Makalelerim

Kendisi Cellat hastahanesinin adı sevgi

Uzun bir süreden beri Türkiye’nin karanlık yüzünü anlatan kitapları okuyorum.
Bildiğim çok şey vardı; bilmediğim çok şey öğrendim.
İstihbaratçı Bülent Orakoğlu’nun kitabında peşinde olduğum iskencecinin adına rastladım.

 

Kitabın adı: „Deşifre!”
Ama Orakoğlu benim için, bilmeden birisini deşifre etmiş!
Hem de en samimi arkadaşını!
Kimi mi?
Orhan Özcanlı‘yı!

 

 

 

 
Önce Orakoğlu Orhan Özcanlı’nın kim olduğunu anlatsın, ardından ben anlatırım.
Orakoğlu kitabında der ki:

“1981 yılında Diyarbakır’da emniyetçiyken D.Bekir Askeri Cezaevi’nde Dr. olarak görev yapan Orhan Özcanlı ile tanışmıştım. Aradan yıllar geçti. Nevşehir Emniyet Müdürlüğüne atanmam yapıldı, bir iş için Ankara‘ya gitmiştim. Burada Orhan Özcanlı ile karşılaştım. Bana İçişleri Bakanı Meral Akşener ve Tansu Çiller‘le aralarının çok iyi olduğunu söyledi ve ‘istersen seni Ankara’ya alalım’ dedi.
Bir müddet sonra Akşener beni çağırdı; konuştuk istihabarat başkanlığına atandım.”

Kitaptan tam olarak alıntı yapmadım ama yaklaşık olarak Diyarbakır “Mengelesi’“ni böyle anlatıyordu.
Oysa yıllardır bu kasap adamın gerçek adını merak edip dururdum.
Hemen Bilgisayarımın başına geçtim: www.google.com’ u açtım;
„Orhan Özcanlı” yazdım ve tıkladım.

 
“Ooooo, neler varmış da benim haberim yokmuş” dedim kendi kendime!
Orhan Özcanlı denilen insan kasabının bir gazetesi varmış; adı „ÖNCÜ”.
Bir de Ankara‘da bir hastanenin patronuymuş!
Yani insanların “sağlığı” için hastane açmış!
Adını da “SEVGİ” hastanesi koymuş!
Celladın insan sevgisi bu!

Şimdi bu Orhan Özcanlı‘ nın Diyarbekir Cezaevinde 1981′ de yaptıklarını somut olarak anlatayım:
Biz tutuklular bu adama “Mengele” derdik.
Zindandan da “Mengele”‘nin en samimi dostu İç Güvenlik Amiri cellat Esat Oktay Yıldıran’dı.
Bu ikili, büyük cellat Kemal Yamak‘tan da her türlü yetkiyi almışlardı.
Esat Oktay,  tutuklulara yemek vermiyordu, açlık ve susuzluktan verem hastalığına yakalanıyorlardı.
Dr. Orhan Özcanlı biz veremlilerin balğamlarını tahlil için toplar, mutfağa götürüp yemeklere karıştırır ve o gün bol miktarda yemeği bütün koğuşlara dağıttırırdı.

 

Bir araştırma yapılırsa 1983 yılında Diyarbakır Cezaevi’ndeki veremli sayısı,
bütün Türkiye´deki veremli sayısı kadar olduğu anlaşılacaktır, bu da Dr. Orhan Özcanlı’nın ‘başarı’sıdır.
Yüzbaşı Esat Oktay Yıldıran tutuklulara bok yedirirdi.
Dr. Orhan Özcanlı ise; ekmeğin üzerine krem deterjan sürdürerek yedirmeyi, toz detarjanı suya katarak içirtmeyi tercih ederdi.
Ve Cellat Esat‘ın suratına bakıp şu esprisini de yapardı::

„Komutanım, siz ağızlarını pisliyorsunuz, ben temizliyorum.
Sizin ki bir anlık midelerini bulandırır, benimkinin ne yapacağını git onlara sor!”

 

 
Dr. Orhan „Hayır yavrum o dişin değil bu dişin ağrıyor; benim kadar mı bileceksin! “
Diyor ve Fevzi‘nin sağlam dişini çekerek eline verince koğuşa gönderiyor.

 
Fevzi bu dişini koğuşta betona sürterek “tavla zarı” haline getirmiş, onunla uzun süre tavla oynamıştı.
Bir ara aynı koğuşta karşılaştık; bu öyküyü bana anlattı ve cebinden zarı çıkardı; aynı zarla ben de tavla oynadım.

Kendisi İŞKENCECİ CELLAT, hastanesinin adı SEVGİ!

Yüzbaşı Esat Oktay Yıldıran tutukluları aç bırakmaktan zevk alırdı.
Dr. Orhan Özcanlı ise; susuz bırakmaya bayılırdı.
Diyarbekir sıcağında, yazın ortasında vanadan suyu keserdi; beş veya altı gün tek damla su akmazdı.
Tutuklular ardarda düşer bayılırdı. Koğuş gardiyanları Dr. Orhan Özcanlı‘ya koşarlardı.
Koğuş kapısına kadar gelen Dr. Orhan ile gardiyan arasında tiyatro başlardı.

Doktor Orhan: (yerde yatan tutuklulara bakar;

Yavrum ne oldu bunlara?

Gardiyan : – Komutanım bilmiyorum, hastalar!”

Orhan Özacanlı : „Vah vah vah!  Ayaklarından çekip koridora çıkarın yavrum!”

Gardiyanlar baygın olan tutukluları tek tek ayaklarından çekerek koridorda üst üste atarlar. Tiyatro devam eder.

Orhan özacanlı : “Yavrum bu adamlar susuz, bidonlarla su getirin!”

Bidonlarla taşınan su tutukluların üzerine dökülür,
koridorda beş santim derinlikte su yükselir, baygınlar yavaş yavaş ayılır,
dökülen suyu kana kana içer ve herkes doktoru alkışlayınca, tutuklular içeri alınırdı.

Benim bir arkadaşım vardı. Adı Fevzi Yetkin‘di. Fevzi‘nin arka dişlerinden biri ağrıyor, bu yüzden gece gündüz inliyordu.
Gardiyanlar alıp götürdüler. Dış salonda hangi dişinin ağrıdığını sormuşlar.
Fevzi ağrıyan dişini göstermiş, “hayır” bu dişin ağrımıyor, sağlam bir dişini işaret ediyorlar.
“Bu dişim ağrıyor diyeceksin!”diyorlar.
Sürükleyip Dr. Orhan Özcanlı’nın yanına götürüyorlar. Onun gözlerinin önünde çenelerini yumrukluyorlar. Dr. Özcanlı da diyor ki:

„Bağırma yavrum, burası mahrumiyet bölgesi, uyuşturucu iğne yok ki, bu yöntemi icat etmişler”

Ve yumruk darbeleriyle Fevzi Yetkin‘in çeneleri uyuşturulunca Dr. Orhan‘a teslim edilir.

„Hangi dişin ağrıyor yavrum?” diyen Doktora Fevzi, ağrıyan dişini gösterir.

Selim Çürükkaya

1954 te Bingöl' de doğdu. Öğretmen okulundan mezun oldu. Siyasi nedenlerle on bir yıl hapis yattı. Gazeteci ve yazar. Yayınlanmış 10 Kitabı var. Siyasi mülteci olarak Almanya'da yaşıyor.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu