Makalelerim

Komutanlara zehir

Selim Çürükkaya / GATA Komutanı Ömer Şarlak Anılarını yazmış, Hürriyet gazetesinin haberine göre, daha kitap yayınlanmamış ama kitapta geçen „Genel Kurmay Merkezine zehirli kahve ikramı!” veya „Siyanürlü gün” olayı gazetelerde manşet haber olarak yayınlanmış……

Haberi okuyunca, 1991 yılında Bekaa Vadisi’nde bana olayı anlatan Pazarcık’lı Mustafa geldi aklıma. Mustafa’nın o gün bana anlattığı zehirleme olayını pek çok arkadaşıma anlatmış, ama bu güne kadar hiçbir yerde yazmamıştım.

Bugün Hürriyet gazetesinde ard arda çıkan iki haberi okuyunca ve haberlerde doğru olmayan bazı bilgileri görünce, birde bu olayda çözemediğim sırlar üzerinde yeniden düşününce, bildiklerimi kamuoyu ile paylaşmayı gerekli gördüm.

1991 kışıydı, havalar soğumuş, kar yağmak üzereydi. Mahsum Korkmaz Akademisi’nde, yaklaşık olarak 400 gerilla  adayı vardı ve eğitim görüyorlardı. Ben akademinin yönetiminde görevliydim. Eğitim işleri sorumlusuydum. Birgün, derste saatlerce süren konuşmamın ve tartışmaların ardından, derse ara verince teneffüse çıkmıştım.

 

Yalnız başıma sigara içerek yürüyordum. Önce ayak seslerini duymuş, dönüp baktığımda genç bir gerilla adayının ardımdan geldiğini fark etmiştim. Gözgöze geldiğimizde gülümseyerek:

„Heval Selim, ben Mustafa sizinle bir konuyu konuşabilir miyim?” diye sorunca, bende: „Buyrun tabi” demiştim.
Yan yana yürüyorduk, bana baktı, biraz duraksadı, sonra yutkundu:

„Benim buraya neden geldiğimi biliyor musunuz?” diye sorunca;

„Hayır” dedim ve hemen ekledim „Neden gelmişsiniz?”

„Bir arkadaşım var, durun o­nu da çağırayım” dedi.

Arkadaşı yanımıza gelinceye kadar, bana olayın püf noktasını anlattı:

„Biz Türk ordusunun kuvvet komutanlarını zehirledik, ondan sonra buraya geldik, parti konuyu biliyor” dediğinde çok heyecanlıydı.

Konunun bütün ayrıntılarını merak ettiğimden „Tamam, dersten sonra ikinizi yönetim binasına çağıracağım ve sizi dinleyeceğim” dedim.

Yarım kalan dersi bitirince, Batman’lı Osman ile Pazarcık’lı Mustafa‚yı yanıma alarak yönetim binasına gittim. İkisini oturtunca ben de karşılarına oturdum „evet sizi dinliyorum” dedim.

Mustafa:

“Ben Tugaydaki sorumlu yarbayın emir eriydim. Bir gün, Faxla yarbaya gelen bir kağıda bakmıştım. Kuvvet komutanlarının 4 Kasım 1991 günü tugaya gelip yemek yiyeceklerini, bu nedenle gerekli hazırlıkların yapılmasını emrediyordu. Faxı okuyunca, durumu Tugayın lokanta bölümünde çalışan Osman’a söyledim. Kendi aramızda tartıştık , beş kuvvet komutanı buraya gelecek, silahları bulalım, beşini de öldürelim, o­ndan sonra da kendimizi öldürelim, halkımızın katliamına da böylece dikkat çekeriz” diye düşündük.

 

Tabi bizim PKK İstanbul il örgütüyle ilişkilerimiz de vardı. Osman bana “arkadaşlarla görüşelim, zehir isteyelim, ben yemeklere koyayım bunları zehirleyerek öldürelim” önerisinde bulundu. Bu öneri bana da mantıklı geldi, kararlaştırdık örgütle görüşmeye gideceğiz dedik ve randevu aldıktan bir kaç gün sonra, gidip örgütün İstanbul sorumlusuyla görüştük. Arkadaşa durumu ve ordu evinin yapısını anlatınca O’da heyacana kapıldı ve “kalkın oraya gidelim” dedi. Birlikte, askerlik yaptığımız yere gittik, o­nu albayın odasına dahi çıkardık. Her tarafı inceledik, bize “benden haber bekleyin” dedi ayrılıp gitti. Biz ise heyecanla haber bekliyorduk.

Aradan günler geçti.

Kimse aramayınca, tekrar biz gittik, aynı kişiyle görüştük. Bize:

“O işi unutun, parti bu tür eylemlere karşıdır!”, dedi.

Biz israrlı davranınca kızdı ve ayrılmak zorunda kaldık. Komutanların geliş tarihi yaklaştıkça bizim uykularımız kaçmaya başladı. Dayanamadık bir daha randevu aldık.

“Ne olur bize Siyanur bulun, siz hiç olaya karışmayın” dedik. İstanbul sorumlusu, olayın yapılmasından yanaydı ama “partinin “ kesinlikle müsaade etmediğini söylüyordu. Çok ısrar ettik, belki bizim yapamayacağımıza kanaat getirdiğinden “tamam, ben size zehir bulacağım”dedi. Randevulaştığımız yere üç saat sonra geldi, bir kâse kağıdı dolu fare zehiri getirmişti. Biz Siyanür demiştik, ama fare zehirine razı olmak zorunda kalmıştık.

 

Fare zehirini günlerce Orduevi’nde sakladık. Nihayet o gün geldi, biz geceden hazırlıkları yapmaya başladık. Bütün yemeklere, tatlılara, pastalara, çorbalara, masaların üzerindeki tuzluklara, biberliklere, limonluklara zehiri kattık. Yemek saati geldi, “Komutanlar askerlerle yemek yiyecekler, ama kahveyi orada içecekler”dendi.

 

Biz hemen planımızı kahve üzerine kurmaya başladık, görev bölümü yaptık. Kahveleri ben ve Osman yapacaktık. Herkes ‘hazır ol’ vaziyette komutanları bekliyordu. Yemekler de ‘hazır ol’ daydı. Neyse komutanlar geldiler, kendileri için hazırlanan odaya çıktılar. Kahveleri hazırladık, zehiri kattık, bütün cesaretimi topladım, kahve tepsisini alarak odaya girdim, kahveleri herkesin önüne bir bir koydum. Genel Kurmay Başkan’ı Güreş kahveden bir yudum alınca ben daha odadan çıkmamıştım.

“Bu kahve çok acı”deyince kapıdan çıktım. Beni bekleyen Osman’la birlikte hızla alt kata inerek, binayı terk etmeye çalıştık. İndiğimiz alt katın koridorunda o­nlarca özel tim elemanı midesini tutmuş kusuyordu. Binadan hızla uzaklaştık, büyük bir eylemi başarmış, halkımızın intikamını almış olmanın hazzıyla kayıplara karıştık.”

Mustafa‘yı dinleyince, en azından gazetecilik merakımdan dolayı “bu bomba gibi bir haberdir” diye düşündüm ve hemen haberin kurgusunu kafamda kurmaya çalıştım. Dinlediğim kişileri takımlarına yolladım. Bir müddet sonra Abdullah Öcalan çıkıp geldi. Olayı kısaca kendisine anlatmaya başladığımda, hemen küplere bindi, kızardı, bozardı, köpürdü:

“Serseriler, neden anlatıyorlar bu tür şeyleri, ben o­nların ayaklarını analarının bilmem neresine sokarım” dedi. “Bir daha bu tür şeyleri kimseye anlatmasın o serseriler” uyarısında bulunup çıktı. Bense olayı anlattığıma pişman oldum.

Bir daha da bu olay üzerine kimse tek laf konuşamadı. Osman ile Mustafa da sus pus kesilmiş, kuşkulu gözlerle çevrelerine bakar olmuşlardı. Öcalan, o­nları büyük bir suç islemiş kişiler olarak görüyor, düşmana bakar gibi bakıyordu. Onlarla tek kelime konuşmuyordu.

O zaman, insiyatifi dışında sahiplerini az kalsın ortadan kaldıran bu iki kişiye diş biliyen Öcalan, onları birlikte aynı yere, Güney-batıya gönderdi, ölüm haberleri tez geldi, İstanbul’un iki sorumlusunun da aynı yıl ortadan kaldırıldığını çok sonraları öğrendim.

 

28.11.2004

 

Selim Çürükkaya

1954 te Bingöl' de doğdu. Öğretmen okulundan mezun oldu. Siyasi nedenlerle on bir yıl hapis yattı. Gazeteci ve yazar. Yayınlanmış 10 Kitabı var. Siyasi mülteci olarak Almanya'da yaşıyor.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu