Eski Yazılar

İki Kürt Avukatın Hali ve Trajedimiz

Not. Çok eskiden Av. İbrahim Güçlü ve Av. Hüseyin Turhallı hakkında yazdığım bir makaleme rastladım. Redakte edip yeniden yayınlıyorum. Hüseyin Turhallı’nın Güçlü’ye yaptığı hakareti bu gün de onaylamıyorum. Ama galiba Hüseyin Turhallı’nın İbrahim Güçlü’yü benden daha iyi tanıdığını kabul ediyorum.

Selim Çürükkaya / Geçenlerde Facebookta gezinirken, Kürt Av. İbrahim Güçlü’nün Suriye Kürdistan’ı ile ilgili bir makalesine rastladım. Bu makalede PYD nın yanlış politikalarını eleştiriyordu. Yazıda hiç kimseye hakaret yoktu. Fakat yazının altında başka bir Kürt avukat Hüseyin Turhanlı’nın yorumu vardı.

Yorum falan değildi, Av. İbrahim Güçlü’ye hakaret ediyordu. Bir Avukata yakışmayacak şekilde ‘yüzüne tükürmekten’ söz ediyordu. Bir Avukat başka bir Avukatı ihbarcılık yapmak ile suçluyordu! Av. İbrahim Güçlü, PKK içinde İnfaz edilen yüzlerce kişinin adlarını ve soyadlarını yazarak, Türkiye Büyük Millet Meclisinin ilgili komisyonuna, Diyarbakır savcısına ve kamuoyunun bilgisine sundu!

Bu görsel boş bir alt niteliğe sahip; dosya adı turhallı.jpg
Av. Hüseyin Turhallı

Başka bir Kürt avukat Hüseyin Turhallı ise, İbrahim Güçlü’ye, “senin listendeki kişiler öldürülmedi yaşıyor,” deme durumunda değildir. Onu susturmak için sen ‘ihbarcısın’ diyor, ardından yüzüne tükürüyor!

İbrahim Güçlü’nün, “katledilmişlerdir” diyerek adını verdiği kişileri, Avukat Hüseyin Turhallı daha iyi tanıyor! Ve tek tek kişinin öldürülüş öyküsünü İbrahim’den daha iyi biliyor!

Katledilen herkesin yurtsever olduğuna da inanıyor. Ve bir hukukçu olarak susuyor! Onları katledenlerin yüzüne tükürmüyor! Kendisi susuyor!

“Ey bütün Kürtler, ben katledilen binlerce evladınızın katledilmesi karşısında bir hukukçu olarak sustum, gelin benim yüzüme tükürün” diyemiyor! Ama katliamı açıklayan avukat arkadaşının yüzüne tükürüyor!

Sovyetler birliğinde rejimi eleştiren kitaplar yazdıkları ve bu kitapları Sovyetler dışında bütün dünyada yayınlandığı için, rejim tarafından ‘ana yurtlarına karşı ihanet etmişler ’ propagandasına kananların Andrey Sakharow ve Dr. JİVAGO romanını yazan Dr. Pastarnak’ ın yüzüne tüküren bazı Aydıncıkları hatırladım!

Kaç yıl sonra aynı şey bizim ülkemizde tekrarlanıyor!
Bu biz Kürtlerin büyük bir dramıdır!
Biz bu utançla nasıl yaşayacağız?
Ne zaman eleştiri yapmayı öğreneceğiz?
Ne zaman katliamı açıklayan yazarları onurlandırıp, katliamı yapanları lanetleyeceğiz?

Av. İbrahim Güçlü’nün yöntemlerine karşı benim de eleştirilerim olmuştur.
Ama ben eleştiri yaparım, hakaret etmem!
Çünkü benim yanlışları mahkum edecek gerçeklerim vardır. Ama inanıyorum ki, Sayın Turhallı, Av. İbrahim Güçlü’nün katliamla ilgili ileri sürdüğü görüşlerini mahkûm edecek tek bir lafı olmadığı için ‘yüzüne tükürürüm’ diyerek, kendi yüzüne tükürmüştür!

Bu satırlar altında bazı konular hakkında daha önceleri Av İbrahim Güçlü’ye karşı eleştirilerimi yazıp yayınlamıştım yeniden yayınlamayı yararlı buldum:

Cihan Haber ajansı Kürt Siyasetçi ve Av. İbrahim Güçlü ile görüntülü bir röportaj yapmış, Türkiye gazeteleri de bu röportajın bazı bölümlerine kendi yorumlarını ekleyerek haber olarak yayınlamışlardı.

Bu haberleri ile güya Kürt gençlerine perspektif vermeye çalışmışlardı. Mesela “Haber Vaktim”adlı bir gazete veya site röportajı “Kürt gençler Sakık’ı ‘örnek’ alsın! Başlığı altında vermişti. İbrahim Güçlü böyle bir söz kullanmış mı? Bilemiyorum! Ama Kürt gençleri neden Şemdin Sakık’ı örnek alsınlar ki?

Bu görsel boş bir alt niteliğe sahip; dosya adı th.jpg
Şemdin Sakık

Şemdin Saklık 12 Eylül 1980 Öncesi Kürdistan’ın Muş bölgesinde dünyaya gelmiş, büyüyünce, yöresinde devletin zulmüne tanık olmuş, sefaleti, yoksulluğu görmüş ve devletin sömürge sistemine karşı savaşmak için dağa çıkmış, dağda ordular kurmuş, kendi örgütü içinde bir diktatörlük ortaya çıkınca, bunun karşısında susmuş, diktatörün generali olmayı kabul etmiş, diktatörün emri, talimatıyla yüzlerce arkadaşını tutuklamış, yargılamıştı. Kör ve kontrollü, Kürt halkına zarar veren bir savaşın yürütücülüğünü yapmış, ardından Musa’nın günah keçisi ilan edilmişti.

Diktatörü tarafından Şam’a çağrılmış, orada hakaretlere, alçaltılmaya maruz bırakılmış, bütün geçmişi ayaklar altına alınmış, hiçleştirilerek idam mangasına teslim edilmişti. Bu aşamada iken kaçan Şemdin, bizzat Diktatörünün yoğun çabaları ile Türk devletine teslim edilmiş, bayıltılarak Diyarbakır’ a götürülmüştü.

Yakalanmadan önce zalim diktatörünün düzeninin savunucusuydu, yakalandıktan sonra zalim değiştiren Şemdin, bu kez onu tutsak eden zalim devlete toz kondurtmuyordu. O devlet ki ona insan muamelesi bile yapmıyor, tutukladığı yerde elektrik parasını kendisine ödettiriyor, ödenecek para olmayınca, onu karanlıkta bırakıyor, bu çağda ”bir nana”muhtaç halde tutuluyor. Türkçe bilmeyen annesi ile bile görüştürülmüyordu bir zamanlar. 

Şemdin tutuklandıktan sonra zalim diktatörü gibi geçmişi tümden “unutmuştu!” Sanki devlet Kürtlere hiçbir şey yapmamıştı, sanki kendisi boşu boşuna dağa çıkmıştı, sanki 18 yıl gereksiz yere savaşmıştı, sanki Kürt halkı devletin esiri değildi, sanki Kürdistan devletin sömürgesi olmamıştı, sanki devlet on binlerce Kürde zulüm yapmamıştı, sanki devlet milyonlarca Kürdü yerinden yurdundan etmemişti, sanki devlet işkence hanelerde yüzlerce Kürt kadınına tecavüze yeltenmemişti, Sanki devlet onun erkek ve kız kardeşini öldürmemişti, sanki devlet binlerce faili meçhul denilen cinayeti işlememişti, Sanki  Kürtlere ve kendisine  bütün kötülükleri yapan devlet değil de, babası ve Apo’ymuş gibi konuşmaya başladı.

Yakalanmadan önce devleti, yakalandıktan sonra babasını ve Apo’yu düşman gören Şemdin’i mi örnek alsın Kürt gençliği?

18 yıl dağda devlete karşı savaşan, yakalandıktan sonra da ben 65 yaşımda bile tahliye olsam, Türk ordusuna askerliğe giderim diyen Şemin’in neresi örnek alınabilir?

O ordu ki kurulduğundan beri sadece Kürt öldürüyor ve kana doymuyor! Neden Kürt gençleri o ordunun silahlarını alıp halkına karşı savaşsın ki?

Bu görsel boş bir alt niteliğe sahip; dosya adı güçlü.jpg
Av. İbrahim Güçlü

Röportajın bir yerinde Güçlü ’den şu alıntı yapılmış; ”sizi cennete götürüyorlar, siz cehennemle karşılaşıyorsunuz” dedi.

Burayı Açmak istiyorum: Kürt gençlerinin çoğu Öcalan’ın PKK içinde kurduğu diktatörlükten habersizdir. Dışarıdan bakıldığı zaman, Örgüt, ulusal kurtuluş savaşı veriyor, özgürlük için, demokrasi için, insanlık için, adalet için, insan hakları için, faili meçhul cinayetlerin son bulması için, sömürünün ortadan kalması için, eşitlik için mücadele ediyor. İdam cezalarının kaldırılmasını istiyor, fikir özgürlüğünü istiyor, insanlara işkence yapılmasına karşıyım diyor, kadınların özgürlüğünü savunuyor.

Böyle biliyorlar ve örgüte gidiyorlar.

Fakat Şam’da 1986 da 3. Kongrede kurulan ve Kürdistan’ın her tarafında inşa edilen diktatör yapının içine girdiklerinde, ulusal kurtuluşçuların içten acımasızca katledildiğini, özgürlüğün ayaklar altına alındığını, demokrasiden söz edenlerin bile imha edildiğini, insanlığın hiç olmadığını, adaletsizliğin diz boyu olduğunu, insan hakları diye bir kavrama örgüt içinde rastlanmadığını, faili meçhul cinayetlerin devletin faili meçhul cinayetleri kadar olduğunu, artı ve daha kötü olarak, burada bu konuda kimsenin  sesini bile çıkaramadığını, sömürünün diz boyu olduğunu, sıradan gerillaların çöp gibi, onları yönetenlerin yüz eli kilo geldiğini, eşitlikten söz etmenin bile suç sayıldığını, herkesin idam cezalarının alkışçısı olduğunu, bırak fikir özgürlüğünü, dile getirilmemiş aykırı fikir sahiplerinin derhal öldürüldüğünü, işkence yapmayanın gerilladan sayılmadığını, kadınların kölelerden beter olduğunu görüyorlar.

Bu durum karşısında ya susup “köle“ oluyorlar, ya kaçıp “hain” oluyorlar, ya “intihar”ediyorlar. Kocaman bir coğrafyada örgüte bulaşmış bütün Kürtlerin kaderinin bu “üç kelime” ile izah edilebileceğini görüyorlar.

Cehennemden cennete gideyim derken, daha kötü bir cehenneme düşmektir bunun adı. Fakat Türk basını, Türk devletinin Kürtler için yarattığı cehennemi görmek istemiyor, karşı taraftaki cehennemi gösteriyor ve benim cehennemime geri dönün, ben sizi idam etmem, keserseniz sesinizi bir hayvan gibi yaşam hakkı da veririm diyor. Türk basını karşı tarafta yaratılan cehennemin de Türk devletinin eseri olduğunu da gizlemeye çalışıyor.

Röportajın bir yerinde “Taş atan, Molotof atan, Kürt çocuklarına” da değinmiş Güçlü. Çocukların bu eylemlerini de eleştiriyor. Evet, Birleşmiş milletlerin kararlarına veya yasalarına göre, çocukların savaşması savaştırılması suçtur.

Peki o çocuklar neden polise, jandarmaya taş atıyorlar?

İbrahim veya onunla röportajı yapan gazeteci bunu da açıklasalardı bari!

O polisler ve jandarmalar, taş atan o çocukların analarını işkence hanelerde çırılçıplak soyup dansöz diye oynatmadılar mı?

O çocukların dayılarını, amcalarını sürüm sürüm süründürmediler mi?

O askerler ve polisler o çocukların ailelerini, Botan’ın Sason’un Dicle’nin köylerinden sürmediler mi, bağlarını bahçelerini ateşe vermediler mi?

Kedilerini öldürmediler mi o çocukların?

Dünyaları karartılmadı mı?

Geleceklerine çizgi çekilmedi mi?

Diyarbakır, İstanbul, İzmir küçelerinde fahişe veya hırsız konumuna düşürülmedi mi o çocuklar?

Bu hale düşürülen çocuklar, polise ve jandarmaya taş değil de gül mü atsalardı?

Hani bir zamanlar Filistin sokaklarında İsrail polisine taş atan çocuklar, önce Yaser Arafat’ın sonra hepimizin “küçük generalleri”idi?

Sıra Kürt çocuğunun taş atmasına gelince, hemen aklımıza Birleşmiş Milletler geliyor, ha?

Bir Kürt yaşlısının deyimi ile “ez kullé birleşmiş milletlerinim,”ma bu Birleşmiş Milletler demiyor mu, ulan hayvan polisler ve barbar askerler, siz ne istiyorsunuz bu Kürtlerden?

Ulan dillerini yasakladınız, ulan ülkelerini ellerinden aldınız, ulan öldürüp, asit koyularına attınız, ulan ordunun kazan dairelerinde odun niyetine yaktınız, ulan namaz kılan köylülere bok yedirdiniz. Ulan çocuk kızlarını sokaklarda fahişe konumuna düşürdünüz!

Bunları kimse sormuyor. Ama çocukların polise taş atması birleşmiş milletler kanununa aykırıdır diyorlar.

Sanki yakalanan çocuklara hapishanede tecavüz edilmesi birleşmiş milletler kanununa uygun gibiymiş de konuşuyorlar!

Güçlünün kendisi mi söylemiş, gazeteci mi uydurmuş orasını bilemiyorum. Ama yazıldığına göre ben,“Apoizmin teorisyeniyim.”

Bu yanlış bir tespittir.

Apo’ culuk terminin ilk icatçısı ben değil, belki de Güçlü’nün kendisidir.

1977 lerde biz kendimize “Kürdistan devrimcileri”derken, bizim grubumuza “Apo’cu” adını takan ve Apo’yu böylece meşrulaştıran ben değil, İbrahim Güçlü’nün kendisidir.

Ben 12 Eylül öncesi bize Apo’cu diyenlerle kavga ettiğimi biliyorum..

Ve 1982 yılında Sıkıyönetim Mahkemelerinin duruşmalarında, “Apo’culuğu ret ediyorum, bize yapılmış bir hakaret olarak değerlendiriyorum” demişim.

Bugüne kadar hiçbir yerde Apo’izm diye bir şeyi ne savunmuş, ne de yazmışım.

Diyarbakır cezaevinde tutuklu iken üç adet kitap kaleme aldım.

Bunların biri iki cilttir, adı “12 Eylülkaranlığında Diyarbakır şafağı”dır.

Biri de “Demirci Kawa ve Çağdaş Kawa Destanıdır”.

Bu kitaplarımın içeriğine bugün olduğu gibi katılıyorum.

Ve bu Kitaplarımın hiç birinde Apo’ yu öven tek bir söz yoktur.

Ve öyle olduğu için Bekaa vadisinde Öcalan tarafından tutuklanıp cezaevine konulmuş, yargılanmışım, bana,“Sen bu kitapta gördüklerini yazmışsın, Diyarbakır cezaevinde asıl olarak direnen benim ruhumdur, sen bunu görmemişsin, kitabın üçüncü cildini yazacaksın ve ruhumun nasıl orada direndiğini anlatacaksın” demiştir.

Ve ben onun burnunun dibinde, Suriye istihbaratının çemberinde, onun bu isteğini ret ettim, isyan ettim, hapisten kaçtım ve dediklerini yazmadım.

Böyle yapan ben nasıl “Apo’izmin teorisyeni” oluyorum?

Daha sonra  “Apo’nun ayetleri”, “Sırlar çözülürken”, “Beni yıldızlara gömün”, “Güvercini de vurdular”, “O türküyü söyle” gibi kitaplar yazdım ve bu kitaplarda da hem Apo’izmi, hem de Kemalizm’i yerle bir ettim.

Bunlar görülmek istenmiyor, Olaylar çarpıtılıyor, İbrahim veya röportajı yapan gazeteci, “Apo’izm”in ne olduğunu en geniş boyutları ile “Apo’nun ayetleri” ile bundan 19 yıl önce bize izah eden Selim Çürükkaya idi deselerdi, bir gerçeğe parmak basmış olurlardı.

İbrahim Güçlü’ nün beni, Mehmet Şener’i ve Çetin Güngör’ü Şemdin Sakık’la aynı kategoriye koyması, hem beni üzmüştür, hem de şu anda mezarda olan diğer iki arkadaşımın kemiklerini sızlatmıştır. Diğer iki arkadaşım, yaşamadıkları için, ben onları da savunacağım:

Bizler 1970 lerin ortalarında Kürdistan’ın sömürge olduğunu fark ettik.

Üçümüz de okumuş, öğretmen olmuştuk, edebiyat sanat, tarih felsefe ile ilgilenmiştik. Bize yabancı olan bir dilin öğretmeni olmuştuk, ama kendi dilimiz yasaktı. Baskı vardı, ülkemizde korku vardı, Şeyh Sait döneminde yaşananları öğrenmiştik, Dersim katliamının öyküleri çarpıyordu kulaklarımıza. Vietnam, Gine, Kamboçya bizim ülkemiz gibiydi, belki bizim halimiz oralardan beterdi, böyle bir ortamda hayasızlığa, sömürüye, sömürgeciliğe isyan ettik, çıplak yüreklerimiz, küçük tabancalarımızla.

Ol Hikayemiz böyle idi.

Ve Askeri bir cuntaya yenik düştük. Diyarbakır Zindanına atıldık. Cehennem gibiydi burası, zebanileri vardı. Dışarıda halk, aydınlar, politikacılar susturulmuştu. Örgütler başlarını almış yurt dışına kaçmıştı. Allah’ta, yeryüzünde ki, Sakine ve Saliha analar, bütün kullar da biliyor ki; biz susmadık. Bizi susturamadılar, baş kaldırdık, mahkemelerinde Kürt halkının haklı davasını savunduk, işkenceleri bize vız geldi, duvarları bizi tutamadı, isyanı kendimizle sınırlı tutmadık, dışarıdakilerinde zulme karşı ayaklandırarak alnımızın akıyla dışarı çıktık.

Partimizin içindeki değişimden habersizdik, gittik gördük, bizim partimizin içinde de bir zulüm imparatorluğu kurulmuştu, her yerde Kürt kılığına girmiş Diyarbakır zebanisi Esat Oktaylar dolaşıyordu, bunları kısa zaman içinde fark ettik.  Halk, aydınlar, militan geçinenler ve herkes bu tarafta da susturulmuştu. Yine Allah da kullar da biliyor ki; biz buna da boyun eğmedik. İmkansızlıkta bile buna karşı da direndik.

Kimimiz öldük kimimiz damgalandık, ama boyun eğmedik, buna karşı direnirken de sırtımızı kimseye dayamadık, sadece gerçeğimiz vardı, bir de baskı, zulüm, işkence, inkâr, adaletsizlik nerde varsa biz ona da karşıyız patentli düşüncelerimiz vardı.

İbrahim Güçlü’ nün ve gazetecinin bizi böyle kavramasını isterdik.

Biz dün Türk devleti sömürgeci, inkarcı, zalimdir dedik, bugün daha da zalim olmuştur diyoruz.

Öcalan’ın, Türkiye, İran ve Suriye’nin yardımıyla PKK içinde kurduğu diktatörlüğü geç kavradılar eleştirileri bize yapılabilir, buna saygı duyarız, ama diktatörlüğü savundular, görüşü insafsızlıktır.

Veya örgüt içinde oluşan diktatörlüğe karşı çıktık diye zalim bir devletin cephesinde yer alacağız gibi bizi göstermek te başka bir insafsızlıktır.

Biz PKK içinde oluşturulan diktatörlüğe Türk devletini temize çıkarmak için karşı koymadık, ikisininde canına okumak için karşı koyduk, çünkü ikisinin de kaynağı aynı sömürgeciliktir.

Güneş balçıkla sıvanmaya kalkılmasın!

Cihan Haber ajansının haberini tıkla

Selim Çürükkaya

1954 te Bingöl' de doğdu. Öğretmen okulundan mezun oldu. Siyasi nedenlerle on bir yıl hapis yattı. Gazeteci ve yazar. Yayınlanmış 10 Kitabı var. Siyasi mülteci olarak Almanya'da yaşıyor.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Başa dön tuşu