almanya'da yaşıyor.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Başa dön tuşu