Güncel

Atma Recep, Yutmazlar!

4- Kürdistan iç politikası Elcezire Cephesi Komutanlığı tarafından yönetilecektir.Büyük Millet Meclisi başkanlığı ile muhabere eder. Vilâyetler tarafından takip edilecek hareketi düzenlemek ve birleştireceği için reislerin ve idarî memurların muhatabı cephe komutanlığıdır.

Selim Çürükkaya / Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayip Erdoğan 2019 Yılınının Mart ayında yapılacak olan Belediye Seçimleri propaganda mitinglerinde sık sık şu görüşleri tekrarladı: “Türkiye‘de Kürdistan diye bir yer yoktur. Bizde Doğu Anadolu var, Güneydoğu Anadolu bölgesi vardır. Kürdistan Kuzey Irak’tadır, isteyenler defolup oraya gidebilirler!”

Erdoğan bu sözleri, ya kendi cehaletinden ya da Türklerin cehaletinden dolayı sarffeti. Ya da düpedüz yalan söyledi.

Artık çok güçlendiği için “yalan söyledi” sözlerimi kendisine yapılmış bir hakaret sayabilir. Ve bu makaleyi paylaşanlar hakkında dava açabilir. Değerli Kürt Bilgesi Musa Anter’in taktiği ile, lafı değiştireyim; Yavuz Sulatan Selim Han, Mevlana İdrisi Bitlisi, Evliya Çelebi, Kanuni Sultan Süleyman ve tarih kitapları, “Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayip Erdoğan yalan söylüyor diyorlar” diyeyim. Ben, haşa ve süme haşa o kelimeyi kendisi için kullanmam!

Veya daha kibarcası Recep Tayip doğru söylemiyor şeklinde cümleyi kurayım.

Söylediklerimi ispatlamamı mı istiyorsunuz? İşte Kanıtlarım: 1941 Yılına kadar Kürtlerin çoğunlukta yaşadığı ve Türkiye‘nin işgali altındaki bölgenin adı Kürdistan’dı. 1941 tarihinde Ankara’da coğrafya kongresi toplandı. Bu kongrede Kürdistan’ın adı “Doğu ve Güney Doğu Anadolu bölgesi” olarak değiştirildi.

Belgesi:

„ Birinci Türk Coğrafya Kongresi, 6-21 Haziran 1941 tarihinde Ankara’da yapılan ve Türkiye’nin 7 ana coğrafi bölgeye ve 21 coğrafi bölüme ayrıldığı kongre. Bu kongrede Türkiye;

Akdeniz Bölgesi

Doğu Anadolu Bölgesi

Ege Bölgesi

Güneydoğu Anadolu Bölgesi

İç Anadolu Bölgesi

Karadeniz Bölgesi

Marmara Bölgesi olarak 7 ana coğrafi bölgeye ayrılmıştır.“ [i]

Bu kongreden sonra bu günkü resmi Türkiye topraklarında eskiden Kürdistan diye bir bölgenin olup olmadığına bakalım. Ve Türklerin ataları olarak kabul edilen Mustafa Kemal’in bizzat bu konudaki görüşlerine baş vuralım:

„Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetinin Kürt Politikası

Daha sonra Misak-i Millîde, “Osmanlı Devleti’nin Arap olmayan Müslüman çoğunlukların bulunduğu bölgeler için bağımsızlık talep eder” tarzındaki ifade, Kürtleri de içine aldığı şeklinde yorumlanmaktadır

Kürt Politikası Konusunda Bakanlar Kurulu Talimatı”

Elcezire cephesi Komutanı Nihat Paşa’ya 27 Haziran 1920 tarihinde Büyük MilletMeclisi Reisi Mustafa Kemâl imzası ile gönderilen Bakanlar Kurulu talimatı:

“Tedricen bütün memlekette ve geniş ölçüde doğrudan doğruya halk tabakalarının ilgili ve etkili olduğu surette mahallî idareler kurmak iç politikamızın gereğidir. Kürtlerin oturdukları yerlerde ise, hem iç politikamız hem de dış politikamız açısından tedricen mahallî bir idare kurmayı lüzumlu görmekteyiz.

2- Milletlerin kendi kaderlerini kendilerinin idare etme hakkı bütün dünyada kabul edilmiş bir prensiptir. Biz de bu prensibi kabul etmişiz. Tahmin olunduğuna göre Kürtlerin bu zamana kadar mahallî idareye ait teşkilâtlarını tamamlamış ve lider ve nüfuzlu kişileri tarafından bu amaç için bizim tarafımızdan kazanılmış olması ve kararlarını ortaya koydukları zaman kendi kaderlerine zaten sahip olduklarını Türkiye Büyük Millet Meclisi idaresinde yaşamaya talip olduklarını ilân etmelidir. Kürdistan’daki bütün çalışmanın bu amaca yönlendirilmesi Elcezire Cephesi Komutanlığına aittir.

3- Kürdistan’daki Kürtlerin Fransızlar ve özellikle Irak hududunda İngilizlere karşı düşmanlıklarını silâhlı mücadele ile değiştirilemez bir dereceye vardırmak ve yabancılarla Kürtlerin birliğine engel olmak, tedricen mahallî idareler kuruluşunu hazırlamak ve bu suretle kalben bize bağlılıklarını sağlamak Kürt reislerinin idarî ve askerî makamlarla görevlendirilerek bize bağlılıklarını güçlendirmek gibi bir hareket tarzı kabul olunmuştur.

4- Kürdistan iç politikası Elcezire Cephesi Komutanlığı tarafından yönetilecektir.Büyük Millet Meclisi başkanlığı ile muhabere eder. Vilâyetler tarafından takip edilecek hareketi düzenlemek ve birleştireceği için reislerin ve idarî memurların muhatabı cephe komutanlığıdır.

5- Elcezire Cephesi Komutanlığı idarî ve adlî veya malî değişiklik ve düzenlemelere lüzum gördükçe bunun uygulamasını hükümete teklif eder.Bu konu, 20 Ocak 1921 tarihli Teşkilât i Esasiye Kanunu ile de anayasal bir statüye getirilmiştir. „[ii]

https://www.youtube.com/watch?v=MS8Cs9eMtq4

Recep Tayıp Erdoğan Mustafa Kemal’i ve birinci Meclisi kabul etmiyor, onlar da yalan söylüyor, ben doğru söylüyorum diyorsa; 1611 ve 1682 yılları arasında yaşamış Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesine baş vuralım:

„Hükûmetleri bunlardır: Hükûmet-i Cezîre, Hükûmet-i Eğil ve Hükûmet-i Genc ve Hükûmet-i Palu ve Hükûmet-i Hazro. Bu zikr olunan sancaklar eyâlet-i azîm kadar Kürdistan içre hükûmetlerdir, ve’sselâm.“[iii]

Evliya gibi Çelebi‘ye de „yalancıdır“ diyecekse, kendilerinin çok sevdiği iki tanığı daha getirelim. Bunlar, Yavuz Sultan Selim (27 Nisan 1470- Eylül 1520)  ve Mevlana İdris i Bitlisi’dir. Bakın ikisini anlatan kitaplar ve belgeler ne diyor:

„İdris-i Bitlisi ‘Şah-Name’ eserinde 1514 Çaldıran Savaşı ve Öncesinde yaşanan gelişmeleri gayet açıklayıcı bir şekilde kaleme almıştır. Kürdistan’ı bir ülke olarak ele alan İdris-i Bitlisi, günümüz tarihçilerinin ‘Doğu Anadolu’ kavramının ‘Osmanlı Toprağına ilhak’ edildiği tezlerini çürütmektedir. İkinci bölümde, Kürdistan memleketleri, Osmanlı memleketleri ifadeleri üzerinden Kürt-Osmanlı ittifakını irdelemeye devam edeceğiz. İdris-i Bitlisi İslam Sultanı olarak ifade ettiği ‘Yavuz Sultan Selim’in’ ‘Türk ve Fars ülkesinin Padişahı’ olarak tanımlarken, Kürdistan’ın Kürtler tarafından yönetildiğini belirtmiştir. Kürtler ve Osmanlı arasında bağlayıcı unsurun ‘Sunni-İslam’ olduğu bu çatı altında birleştiklerini anlamaktayız. Bununla beraber, ikinci bölümde Osmanlı ve Kürt ordusunun Türkmenler üzerine ‘İç Anadolu’da’ nasıl yürüdüklerine de değineceğiz.

1514 Çaldıran Savaşı’nın sonuçları;

Osmanlı ve Kürt Beylikleri Arasında Yapılan antlaşma:

A– Yavuz Sultan Selim Kürt beyliklerinin özerkliklerini tanıdı ve bunu fermanla onayladı.

B– Sultan Selim Kürt beylikleri ile bir antlaşma imzaladı. Bu antlaşmaya göre Kürtler, Osmanlı Devleti’nin müttefiki olarak onların komşu ülkelerden herhangi birine karşı yapacakları savaşa katılmaya mecburdurlar. Bu antlaşmanın metni şöyledir.

1. Bu antlaşmayı imzalayan beyliklerin herbiri kendi bağımsızlıklarını koruyacaklardır.

2. Kürt Mirliklerinde yönetim babadan oğula geçecek veya eskiden beri devam etmekte olan oranın örf ve adetlerine dayanılarak yeni emir seçilecek ve padişahtan onaylanacak fermanla bu emirin yetkisi kabul edilecek.

3. Kürtler, Osmanlıların bütün savaşlarına katılacaklardır.

4. Osmanlılar Kürt beyliklerini bütün dış saldırılardan koruyacaklardır.

5. Kürtler, halifeliğe ananevi dini hediyelerini ödeyeceklerdir.“[iv]

Bu belgelere de inanmıyorsa Kanuni Sultan Süleyman`ın Fransa Kralı Fransuva’ ya yazdığı mektubunda kullandığı Kürdistan kelimesini gösterelim:

Ben ki, Sultanlar sultanı, hakanlar hakanı hükümdarlara taç veren Allah’ın yeryüzündeki gölgesi, Akdeniz’in ve Karadeniz’in ve Rumeli’nin ve Anadolu’nun ve Karaman’ın ve Rum’un ve Dulkadir Vilayeti’nin ve Diyarbakır’ın ve Kürdistan’ın ve Azerbaycan’ın ve Acem’in ve Şam’ın ve Halep’in ve Mısır’ın ve Mekke’nin ve Medine’nin ve Kudüs’ün ve bütün Arap diyarının ve Yemen’in ve daha nice memleketlerin ki, yüce atalarımızın ezici kuvvetleriyle fethettikleri ve benim dâhi ateş saçan zafer kılıcımla fetheylediğim nice diyarın sultanı ve padişahı Sultan Bayezıd Hân’ın torunu, Sultan Selim Hân’ın oğlu, Sultan Süleyman Hân’ım. Sen ki, Françe vilayetinin kralı Françesko (François, Fransuva)’sun. Sultanların sığınma yeri olan kapıma, adamın Frankipan ile mektup gönderip, memleketinizin düşman istilâsına uğradığını, hâlen hapiste olduğunuzu bildirip, kurtulmanız hususunda bu taraftan yardım ve medet istida etmişsiniz (istemişsiniz). Her ne ki demiş iseniz benim yüksek katıma arz olunup, teferruatıyla öğrendim. Padişahların mağlup olması ve hapsolması tuhaf değildir. Gönlünüzü hoş tutup, hatırınızı incitmeyiniz. Bizim ulu ecdadımız, daima düşmanı kovmak ve memleketler fethetmek için seferden geri kalmamıştır. Biz dahi onların yolundan yürüyüp, her zaman memleketler ve kuvvetli kaleler fetheyleyip gece, gündüz atımız eğerlenmiş ve kılıcımız kuşanılmıştır. Allah hayırlar müyesser eyleyip meşiyyet ve iradatı neye müteallik olmuş ise vücuda gele. (Allah hayırlar versin ve iradesi neyse o olsun.) Bunun dışındaki vaziyet ve haberleri adamınızdan sorup öğrenesiniz. Böyle bilesiniz.“[v]

Tekrar Mustafa Kemal’ın yazdıklarına dönersek; O arkadaşlarına yazdığı özel mektuplarında da Kürdistan Kelimesini kullanmıştır“Arkadaşlarımın bu alçakça suçlamaya karşı ne diyeceklerini bilemem. Yalınız kendi adıma açıklıyorum ki; Benim Anafartalar’da, Kürdistan’da, Suriye’de, başlarında bulunmaktan kıvanç duyduğum kahraman ordular, haydutların değil, Osmanlı ulusunun (daha Türk ulusunun varlığından haberi yoktur S.Ç) namuslu çocuklarından kurulmuştur..”

(Öyküleriyle Atatürk’ün Özel Mektupları, Sadi Borak, Çagdas Yayınlari, Istanbul, 1980, Sayfa: 139)

Sen bütün bu tarihi gerçekleri inkan edersen, artık bu inkarcılığınla tarihin sayfaları arasında yerini alacaksın! Ama gelcekte insanlık o sayfaları utanarak okuyacaklardır.

