Makalelerim

Paris Cineyeti ve ardındakiler

Elbette benimde olaydan hemen sonra tahminlerim vardı. Ama ben her kes gibi tahminlerimi yazma ve söyleme lüksüne sahip değilim. Çünkü tahminlerimin değişik biçimde kullanılacağını çok iyi bildiğimden, ne söyledim ne de yazdım.

Selim Çürükkaya / Paris’ te Sakine Cansız ve iki arkadaşına yönelik gerçekleşen silahlı suikast üzerine bütün çevreler görüş açıkladılar. Olayın hemen ardından Türk medyasının ağırlıklı bölümü olayın bir iç infaz olduğunu söyledi. Bazı “startejistler” ve “uzmanlar” ise, Öcalan İle AKP hükümetinin barış planına karşı olan Suriye, İran veya batılı istihbarat örgütlerinin işi olduğunu söylediler. 

Ben bu güne kadar bir yorum yapmaktan kaçındım, Bazı Televizyon kanallarının bana yönelttikleri sorularına şu cevabı verdim: “Paris’ te işlenen cinayetlerin faillerini, Fransız polisinin açığa çıkarması gerekir. Fransız polisi bir açıklama yapmadan spekülasyon yapmak doğru değildir.”  
 
Elbette benimde olaydan hemen sonra tahminlerim vardı. Ama ben her kes gibi tahminlerimi yazma ve söyleme lüksüne sahip değilim. Çünkü tahminlerimin değişik biçimde kullanılacağını çok iyi bildiğimden, ne söyledim ne de yazdım.
 
Paris olayı çok ciddiydi, ortam alabildiğine hassastı. Hem kendim olay ile ilgili yeterince bilgi sahibi değildim, hem de Fransız polisi henüz bir açıklama yapmamıştı. Sakine ile biz uzun süre kader birliği yapmıştık. Onun geçmişi bizim geçmişimizdi, bizsiz yıllarını da en iyi biz anlıyorduk. Olay hakkında yeterince bilgi sahibi olmadan açıklamalar yapmak, ardından yanılan ve yanıltan biri olmak istemezdim.
 
Aradan epeyce zaman geçti, önemli bilgilere ve verilere ulaşıldı. Şimdi Sakine ve arkadaşlarının neden katledildiklerini, tetikçilerin kimler olduğunu, hangi güçlerin olayı organize ettiklerini söyleyebilir ve görüşlerimin ardında durabilirim:
 
Mit,“Abdullah Öcalan henüz emekli olmamıştır ve emekliliğe kendisini hazır hissetmemektedir” denilmekte, “Abdullah Öcalan’ın  yargı süreci  içinde  gerçekleşebilecek olan  bu operasyonun, temel hareket noktasının , PKK yönetim kadrolarının  Öcalan Aracılığıyla  başarısızlık  nedeniyle tasfiye edilerek, yerlerine Türk silahlı  kuvvetleri mensuplarından  seçilecek olan  genç, donanımlı  ve uygun subayların atanmasından ibaret olduğu, böylece Pentagon merkezli AB  destekli, PKK terör örgütünü  tümüyle dış güç odaklarının  kontrol ve yönetiminden  arındırılmış olacağı, kontrol altına alınmış PKK  terör örgütünün yanı sıra  aynı uygulamanın HADEP  kadroları içinde gerçekleşebileceği, bu operasyon sonucu Türkiye cumhuriyeti devletinin  parçalamaya yönelik Kürt hareketine son verilebileceği,” (Ergenekon iddianamesi cilt 1, Sayfa  276)
 
 
Bu belgeden ne anlıyoruz?
 
Türk ordusu içinde İmralı adası üzerinde egemen olan bir grup General, PKK yı tam olarak kontrol altına alabilmek için, denetimlerinde olan Öcalan’ı kullanarak,  PKK, HADEP ve Avrupa’daki Kürt hareketinin üst düzey kadrolarını Öcalan aracılığıyla beceriksiz olarak niteleyip uzaklaştıracak, bunların yerine Türk ordusunun uygun gördüğü “yetenekli kişiler” yerleştirilecek ve böylece Kürt hareketi kontrol altına alınmış olacak. Bu konu Türk ordusu içinde tartışılmış, konuşulmuş, yazılı bir belge haline getirilmiş, bu belge Ergenekon operasyonlarında ele geçmiş ve iddianameye konulmuştur.
 
Peki belgede yazılanlar hayata geçmiş mi?
 
Bu belgeyi hazırlayanlar, herhalde şöyle düşünmemişlerdir. PKK nın başkanlık konseyi üyeleri Cemil Bayık, Duran Kalkan, Haydar Kaytan, Murat Karayılan, Rıza Altun ve Mustafa Karasu’yu Öcalan aracılığıyla uzaklaştıralım, bunların yerine yetenekli Türk subaylarını yerleştirelim. Böyle bir düşüncenin geçerli hiçbir tarafı yoktur ve gülünçtür. HADEP’in ve Avrupa daki Kürt hareketinin merkez üyelerine karşı yapılacak böyle bir operasyon da pek geçerli olamaz.
 
O halde bu plan nasıl uygulanmıştır?
 
Eski yöneticiler kalmış ve devletin yetenekli elemanları onların altına, sağlarına sollarına yerleştirilmiştir. İlk alan KCK dir. Bilindiği gibi KCK İmralı da kuruldu. Proğramı Tüzüğü orada yazıldı, örgütlenmesi oradan yapıldı. KCK nin birinci adamı Öcalan, İkinci adamı Sabri Ok’ tur. Her ikisinin Türk ordusu ve istihbaratı ile olan ilişkileri artık tartışmasızdır. Ve Türk Milli İstihbarat Teşkilatı, KCK kurulurken istediği kadar yetenekli elemanını içine, sağına, soluna, köşelerine yerleştirmiştir. KCK operasyonları sırasında, savcıların karşısına çıkan çok sayıda “KCK linin!” “savcı bey ben görevliyim” dediğini, bu kişilerin açığa çıkmamaları ve yargılanmamaları için hükümetin bir yasa çıkardığını ve Başbakanın savcılara, siz işinize bakın biz ne yaptığımızı biliyoruz dercesine hareket ettiğini biliyoruz.
 
Avrupa’ daki Kürt kurumları içine pek çok mit elemanının yerleştirildiği kuşkusuzdur. Somut olarak örnekler verirsem, İrfan Dündar ve Mahmut Şakar dan söz etmem gerekmektedir. Bu iki Şahıs bir zamanlar Abdullah Öcalan’ın en “önemli” iki avukatıydı. Kürt hareketi içinde“çok önemsiz” olan bu iki kişi, İmralı’ ya gidip geldikten sonra birden bire  “çok önemli” kişiler oldular. Mahmut Şakar Legal parti de tek söz ve karar sahibi oluverdi bir ara. 2004 Yılında mayıs ayında Qandil de yapılan PKK kongresine katılan İrfan Dündar ve Mahmut Şakar, bu kongrede Öcalan’ın temsilcileri olduklarını söyleyerek savaş kararını kongreye aldırdılar. Türkiye’ye dönünce de avukatlık yapmaya devam ettiler. Mahmut Şakar’ın yaptıkları ayuka çıkınca, Türkiye den ayrılarak Avrupa örgütünün en tepesine yerleşti. Çünkü o “önderliğin avukatı ve temsilcisiydi, onun söyledikleri önderliğin söyledikleri idi.”
 
 Böyle değerlendirilen Şakar, hayatlarını bu halkın kurtuluşu için feda eden Müzaffer Ayata’nın da, Fuat Kav’ın da, Bedrettin Kavak’ın da Süleyman Günyeli’ nin de üstünde bir yere konulmuştu
.
İrfan Dündar Türkiye de kaldı, KCK de ve Öcalan’ın avukatları içinde önemli görevler üslendi, legal alanın neredeyse yönlendiriciliğini yaptı. KCK operasyonlarında gözaltına alındı, savcının karşısına çıkınca: “savcı bey ben görevliyim” dedi. İsteyen Googlede İrfan Dündar adını yazıp tıkladıktan sonra bilgi sahibi olabilir.. 
 
Bu iki somut örnekten sonra Cevat Soyasal’ın durumuna da değinmeden geçmemek gerekir kanısındayım.Cevat Soysal PKK nın eski üyesidir. Uzun süre Diyarbakır cezaevinde kalmış, askeri darbe döneminde işkencelerden geçirilmiş, işkenceye karşı namusluca tavırlar sergilemişti. Yıllar sonra cezasını çektiğinden dolayı tahliye olmuştu. Abdullah Öcalan Kenya dan Türkiye ye döndüğünde Avrupa PKK örgütü içinde görevli idi. Öcalan’ın dönmesi ile birlikte Türk devletine karşı sokak eylemleri yapılıyordu, bu eylemlerin emirlerinin Doğu Avrupa’ da yaşayan Cevat Soysal tarafından verildiği bilgisini alan Türk istihbaratı, gizli bir operasyonla bir telefon kulübesinde konuşan Cevat Soyasal’ı yakalayıp Türkiye’ ye götürdü. Duyduğum kadarı ile soruşturmaya alınan Cevat Soysal’a Türk istihbaratı tarafından şu öneri yapılmıştır:
 
“Bizim dışımız da senin yakalandığını kimse bilmiyor, istiyorsan seni hemen Avrupa’ya yollarız, git Örgütün Avrupa koordinatörü ol, bizim için çalış, koordinatör olman için Öcalan dan talimat çıkarabiliriz.”
 
Bu öneriyi red eden Cevat Soysal’ın soruşturma sonrası mahkemeye çıkarılırken ki  hali ve yıllar sonra tahliye olup örgütten uzak, inzivalık suskun durumu bize çok şeyi anlatmaya yetiyor.
 
Cevat’ın akibetinden  ve ona yapılan tekliften bir şey anlamadınızsa Hamza Bindal’ın öyküsüne kulak asmanızı isteyeceğim. Hamza Bindal 12 Eylül darbesi döneminde PKK lı olarak tutuklanmış, 1991 tarihinde tahliye olup Bekaa vadisine gitmiş, Abdullah Öcalan’ın köylüsüdür. PKK tarihinde “önemsiz” olan Hamza Bindal’ı “önemli” yapan olay, 1992 yılında Öcalan’ın evine yerleşmesidir. Uzun bir süre Öcalan’ın korumalığını yapan Hamza, Beka vadisi ve Suriye de iç infazlarda celat olarak kullanıldı. Bindal, Öcalan Türkiye’ ye dönüş yapmadan önce Qandil’ e gitmişti. Burda bir yolunu bularak 2003 Yılında  Avrupa ya çıkmıştı. Stuttgart bölgesinde  iltica için başvuru yapmış, Alman mahkemesi iltica başvurusunu kabul etmişti. 
 
2005 yılında  Almaya da polis tarafından tutuklandığı söylendi. Türk konsolosluğundan kendisi için hazırlanan bir geçiş pasıyla  Türkiye götürüldü. Bu gibi konularda şamata çıkaran Türk basını tek satır bile yazmadı. TV kanalları dahi suskun kaldı. Bir yıl kadar sonra Hasan Bindal’ın Ergenekon davasında  “Galip” kod adıyla gizli tanık olduğu anlaşıldı. Ama kendisine tanıklık yaptırılmadan Gazi Antep cezaevinden tahliye edilerek, askerlik sorunuda hal edilerek, büyük bir ihtimalle cebine pasaportu konularak Avrupa’ya örgütün içine gönderildi. 
 
Örgütün basın alanına televizyonlarına şöyle bir göz atın, Kürt halkının mücadelesine emek veren kalemlerin, düşünenlerin çoğunun simasına rastlayamazsınız, nereden çıktıkları belli olmayan çok sayıda “yetenekli ve yetişmiş” kişinin anlattıkları, anlayanlara çok şey anlatıyor aslında.
Devrimci karagah örgütü adlı naylon örgütün gördüğü işlev anlaşılırsa, Kürt halkının başına geçirilen çorap da anlaşılmış olur.
 
1992 yılında Düsseldorf da Berxwedan gazetesinin binasında çalışıyordum. Öyle saatleriydi, dış kapının zili çalındı kapıya bakan kişi benim çalıştığım odaya gelerek Yalçın  Küçük tarafından önderilen birisinin benimle görüşmek istediğini söyledi. Arkadaşıma içeri al dedim.  Gelen kişi 37 yaşlarında uzun  boylu biri idi, hoş geldiniz deyip adama oturacağı yeri gösterdim. Hal hatırdan hemen sonra adam:“Beni Yalçın hoca yolladı, git Gazetede çalış” dedi. Afallayıp kaldım, ama adama cevap vermede geçikmedim: “Benim bundan haberim yok, Yalçın hoca neye dayanarak seni gönderdi bilemiyorum, ama bizim burada personele ihtiyacımız yoktur” dedim.Adam çayını içtikten sonra geldiği gibi geri gitti, araştırdım adam Türk ordusunda subayken güya atılmış. Şimdi düşünüyorum da benim yerimde başka biri olsaydı hemen Öcalan’ a haber verir ve Muhtemelen Öcalan’ da Hoca göndermişse işe alın der, adam tam içimize yerleşirdi ve istediği zaman kafamıza sıkardı.
 
Bunlar bizim bildiklerimiz…. Ya bilmediklerimiz?
 
Ömer Ziya Güney gibi kaç yüz kişinin Örgütün için yerleştirildiğini nereden bileceğiz peki? Orasını bilemeyiz, çünkü örgütün kapıları istihbarat örgütlerine, Kürt düşmanlarına karşı sonuna kadar açıktır. Bu ne kadar yakıcı bir gerçek ise, Kürt yurtseverlerine kapıların çoktan kapatıldığı bir o kadar gerçektir. Ben Paris’te çok iyi Fransızca bilenlerin, yıllarca PKK ye emek verenlerin çoktandır bir kenara atıldıkların, ihanetçi olarak damgalandıklarını, hiçbir derneğe giremediklerini, onların yerini Ömer Ziya  Güney’ lerin aldığını çok iyi biliyorum. Her önemli PKK emektarının ensesinin kökünde bir Ömer Ziya Güney’in olduğunu söylersem abartmamış olurum. Bütün bu anlattıklarımın yanına “balık baştan kokar” sözünü de unutmamanız gerekmektedir.
 
Özet olarak söylemek istediklerim Şudur: Öcalan’ın tek başına karar ve yetki sahibi Örgüt içten kuşatılmıştır. İran Suriye ve Türkiye istihbaratları köşe başlarını tutmuşlardır. Soruna böyle baktıktan sonra  Paris’ teki cinayetler hakkında düşündüklerimi artık yazabilirim:
Siyasi cinayetler ya bir amaca varmak için, yada bir yerlere mesaj vermek için yapılır. Paris’ teki cinayetler hem bir amaca varmak için, hem de bir yerlere mesaj vermek için yapıldığı anlaşılıyor.
 
Cinayet hangi ortamda işlendi? İmralı’ da Tutuklu olan Öcalan ile Türk istihbarat örgütünün şefi Hakan Fidan’ın görüşmesinin ve yapılan açıklamaların bu katliamla bir ilişkisi var mı?
 
Bilindiği gibi Öcalan İmralı’ ya gittiğinden beri, uzun sure Türk ordusu içindeki bir klik kendi amaçları doğrultusunda kullandı. Bu klik aynı zamanda AKP ile iktidar kavgası yaptı ve bu kavgada yenildi. Askeri kliğin emirlerine amade olan Öcalan, efendileri yenilince AKP ye sığındı ve bu kez AKP den görev istedi.
 
Basına yansıyan bilgilere göre Öcalan ile Mit müsteşarı Hakan Fidan tam olarak görüş birliğine varmışlardır, ama Qandil’ deki gerilla komutanları, Avrupa örgütü ve legal alandakilerin Öcalan’ın söyleyeceklerine uyup uymayacakları meçhuldür. İktidar çevreleri böyle dediler. Basın böyle yazdı.
Türkiye’ nin Suriye, İrak, iran ile arasının iyi olmadığı, Qandil’in ise bu devletlerle arasının iyi olduğu da iktidar tarafından söylenmektedir. Bu durumda hem iktidar hem de Öcalan ortak bir korkuyu yaşıyorlar..

Ya uymadılarsa!”
Bu ortak korku bazı toplumsal mühendislik operasyonlarına ihtiyaç duyabilir. Örneğin cezaevlerindeki açlık grevleri eylemleri üzerinde bir düşünelim! Geçen yılın sonunda Türkiye ve Kürdistan’daki bütün cezaevlerinde aniden yüzlerce tutuklu açlık orucuna başladı. Altmış günün üzerine çıkan açlık grevi Kürt toplumunu ayaklanma aşamasına getirdi, konu Türkiye’ nin gündemine tam olarak oturdu. Hemen hemen herkes endişelenmişti. Hiç endişelenmeyen eylemcileri ve eyleme destek verenleri adeta alaya alan, ne olup bittiğini bilen Ülkenin başbakanı Recep tayip Erdoğan’ dı.
 
 Açlık grevi tam ölüm aşamasına geldiğinde, Adalet bakanının izniyle İmralı’ ya gidip dönen Öcalan’ın kardeşi Mehmet Öcalan’ın bir cümlesi açlık grevinin sona ermesini sağladı. Toplum mühendisleri Öcalan’ı çoktan bir komanda haline getirmişlerdi. Bu olayla komanda nın çalışıp çalışmadığını denemişlerdi, çok iyi çalıştığını gördüklerinde hayret edip sevindikleri muhtemeldir.
 
Paris cinayetleri de böyle bir operasyon olabilir. Amaç  Sakine gibi PKK içinde kalmış bir figürü öldürerek Kürt kitlelerini Öcalan’ın etrafında kenetlemektir. Nitekim Sakine ve arkadaşları öldürüldükten sonra yapılan propagandaya baktığımızda şunlar söyleniyor:
 
“Öcalan önemli bir barış sürecini başlatıyor, dış güçler bu süreci bozmak için Paris’ teki cinayeti işlediler. Bu durum karşısında yapılması gereken şey Öcalan’ ın ve sürecin etrafında kenetlenmektir.”
 
İşin ilginç tarafı bu propagandayı her iki taraf birlikte yaptı. Cinayeti işletenler eğer bunu amaçladılarsa hedeflerine vardılar ve Komandanın tekrar çalıştığına emin oldular. 
Cinayet birde önemli bir mesajı içeriyor: Bütün PKK li yöneticilere ve Kürt yurtseverlerine  Öcalan’dan gelecek olan talimatlara karşı gelmeyi düşünmeyin, bakın dünyanın en güvenlikli başkentinin en güvenlikli sokağında tere yağından kıl çeker gibi cinayet işleyeceğimizi görün ona göre susun denilmiş olabilir.
 
Bu cinayeti ne iran, ne Suriye, ne de başka bir ülkenin istihbaratının işleme olasılığı çok zayıftır. Eğer başkaları Öcalan ile Türk istihbaratının yapacağı hamleye karşı ise, Paris cinayetini işleyerek neden bu hamleye destek olsunlar ki? Paristeki cinayeti hamlenin engelenmesini isteyenler değil, hamleyi yapanların sahnelediği tezi daha güçlüdür.
 
Üç ayrı televizyon kanalına verdiğim röportajlarda. AKP iktidarının bu kez Öcalan’ı kullanmaya başladığını, kullanmanın ahlaki olmadığını, Ergenekoncular kullanınca karşı çıktığımızı, AKP nın de kullanmak istediğini, İtirafçıların 30 yıldır o coğrafyada kullanıldığını ve barışın gelmediğini söylediğim ve kullanılmaya karşı olduğumu açıkladığım için barış yanlısı olmadığım, savaş yanlısı olduğum söylendi.
 
Hatta süreci deşifre ettiğim korkusuna kapılan bazı çevreler, Paris cinayetinde  bizim ve Alman istihbaratının parmağının olduğunu bile ima ettiler televizyonlarda.
 
Burada açık ve net olarak söylüyorum. Bundan yirmi yıl önce Öcalan ve teşkilatının savaşına karşı olduğumu, bu savaşın Kürt halkına ülkesine büyük zarar verdiğini söylemiş, ölümü göze alarak örgütten ayrılmış ve cepheden tavır almışım. Bu gün de süren bu savaşın Kürt halkının yararına olmadığının derin bilinci içindeyim. Derhal,  kayıtsız ve koşulsuz sona ermesini istiyorum. AKP iktidarı eğer Öcalan aracılığıyla dağdakileri silahsızlandıracaksa, hemen bunu yapmalıdır.
Ama dikkat edin AKP iktidarı bunu yapmıyor. Öcalan onun dediklerine dört dörtlük uymasına rağmen “adamlarına söyle, silahı bıraksınlar gelip evlerine otursunlar” demiyor. Oda Ergenekoncular gibi,“adamlarına söyle Güney Kürdistan’a çekilsinler” diyor.
 
Ergenekoncular 2001 de neden Güney Kürdistan’a çektirdiler?
 
Orada Kürdü Kürde vurdurtmak, bir kaos ortamı yaratmak, dumanlı havadan yaralanarak Güneyi işgal etmekti amaçları. Amerika geldi, Saddam devrildi, Güneyli Kürt güçleri birleşti, oyuna gelmedi, plan bozuldu.
 
Öyle görünüyor ki AKP  nın sorunu Kuzey Kürdistan’ daki silahlı çatışmayı sona erdirmek  sorunu değildir. O Kürdistan’ ın diğer parçalarındaki gelişmelerden korkuyor, bu korkusundan dolayı elinin altındaki Öcalan’ı bir alet gibi kullanarak savaşı başka parçalarda sürdürmek istiyor. AKP Öcalan’a: “Adamlarına söyle getirsinler silahları teslim etsinler” demiyor. 
Ya ne diyor?
Kuzey ırak’a çekilsinler diyor! 
Peki ne yapacaklar Kuzey Irak ta?
Suriye’ye, İran’a karşı savaşsınlar diyor!.
İşte kullanma budur.
Bunun barışla hiçbir ilişkisi yoktur.
Ve biz kullanılmaya ve kanın dökülmesine karşıyız!
 
Birde Öcalan’la yapılan görüşmelerin Kürt sorununun çözümüyle bir ilişkisinin olmadığını söylüyoruz.
Hükümet, Kürt halkını kandırmamalıdır. Eğer Öcalan dediklerini yapıyorsa, onun aracılığıyla adamlarını silahsızlandırmayı düşünüyorsa, bunu açık söylemeli ve yapmalıdır. Alan razı veren razı ise bu danışıklı dövüşten zarar gören bütün Kürtler bir an önce bu kâbustan kurtulmak istiyorlar.
 
Yeter, barış maskesi altında kullanılma savaşına son!
 
Not. Resim: Devrimci karargah Örgütünün MİT çi elemanı. Özgür Politika gazetesinde MİT çi Ömer Güneyin MİTçi olduğunu anlatmış!

Selim Çürükkaya

1954 te Bingöl' de doğdu. Öğretmen okulundan mezun oldu. Siyasi nedenlerle on bir yıl hapis yattı. Gazeteci ve yazar. Yayınlanmış 10 Kitabı var. Siyasi mülteci olarak Almanya'da yaşıyor.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Başa dön tuşu