Makalelerim

Doreş, Derdık u Zel

Dağların başında mı ağaçların arasında mı desem, gözlerden uzak, haritalarda yeri, kayıtta adı olmayan bir köymü desem bilemem. Öyle bir yerdi.  Düz yolu olmadığı için oraya araba uğramazdı,  ayın yıldızların ve gaz lambasının ışığından faydalanan köy sakinleri  elektriğin ne olduğunu bilmezdi.

Selim Çürükkaya / Okuduğum masal kitaplarının tümü, bir varmış bir yokmuş, evel zaman içinde, kalbur saman içinde, ile başlardı. Bende ekliyorum : Horoz  imam iken, tahta kurusu şoför iken, fare berber iken, kedi çoban iken, tilki kasap iken, ayı bakal iken bir dağ köyü vardı, adı Tuuns tu.
 Dağların başında mı ağaçların arasında mı desem, gözlerden uzak, haritalarda yeri, kayıtta adı olmayan bir köymü desem bilemem. Öyle bir yerdi.  Düz yolu olmadığı için oraya araba uğramazdı,  ayın yıldızların ve gaz lambasının ışığından faydalanan köy sakinleri  elektriğin ne olduğunu bilmezdi.

 

Bu köyde bir adam yaşardı, adı Doreş ti. Dört çocuğu, bir de karısı vardı. Çocularının ikisi erkek, üçü kızdı. Karısının adı da Derde idi. Çok yoksuldu  Doreş, kıt kanat geçinirdi. En büyük kızı Gurci, karnını doyurmak karşılığında köyün şeyhinin evinde hizmetkarlık yapardı. Diğer çocukları henüz çocuktu. Doreş  zazaki  konuşurdu, başka bir dil bilmezdi, okuma yazması yoktu. Annesi, babası çoktan ölmüştü, bir tek kardeşi vardı, o da daha genç yaşında hastalanıp ölmüştü. Başkada hiç kimsesi yoktu Doreş’in. Normal de sessiz bir adamdı. Fazla konuşmazdı, gülmez di de. Belki dertleri çoktu, onu da kimselere anlatmazdı. Her kes ile arası iyi idi, kimselere bir zararı dokunmazdı, dedikodu bilmezdi, kötülüğü sevmezdi, herkesin yardımına koşardı.
Onun bütün köylülerden ayrı bir tarafı vardı. Güzel Kaval çalardı. Çalardı demek yetmiyordu, Kaval ile birlikte ağlardı, o derdini meramını, acılarını kederlerini, elemlerini Kavalla anlatırdı. Öylesine dertli çalardı ki, dinleyen herkesi ağlatırdı. Bu dağ köyünde, böylesine kaval çalmayı kimden nasıl öğrenmişti, kimseler bilmezdi. Oda bu konuda kimselerle konuşmazdı. Sessizliğinin sesiydi kavalı, diliydi, sevgisiydi, eliydi, geçmişiydi, geleceği idi. Bu dünyada belki de en çok kavalını severdi, Dut ağacından el sanatıyla yapılmıştı, kalındı, boğum boğum du, güzel bir rengi vardı, gözü gibi kavalına bakardı, onu el işlemeli kılıfında saklardı. Gittiği her yerde kendisi ile birlikte götürürdü, dertleri depreşti mi, kavalını çeker, dertlerini ona üflerdi.
Küçük bir evi vardı Doreş’in, tek bir odaydı, kışın çocuklarla birlikte bu tek odalı, küçük pencereli köy odasında yaşardı. Yazın  çocuklar yine bu odada uyurken, Doreş yatağı, yorganı damın üzerine çıkarır, Derde’ si ile yıldızların altında yatardı. Derde’ sini kavalı kadar severdi,  bunu kimselere sezdirmezdi. Ama köydeki herkes Doreş’in Derde yi çok sevdiğini bilirdi.
Doreş, Derde  ve Kaval bir üçlü gibiydi ve bu üçü arasında bir aheng vardı. Sanki Doreş, onlarsız, onlar da Doreş’ siz olmazdı.
Anlatırlar ve derler ki;  Derviş,  bir kış günü evindeki ocağın başında ateşin önünde ısınırken kendisine bir haber geldi. Ulak Bingöl’ e bağlı Sirin köyünde bir düğün olduğunu, düğün sahibinin kendisini davet ettiğini söyledi. Biraz düşünen Doreş, ayağa kalktı, duvarda asılı Kavalını aldı, Derde’ sinden izin istedi, yolla koyuldu. Masallardaki  gibi az gitti uz gitti, yokuş tırmandı, dere geçti, istenen zamanda Sirin köyüne vardı, düğüne gelen davetliler oturmuş,  Doreş’i beklemişti, odaya girdi, selam verdi, gösterilen yere sessizce oturdu, kavalını dizlerinin üzerine koydu. Kendisine sıcak bir çay ikram edildi. Herkesin bakışlarının altında çayını yudumlayan Doreş, çay bardağını yanında bekleyen adamın elindeki  tepsinin üzerine bırakınca, kavalını kılıfından ustaca çıkardı, kılıfı bağdaş kurup oturduğu minderin yanına  bıraktı, kavalın ağzı dudakları ile buluşunca, parmakları kavalın delikleri üzerinde oynamaya  başladı. Dikkatle Doreş’i izleyen kişilerin,  gözleri kavalın delikleri üzerinde  dans eden parmaklara odaklanırken, kulakları müziğin nağmeleri ile doldu.
O gece zazaca da ne kadar lavık vardıysa, Doreş kavalıyla seslendirdi. Herkes mest oldu. Bu kadar sessiz sedasız bir adam, kavalıyla nasıl olurda bu kadar insanları etkileyebiliyordu? Kimseler bunun sırını bilmiyordu. Gecenin geç saatlerinde cemaat dağıldı, evden çıkan herkes Doreş’i evine davet etti, ama o hiç kimsenin davetini kabul etmedi. Ev sahibiyle baş başa kalınca, “bana müsaade et, ben gideceğim” dedi.
Ev sahibi itiraz etti: ” Bu kış kıyamette, gecenin bu geç saatinde seni bırakamam” dedi . Ama onu durduramadı, Doreş, Derde’sine o  gece kavuşmak istiyordu. Kılıfı kavalına geçirdi, düğün sahibi Doreş’i durduramayacağını anlayınca, elini ceketinin cebine indirdi, vedalaşınca Doreş köyden ayrıldı. Elinde kavalı, yönünü Derde sine döndü ve çevik ayakları ile yürüdü, hafif kar yağıyordu, hava soğuktu, yol uzaktı, dağların arasından geçecekti, aç kurtlar vardı, çakal sürüsü uluyordu, karın üzerindeki tilki izleri birbirine karışmıştı, dereler donmuştu, meşe ağaçları üşüyordu, gece kuşları susmuştu. Ama o bir kez koymuştu kafasına, gidecekti  ve gitti.
 Bir ara hava karardı, önce yağmur yağdı, ardından kar, rüzgar esti, kar tipiye dönüştü ve Doreş yolunu şaşırdı, hangi tarafa gittiğini bilmiyordu. Yüzüne kar vuruyordu, her taraf kar kesti, gitti Doreş ve gidemedi, yerine oturdu, oturamadı, tekrar ayağa kalktı, düştü, kalktı…..Başı dolandı. Gördüğü her şey beyazdı, soğuktu her taraf… Düştü bir daha beyaz olan her şey bu kez siyah oldu karanlık, karanlık karanlık….. Kar Doreş’e yorgan oldu ve orada ebedi uykusuna daldı.
Aradan günler geçti, Doreş yoktu. Derde, Doreş in Sirin’e gittiğini köylülerin kulaklarına fısıldadı. Sirin ile Tuunst güzergahında kış olmasına rağmen, gidenler, gelenler oldu. Hiçbir yerde Doreş’in izine rastlanmadı. İlk bahar geldi, karlar ağlayarak toprağı terk etti, keçilerini otlatmaya götüren bir çoban, dağın yamacında eriyen karların altında bir karartı gördü, yanına gitti, Doreş, Kavalını kucağına almış uyuyordu. Ölüm haberi  köylere tez ulaştı.  Doreş’i seven köylüler, cenazesini köyüne ulaştırdı, Derde’ nin yanaklarından nohut tanesi kadar göz yaşları döküldü. Doreş’in Kavalı susmuştu kendisi gibi. Üçlü nün sırrı bozulmuştu, Derde ağlıyordu sessizce, Kaval ve Doreş ‘te onun gibi sessizdi..
Yöre insanları  kavalının hatırına Doreş’in donarak boğulduğu Dağın adına”Koyi Doreş” adını verdi. Kavalı Doreş’in çok sevdiği arkadaşı Selim’ e emanet edildi. Derde yetim kalmış çocukları ile kaldı, imkansızlıklar içinde çocuklarını büyüttü, gururla baktı dünyaya, tam elli yıldır giden Doreş’i bir gün döner gelir gibi bekledi, şimdi hala yaşıyor belki de seksenine merdiven dayadı,  eli sekiz yaşında, şimdiye kadar evlenmemiş kızı Gurci ile yoksulluk içinde yaşıyor. Doreş’i ni ve kavalını özleyerek.
Derdık köyünde yoksulluğuyla beklerken, yıllar geçti, Derdık’ın köylüleri  Daracık köyden dağıldı, şehirlere giiti, okuma yazma olanaklarına kavuştu, evlendiler, çoğaldılar, dünyaya dağıldılar,yabancı diller öğrendiler, meslek sahibi oldular, paraları oldu.  Teknik olanaklardan yararlandılar, internet denilen harikadan Facebook denilen bir odada bir araya geldiler. Bu ara  Tuunst köyüne giden bir Tuunst’lu Derdık’ ın dünyaya  gururla bakan fotoğrafını yayınladı. Ve bu fotoğrafı gören Avrupa’nın dört bir yanına dağılan Derdık’ın  köylüleri ona yardım topladı. Tuunst ta giden biri bu yardımı Derdik e ulaştırdı ve kendisini unutmayan köylülerinin selamlarını sevgilerini söyledi. Derdik,  hediye olarak götürülen bastonu eline aldı, siyah kaputunu, deri botunu giydi, sevenlerinin sevgisi karşısında hüngür hüngür ağladı, nohut büyüklüğünde sevgi göz yaşları ilk olarak yanaklarından yuvarlandı ve kameraya böyle göründü.

Selim Çürükkaya

1954 te Bingöl' de doğdu. Öğretmen okulundan mezun oldu. Siyasi nedenlerle on bir yıl hapis yattı. Gazeteci ve yazar. Yayınlanmış 10 Kitabı var. Siyasi mülteci olarak Almanya'da yaşıyor.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Başa dön tuşu