Tarihteki yerin, Nihal Atsız ile Mahmut Esat Karakurt’un yeri olacaktır artık. Bilesin! Kürtler için ne demişti Mahmut Esat Bozkurt? Onu da hatırlatayım:

 “Bunlara aşağı yukarı vahşi denebilir. Hayatlarında hiçbir şeyin farkına varmamışlardır. Bütün bildikleri sema ve kayadır. Bir ayı yavrusu nasıl yaşarsa o da öyle yaşar. İşte Ağrı’dakiler bu nevidendir. Şimdi siz tasavvur edin, bir kurdun, bir ayının bile dolaşmaya cesaret edemediği bu yalçın kayaların üzerinde bir hayvan hayatı yaşayanlar ne derece vahşidirler. Hayatlarında acımanın manasını öğrenememişlerdir hunhar, atılgan vahşi ve yırtıcıdırlar. Çok alçaktırlar. Yakaladıkları zaman sizi bir kurşunla öldürmezler. Gözlerinizi oyarlar, burnunuzu keserler, tırnaklarınızı sökerler ve öyle öldürürler!.. Kadınları da öyleymiş.” (Esat Mahmut Karakurt, 1 Eylül 1930, Akşam gazetesi)

Bir de tam olarak Hüseyin Nihal Atsız’ın kopyası gibisin:

“Türk milletinin başını belaya sokmadan, kendileri de yok olmadan çekip gitsinler. Nereye mi? Gözleri nereyi görür, gönülleri nereyi çekerse oraya gitsinler. İran’a, Pakistan’a, Hindistan’a, Barzani’ye gitsinler. Birleşmiş Milletlere başvurup Afrika’da yurtluk istesinler. Türk ırkının aşırı sabırlı olduğunu, fakat ayranı kabardığı zaman Kağan Arslan gibi önüne durulmadığını, ırkdaşları Ermenilere sorarak öğrensinler de akılları başlarına gelsin.” (Ötüken Dergisi Nisan 1967. Sayı 40)

Nice ırkçılar kafatasçılar gitti. Ama Kürtler ve Kürdistan duruyor orada.  Sizin atalarınız 1071 Yılında Kürdistan‘a geldiler. İslam olduğunuz için atalarımız onlara yer yurt verdiler. (vermez olaydılar) Sen şimdi kalkmış cahil cühelaya “var” olan  kocaman ülkenin “yok” olduğunu söylüyorsun.

Son olarak sana Kürdistan’ın neresi olduğunu tarif edeyim bak, bir oku da yüzün (varsa) biraz kızarsın:

Şeref Han Bitlisi, 1596-97 yıllarında kaleme aldığı Şerefname adlı eserinde ‘Kürtlerin memleketinin sınırları Okyanus’tan ayrılan Hürmüz Denizi [Basra Körfezi] kıyısından başlar; bir doğru çizgi üzerinde oradan Malatya ve Maraş illerinin nihayetine kadar uzanır. Böylece bu çizginin kuzey tarafını Fars, Acem Irak’ı [Güneybatı İran’ın Kuzistan Eyaleti] Azerbaycan, Küçük Ermenistan ve Büyük Ermenistan teşkil eder. Güneyine ise Arap Irak’ı, Musul ve Diyarbekir illeri düşer,” diyordu.


[i] https://tr.wikipedia.org/wiki/Birinci_Türk_Coğrafya_Kongresi

[ii] http://www.academia.edu/30344775/Birinci_Türkiye_Büyük_Millet_Meclisi_Hükümetinin_Kürt_Politikası

[iii] http://bizdosyalar.nevsehir.edu.tr/4614c6b6885a1f219d0b17a5311eda12/evliya-celebi-seyahatnamesi-yeni-baski-01—evliya-celebi.pdf

[iv] http://www.bitlisname.com/2018/11/23/kurt-osmanli-ittifaki-baglaminda-idris-i-bitlisi/

[v] https://tr.wikisource.org/wiki/Kanuni_Sultan_Süleyman’ın_Kral_Fransuva’ya_fermanı

Selim Çürükkaya

1954 te Bingöl' de doğdu. Öğretmen okulundan mezun oldu. Siyasi nedenlerle on bir yıl hapis yattı. Gazeteci ve yazar. Yayınlanmış 10 Kitabı var. Siyasi mülteci olarak Almanya'da yaşıyor.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu