Röportaj

‘ÖCALAN’ IN İKİ YÜZÜ VARDIR’

Evet, adım gibi hatırlıyorum. Aydınlanma, tartışma ve örgütlenme süreçleriydi. Gençlik yıllarımızda tanıştık  İkimizde birbirimizi tanımıyorduk. TC 'nin Kürdistan'a sömürgecilik uyguladığı,  Kemalist Cumhuriyet sistemine karşı olmak ve buna karşı aktif direnişe geçme temaları bizi tanıştırdı. Bir kahvenin 40 yıl hatırı var diyorlar. Tanışmamızın da yaşadığımız sürece hatırı oldu.

D.Ali Küçük,Dersim doğumludur 1974 yılında, sonradan PKK olarak adlandırılan Kurdistan devrimcileri gurubunun oluşumunda önemli katkıları olan birisidir. Tanıdığımdan beri teorik olarak yetkindi. 12 eylül öncesi tutuklandı, uzun yıllar hapishanelerde yattı. 1990′ ların ortasında tahliye oldu. PKK de basın alanında yönetici gazeteci olarak çalıştı. Yazar ve Kürt PEN`in üyesidir.Yaşamının geri kalan bölümünü röportajında kendisi anlatıyor.

Selim Çürükkaya: Ali merhaba, sizinle tanışıklığımız 1974 yıllarına dayanır.
Bingöl TÖB-DER’ de tanışmıştık. O günü hatırlıyor musun?

D.Ali Kücük: Evet, adım gibi hatırlıyorum. Aydınlanma, tartışma ve örgütlenme süreçleriydi. Gençlik yıllarımızda tanıştık  İkimizde birbirimizi tanımıyorduk. TC ‘nin Kürdistan’a sömürgecilik uyguladığı,  Kemalist Cumhuriyet sistemine karşı olmak ve buna karşı aktif direnişe geçme temaları bizi tanıştırdı.
Bir kahvenin 40 yıl hatırı var diyorlar. Tanışmamızın da yaşadığımız sürece hatırı oldu.

Selim: Sizde uzun süre cezaevinde kaldınız, tahliye olduğunuzda nereye gittiniz?

D.Ali: İlkin idam cezası verdiler, bozuldu, ömür boyu hapse çevirdiler. 16 yıl cezaevi yattıktan sonra tahliye oldum.
Tahliye olunca Dersim’e gidemedim. Faili meçhul cinayetlerin yoğunlaştığı süreçti.
Askerlik sorunu vardı ve TC’ ye askerlik yapmak istemiyordum.
Bir an önce mücadeleye katılmak istiyordum. Yunanistan’a, oradan Suriye’ye geçtim.

Selim: Aradan yıllar geçtikten sonra Öcalan’la ilk karşılaşmanızı anlatır mısınız?
Sizi nasıl karşıladı?

D.Ali: Oraya gidişimde Şemdin Sakık ve aynı davadan yargılandığımız Salih Haznedaroğlu beni karşılamaya geldiler.  Cemil Bayık’ın kaldığı eve götürdüler. Cemil ile gençlik yıllarında tanışıyorduk.
Ben arkadaşlarla yeniden görüşme ve tanışmanın heyecanı içindeyim.

Cemil ile birkaç gün beraber kaldım. İki gün sonra Öcalan geldi.
Cezaevindeyken de önderlik sistemi ve önderlikle ilgili yazılar okumuştuk.
Kafamda olumlu bir önderlik şekillenmesi vardı. Önderlikle karşılaşmanın heyecanı içindeydim.
Düşündüğümüz parti ve gelişmelerin belirleyicisi olduğunu düşünüyordum.

Yıllar sonra ilk görüşmemizdi ve bunu sabırsızlıkla beklemiştim.
Karşılaşmamız benim için bu temelde geçti.

Öcalan, bana cezaevlerini ve durumları sordu, bunları kısaca anlattım.
Cezaevinde yatmamızın boşa geçmediğini ve kendilerinin de parti
ve mücadele açısından gelişmeler yarattığını ve bunları değerlendirebileceğim türünden konuştu.
Kısa bir buluşma sohbetiydi.

Bundan sonra Türkçe Okula gönderildim.
Şemdin’le birlikte kalıyordum.
Öcalan okula ders vermeye sıkça gelirdi, geldiğinde kaldığımız odaya uğrardı.
Okuldaki ilişkiler, Öcalan’ı karşılamalar, yaşam ve da davranışlar fazlaca ilk döneme benzemiyordu.

Okul içtimalarında “Bu kan bu can ile seninleyiz Öcalan” sloganları sürekli atılırdı.
Biji Serok Apo” diye bağrılır ve her dersin sonunda sürekli alkışlanırdı.

Sosyalizm ve demokrasilerde bunları görmedim ve okumadım.
Stalin için sürekli alkışlar aklıma geldi başta.
Derslerde Öcalan geldiğinde kimse konuşmaz, ne olursa olsun gülümsemez ve kıpırdayamazdı.
Ayağa kalkan, kaldırılan otur diyene kadar oturamaz ve ayağa kalkanlar saatlerce ayakta kalırdı.
Bu tarz kalkanlardan düşenler bile oldu.
Öcalan saatlerce anlatır, çıkar giderdi ve istisnasız herkes olumlu derdi.

Merkez komitede olanlar bile aynı pozisyondaydı.
Bunları yanına alıp tartışmazdı. Okuldaki yöntem, dışarıdaki ilişkilerinde de geçerliydi.
Abbas ve Fuat’ta gelmişti.
Öcalan “Bakın Fuat itiraflar yapıyor, siz de yapın” diyordu.
Bu kelimenin kendisi bile hoşuma gitmiyordu.
Çünkü TC bize cezaevlerinde itirafçılığı dayattığında kimliğimiz ve kişiliğimizi korumak için mücadele etmiştik.
Parti derslerinde “PKKlileşelim, savaşı kazalım” şiarı bu sürece aittir.
PKK’ de üç tür parti anlatılıyordu; biri Öcalan ve şehitlerin partisi, bu asıl PKK oluyor.
Biri kontra partisi, bu çetecilerin (Öcalan’ ı red edenlerin) PKK’ sidir.
Biri orta yol partisidir. Buda çetecilerle Öcalan arasında yer alan PKKlilerin çoğunluğundan oluşuyordu.

Zele pratiğinden gelenler vardı.
Objektif ve sübjektif ajanlık değerlendirilmesi yapılıyordu.
Potansiyel olarak herkes objektif ajandır.
Ne o zaman nede daha sonra kendimi objektif ajan görmedim ve bu tanımlamaları genelde de benimsemiyordum.
Mahmut Dora’nın kızı da okuldaydı, 15 yaşındaydı, Zele’de kalmıştı.
Zele pratiğinden gelenler kendini objektif ajan gördüğü için bu kızda ajan olduğunu düşünüyordu.
Baktım bir gün benimle konuşmak istediğini söyledi, küçük bir kızdı seviyordum.
Biraz konuştuktan sonra “Ben ajanım” dedi.
Sen niye ajan oluyorsun, TC’ye, MİT’e mi çalıştın diye espriyle sordum.
“Hayır, onlara çalışmadım” diye cevapladı.
Öyleyse sen ajan değilsin, sen temiz bir genç kızsın ve hiçbir günahın yoktur.
Yine bir şeyler anlatmaya devam etti ve oda tartışma ortamlarından etkilenmişti.
Ve bakıyor ki yanındaki diğer kızlar kendilerini objektif ajan tanımlıyor.
Her kes kendisine bunu söylediğine göre bu küçük kızda bende bunlardan farklı değilim, o zaman ajanım kanısına varıyor.

Kısacası cezaevinden çıkmış, partiye gitmişim, partimiz yanlış yapmaz kanısı bende hakimdi.
Yıllar sonra gittiğim partinin neler yaşadığını genellikle izliyordum.
Hoşuma gitmeyen şeyleri öne çıkarmıyordum.
Baktım derslerde herkes söyleneni onaylıyor, azda olsa şu kelimeye katılmıyorum diyemiyordu.
Halbuki ilk dönemlerde toplantılarda tartışmalar vardı ve farklı görüşlerde söyleniyordu.
Öcalan, Fuat’a böyle değil mi diye sorduğunda o aynı şeye fazlasıyla ekleme yapıyordu.
Onaylama, katılma ve evet ten başka kelime duymadım.
Tanınan kişilere yazılar yazdırılırdı. Bana cezaevlerine yazmam istendi ve yazdım.
Birde Önderlik sistemi ile ilgili yazdım.
Bunun anlamı şuydu; herkes onayladıktan sonra kim itiraz edebilir.
Gelen kişi bu sistemin içine girer.

Bir gün Öcalan’la odada yalnızdık.
Midesinin ağrıdığını ve neden olabileceğini söyledi, bende bu konuda bildiğim kadarıyla söyledim.
Karnını göstererek elememi söyledi, buna hiçbir anlam veremedim ve yapmadım.
Bir şey demedi. Beni yoklama tarzı olarak düşündüm.
Bir günde Şemdin ile bayanlar arasında sorun olmuştu.
Bayanların hepsini kaldığımız odaya çağırdı. Çözümleme yaptı.
Bana “Ali bu kızlar melektir değil mi” diye sordu.
Şaşırdım, Fuat türü evet diyemezdim.
Melektir demeyerek melek olmaya çalışıyorlar diye cevapladım.

Bu karşılaşmadan önce Öcalan’a daha fazla bağlıydım.
Bu sahayı ve kendisini görmeye başlayınca bende sorgulama sessizce başladı.
Kaldığım sürede Nasır’da geldi; daha sonra “keşke bu eğitime gelmeseydim” diye söylemişti.
Buradan çıkardığım sonuç; Öcalan’ı görenlerin bağlılığı artmıyor, azalıyor.
Bu benim ve genel için de geçerlidir.
Çünkü en yakının da ve evlerde tuttuklarının ezici çoğunluğu ayrıldı.
İmralı’dan şu kes, şu kızlar nasıl dediklerinin aşağı yukarı hepsi kopmuştur.

Selim: Sizin kafanızdaki örgüt anlayışı ile Öcalan’ın yarattığı örgüt arasında nasıl bir fark var?

D.Ali: Ben kolektif örgüt anlayışı, sadece genel demokrasi değil iç demokrasiden de yanaydım.
Tek bir bireyin belirleyici olduğu örgüt anlayışını ne başta ne de daha sonra düşünmüyordum.
Sonra pratikte baktım ki merkez komite, kongreler sadece göstermeliktir,
ne kollektif yönetim anlayışı var ne demokrasi işliyor.
Biçimsiz demokrasi biçimi olan azınlık çoğunluğa uyar işleyişi de işlemiyordu.
Kolektif yönetim Öcalan dışında tutularak tartışılıyordu.
Karar sahibi olmayanların kolektifliğiydi.

Gerçeği söylemek gerekirse çoğunu içime çektim.
Bir şey söyleyemiyorsun, Öcalan’ı eleştiremezsin, bir kelimesine bile karşı çıkarsan nelerin başına geleceğini biliyorsun.
Sakine bir gün bana “Bu Ali her şeyi biliyor, söylemiyor”, yani konuşmuyor dedi.
Doğru söylüyordu. Ama bunu söyleyenin kendiside konuşmuyordu.
Sistemin içine girdin mi çözümsüz kalıyorsun ve genellikle sessiz sorguluyorsun.
Benimki bir döneme kadar sessiz sorgulamadır ve zamanla bazı şeyler düzelebilir,
ortada başka bir seçenek yok, nereye gidersin görüşü hakimdi.
Otokratik sistemde herkesin iki yüzü vardır.
Biri resmi yüzüdür.
Genellikle buna göre konuşur.
Diğeri de gayri resmi yüzüdür.
Buda kendi kişiliği, iradesi ve görüşüdür.
Burada insan sıkışıyor, çoğu zaman ikinci yüzünü sessiz kalarak feda ediyorsun.

Çünkü ilk yıllarda tartışıyor, kendi kişiliğimiz ve inisiyatifimiz vardı, bu özelliklerinin sindirildiğini hissediyorsun.
Örgüt içinde Öcalan’ın benimsemediğin görüşlerine veya bazı konular da düzeltme,
ekleme yapma temelinde görüş belirtmeden itirazsız onaylama,
hata benimsemediğin halde parmak kaldırma ve onaylamak sonradan çok zoruma gitmiştir.
Bu tür şeylerin kişiliğim üzerinde tahripkâr etkisi oldu.
Sorgulamamdan sonra vardığım sonuç Öcalan’ın yarattığı sistem otokratik sistemdir ve en katı-merkeziyetçi örgüt yapısıdır.
Despotiktir.

Tanrının iyilikleri, şefkati ve cehennem ateşinde yakması ve gazabı bir aradadır.
Bu denkleme takılıp, sıkışıp kalıyorsun ve bazı zamanlar nefes alamıyorsun.
Öte yandan ülkeni, halkını ve kendini, özgürlüğü ve demokrasiyi düşünüyorsun.
Sovyetlerde bir zamanlar Stalin her şeyi yapandır, ama şimdi Stalin’in esamesi okunmuyor.
Çok iyi yaptı diyen neredeyse yok.
Korkuların toplamının sevgi sanıldığı zamanlar olur. Bunu yaşadık ve hala da yaşanıyor.

Selim: Tahliye olduğunuzda Avrupa’da kaldınız, dağda kaldınız, kötü bir gidişatın olduğunu,
eski arkadaşlarınızın çoğunun iç infazlarla öldürüldüğünü fark ettiniz mi?
Bunun nedenleri konusunda düşünüyor muydunuz?

D.Ali: Evet, pratiğini, girdisini ve çıktısını öğrenmeye başladıkça “önderlik sistemi” denilen olayın şifrelerini çözmeye başlıyordum.
Avrupa’dayken yeni bir gazete çıkarmayı düşünüyorduk.
Öcalan’a da söylendi, “İyidir yapın, ismi Halkın Günlüğü olabilir, isim konusunu da kendi aranızda tartışın” dedi.
Özgür politika ismini düşünüyorduk, tartıştık, bu isim kabul gördü.
Böyle bir iki olay daha oldu. Baktım ki bana çok kızmaya başladı.

Anladım ki, tartışın dediği şey, gidin söylediğimi kararlaştırın demektir.
Suriye’de bayanların kaldığı ev hikâyeleri biliniyor.
R. diye bir bayanda burada kalmıştı. Siz hikâyesini yazmıştınız.
Z. nın bununla ilişkisi olmuştu. Olmadık biçimde açığa çıkmıştı.
Z. ve R. yanıma geldiler, “biz birbirimizi seviyoruz, önderliğe bildirmenizi istiyoruz” temelinde konuştular.
Bunu yapamayacağımı ve kendileri istiyorlarsa söylemeleri gerektiğini söyledim ve kendilerine olumsuzda yaklaşmadım.
Birinin görev yeri değişti, bayanda Suriye sahasına çekildi.
İkisi de beni şikâyet ettiler.
Hepsini bilmiyorum, ama epey aleyhimde şeyler anlatmışlardır.

Bir gün baktım Öcalan bana telefon açtı.
MED tv yeni açılmıştı, onu gerekçe göstererek bana yüklendi, sadece beni hedef aldı.
TV den sorumlu olanlara hiçbir şey denmedi.
Oysa programların yetersiz olduğu, izin alınıp alınmaması belli olmadığından fazla program yapılmadığı kendisine söylenmiş ve kendisi de kabul etmişti.
Akif Hasan’ bu durumu çok iyi bilmektedir.
Neyse bana epey küfürler yaptı, her şeye küfretti, konuşmadım ve hiçbir cevap vermedim.
Bana “Babanın evine git, git Selim Çürükkaya gibi kitap yaz” dedi.
Cevap vermedim ve telefonu kapattı.

Kadın şifresini çözdüğümü düşünüyordu, oysa ben daha çözmemiştim ve bu davranışından sonra çözmeye başladım ve çözdüm.
Çünkü küfürlü temelde bana yaklaştığına şaşırdım.
Örgüt işleyişi yoktu, hemen sonra beni denetimde tutmak için Kürdistan’a sürgün etti.
Kürdistan benim ülkem, ülkemde olmayı ve gitmeyi ben her zaman istiyordum zaten.
Gittikten sonra bana hiçbir şey demedi, kendisinin haksız olduğunu biliyordu ve bilerek yapmıştı.
Sorun TV de değildi.
Kadrolara küfreder, halka küfreder, şehit olanlara nalları dikti der, birinin yanında diğerini acaba bu nedir diye değerlendirir.
Bunu her kes için yapar, arkasından küfretmediği insan yoktur, bazen herkesin önünde de küfürler yapar.
Kadrolarda sevdiği için küfür yapıyor kanısı taşırlar.
Çözümlemeleri redaksiyon yapıldığında küfürleri çıkarılır.

Pratikleri gördükçe işlerin iyi gitmediğini ve birçok alanda gerilemeler yaşandığını gördüm.
İç çatışmalar, örgütler arası kavgalar hiçbir zaman içime sinmedi.
Örgüt içi infazları beğenmiyordum.
Sonra bu infazların Lübnan ve Suriye’den başlayarak her tarafta Otokratik sistemin uygulanması için yapıldığı sonucuna vardım.  İnfazlar hep çetecilere yükleniyor, oysa bu doğru değildi.
Lübnan ve Suriye’de ilk infaz ve idam etmeler başladı ve yüzlerceyi buldu.
Aynı sistem daha sonra eyaletlere ve diğer yerlere taşındı.
İlk işkence uygulamaları da Suriye ve Lübnan’da başlar.

Selim: Öcalan İmralı’ya geri döndüğünde,
“devlet bana bir imkân versin son noktayı koyayım” dediğinde neler hissettiniz?

D.Ali: Ben itiraflar yaptığını ve hiçbir PKK’ linin kabul etmediği ifadeler verdiğini biliyordum.
Ayrı ayrı Öcalan karelerini birleştirmeye ve değerlendirmeye çalışıyordum.
Ama örgüt içinde Öcalan’ın gözü üzerinde kaşı var diyemezsin.
Bunu söylediğinde her şey biter.
Eskiden cezaevlerine düşenler dışarı işlerine karışamazlardı.
Başka ülkelerde çeşitli liderlerde hapse düşmüşlerdi, ama hiç biri içerden örgütü yönetmeye kalkmamıştır.
Bu işi dışarıdaki parti yönetimi ve yapısına bırakmıştır.
Bu açıdan bile yaptığını onaylamıyordum.

İlk savunması geldiğinde “demokratik cumhuriyet” diyordu, Kürtler için belirsiz kültürel hakları savunuyordu.
İlk izlenimim benimsemedim. Bunu okuyunca Ekrem’le karşılaştım, bu konudaki ilk sözü “Biz bunun için mi savaştık” oldu.  İkimizde aynı kanıdaydık.  Bir yandan yakalanmasının duygusallığı, öte yandan yapılanlar, şaşkınlık yaratmıştı ve kafalar karışmıştı.  Denilebilir ki yönetimdekilerin hepsinin kafası karışmıştı, kısaca eski sistemleri bozulmuştu.
“Son noktayı koyayım” demesinin hayırlı olmadığını biliyordum.
Aslında siyasi, ulusal ve birey kimliğim açısından boşluğa düşmüştüm, bu konuda çelişkilerimi çözmeye çalışıyordum.
Bağımsızlıktan en dibe inilmişti, mahkemede Öcalan ne PKK yi, ne Kürtleri ne de mücadeleyi savundu.
İtiraflarında her şeyi ve TC’nin bütün iddialarını kabul etmişti.
Onun yaptığı sempatizan bir PKK’ linin savunması gibi bile değildi.
Mahkeme ve savunmada bu konulara ne cevap verdi ne de yürütülen mücadeleyi savundu.
Asker analarından özür diledi, ama Kürtler içinde yürütülen yanlış uygulamalardan dolayı Kürtlerden özür dilemedi.
Ve bu hemen gözüme çarpan noktalardan biriydi.

Selim: Binlerce Kürt gencini kemalisttir gerekçesiyle infaz ettiren bir kafanın
bu gün Kemalizm’e Kemalistlerden daha fazla sahip çıkmasının nedenlerini izah eder misiniz?

D.Ali: Birçok şeyi birleştirip hala ayrılmadan vardığım sonuç; Öcalan sistemi, yönetim tarzı, işleyiş ve yaşam biçimi Kemalist’tir.  Bu açıdan Kemalizmi yeniden keşfetmesine, Cumhuriyetin temel niteliklerine bağlı olduğunu sıkça ilan etmesine şaşırmadım. Esat, Stalin, Saddam ve Mustafa Kemal sistemine benziyor ve onların kopyasıdır.
Liderlik kültü var ve çok fazla katı-merkeziyetçidirler.
Kendi partisini ve toplumu sindirmede benzerdirler.
Bu açıdan despotik otokrasi olduğu sonucuna varmıştım.
Bu tür parti sistemleri iktidara gelse despotik ve diktatörlük uygular ve otokratik sistem yaratırlar.
Öcalan sistemi bunların karmaşası ve kopyasıdır, onlar gibi zafer kazanmadan Kürtlere, toplum içine ve parti içine yönelmiştir.
Öcalan’ın kendisi yaptığı mücadelenin %95’inin içe yönelik olduğunu vurgular.

Kişi ve toplum ile ilgili değerlendirmeleri hep negatiftir/yani olumsuzlukları öne çıkaran bir çözümleme ve ruh hali yaratmıştır.
Kişilik kazanmayan ve düşünmeyen bireyler bu sistemde bir hiç olduğuna kolaylıkla inanır.
Kürtlerin ve şehit olan on binlerce insanın mücadelesini ayrı tutmak lazım çoğunlukla.
Hepsini Öcalan kabına koyup olumsuzlamak doğru olmaz.
Bu insanlar Kürtlerin bir statü, kimlik ve özgürlük kazanması için mücadele ediyor.

Sonradan baktım ki “Biji Serok, Bu can bu kan ile seninleyiz Öcalan” sloganları Ortadoğu diktatörlerinden alınmıştır.
Bu sloganlar Hafız Esat, Saddam, Humeyni vb için atılıyor.
Humeyni rehberlik sistemini Öcalan açık benimsiyor ve kendisi içinde savunuyor.
Bu günkü KCK’ de rehberlik sistemine katılıyor.
Eskiden Kemalizm eleştirilerek Öcalan kemalizmi vb sistemleri taklit ediyordu.
İçeri düşüp TC’nin bütün iddialarını kabul edip teslim olduktan sonra ise Kemalizmi açık olarak savunmaya başladı.
Özal ve Erdoğan bile Öcalan’ın Kemalizmi savunma tarzına katılmıyorlar, onlar ne klasik kemalizmi ne de kemalizmi güncelleştirelim diyorlar.
Türk milliyetçileri, demokratları, liberalleri, klasik Kemalistleri kemalizmi güncelleştirelim demiyor, bu dert Kürtlere mi düşmüş?.
Bu aslında ideolojik ve siyasi teslimiyetin ilan edilmesidir.
Evet, Kemalist ve Kemalist entrikacılık adına ne kadar insan eleştirildi ve infaz edildi, o zaman bu insanlardan özür dilemesi gerekir.
Üstelik bu insanlar ne Kemalistçi ne de entrikacıydı.

Selim: Türkiye devletinin Öcalan’ı kullandığını düşünüyor musunuz?

D.Ali: Evet, kullandığını düşünüyorum.
Bana göre Öcalan açıkça teslim oldu ve bunu sürdürüyor.
İdamın kaldırılması, kültürel kırıntılar ve genel af temelinde anlaşmışlardı.
Bu temelde gerillayı dağdan indirecek ve PKK, PKK olmaktan çıkacaktı.
Öcalan bunu yaptı.  Ordu ve generaller sanırım aptal mı ya da af çıkarıp gerillayı indirmeyi çıkarları ve sistemin ayakta tutulması için uygulamaya koymadılar. Öcalan’ın Ecevit çözümü dediği tamı tamına budur. Barış grupları bunun için içerde yatmaya gönderildi.

Selim: Bu kullanmayı nasıl yapıyor?

D.Ali: Bana göre Öcalan’ın iki yüzü var.
Biri devlete ve orduya dönük yüzüdür.
Diğeri, PKK ve Kürtlere dönük yüzüdür.
Burada gerçek olan ve işleyen devlete dönük yüzüdür,
KKK ve Kürtlere dönük yüzü ise onları elde tutmak ve yönlendirmek için işliyor ve bu temelde konuşuyor.
Partiyi ve taraftarı Kürtleri İmralı’ya bağladı, bence en büyük başarısı bunu gerçekleştirmesidir.
Bu, KCK ve Kürtleri, Kürt çözümünü hapse koymak demektir.
Başka bir deyişle bunları birinci yüz ile buluşturmaya çalışıyor.
Öcalan devlete başka kadrolara başka konuşuyor.
Savunmalar temelinde söylenen görüşler sadece kadroları elde tutmak içindir.
Teorik savunmalar, demokratik uygarlık görüşlerinin başkalarından çalınması,
bu tarz bir dizi eklektik görüşleri PKK’liler genellikle Öcalan’ın belirlemeleri olduğunu sanırlar.
Hâlbuki bu tür görüşler on yıllarca önce savunulmuş ve uygulanmış.
Demokrasi ile ilgili olanlar yüzlerce yılı buluyor.
Çoğu bilmiyor ve öyle sanıyor ki bunlar yeniden keşfedilmiş.

Madem Öcalan her konuda doğru söylüyor ve hiç yanlış yapmıyor!
Geniş bilgilendirme ifadelerini de savunmalar gibi basıp topluma dağıtsınlar ve halk Öcalan’ın nasıl direndiğini öğrensin. Öcalan yanlış yapmayan kişi olduğuna göre gizli görüşmelerini KCK ve halka da açıklasın.
TC’nin haberi olduğu ve generallerin, Ergenekoncu general ve subayların, MİT’in bildiğini PKK’liler ve halkta bilsin.

Savaşı Öcalan’a dayandırarak durdurdular ve sonra yine Öcalan yoluyla başlattılar.
PKK’liler savaşı Öcalan’ın söylediği tarzda durdurmayı ve sona erdirmeyi kabul etmedi.
Öcalan “kabul etmezseniz sizi hain ve tasfiyeci ilan ederim” diyerek dayattı ve öyle kabul ettiler, ama içlerine de sindiremediler.

Teorik muğlâklık, Kemalizm’e sarılma, cumhuriyetin içini doldurma, temel niteliklerine bağlı olma…
Kürt isyanları ve direnişlerini tukaka etme, Kürtler için hiçbir statü istememe, amacın ve hedefin kaybolması düşünce ve ruhen saptırmalardır.
Kadrolara ve Kürtlere bu benimsetilmeye ve kendisinin iyi direndiğini benimsetmeye çalışıyor,
kendisi dışında gelişecek alternatifleri yok etmek için uğraşıyor ve bu konularda devletle anlaşmalıdır.

Örneğin Özgür Kürdistan Federasyonu mu oluşmuş, Güneyde kon federal Kürdistan olsun diyor.
Sen, güneyi bırak, o zaman Demokratik Cumhuriyet diyeceğine
Kon federal Demokratik Cumhuriyet görüşünü ifadelerinde ve savunmalarında ortaya koy o zaman.
Güneyde konfederasyon oluyorsa kuzey de fazlasıyla bu geçerli olur.
Türkiye’de ise üniter birlik tezi ile bir sorununun olmadığını defalarca izah etti.

Ordu ve derin devleti, Ergenekoncuları ve asıl iktidarı bir tarafa bırakıp AKP hükümetini hedef gösterdi, bu ordunun isteğidir.  Savaşı başlatması ve hala PKK den ayrılmayanların bir yıldan fazla
savaşı reddetmelerinden sonra ısrarla 2004te yeniden kabul ettirdi ve savaşı kabul etmeyenler ayrıldı.

Kısaca KCK üzerinde tam kontrolünü sağladı.
Buna dayanarak uygun teorik ve siyasi kılıflarla bu kullanılmayı sürdürüyor.
Ağırlıklı kendisini gündeme koyuyor, amaç ve hedef bırakılmış, varsa yoksa Öcalan mitini ayakta tutmaya çalışıyor.

Selim: Kullanma işi Öcalan’la sınırlı mıdır?
Yoksa örgüt içinde başkaları da var mı?

D.Ali: Başkalarının olup olmaması o kadar önemli değil.
Eskilerden kalan 5 kişi Öcalan ne derse uymaya yattılar ve söylenene uyuyor ve dinliyorlar.
Çözümü ve partiyi İmralı’ya bağladılar.
Oraya rapor verip talimat alıyorlar. Bütün bunlar şüphesiz Genel Kurmayın denetiminde ve bilgisi dahilinde gerçekleşiyor.  PKK’nin ne yapmak istediğini ilk onlar biliyor.

Bir an kullanılmadığını düşünelim.
Böyle olsa bile ordunun nezaretinde her şey avukatlara söyleniyor ve onlarda bunların yapılması için KCK’ ye bildiriyor.
O zaman Öcalan’ı neden tutukladılar sorusu akla geliyor. Buna müsaade edilmeyeceğini aklı başında olan herkes bilir.
Tek kişilik yerde Öcalan’ın devleti atlatarak haber ve talimat vermesinin imkânı da yok.
Zaten her şeyi açık ve onların gözü önünde yapıyor.
Tanıdığımız genelkurmay ve ordu buna izin vermez.
Teslim olup kullanıldığı için onun yarattığı sistemi kullanarak partiyi de kullanıyorlar.

Selim: Örneğin Veli Küçük’ün arşivinde ele geçen bir belgede Türk Silahlı Kuvvetlerinin yetişkin subayları
PKK üst düzeyine yerleştirilsin deniliyor, size göre yerleştirilenler var mı?

D.Ali: Üst düzeyde yerleştirilen olduğunu sanmıyorum.
Son beş yılı bilmiyorum, başka düzeylerde gönderilen var mı yok mu bilgim yok.
Bence daha çok subayların bağlantı ve ilişkilenmeleri olabilir.
Eskidende ordu içinde bu tür mesaj ve ilişkilenmek isteyenler olmuştur.
Bu bilgilendirme adı altında yönlendirme türü denemelerdi.

Selim: Öcalan’ın Suriye’den Türkiye’ye gelmesi dönmesini,
Öcalan’a yapılmış bir komplo olarak değerlendiriyor musunuz?

D.Ali: Öcalan’a yapılan bir komplodan çok, Kürtlere ve PKK’ ye yapılan bir komplodur.
Suriye, Öcalan Suriye’den çıkmadan çok önce Öcalan’ı gözden çıkarmıştı.
Suriye’de kalarak, yanlış müttefikler seçerek, eskide ısrar ederek,
despotik uygulamalar yaparak ve demokratik dünyayı karşısına alarak, yanlış siyaset yürüterek, Öcalan kendi “komplosunu” kendisi hazırlamıştır.
Başkaları ve TC’de bunu Kürtlere ve PKK yapısına karşı komploya dönüştürdüler.
Öcalan İmralı’ya gittikten sonra TC ve derin devleti dışında tutarak komplonun dış güçlerce yapıldığını
ve Türkiye’ye komplo yapıldığını izah etmeye çalışıyor sürekli.
Türkiye’ye pek bir şey olmamıştır. Komployu yiyen Kürtlerdir.
Öcalan devletin denetimine girerek Kürtlere ve kadrolara sürekli hayal kırıklıkları yaratıyor.
Öcalan komplo teorilerini çok sever.
Eskidende birçok şeyi komplolarla izah ederdi.
Tasfiye ettiği PKK’ lileri böyle damgalardı.
Öcalan’ın lügatine göre söylersek iç komploları ezici çoğunlukla kendisi yapmıştır.
Bence gizli görüşmelerö alıp vermelerle (vermemeler)
Öcalan Kürtlere karşı devlet denetimli komplo yapmayı sürdürüyor, yakında yenilerine tanık olacağız.

Selim: Öcalan İmralı’ya dönünce, itiraflarını sıralayınca siz Kandil’deydiniz,
bu sırada çok sayıda gerillanın ardıardına tutuklandığını biliyoruz,
tutuklanan bu gerillalara ne gibi muameleler reva görülüyordu?

D.Ali: PKK’ de adil yargılama ve bağımsız hukuk yoktur.
Mutlaka tutuklananların itiraf etmeleri ve söylenenler konusunda özeleştiri yapması ve Partinin haklı olduğunu kabul etmesi gerekiyor.  Bu dönem yakalananlarda bu tür uygulamalardan sözlü şiddet ve bazılarına işkence yapılması olayları olmuştu.  En çok işkence ve infazlar 2002 yılında uygulandı.
İlk yıllarda Öcalan’ın söyledikleri kafasına yatmayan veya başka gerekçelerle tutuklamalar olmuştu, genelde bu temelde duyduklarım ağırlıktadır.  Örneğin Dersim Eyalet komutanı İsa ve Haydar ve başka gerillalar kendisine yapılan ithamlar, suçlamalar vb yüzünden şehit düştüler.  Süleyman, Zeki ve Yılmaz giller ayrıldığında tutuklama ve yönelme arttı.99 yılında da ağırlıklı kadın hareketinde olanlar tutuklanmış ve yargılanmıştı.

Selim: Tutuklananların bazıları intihar etti, bazıları, öldürüldü.
İşkence görenler vardır, en azından ben bazılarıyla görüştüm.
İşkence ve uygulamaların Diyarbakır cezaevini geride bıraktığını söylediler, size göre yalan mı söylüyorlar?

D.Ali: Tutuklananlara sözlü şiddet ve baskı altına alma sürekli bir uygulamadır.
Savunma haklarına sahip değiller.
99’dan 2004’de kadar Kandil, Xınere ve Zap’ta tutuklananların bazılarına uygulamalı şiddet ve işkence yapıldığını duydum ve öğrendim.  İşkence uygulamaları ve infazlar Askeri Karargâh bünyesinde daha fazla oldu
Öyle ki Güneyli halktan insanlardan yüzlercesine sözlü ve uygulamalı şiddete kadar varmıştı.
Bu sürelerde tutuklu olanlardan üç gerillanın intihar ettiğini duydum.
Birisi işkence gördüğünden ve Kadın Kongresinde katledilen Gulan’ın öldürülmesinin kendisine yüklenmesini onaylamadığı için intihar etmişti.
Bu Küçük güneyli Faik’ ti.
Biri de Amed’ten gelen bir kadın gerillaydı, 3.kez tutuklanmak istenirken intihar etmişti.İşkence görenlerin olduğu doğrudur.  Diyarbakır Cezaevine benzetmeleri, hatta onu aratmadığı görüşü doğru değildir.
O türden ne duydum ne de bilgim oldu.
Öte yandan işkence işkencedir, dozajının büyük veya küçük olması çok önemli değil.
İdama karşıyız demelerine rağmen idamları sürdürmeye devam ettiler ve idam ettikleri de kendi üyeleridir, bu durum hala da sürmektedir.
Faili meçhul cinayetlerde yaptılar, kendileri hem kendi içinde hem de ayrılanlardan bazılarını vurup üstlenmediler.

Gerilla_Anilari8Selim: Hayri arkadaş vardı, burada Avrupa da diplomatik alanda çalışıyordu. Bizim dönemimizde temiz ve dürüst bir arkadaştı. Kandil de bir bayan ile birlikte vurulduğunu duyduk. Kazadır dediler, onu kahraman yaptılar, bayan hakkında sessiz kaldılar. Bu olayın iç yüzü neydi?

D.Ali: Hayri, kodu Erdal olan arkadaşla son Avrupa dönüşünde bir süre ikimiz aynı odada kaldık.  Yüceltme ve aşağılamaları sevmem.  Hayri  Önceden de Erdalı tanıyordum, Avrupada epey kalmıştı. Kendine özgü bir kişiliğe sahipti ve sosyal ilişkileri iyi olan bir arkadaştı. O zamanda şimdi de seviyorum.

Son olarak aynı odada kaldığımızda ikimizde epey konularda tartıştık. Gerçek bir değişimden yanaydı ve 2003te yapılan toplantı da gerçek anlamda yapılan değişiklere tavır almadı, daha çok mevcut durumun bu şekilde yürümesinden yana değildi. Toplantıda da tavrı bu yönlü olmuştur.

Yaşamını yitirme olayı ise 16 Ağustos 2003 töreninde oldu. Kısa bir süre önce Askeri Karargâha gitmişti.

Yaşamını yitirmesi ve şehit olması bu törenin düzenleniş tarzıyla ilgilidir. Askeri Karargâh komutanının tarzından kaynaklanıyor. Askeri Karargâh komutanı gerçek değişimden yana değildi. Toplantıda ise gerçek değişim adımları kararlaştırılmıştı. Burada düzenlenen tören ilk defa böyle farklı ve öne çıkma amacını taşıyordu. Bu gün KCK ye bakan ordaydı.

Tören akşam oluyor ve gerçek mermiler ve patlamalar yapılıyor.

Gece ve folklorda ise yine silahlar devrededir. Folklor ekibi plastik mermiler kullanıyor.

Yöneticilerin yeri önde, ön sıradadır. Aynı sırada yine izleyiciler var. Folklor ekibinin kullandığı plastik mermiler, yöneticilerin ve izleyicilerin önüne düşüyor.

Erdal arkadaşta önde yöneticilerin olduğu sıradadır.

Folklor ekibinde yer alan bir bayanın silahında hakiki bir tek mermi patlıyor. Silaha susturucuya benzer alet takıldığı için bu mermi patlayınca çekirdek dağılıyor. Sanırım üç kişi yaralanıyor. Aynı çekirdeğin bir parçası da Erdal arkadaşa denk geliyor. Bununla şehit düşüyor.

Olayın gerçekleşme biçimi budur.

İzah edilmesi gereken nokta ise bu mermiyi folklor ekindeki bayanın silahına kimin koyduğudur, çünkü plastik mermiler ve atışlarda vb kontrol yok.

Bayan birilerini öldürmek istese tek mermi tercih etmez, kimi hedefliyorsa doğrudan atış yapar.

Bu bayan ve bazıları tutuklanıyor. Bayana işkence yapılıyor, İsveçten katılan biridir sanırım, babası KDP yetkililerinden. Bayan ajan olduğunu ve Buldanlarla ilişkisi olduğunu vb hikâyeleri kabul ediyor.

Selim: Buldanlar derken Necdet ve Savaş Buldan ın ailesini mi kastediyorsun?

D. Ali: Evet, Mülteci kampında kalan Buldan ailesinden kişiler kastediliyordu.
Daha çok ayrılanlar olmak üzere bu soruşturmayı kabul etmediler, yeni komisyon oluşturuldu. Komisyon bu bayana işkence yapıldığını, ifadelerin zorla kabul ettirildiğini vb saptamıştı. Bayanın bilinçli yapmadığı ve merminin başkaları tarafından konulmuş olacağını vb belirlemişti. Sanırım bayan bırakıldı, daha sonra başına ne geldi veya ne oldu bilmiyorum.

Bu olay askeri karargâh komutanlığının töreni düzenleyiş tarzı ve gece olarak yapılan kutlamalarda hem de geceleyin silahların ve patlayıcıların kullanış tarzı ve ciddi ihmallerinden kaynaklanıyor. Mermiyi kim veya kimler koydu sorusu aydınlatılmadı. Bildiğim bu çerçevede, sanırım sonra üstü kapatıldı.

Gulan arkadaş boğdurularak katledilirken Gulan üzerine kitap yazıldı ve Gulan çizgisi ilan edildi. Hâlbuki Gulan bu broşürü yazanın görüşlerine katılmıyordu. Üstelik katledenler ortaya çıkarılmadı.

nasirnas_117390262Selim: Komutan Nasır olayı nedir, onu neden ve nasıl katlettiler?

D.Ali: Zagrosun başarılı olduğu dönemde komutanlık o yapmıştı.
Sonra Garzan ve Amed eyaletlerinde de kaldı. Askeri tecrübesi fazla olanlardan biriydi.
Daha 1995 yıllarında cemal, Abbas, Cuma vb ile yıldızları fazla barışmıyordu.
Kendine özgü bir kişiliği vardı, en çok okuyanlardan biriydi.
Kendisiyle tartıştığım zamanlar oldu, farklı düşündüğü noktaları net ifade etmiyordu.
Konseye alınma eğilimi vardı ve bunu hak ettiğine inanıyordu.
19992da fedai güçlerin başına verilmişti, bunu kendisini harcama olarak değerlendiriyor ve genelde dışlandığı kanısını taşıyordu.
Mevcut tabloyu benimsemediğini hissettiriyordu, fakat düşüncelerini net ifade edemiyordu.
Belki de hepimiz gibi oda söyleme ortamının olmadığını düşünüyor olabilir.

7. Kongreden sonra kendisiyle ilgili yapılan görevlendirmeyi kabul etmedi
. Öcalanın vekâletini alan konsey onu yanında tuttu.
Sonra yapılan bir törene konseyle birlikte katılmamıştı ve
bu tür tavırları gerekçe yapılarak ve konseye karşı darbe yapmak istendiği söylenerek tutuklandı.
Süleyman gillerin ayrıldığı süreçten hemen sonradır.

Konseye karşı darbe yapacağı bir uydurmaydı. Konseyi beğenmediği ve bazı tavırlarını, gidişatı beğenmediği doğrudur.
Rapor isteme ve özeleştiri yöntemlerini engizisyona benzetmişti. Bu konuda haksız değil.

Oluşan konseyi ve PKKnin içine düştüğü durumu benimsememesi onu hedef durumuna getirdi.
İlkin platformu yapılmış bırakılmıştı. Sonra bir kez daha sorgulanmış ve Lübnana gönderilmesi kararlaştırılmıştı.
Konferansta yeniden platforma çıkarıldı ve askeri karargâha gönderildi, görevsizdi.
Askeri Karargâhta konseyin kararıyla bir kez daha tutuklandı ve bu onun yaşamının sonu oldu.
Konsey kararı ile vuruldu. Bu gün KCK başında yer alan beşlinin kararıydı.
Konsey üyelerinin hepsinin kararı da değilmiş.

İlkin Askeri Karargâh kaçmak istedi, vuruldu, yaralandı biçiminde muhaberelerde haber geçtiler.
Bir süre sonra Askeri Karargâh ta sorumlu olan Cemal ve Bahoz , Ape Hüseyin denetimindeö
hazırlanan bir tezgâhla fedailerin kaldığı yerin dışarıdan bilinmeyen güçler tarafından basıldığı ve Nasırı kaçırmak istedikleri,

bu sırada çatışmanın çıktığı ve Nasırın vurulduğu şeklinde açıklama yaptılar.
Nasır daha önce vurulmuş, toplantıda Nasırın vurulduğu açıklaması yapılmıştır.
Buna hiç kimse inanmıyordu.

Nasırın katledilmesi bir süre söylenmedi.
Bu arada Kadın Kongresinde Gulan arkadaş kongrede kaldığı yerde boğazlanarak katledilmişti.
Hedef şaşırıldı, onu katledenlerde ortaya çıkarılmadı.
Abbas, Gulan arkadaşı şehit ilan eden bir broşür yazarken aynı broşürde
Nasırın nasıl alman ajanı olduğunu ve PKK deki bütün tasfiyecilerin toplamı olduğunu kaleme almıştı.

Hala kimse yapanlar dışında Nasırın katledilmesini bilmiyordu.
Hem komutan Nasırın hem Gulanın katledilmesi siyasi bir cinayettir. Gulanın görüşü ayrılanlarla aynıydı.

Selim: Siz yaklaşık otuz beş yıl boyunca hiç dinlenmeksizin
Kürt halkının bağımsızlığı ve özgürlüğü için çalıştınız.
Ama bir noktadan sonra resmi görüş gibi düşünmediğiniz için başınıza ne gibi olaylar geldi?

 

D.Ali: PKK de iç politika yürütme tarzını Öcalan yarattı.
Herkes aşağı yukarı birbirine karşı kullanılır duruma getiriliyor.
Bundan dolayı birbirini sevenler sevmeyenler oluyor.
Hedef kişiler dönemlere göre değişir.
Bazıları hedef tahtası yapılırsa onlara yüklenilir, başka bir zaman sıralar değişir.
Kopanlar ve ayrılanlar da aynı zincirin halkaları gibidir.
Hedeflenenler doğru dürüst düşüncelerini formüle edemezler.

İç politikalarını çözemedin mi yaşama imkânın hiç olamaz.
Bu açıdan tanıyordum. Tek kişinin ya da sadece kendi sorunum olarak görmüyordum.

Nasır ve Gulanın cinayetlerinden sonra bazı arkadaşlarla birlikte bende açık hedef durumuna getirildim.
Bunlar kendilerini yenilikçi konseyi muhafazakâr görüyorlar diye.
Bir açıdan doğruydu, yenilikçiler ve muhafazakârlar çatışmasıydı.
Bizi grup kurmakla ve kendimizi yenilikçi olarak sunmakla eleştirmeye başladılar.
Botan ve Rıza dışında konseyin hepsi bu konuda anlaşmıştı.
Nasır cinayeti de bu toplantıda açıklandı. Abbas, Karasu ve Fuat beni hizip başı olarak suçladılar.
3. Kongreyi örnek vererek aynı sürecin başlatılması ve benzerden söz ettiler.
Hizip ve grup kurmak PKK de en ağır suçtur. Nasır olayı açıklanınca verilen mesaj açıktır.
Aynı sonla karşılaşırsınız gibi.
Avrupa da karşılaştığımı anlattım, güneyde biri açık ev hapsi olmak üzere iki kez platforma çıkarılmıştım.

Bir süre öncekiler siyasi ve düşünsel temele açık olarak dayanmıyordu.
Ya da kendilerini ifade edemiyorlardı, birazda acele ettiler.

Demokratik değişim ve dönüşüm deniliyordu aslında değişen bir şey yoktu.
Eski PKK sadece tanınmaz hale getiriliyordu.

PKK ilk özüne yabancılaşmış ve yozlaşmıştı. PKK ayrıca olumlu ve olumsuz yanlarıyla dönemini tamamlamıştı.
Öcalanın yeni söylediklerinin de PKK ile bir alakası yoktu, yeniyi oluşturmadığı gibi eski PKKden eser kalmamıştı.

Açık yönelmelerden sonra onların dediklerini sessizce kabul etmek, diz çökmek doğru olmazdı.
Daha önce değişim için harekete geçilmesini erken buluyorduk, değişim ve yeniden oluşum gerekmediği için değil, ortam müsait değildi.
Şahsen bu duruma açık tavır koydum.
O zaman gerçekten değişim ve demokratikleşme için çalışmak gerekiyordu.
Öcalan savaşı başlatın dediğinde Abbas ve Karasu toplantıya savaş için gelmişti.
Bu görüş kabul edilmedi. Siyasal, örgütsel, yönetim ve yaşam tarzının değiştirilmesi benimsendi.
Burada bütünüyle olmasa da görüşlerimi açıkça söyledim. Birçok arkadaşta aynısını yaptı.
Kongrede istenen gerçekleşmese savaş kararına karşı çıkıldı.
Şimdi yönetimimde olanlar gerçek bir değişim ve demokratikleşmeye karşı çıktılar.
Abbas bile ilk defa değişiklik oluyor tanımlamasında bulundu.
Cuma başta geri çekilmişti, değişikliklere itiraz etmedi.
Aşağı yukarı çoğunluk kesim işlerin eski tarzda yürüyemeyeceğini görüyordu, fakat atılan düğümleri çözmeye geldiğinde ise duraklıyor.
PKKnin iktidar rantından vazgeçmediler. Kargaşa ve kavga başladı.
Öcalanda devreye girdi, kâğıt üzerinde yapılan değişiklikleri durdurdu ve savaşı gündemleştirdi.
Hiçbir demokratik partide önderlik sistemi diye bir kurum yoktur, muhafazakâr ve gerici partiler bile bunu benimsemez.
Önderlik sistemi tartışılmadan çıkarılmıştı, Abbas ve Karasu, Cemal yeniden gündemleştirip koydular.
Eleştirilmeyen Öcalanı PKK de eleştirmek mümkün değil, eleştiri oradan başlatılmadı mı değişim olmaz.

Partinin değişmeyeceği görülünce insanlar ayrılamaya başladılar, bu değişik biçimlerde bugüne kadar sürüyor.

Toplantı başarısızlıklarından sonra Cuma ve Cemal Botan’ı öldürmek için fedaileri görevlendirmişti, açığa çıkarıldı, teşhir edilince başarısı oldular.
Bu dönemde daha ayrılmadan da birçok yanlış uygulamaları, Nasır ve benzer insanların infazını teşhir ettim.
Benim ve farklı düşünenlerin can güvenliği yoktu.
Eski otoriteleri sarsılmıştı, yoksa bu zihniyet çokça tutuklama ve infazlara giderdi.

İpler artık kopmuştu.
Bir gün Zübeyir ve Abbas yönetim adına gelip beni ve Doğanı tutuklamak istediler, bir yere çekilmemizi ve konuşmamamızı istiyorlardı.
öte yandan bizden kendilerinin dayattığı çerçevede TV ve gazeteye açıklamalarda bulunmamızı istediler, reddettik ve açık tavır koyduk.
2003 yılıydı, ikimizde istifamızı verdik ve kendilerine çalışmayacağımızı belirttik.
Sonra Cuma gelip sözde devreye girip yatıştırmak istedi. Biz zaten devre dışı edilmiştik.
Zaten işler böyle başlatılıyor ve sonrası direnirsen infaz ve öldürmeye kadar götürülüyor.
O süreçte mesele bir iki kişi olmadığı, ortada tavır koyan binlerce insan olduğundan otoriteleri sarsılmıştı.
Ayrılanlar yoğunca olunca yeniden infaz ve katletmeler başladılar.
Ermenistana Ferhanla gitmiştik peşimize güvenliklerinde olan kişiler göndermişlerdi.
Durumların iyi olmadığını görünce Buradan ayrıldık.
Aynı süreçte Sipan, Kemale Sor vb katletmişlerdi, sonrasını Kani, Hikmet Fidan vb insanları,
sadece ayrıldıkları ve ayrı siyasi görüşler savunduğu için katlettiler ve içlerinde de yeni infazları sürdürdüler.

Selim: Öcalan yakalanıp itiraflar yapmaya başlayınca halkın aldatılması için,
ona ilaç vermişler, onun için böyle ileri geri konuşuyor dediler, daha doğrusu dediniz neden?

D.Ali: Öncelikle bu açıklamaları hiç kimsenin hoşuna gitmedi.
İşkence ve ilaçla konuşabilir, şuuru yerinde değil kanısı hakimdi.
Çünkü bilinen Öcalan yanlış yapamazdı inancı vardı.
PKK tarafında yapılan açıklama söylediklerini ölçü almayın anlamına da geliyordu.
Halk aslında bu açıklama geri alınarak kandırıldı. Bu açıklama yetersizde olsa doğruydu.

Öcalan hemen içerden devreye girdi, hiçbir baskı ve işkence görmediğini, kendisine ilaç verilmediğini ve bu tür konuşmaları kendi bilinciyle yaptığını söyledi.
Aslında bu dediği doğruydu.
Daha adım atar atmaz çözülmeye ve diz çökmeye başlamıştı, hiçbir tavır ve direniş sergilemedi.
Bazı avukatlar davasını almaya gittiler, baktılar durumu iç açıcı değil, almaktan vazgeçtiler.
Deneyimli hiçbir avukat onun savunmasını almadı, tecrübesiz bazı avukatlar aday oldular.

İşte asıl kötülük bu açıklamadan sonra yapıldı.
Öcalanın dediği temelde onun teslimiyetçi yanlış ve itirafları halktan gizlendi, olumsuzluklar olumlu gösterilmeye çalışıldı.
Bazı yabancı siyasi gözlemciler ve yazarlar Öcalanın canını kurtarma yoluna gittiğini yazıyorlardı ve aynen öyle yapmıştı.
TC basını başlarda Öcalanı karalama kampanyası yaparken sonradan bu durduruldu.
Şimdiye kadar Kürtlere karşı linç havası ve ortamları yaratılmasına rağmen aynı şey Öcalana karşı yapılmadı.
Kürdistan seferi başlatınca da Öcalanı gündem yapmadılar.
Gizli görüşmelerden haberleri olduğu için bazı köşe yazarları,
Öcalanın talepleri en alt sınıra çektiğini vurguluyor ve ayrılanları tehlikeli görüp Öcalanı salık vermeleri boşuna değil.

Selim: Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Öcalan itirafçıdır,
yeniden mahkemesi görülürse aynı sonuç çıkar gerekçesiyle davanın yeniden görülmesini reddetti.
Örgütte bu konunun kitleler tarafından anlaşılmaması için
Öcalanın zehirlendiğini ileri sürdü. Bu konuyu nasıl değerlendiriyorsun?

D.Ali: Suç şebekeleri ve Kürtleri katleden, genelde tüm toplumu susturanlar iktidarda olduğuna göre Öcalanın içerde tutulmasından yana değilim.
Öcalan ifadeleri ve mahkemede bir tavır sahibi olmasa da böyle düşünüyorum.
Bazıları Öcalan için Özgürlük kampanyaları da düzenleyebilir.
Buna da bir diyeceğim fazlaca yoktur.
Ama Öcalanı Kürtlerin ve Kürdistanın özgürlüğünün başına koyup her şeyi buna kilitlemelerine karşıyım.
Amaç ve hedefler unutuluyor, varsa yoksa Öcalan demek acayip bir durumdur ve bu durum Kürtlerin lehine değil, aleyhinedir.

Öcalan zehirlenmedi.
Bence getirip İmralıya koyunca da öldürmek istemiyorlardı.
Çünkü ondan istediklerini fazlasıyla aldılar ve bu durumu sürdürüyorlar.
Zehirlenme olayı Öcalanın kendini gündemin başına koymak ve AİHMnin İtirafçı demesini gizlemek ve örtmek içindir.
PKK de kalanlar dışında, bütün siyasi çevreler, istihbaratlar vb Öcalanın çözüldüğü ve teslim olduğunu biliyor.
PKK de kalanlar Öcalanın yardımına koşarak bunun üstünü örtmeye çalışıyor.
Bana kalırsa Öcalanın içerde gösterdiği hiçbir direniş yoktur.
Çoğunlukla kendini gündemde tutmak için hedef şaşırıyor.
Bana kalırsa tek kalma dışında diğer PKK tutsaklarından daha iyi koşullara sahiptir.
Başka cezaevine nakledilmesi gündemleştirildiğinde İmralıda kalmayı tercih etti.

Selim: Bundan birkaç ay önce Öcalanın saçını kestiler,
şimdide işkence yapmışlar diye halkı sokaklara döküyorlar, bu olayların arkasında ne var?

D.Ali: Saç kesmeler vb uygulamalar kime yapılırsa yapılsın karşıyım.
Saç kesmeden önce Kürdistan seferlerine çıkıldı ve asıl amaç Kürt federasyonuydu.
Bu seferlerle birlikte AKPde götürülecekti.
Öcalanın konuşmaları bunları onaylayacak türdendir.
ABD, AB, BM ve uluslar arası güçler, Kürt federasyonu bu duruma tavır alınca olmadı.
AKP kapatmaya yöneldiler, bilindiği gibi Başbuğ ve Erdoğan görüşmesi ile uzlaştılar, hükümet dize getirilmişti ve Ergenekon olayını gündemleştirdiler.
Bundan önce Öcalan, avukatlar aracılığıyla yaptığı açıklamada AKPnin kapatılacağını ve ikiye bölüneceğini kesin ifadelerle söylüyordu.

Bence Ergenekon olayına bulaşmış ve onlarla anlaştığı için böyle konuştu.
Sonra ABD, AB vb devreye girdiler, AKP olayını vb onaylamadılar.
Derken bilinen sonuç çıktı ve Ergenekon un deşifre edilen bölümü üzerine gidildi.
Hemen aynı süreçte bu saç kesme vb ile Öcalanı da uyardılar kanısındayım, yani yönelimden kısmen oda payını aldı.

Dikkat edin Kürdistan seferleri ve linç ortamında Öcalan hiç hedef yapılmadı, deşifre edilen Ergenekoncular açık çalıyorlardı vb.

Her darbede darbecilerin bazıları tasfiye edilir, ya da bazıları kullanılıp bırakılır, Ergenekonda da öyle oldu.
Nitekim ziyaret yasağı kısmen uygulandı, sonra tam 31 ağustosta Öcalan cumhuriyetin temel niteliklerine vb bağlı olduğunu vurgularken AKPye karşı dili de yumuşamıştı.

Eskiden beri PKK de yaratılan olay şu; bu sorunu Öcalan çözer. PKK ye bağlı halk kesimi de böyle düşünüyor.

Olay ve senaryolar anlaşılmıyor ve KCK hala sorunu gidin İmralıda Öcalanla çözün diyor.
Öcalan mitini ve fetihleştirilmesi KCK yoluyla olunca insanlar bu olayların kendisine yapıldığını düşünüyor.
Bunu yapan insanları suçlamıyorum.
Durumun anlaşılması için hala zamana ihtiyaç var.
Fakat faturası ağır olacak.

Öyle ki, insanlar yaşasın Kürdistan, yaşasın amaçlarımız demiyor, yaşasın Öcalan diyor.
Bu eskiden yaratılan bir saptırmadır, hepimiz şöyle veya böyle buna ortak olduk.
Öcalan ve KCK yönetimi şimdi bunu çok iyi kullanıyor.
Bir ülizyon halidir.
Gözlerin önündeki perdenin kalkmasına ihtiyaç var.

Selim: Şahin dönmez de senin eski arkadaşındı, Tutuklandı Elazığ polisinde çözüldü, Diyarbakır da itirafçı oldu. Sen onun için şöyle bir söz söyleye bilir miydin? Ben Şahin dönmezin fikirlerine katılmam ama çeteler dışarıdayken onun içerde kalmasını istemem. Halk onun serbest kalması için çaba harcansın diyebilir miydin? Sana göre Şahin dönemez mi Kürt halkının mücadelesine fazla zarar vermiş yoksa Öcalan mı?

D.Ali: İtirafçılığa karşıyım, zindandayken de buna karşı mücadele ettim. İtirafçılık yapan kilit noktalarda ise zararları fazla olur. İkisini kıyaslamak konusunda bir yorumda bulunmayacağım. Soruyu okuyan kendisi bir kanata varsın.

İtirafçılığı gönüllü yapanlar azdır, genellikle işkence ve baskılar sonucu itirafçılar yaratılır ve öyle bir duruma konulur ki derken her şeyi yapacak duruma gelir. İçkence ve ciddi bir baskı görmeden yapanlar ise her şeyi yapmaya hazır olurlar.

Selim: Öcalan ve Ergenekon ortaklığı var mı?

D.Ali: Evet, var.

Öcalan’ın deşifre edilen Ergenekon’la ilişkileri ortaya çıktı, bunu Türkiye medyası da yazıyor.

Öcalan deşifre edilen alanda da kullanıldı ve sözü edilen general ve subaylarla ilişkisi vb oldu.

Bence asıl sorun bu değil asıl şimdi iktidarda olan Ergenekonla ortaklığı sürüyor.

Öcalan olayı sadece devlet içindeki bazı kuruluşlarla ilişki olayı değildir.
Öcalan ortaklığı derin devletle vardır veya devletin kendisidir, devlette etkili olan genelkurmay ve orduyladır.

İçeri düştükten sonra bu sorunu çözerse ordu çözer diyordu.
Görüşmelerinin bir bölümü basına yansıdı, kültürel kırıntılar ve genel af ile sorun çözülmek veya çözümsüz kılınmak isteniyordu.

Her nedense genel af çıkarmadılar.2002 sonundan itibaren Öcalandan savaşı yeniden başlatın mesajları geldi.
Savaşı başlattın mı af olmaz tabii.
Ordu iktidarını sürdürmek, AKPyi devre dışı bırakmak, AB sürecini kesintiye uğratmak,
Kürt federasyonuna sürekli müdahalelerde bulunmak, en önemlisi de savaş olmayan bir savaşı bahane ederek
Kürtleri iyice güçten düşürmek vb nedenlerle buna ihtiyaç duydu.

Selim: Öcalan’ın Ergenekonla iliskisi varsa hangi tarihlere kadar gidiyor?

D.Ali: İçeri düşmeden öncede kontakları olduğunu düşünüyorum.
Hangi tarihlere kadar uzandığı konusunda net bir şey şimdilik söylemem zor. Hakkında epey şaibeler var.

