Makalelerim

Cihan Haber ajansı ve Güçlüye yanıtımdır!

Ulan dillerini yasakladınız, ulan ülkelerini ellerinden aldınız, ulan öldürüp, asit koyularına attınız, ulan ordunun kazan dairelerinde odun niyetine yaktınız, Ulan namaz kılan köylülere bok yedirdiniz. Ulan çocuk kızlarını sokaklarda fahişe konumuna düşürdünüz? Bunları kimse sormuyor! Ama çocukların polise taş atması, birleşmiş milletler kanununa aykırıdır diyorlar.

Selim Çürükkaya /  Cihan Haber ajansı Kürt Siyasetçi  ve Av. İbrahim Güçlü ile görüntülü bir röportaj yapmış, Türkiye gazeteleri de bu röportajın bazı bölümlerine kendi yorumlarını ekleyerek haber yapmışlar, bu haberle güya Kürt gençlerine perspektif vermeye çalışmışlar. Mesala “Haber Vaktim”adlı bir gazete veya site, röportajı“Kürt gençler Sakık’ı ‘örnek’ alsın!”başlığı altında vermiş. İbrahim Güçlü böyle bir söz kullanmış mı? Bilemiyorum! Ama Kürt gençleri neden Şemdin Sakık’ı örnek alsınlar ki?
 

Şemdin Sakık, 12 Eylül 1980 Öncesi Kürdistan’ın Muş bölgesinde dünyaya gelmiş, büyüyünce yöresinde devletin zulümüne tanık olmuş, sefaleti, yoksulluğu görmüş ve devletin sömürge sistemine karşı savaşmak için dağa çıkmış, dağda ordular kurmuş, kendi örgütü içinde bir diktatörlük ortaya çıkınca, bunun karşısında susmuş, diktatörün generali olmayı kabul etmiş, diktatörün emri, talimatıyla yüzlerce arkadaşını tutuklamış, yagılamıştı.

Kör ve kontrollü, Kürt halkına zarar veren bir savaşın yürütücülüğünü yapmış, ardından Musa’nın günah keçisi ilan edilmişti:
 
Diktatörü tarafından Şam’a çağrılmış, orada hakaretlere, alçaltılmaya maruz bırakılmış, bütün geçmişi ayaklar altına alınmış, hiçleştirilerek idam mangasına teslim edilmişti. Bu aşamada iken kaçan Şemdin, bizzat diktatörünün yoğun çabaları ile Türk devletine teslim edilmiş, bayıltılarak Diyarbakır’ a götürülmüştü.
 
Yakalanmadan önce zalim diktatörünün düzeninin savunucusuydu, yakalandıktan sonra zalim değiştiren Şemdin, bu kez onu tutsak eden zalim devlete toz kondurtmuyordu. O devlet ki ona insan muamelesi bile yapmıyor, tutukladığı yerde  elektrik parasını kendisine ödettiriyor, ödenecek para olmayınca, onu karanlıkta bırakıyor, bu çağda“bir nana” muhtaç halde tutuluyor.Türkçe bilmeyen annesi ile bile görüştürülmüyor du bir zamanlar..
 
Şemdin tutuklandıktan sonra zalim diktatörü gibi geçmişi tümden “unutmuştu!” Sanki  devlet Kürtlere hiçbir şey yapmamıştı, sanki kendisi boşu boşuna dağa çıkmıştı, sanki 18 yıl gereksiz yere savaşmıştı, sanki Kürt halkı devletin esiri değildi, sanki Kürdistan devletin sömürgesi olmamıştı, sanki devlet onbinlerce Kürde zulüm yapmamıştı, sanki devlet milyonlarca Kürdü yerinden yurdundan etmemişti, sanki devlet işkencehanelerde yüzlerce Kürt kadınına tecavüz etmemişti, sanki devlet onun erkek ve kız kardeşini öldürmemişti, sanki devlet binlerce “faili meçhul” denilen cinayeti işlememişti, Sanki  Kürtlere ve kendisine  bütün kötülükleri yapan devlet değilde, babası ve Apo’ imiş gibi konuşmaya başladı.
 
Yakalanmadan önce devleti, yakalandıktan sonra babasını ve Apo’yu düşman gören Şemdin’i mi  örnek alsın Kürt gençliği?
 
18 yıl dağda devlete karşı savaşan, yakalandıktan sonra da ben 65 yaşımda bile tahliye olsam, Türk ordusuna askerliğe giderim diyen Şemdin’in neresi örnek alınabilir? O ordu ki kurulduğundan beri sadece Kürt öldürüyor ve kana doymuyor! Neden Kürt gençleri o ordunun silahlarını alıp halkına karşı savaşsın ki?
 
Röportajın bir yerinde Güçlüden şu alıntı yapılmış;“sizi cennete götürüyorlar, siz cehennemle karşılaşıyorsunuz” dedi..
 
Burayı Açmak istiyorum: Kürt gençlerinin çoğu Öcalan’ ın PKK içinde kurduğu diktatörlükten habersizdir. Dışarıdan bakıldığı zaman, Örgüt, ulusal kurtuluş savaşı veriyor, özgürlük için, demokrasi için, insanlık için, adalet için, insan hakları için, faili meçhul cinayetlerin son bulması için, sömürünün ortadan kalması için, eşitlik için mücadele ediyor. İdam cezalarının kaldırılmasını istiyor, fikir özgürlüğünü istiyor, insanlara işkence yapılmasına karşıyım diyor, kadınların özgürlüğünü savunuyor!
 
 Böyle biliyorlar ve  örgüte gidiyorlar.
 
 Fakat Şam’da 1986 da 3. Kongrede kurulan ve Kürdistan’ın her tarafında inşa edilen, diktatör yapının içine girdiklerinde, ulusal kurtuluşçuların içten acımasızca katledildiğini, özgürlüğün ayaklar altına alındığını, demokrasiden söz edenlerin bile imha edildiğini, insanlığın hiç olmadığını, adaletsizliğin diz boyu olduğunu, insan hakları diye bir kavramın örgüt içinde olamadığını, faili meçhul cinayetlerin devletin faili meçhul cinayetleri kadar olduğunu, artı ve daha kötü olarak, burada bu konuda kimsenin  sesini bile çıkaramadığını, sömürünün yaygın olduğunu, sıradan gerillaların çöp gibi, onları yönetenlerin yüz eli kilo geldiğini, eşitlikten söz etmenin bile suç olduğunu, herkesin idam cezalarının alkışçısı olmak zorunda olduğunu, bırak fikir özgürlüğünü, dile getirilmemiş ayrı fikir sahiplerinin derhal öldürüldüğünü, işkence yapmayanın gerilladan sayılmadığını, kadınların kölelerden beter olduğunu görüyorlar. Bu durum karşısında ya susup “köle”oluyorlar, ya kaçıp“hain” oluyorlar, ya “intihar” ediyorlar. Kocaman bir coğrafyada örgüte bulaşmış bütün Kürtlerin kaderinin bu “üç kelime” ile izah edildiğini görüyorlar.
 
Cehennemden cennete kaçayım derken daha kötü bir cehenneme düşmektir bunun adı. Fakat Türk basını Türk devletinin Kürtler için yarattığı cehennemi görmek istemiyor, karşı taraftaki cehennemi gösteriyor ve benim cehennemime geri dönün, ben sizi idam etmem, keserseniz sesinizi, bir hayvan gibi yaşam hakkı da veririm diyor. Türk basını karşı tarafta yaratılan cehennemin de Türk devletinin eseri olduğunu gizlemeye de çalışıyor.
 
Röportajın bir yerinde “Taş atan, Molotof atan, Kürt çocuklarına”da değinmiş Güçlü. Çocukların bu eylemlerinide eleştiriyor. Evet, Birleşmiş milletlerin kararlarına veya yasalarına göre, çocukların savaşması, savaştırılması suçtur.
 
Peki o çocuklar neden polise, jandarmaya taş atıyorlar?
İbrahim veya onunla röportajı yapan gazeteci bunu da açıklasalardı bari? O polisler ve jandarmalar, taş atan o çocukların analarını işkence hanelerde çırılçıplak soyup dansöz diye oynatmadılar mı?
 O çocukların dayılarını, amcalarını sürüm sürüm süründürmediler mi?
O askerler ve polisler o çocukların ailelerini, Botan’ ın, Sason’un, Dicle’nin köylerinden sürmediler mi, bağlarını bahçelerini ateşe vermediler mi? Kedilerini öldürülmediler mi o çocukların?
 
Dünyaları karartılmadı mı? Geleceklerine çizgi çekil medi mi? Diyarbakır, İstanbul, İzmir sokaklarında fahişe veya hısız konumuna düşürülmedi mi o çocuklar?
 
Bu hale düşürülen çocuklar, polise ve jandarmaya taş değil de, gül mü atsalar dı?
 
Hani bir zamanlar Filistin sokaklarında İsrail polisine taş atan çocuklar, önce Yaser Arafat’ın, sonra hepimizin “küçük generalleri”ydi?
Sıra Kürt çocuğunun taş atmasına gelince, hemen aklımıza Birleşmiş Milletler geliyor, ha?
 
Bir Kürt yaşılısının deyimi ile“ez kullé birleşmiş milletlernım,” Ma bu Birleşmiş Milletler demiyor mu, ulan hayvan polisler ve barbar askerler, siz ne istiyorsunuz bu Kürtlerden? Ulan dillerini yasakladınız, ulan ülkelerini ellerinden aldınız, ulan öldürüp, asit koyularına attınız, ulan ordunun kazan dairelerinde odun niyetine yaktınız, Ulan namaz kılan köylülere bok yedirdiniz. Ulan çocuk kızlarını sokaklarda fahişe konumuna düşürdünüz? Bunları kimse sormuyor! Ama çocukların polise taş atması, birleşmiş milletler kanununa aykırıdır diyorlar.
 
