KitapRoman

“Dr Said / Dağların Kilidini Kaybettik” kitabı üzerine

Ali Yaver Kaya / Bu Kitabı okuyup bitirdikten sonra “Kitapta neler var, ne anlatıyor?” şeklinde bir soruya muhatap olursa bir insan, bence verilecek tek bir cevap var: “Kitapta her şey var!

Senin, benim, bizim hikayemizi bulabilirsiniz. Trajedi ve dramlarla yüklü acıklı hikayemiz. Yani Kürtlerle, Kürt tarihiyle, Kürt coğrafyasıyla; Kürtlerin tarih boyunca işgalcilerle, sömürgecilerle yaptıkları mücadeleden kesitler var.

 Ama yoğun olarak son yüzyıllık süreç geniş bir şekilde işlenmiş.

Bu Kitapta hepimizin hikayesi var, dedik. Belki bir aileyi, Dr.Said’in şahsında bir kişiyi ele almış olsa da yazar; aslında anlatılan Kürdistan’ın, bütün Kürtlerin, bütün Kürt ailelerin tarihidir.

Kitapta coğrafya, tarih ve tarih boyunca tekrarlana tekrarlana kader haline gelen ve ders alınmayan yanlışlarımız var.

 Coğrafya kader değildir. Ben bu söze katılmıyorum. Doğru da bulmuyorum. Kader haline getirilen bir coğrafya var. İnsanlar, toplumlar, halklar yaptıkları yanlışlardan dolayı kendilerini suçlayacaklarına, kader deyip işin içinden çıkmayı, daha kolay buluyorlar.

Devletsiz, vatansız olan Kürtler için kader olan coğrafya, Türkler, Farslar ve Araplar için niye kader olmuyor?

Kürtlerin bu soru üzerinde çok fazla düşünmeleri gerekir.

Türkler taa Orta Asya’dan çıkıp buralara geliyorlar. 600 yıl sürecek bir imparatorluk kuruyorlar. Araplar onlarca devletin sahibi oluyorlar. Farsların bir devleti var. Ama Med’lerden bu yana Ortadoğu ‘nun en yerleşik halkı olacaksın ve tarih boyunca hep boyunduruk altında yaşayacaksın.

Başkaları için sonuna kadar savaşacaksın, onların devlet kurmalarına yardım edeceksin (hatta onlar adına devlet kuracaksın) kendin için hiçbir şey yapmayacaksın!

Sonra da her şeyi kadere yükleyip yerine oturacaksın. Kürtler bu anlayışı bırakmadığı sürece köle kalmaya, boyunduruk altında yaşamaya devam edecekler.

Kürtler; coğrafyadan dolayı değil, kendilerinde eksik olan ulusal bilinçten dolayı bu haldedirler.

Kitap Dr. Said’in iki kuşak önceki atalarının tarihiyle başlıyor. Ama sadece bir aile seceresi şeklinde değil. O dönem Kürdistan’ı elinde bulunduran Osmanlı İmparatorluğunun Kürtler üzerindeki uygulamalarıyla birlikte ele alınmıştır. Osmanlı yöneticileri ihtiyaç duyduğu her dönemde, genç Kürt erkeklerini alıp, kendi egemenlik çıkarları için, başka güçlerle yaptıkları savaşlarda kullanmış, önemli oranda bir Kürt nüfusu bu şekilde heba olmuştur.

Yine 20.yüzyılın başından itibaren belli oranda Türk-Kürt ilişkileri; 1.Paylaşım savaşı sırasında ortaya çıkan elverişli koşullara rağmen, Kürtlerin ulusal boyutlardaki zaafları yüzünden bir araya gelememeleri, örgütlenememeleri; dincilik-ümmetçilik temelinde kandırılmaları; Cumhuriyet sonrası, verilen sözlerin tutulmaması üzerine çıkan ve yerelliği aşmayan Şeyh Said ve diğer direnişlerin yenilgiye uğraması da işlenen konular arasındadır.

Hangi olay anlatılırsa anlatılsın, bir coğrafi izah ve tarihsel bağlamıyla birlikte anlatılmıştır. Bu da okuyucu açısından yeni bilgiler edinme ve Kürdistan coğrafyasını tanıma olanağı sağlamaktadır. Gerek dinsel, gerekse tarihsel olaylar, Kürtlerin tarih sahnesine çıkışına kadar gidilerek önemli bilgiler verilmiştir. Yeri gelmiş Ezidilik konusu işlenmiş, yeri gelmiş Gılgamış destanı, ya da Kawa destanı izah edilmiştir. Yani coğrafya ve tarihin yanına mitoloji de eklenmiştir. Bu da kitaba ayrı bir çeşni katmaktadır.

Kitabın asıl önemli konusu da, 1970’lerden bu yana yaşanan siyasal süreçtir. 1968’in Türkiye ve Kürdistan ‘a yansımaları; bu süreçte insanların yoğun bir okuma-araştırma içine girmeleri; o dönemin tartışmaları – kavgaları; bu devrimci süreçte giderek Kürtlük – Kürdistan’lılık, yani halk ve ülke bilincine varılması Selim’in özgülünde izah edilmeye çalışılsa da, aslında bu hepimizin hikayesidir.

 Hepimiz o süreci aynı şekilde yaşadık. O dönemin okuyan, aydın Kürt gençliği, bulunduğu her yerde aynı reaksiyonları göstermiştir. Bu reaksiyonlar giderek bir araya gelmeye, daha organize bir şekilde hareket etmeye ve ortak bir bilinç etrafında örgütlenmeye doğru gitmiştir.

Kürdistan ‘lı gençlerin bu yönelimlerinin bir önceki evresi vardır. Bu izah edilmeden sonraki gelişmeler tam anlaşılmaz kanısındayım. 1968-1980 arası Türkiye’nin kara kutusudur. Sonraki sürecin bütün kodları o kara kutuda gizlidir. Sonraki gelişmeler hep o kodlara göre dizayn edilmiştir.

1968’den beri Türkiye metropollerinde üniversite öğrencileri dünyadaki havanın etkisiyle büyük bir hareketlilik içindedir. Gençliğin verdiği enerjiyle okuyan, araştıran, edindiği bilgilerle devrime, sosyalizme yönelen bir kitle var. Ama yerine oturmayan taşlar var. Devlet, Devrim, Kemalizm, Ordu gibi konularda teorik olarak yetersiz, hatta yanlış bilgilere sahipler. Ama hareketlilik anlamında üç günde devrim yapacaklarına, karşılarındaki devasa gücü alt edeceklerine inanacak kadar bir cesarete ve romantikliğe sahipler.

Karşılarındaki gücü tanımamanın ve ona göre hareket etmememin karşılığını hayatlarıyla ödüyorlar. Bu yüzden onlara romantik devrimciler diyorum. Onların sistem dışı olmaları ve kontrol edilemez bir noktaya gelebilme ihtimalleri, onların kısa bir süre içinde tasfiye edilmelerine yol açtı.

Tabii devlet bu sürecin devam edeceğini hesap ediyordu. Bu nedenle sürece yeni bir tarzda müdahale etti. Bir yandan kendi adamlarına sol örgütler kurdurdu, diğer yanda oluşum halindeki örgütlere adamlarını yerleştirdi ve örgütü ele geçirmelerini sağladı. Artık devletin denetimi dışında olan pek kimse kalmamıştı.

Dört parçadaki Kürtlerin durumu ve Ortadoğu ‘da her zaman problem olmaya aday bir Kürt sorunu olduğunu dikkate alan devlet, bu alana da hakim olmak için, Kürt örgütleri içinde de bu yönlü çalışmalara girdi. Bana göre 1980 öncesi örgütlerin başındaki adamların hiç birisi devletten bağımsız değildir. Ya örgütün başında ki, ya da merkezindeki birkaç adam devletle bağlantılıdır.

Bu adamlardan biri de Apo’dur. Devletin derin dehlizlerinde eğitildi. Dünyadaki sömürgecilik hakkında tonlarca kitap yazmış, ama Türk sömürgeciliği hakkında tek satır yazısı bulunmayan kişilerce sömürgecilik tezi konusunda bilgilendirildi. O dönem için çok keskin sayılan tezlerle, kanı kaynayan yurtsever Kürt gençlerin önüne çıkarıldı. Radikal bir çıkış arayan Kürt gençleriyle bir gurup oluşturması sağlandı. Kendisinin de belirttiği ve hiçbir şekilde inkâr etmediği gibi, bütün bunları MİT’in denetiminde yaptı.

Bekleyecek zamanları yoktu. Kürdistan şehirleri kaynıyordu. Bunların hepsini bir potada toplayıp eritmek, kontrol dışına çıkmalarını engellemek gerekiyordu. 1976’dan itibaren Kürdistan’a yayılma başladı. Kürdistan gençliği; sömürgecilik, bağımsızlık, dört parçanın birleşmesi, ulusal kurtuluş savaşı gibi radikal tezler etrafında birleşmeye ve savaşmaya hazırdı. Hareketin ismi konusunda bile devlet hemen harekete geçti. Hareketi bir kişinin adına mal etmek için, derin devletin adamı, gladyocu Doğu Perinçek, “Apocular” diye yayın yapmaya başladı. O gün bugün bu yafta PKK’nin üzerinde kaldı.

Kürdistan’a açılmayla birlikte Kürt gençlerinin devlete karşı, Apo’nun da kendi örgütüne karşı mücadelesi başlamış oldu.

O andan başlayarak alternatif önderlik potansiyeli olan kadrolar tasfiye edildi. Daha 1977’de Antep’te hareketin liderlerinden Haki Karer katledildi. Başta Hilvan-Siverek olayları olmak üzere, ülkede öyle bir kaos ortamı yaratıldı ki, önde gelen kadroların bir araya gelme, tartışma zemini ortadan kaldırıldı.

1980 yılına gelindiğinde başta Hayri Durmuş, Mazlum Doğan olmak üzere lider ve önemli kadroların büyük bir kısmı şaibeli bir şekilde yakalanmıştı. Bu tasfiye süreci tek bir saniye durmadı. Alternatif önderlikleri tasfiye süreci 1980 sonrası Ortadoğu sahasında devam etti.

 Önderlik pozisyonu olan kimileri kaçmak zorunda kaldı. Saime Aşkın, Çetin Göngür, Resul Altınok gibi nice kadro, çeşitli yerlerde katledildi. Bu kıyım kesintisiz devam etti. Ve bunu da İmralı adasındaki sorgusunda kendisi itiraf etmişti. “Hiçbir alternatif bırakmadım” diye.

Yine sorgusunda “Bizde iç infaz 14 bin kişidir” demişti. Durumun korkunçluğunu anlıyor musunuz? Savaşmaya giden 14 bin insan, vampirleşen kendi örgütleri tarafından basit gerekçelerle katlediliyor.

Bu büyük tasfiyelerden sonra örgüt, tümüyle bir kişinin denetimine giriyor. Kimi kaçırtılmış, kimi öldürülmüş, geri kalanlar da korkutulmuş, sindirilmiştir. Korku imparatorluğu yaratılmış; herkes birbirinden ve özellikle de bir kişiden korkar hale gelmiştir.

Yoldaşlar topluluğu olan örgüt gitmiş, bir psikopatın emrinde kendi üyelerini yiyen canavarlaşmış bir örgüt gelmiştir. NATO’nun üçüncü büyük ordusuna karşı inanılmaz bir savaş yürütenler, Apo’nun karşısında el pençe divan duran zavallılara döndüler.

Türk ordusuna yenilmeyenler, Apo’ya yenildiler.

Bu anlamıyla kimilerinin iddia ettiği gibi PKK bir proje değildi. Baştaki adam projeydi ve kendi çizgisini zaman içerisinde örgüte hakim kalmıştı. Bağımsızlıkçı çizgi yenilmiş, ihanetçi çizgi galip gelmişti.

Bu nedenle;

Kitapta Selim’le başlayan, Dr. Said’le son bulan süreç, bu iki anlayış arasındaki mücadelenin ayrıntılarıdır. Yarım asırlık bir mücadelenin adım adım nasıl tasfiye edildiğinin küçük bir bölümüdür. Buzdağının görünen kısmıdır.

On tane devrim yapacak, on tane ülke kurtaracak potansiyele sahip bir mücadelenin, verilen emeklerin, insanlık tarihinde görülmemiş ağır bedellere rağmen nasıl boşa çıkarıldığını, heba edildiğini, “Demokratik Cumhuriyet “gibi zırva bir teoriyle devletin emrine verdiğini görmek istemeyen insanlar, hala bu adamın peşinden gidiyorlar.

Asıl üzücü olan da bu.

Hiçbir emeği olmayan, 45 yıl boyunca halkın sırtında bir asalak olarak yaşamış; hiçbir zorluğa katlanmamış, dağ yolunu bilmeyen; Şam’daki saraylarında krallar gibi yaşayan bir adam “Halk Önderi”,  ama bağımsızlık uğruna üç değerli evladını yitirmiş, vermedikleri bedel kalmamış Çürükkaya ailesi ise, bu ihanetçi çizgiye karşı çıktığı için hain oluyor bu sürünün gözünde!

Ama tarih her şeyi yerli yerine oturtacaktır. Gerçek haini de, gerçek kahramanları da. Tarih bunun örnekleriyle doludur.

Dr. Said; eksiklikleri, yanlışları, yetersizlikleri ne olursa olsun O bir kahramandır. 10 yıl kadar PKK saflarında savaşmış; Apo’nun Türkiye ‘ye gelmesinden sonraki gelişmeleri kabullenmemiş, artık apaçık oynanan ihanet oyununa katılmamak için ayrılıp Avrupa’ya gelmiştir. İŞİD saldırıları başlayınca, bir saniye bile düşünmeden, rahat koşullarını bırakarak savaş alanlarına koşmuştur. Bu uğurda en değerli şeyini; hayatını ortaya koymuştur.

Bu fedakârlığı izah edecek kelime yoktur.

Dr. Said Kürdistan sevdalısı büyük bir yurtseverdir.

Kürt halkı var olduğu sürece, bu yaptıkların için sana minnettar kalacaktır Doktor.

Senin ismin bir bayrak gibi, ülke toprakları üzerinde hep dalgalanacak.

Selim Çürükkaya

1954 te Bingöl' de doğdu. Öğretmen okulundan mezun oldu. Siyasi nedenlerle on bir yıl hapis yattı. Gazeteci ve yazar. Yayınlanmış 10 Kitabı var. Siyasi mülteci olarak Almanya'da yaşıyor.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Başa dön tuşu