Ateş olmayan yerden duman çıkmaz diyorlar.

Geçenlerdeki bir görüşme notunda bir hatasının da Atilla Uğur veya bilmem ne Türkiye görevlisiyle görüşmememdir diyordu.
Bunu boşuna söylemedi, onun tarzına göre söylersem büyük ihtimalle görüşmüştür.

Gazeteciler trafiği arttığı zaman gelen her kesle tek görüşüyormuş, sürekli tek görüşmeler yapardı.
Şimdi deşifre olan Ergenekoncu gazetecilerden de gidenler olmuştu.

Kendisi evinin üstünde ve karşısında Türkiyeden görevliler olduğunu söylüyor ve evlerini de değiştirmiyor.
Öyleyse bu işten Suriye istihbaratının da bilgisi var. Çünkü kendileri içinde olsa bırakmazlar.

Öcalanın zaman zaman bu konularda yaptığı değerlendirmeleri birleştirirsen, bağımsız değerlendiren biri şüphelenmeye başlar.

AİHM; Öcalanı itirafçı olarak değerlendirdi.

Bana sorarsan, PKK savaştığı dönemde terörist damgası pek yemedi.

PKKnin dünyaca terörist damgasını yemesinin nedeni Öcalanın içine girdiği ilişkilerin anlaşılması,
itirafçı olması ve TCnin bütün iddialarını fazlasıyla kabul etmesidir.
TCye bağlanan bir Öcalanı hiç kimse benimsemez ve benimsemiyor.
Demokratik ve sosyalist kesimlerde kabul etmiyor.

Öcalan, itiraflarında uyuşturucu ticareti yaptıklarını da kabul ediyor.
Bu ve benzer işler yaptığını söyleyenler tabii ki terörist ilan edilir.

Şahin Dönmez yakalanıp itiraf yaptığında her şey bitti dedi.
Şemdin Güneyden yakalanıp Türkiyeye getirildiğinde her şey yapmaya hazırım dedi.

Öcalan İmralıya götürüldüğünde iner inmez ben her şeye hazırım, gelin son noktayı koyalım dedi.
Bu ruh hallerinde Kürtler için doğru bir şey çıkmaz.

Önceki süreçler tartışmaya açık olabilir, ama bence İmralı süreci ve anlaşmaları, cumhuriyete hizmet için varım demesi çok nettir.
Bunlar vb içine girdiği ilişki, devletle çalışmasını isteyen rahatlıkla görebilir.
Öncesi zamanla aydınlanabilir.

Selim: Dağlıca karakol baskını ve Aktütün sizce şaibeli mi?
Karakol baskınlarıyla Öcalana işkence yapıldı arasında bir bağlantı var mı?

D.Ali: Biri ilk tezkere ve Kürt federasyonu işgal etme planları tartışıldığın da,
öteki 2.kez tezkere meclise geldiğinde yapıldı. İkisi de şaibelidir.
Aslında PKK eskiden karakol ve tepe baskınlarını yasaklamıştı,
çünkü böylesi hedefler tahkim edildiği için çok kayıp vermeye yol açıyor, ondan dolayı yapmıyordu.
Bu açıdan da şaibeli. TC dikkat ederseniz bunları siyasette iyi kullandı.
Askerlerin ölmesi o kadar önemli değil. Ölümlerde propaganda malzemesidir.

Genel Kurmay çok iyi biliyor ki şimdi savaş denilenin bir zorlayıcılığı yok.
Tersine ordu siyaset vb alanlarda kullanıyor.

Örneğin Doğu Ergil araştırma grubunun kamuoyu yoklamasında sadece Kürtler değil,
Türklerin çoğu da sınır ötesi operasyonlara karşıydı.
Karakol baskınları ve işkence yapıldı olayı gündem saptırmadır.
Yanlış gündemler oluşturuluyor ikide bir. Ortada bir yanıltma ve yanılsama olayı var.
Bunu iyi görmek lazım.

Selim: PKK bağımsız birleşik Kürdistan şiarıyla ortaya çıktı,
şimdi kendini inkârın teorisi olan Kemalizme sarılmış, bu serüveni değerlendirir misin?

D.Ali: Sabri Oku İmralıya Öcalanın yanına götürmüşler.
Öcalan yenildiklerini söylemiş ve sonra da Sabri çıkarsa Türkiyedeki temsilcim olsun demişti.

Evet, PKK bağımsızlık ve özgürlük için ortaya çıkmıştı.
Barzani ve diğer güçler otonomi vb statüler istiyor diye bizzat Öcalan onları işbirlikçi olarak değerlendiriyordu.
Sonra işbirlikçi dedikleri özgür Kürdistan federasyonu kurdular.

Öcalan bağımsızlıktan en diplere kadar indi, ne istediği tam belli değil, öyle ayarlıyor ki asimilasyonun doğal kabul edilmesine yol açıyor.

Öcalanın kültürel haklar dedikleri Saddam dönemi Irakında vardı.
Belli düzeyde özellikle Soran alanında eğitimde de Kürtçe kullanılıyordu, radyo yayınları bulunuyordu.
İran Molla rejimi ve daha öncesinde Kürtçe radyo ve TV yayınları bulunuyor vb.

Kültürel haklar derken devletten bir şey beklemeyin Kürtçe eğitim yerleri açın.
Ya kim çocuklarını buraya gönderir, resmiyeti yok, diploması yok, finansı vb yok.
Bununla olmaz.
Anadilde eğitim olması için ve kültürün her alanda kullanılması için Kürtlerin siyasi, idari vb statülerinin olması lazım.

Evet, Kemalizme açıkça dönüldü.
Kürtlerin amaçları kayboldu, gerçekten ne istedikleri belirsiz.
Diyelim ki kimlik tanındı, statüsü olmayan kimlik neye yarar.
Saddam anayasası Kürt kimliğini tanıyordu. Kürtlerle statü konusunda anlaşmıyorlardı vb.

Bence Öcalanın İmralı ile süren amacı Kürtlerin amacını bulanıklaştırmak ve devlet içinde bazı kırıntılarla eritmesine yardımcı olmaktır.

Ayrılmak istemiyorsun, bunu anladık, federasyon, konfederasyon, otonomi vb var,
bunları niye savunmadın ve savunmalarına koymadın. Af, dil ve kültür türünden makul talepler e indik.
Kaldı ki bunların nasıl olacağı da belirsiz.

Sonra alt ve üst kimlik, ama hangi statü ile alt ve üst kimlik savunduğu belirsizdir.
Teorik muğlaklaştırmalar dışında hiçbir somut belirleme göremiyorsun.

İran’a federasyon, Iraka konfederasyon vb bol keseden söylüyor, bırak oradakiler onu belirler, sen Kuzey Kürdistan için somut ne söylüyorsun?

Bunlar yok tabi. Savunmalarında belirtmiyor.
Avukatlarla PKKlileri elde tutmak için DİSK türü konfederasyon olabilir.
Tamamda bir partinin liderisin, o parti her şeyi sana emanet etmiş, TCye karşı ne istediğini savunsana!
Çünkü bunu yapamaz. Devlete ve Kemalizme bağlılık suya düşer o zaman.

Gerçek düşüncesi ilk savunmasında söyledikleridir; yani belirsiz kültürel haklar.
Örneğin sıkışırlarsa devlet yarın öbür gün Kürt kimliğini Saddam türü ya da ondan daha geri tanıyoruz diyebilir.
Kürtlerin yinede bir statüsü olmayacak.

Örneğin Özgür Kürdistan federasyonu kuruldu.
Onunla ilgili hayırlı bir söz söylemedi. Kürtleri hep eleştirir, hemen hepsini, sevip sevmediği bile tartışma konusudur.
İnsan olarak kimseye bir sevgi gösterisinde bulunduğuna tanık olmadım. Hep resmi ve buyurgandı, kimle ne yapıyorlar la uğraştı.

Suriyede iken ana tarafı Ermeni idi, Türkiyeye geldiğinde Türk oldu vb. Bunu kendisi söylemişti, benim görüşüm değil.

Kürt federasyonunu 2.İsrail olur diye TCye hedef gösteriyordu.
İsterlerse ve koşullar müsaitse devlette kursunlar, bunda Kürtlerin bir zararı olmaz.
Kürtlere muhalefet yapar ve gözden düşürmeye çalışırken yıllar önce reddettiğimiz kemaliz mi yeniden Kürtlere benimsetmeye çalışıyor.

Düşünün Türklerin ezici çoğunluğu bile Kemalizmin güncelleştirilmesinden yana değil.
Öcalan bunu Kürtlere kabul ettirmeye çalışıyor.
Cumhuriyetin temel niteliklerine bağlıyım diyor, bu nitelikler Kürtler vb inkârı üzerine oluşmuştur.

Kısaca görüşme notlarında bazen Kürtlerle ilgili vurguladığı sözler KCK ve kısmen kendisine bağlı olan Kürtleri elde tutmaya yöneliktir.
Kürtler için ciddi anlamda hiçbir şey net olarak ortaya koymuyor.

Koyarsa devlet ve ordu ile anlaşması bozulur.
Bunu yapacağını da sanmıyorum.

Görüşleri muğlaktır, bir kesimi Kemalizm ve cumhuriyeti sahiplenme çerçevesinde devlete,
bir kısmı belirsiz Kürt kimliği biçiminde Kürtlere yöneliktir.

Asıl işleyen devlete yönelik olandır.

Bunları bize dayattığı zaman ben kendimi kimliksiz hissetmeye başladım.
Eskiden bir kimliğe sahiptim, o kimliğimi yeni bir aşamaya taşımak istiyorum.
Bunları görünce ve okuyunca nasıl bir statü istiyoruz, baktım hiçbir statü istemiyoruz.
Bunları beğenmiyordum, ama boşluğa düşmüştüm.
Birde baktık ki kimliksiz ve statüsüz kalmışız.

O zaman da kafamdaki fikir federasyondu.
Federal Demokratik Türkiye, Demokratik Kürt federasyonu idi.
Kürtlerde ayrılmak isteyenlerde olabilir, bunu gayet normal karşılıyorum.

Mevcut cumhuriyetin içini doldurmaya karşıyım, bu cumhuriyetin değişmesi ve yeni bir cumhuriyetin kurulmasını istiyorum.

Selim: Siz ne istiyorsunuz? Çözüm nedir?
Avrupada ki Kürtlerin ve Kürdistandaki halkımızın ne yapması gerekiyor?

D.Ali: Bakın Güney Kürdistanın baştan beri talepleri hep Kürtlerin siyasi statüsü temelinde oldu.
Irak yönetimi ile Barzani masaya otururken bu görüşmeler iki tarafın heyetlerince gerçekleştirilir.
Talepler statüden aşağı inmedi.
Otonomi konuşulurken Irak yönetimi ve Kürt tarafı farklı şeyler anlıyordu. Kürtlerin istemi otonominin de ötesindeydi.
Çünkü silahlı güç bulundurmayı, petrolden pay almayı, maliye vb konularda özel statü istiyorlardı.

Kuzey hareketi ortaya çıkarken bağımsızlık diyerek bunları geri buldu, hatta işbirlikçi olmakla değerlendirildi.
Onlar şimdi statüsü iyi olan bir federasyon kurdular. Aslında otonomi isterken de mücadele edenlerin gönlünde bağımsız Kürdistan vardı. Geçenlerde Barzani ayrı devlet vurgulaması yaptı.

Kuzeyin çözümü bağımsızlıktan tanınmayan bir noktaya geldi.
PKK lügatine göre söylersek işbirlikçilikten de geridir.
Şu anda statüsüz ve amaçsız kalmışız. Tabii ki, böyle bir durumdan çözüm çıkmaz.

Öcalanın çözüm dediği bazı kültürel haklar, idamın kaldırılması ve genel aftır.
Doğrusu kimin ne söylediği hiç açık değil.

Ben Federal Demokratik Kürdistan çözümünden yanayım.
Statüsüz olan bir çözüm, çözüm değil.
Tutarlı mücadele edilirse statüsüz çözümü TCnin kendisi bize çözüm olarak dayatır.
Federal Demokratik Türkiye ve Federal Demokratik Kürdistan.
Ayrılma olmadan mevcut cumhuriyetin değişmesi temelinde bu gerçekleşebilir.

Kürtler aktif siyaset sahnesine çıkmalı ve var olan siyaset krizine son verilmeli ve amaç net tanımlanmalıdır.
Kürtlerin direnişinin amaca ve statü talebine kavuşturmak çok önemli ve bu belirleyici, kilit noktadır.

Kürtler siyaset alanına hem ülkede hem de uluslararası alanda damgasını vurmalı ve bu da halka dayanmalı, yani bütün Kürtleri kapsamalı.

Eskisi gibi olmaz, tek alternatif benim olmaz, hele sorunu hapise havale etmek ve İmralı’ya kapatmak olmaz.
KCK diğer ülkelerdeki durumlara ve liderleri tutuklananlara göre düşünse onlar açısından da bu doğru değil.

Sorunu uluslararası alana taşımalı.

Avrupa Birliğine katılmayı Kürtler herkesimden daha fazla savunmalı ve bunu siyasetinin önemli noktalarından bir haline getirmelidir.

Tek alternatif yoktur ve bu toplumun hepsini kapsamaz.
Bütün siyasi partiler, grup, çevre ve şahsiyetler bir araya gelmeli ve alternatiflerin toplamı en doğrusudur. Federal demokratik Türkiye, federal Kürdistan, demokrasi ve özgürlükler ortak payda olmalıdır.

TC PKKden hareketle Kürtlerin mücadelesini terörizm olarak damgalayıp yok sayıyor. Dünyanın çoğunluğu öyle yaklaşıyor neredeyse.

Terörizm damgası yiyen parti ile hiç kimse masaya oturmaz.
Bu damganın yenilmesine Öcalan ve PKKnin savaş hukukuna uymayan uygulamalarının büyük payı var. TC baştan beri söylüyor ve bu anlaşılıyor.
Ama bunun dışında da Kürt siyaseti terörizmle özdeşleştirildi.
Türkiye,İran ve Suriyeyi bir tarafa bırakıyorum.
Bunun dışında da PKK özellikle terör damgalı bir hareket durumuna getirildi.
Sadece çıkar çevreleri değil, dünyanın demokratları, liberalleri, yeşilcileri, sosyalistleri vb de yapılanları kabul etmiyor.

Düşünün, Avrupada hangi parti kendisinden ayrılanı vuruyor.

Hangi parti binlerce üyesini idam etmiş?
Hangi parti bu kadar partiler arası çatışmalara katılmış.

Üyelerine işkence yapan parti var mı?

Hangi parti sivil ve savaşla alakası olmayan insanları vurmuş?

Hangi parti Avrupada infazlar, adam insan dövme ve benzerlerini yapıyor?

Meşru siyasal mücadele zemini ve yeni vizyon oluşturmak çok önemlidir.
Her düzeyde halkın aktif direnişi esas alınırsa ve öncelikle siyasallaşma ve uluslararası düzeyde kabul olma, bunu yaratmaya çalışmak esas alınmalıdır.

Mevcut tarzda süren savaş, istenen barış ve kardeşlikte gerçek özüne oturmuyor.
Halkın direnişi ve enerjisinin böyle harcanmasını uygun görmüyorum.
TC zaten katliam ve gerginlik politikaları vb ile sürekli hedef şaşırtmaya ve halkı tepkisel davranmaya itiyor.
TCnin yaptığı insanlık suçudur, bizi bu kadar yok saymaları ve askeri çözüm dayatmaları elbette kabul görmez ve direnişle karşılaşır.

Halktan istediğim, direnişlerini gönlündeki asıl amaca bağlansınlar.
Ben inanıyorum ki Kürtlerin bir kısmı şimdi gönlünden bağımsızlıkta istiyor.
Karşı değilim, koşullar uygun olsa ve başka yol kalmasa bu da olsun.
Halkın gönlünde Kürtlerin ve Kürdistanın özgürlüğü var.
Ama bunun adının gizlenmesine sessiz kalmamalarını rica ediyorum.
Diyelim Kürt federasyonu istiyoruz.
Irakta gerçekleşti, kıyamet mi koptu?
Saddam döneminin daha iyi olduğunu bu gün söyleyen pek yok.

Gerilla mücadelesi ve serhildanlar ne istiyordu; bağımsız Kürdistan.

Bugün bazı direnişlerle gerilla ne istiyor?
Açık ifade edilmiyor.
Ama bana sorarsanız her ikisinin de gönlünde statüsü olan bir Kürdistan var.

Kürt hareketleri daha ilk ortaya çıkarken Kürtlere Özgürlük dediler.
Özgürlük federasyon, konfederasyon ve bağımsızlıkla olur, hata otonomi veya geniş bir otonomi isteyen Kürtlerde olur.

Kimliğimiz tanınsın derken bir statü ile tanınırsa özgürlük olur.

Halktan ve herkesten bir isteğimde Kürtlerin birbirleriyle kavga etme lüksü yoktur, beğenmediklerimize de saygı gösterelim ve farklı olduğunu kabul edelim.
Hele Kürtler arasında gerekçesi ne olursa olsun her tür şiddeti mahkûm etmeliyiz.
Sözlü şiddeti dahi reddetmeliyiz.

Kürtlerin birliği Kürt demokrasisi oluşturmaktan geçer.
Farklı olanı kabul edeceksin ki birlik olsun.
Uzlaşı ve demokrasi kültürüyle birlik sağlanır.

Resmi Türk partileri gelip geçicidir, AKP artık ordu ile birleşti, o noktaya geldi.
Ona da karşı olalım, fakat o bir süre kalır zayıflar ya da geri çekilir.
Asıl iktidar gücü ordu ve derin devlettir.
Kürt çözümünü asıl engelleyen bunlardır.
Görülmedi mi, AKP başta biraz mesafeliydi, AKPyi bu hale onlar getirdiler.
Erdoğanı Demirel veya Çillerin pozisyonuna getirdiler ve geldi.

Ordu, siyaset alanının şu veya bu şekilde Kürt sorununu ele almasına müsaade etmiyor ve asıl engel oradan geliyor.

Halktan istediğim; kişiler, kurumlar ve partiler gelip geçicidir.
Kürdistanın statüye kavuşmasını esas alsınlar.
Her insanın, halkın direnişleri ile kazanılan mevzilere sahip çıkıp geri adımlar atılmasına müsaade etmeyelim.
Biz en geriyi isterken, TC buyur size kültürel kırıntılar, TV ve radyo vb der.
Tartışmanın bu eksenden çıkarılması esas olmalıdır.

Kürt sorunu uluslararası bir sorundur.
Siyasetlerde küreselleşmiştir.
Sorunu yalnızca TC ile ya da TCnin insafına bırakarak haletmek mümkün değildir.
Diyalog ortamı oluşsa da tarafların heyetleri görüşür, aracı heyetler ve gözlemciler olur.
İlk buluşma ve hazırlıklar ortam yaratma amacıyla gizli olsa da taraflar ve heyetlerce gerçekleşir.
Gizli odalarda kimin ne dediği belli olmayan ve bütün Kürt taraflarının dâhil olmadığı görüşmelerin sonucu bu gün gördüğünüz tablodan öteye geçmez.
Sanırım bunu hiçbir Kürt insanı benimsemez.

Dünyanın demokratik, sosyalist, liberal vb kamuoyu da Kürtleri mevcut durumu ile benimsemiyor, bu durumu aşıp yeni ve ikna edici bir geniş görüşlülük ile çıkma gayreti olursa iyi sonuçlar yaratır.

Özgür Kürdistan federasyonuna eleştirilerimiz pozitif olmalı ve ne olursa olsun Kürtler için temel bir kazanımdır, Kuzey içinde önemli siyasi bir örnektir. Korumak ve savunmak çabası içinde olmak değer taşır.

Selim: Sorularıma doyurucu yanıtlar verdiginiz icin teşekkürler

D.Ali: Benimle röportaj ettiğiniz için teşekkür ediyorum.

 

Selim Çürükkaya

1954 te Bingöl' de doğdu. Öğretmen okulundan mezun oldu. Siyasi nedenlerle on bir yıl hapis yattı. Gazeteci ve yazar. Yayınlanmış 10 Kitabı var. Siyasi mülteci olarak Almanya'da yaşıyor.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Başa dön tuşu