Sanki taş atarken yakalanan çocuklara hapishanede tecavüz edilmesi, birleşmiş milletler kanununa uygunmuş gibi konuşuyorlar!
 
Sayın Güçlünün kendisi mi söylemiş, gazeteci mi uydurmuş, orasını bilemiyorum. Ama yazıldığına göre ben “Apoizmin teorisyeniyim.” Bu yanlış bir tesbittir.  Apo’ culuk terminin ilk icatçısı ben değil, belki Güçlü’nün kendisidir. 1976 larda biz kendimize “Kürdistan devrimcileri “derken, bizim grubumuza “Apo cu” adı takan ve Apo’ yu böylece meşrulaştıran, grubu da ona mal eden ben değil, İbrahim’in kendisidir.
 
12 Eylül öncesi bana Apocu diyenleri  bozmuşumdur. 1982 tarihinde Diyarbakır’da askeri mahkeme karşısıda  Apo’culuğu red etmiş bunu bize yapılmış bir hakaret olarak gördüğümüzü söylemişiz. Hiç bir yerde Apo’ izm diye bir şeyi ne savunmuş, ne de yazmışım.
 
Diyarbakır cezaevinde tutuklu iken üç adet kitap kaleme aldım. Bunların biri iki cilttir, adı “12Eylül Karanlığında Diyarbakır şafağı” dır. Biri  de “Demirci Kawa ve Çağdaş Kawa Destanıdır”. Bu kitaplarımın içeriğine bu gün olduğu gibi katılıyorum. Ve bu Kitaplarımın hiç birinde Apo’ yu öven tek bir söz yoktur.
 
Ve öyle olduğu için ben Bekaa vadisinde Öcalan tarafından tutuklanıp cezaevine konulmuş, yargılanmışım, bana :”Sen bu kitapta gördüklerini yazmışsın, Diyarbakır cezaevinde asıl olarak direnen benim ruhumdur, sen bunu görmemişsin, kitabın üçüncü cildini yazacaksın ve ruhumun nasıl orada direndiğini anlatacaksın” demiştir ve ben onun burnunun dibinde, Suriye istihbaratının çemberinde red ettim, isyan ettim, hapisten kaçtım ve dediklerini yazmadım.
 
Şimdi ben nasıl “apoizmin teorisyeni” oluyorum? Daha sonra  “Apo nun ayetleri”, “Sırlar çözülürken”, “Beni yıldızlara gömün”, “Güvercini de vurdular”, “O türküyü söyle” gibi kitaplar yazdım ve bu kitaplarda da hem Apoizmi, hemde Kemalizmi yerle bir ettim, bunlar görülmek istenmiyor, Olaylar çarpıtılıyor, İbrahim veya röportajı yapan gazeteci, “Apoizm” in ne olduğunu en geniş boyutları ile “Apo’nun ayetleri” ile bundan 19 yıl önce bize izah eden Selim Çürükkaya idi deselerdi bir gerçeğe parmak basmış olurlardı.
 
Sayın İbrahim Güçlü nün beni, Mehmet Şener’i ve Çetin Güngör’ü Şemdin Sakık’ la aynı kategoriye koyması, hem beni üzmüştür, hem de şu anda mezarda olan diğer iki arkadaşımın kemiklerini sızlatmıştır. Diğer iki arkadaşım, yaşamadıkları için ben onları da savunacağım. Bizler 1970 lerin ortalarında Kürdistan’ ın sömürge olduğunu fark ettik. Üçümüz de okumuş öğretmen olmuştuk, edebiyat sanat, tarih felsefe ile ile ilgilenmiştik. Bize yabancı olan bir dilin öğretmeni olmuştuk, ama kendi dilimiz yasaktı. Baskı vardı, ülkemizde korku vardı, Şeyh Sait döneminde yaşananları öğrenmiştik, Dersim katliamının öyküleri çarpıyordu kulaklarımıza. Vietnam, Gine, Kamboçya bizim ülke gibiydi, belki bizim halimiz oralardan beterdi, böyle bir ortamda hayasızlığa, sömürüye, sömürgeciliğe isyan ettik, çıplak yüreklerimiz, küçük tabancalarımızla.
 
  Ol Hikayemiz böyle idi.
 
Ve Askeri bir cuntaya yenik düştük. Diyarbakır zindanına atıldık. Cehennem gibiydi burası, zebanileri vardı. Dışarıda halk, aydınlar, politikacılar susturulmuştu. Örgütler başlarını almış yurt dışına kaçmıştı. Allah’ ta yeryüzündeki bütün kullar da biliyor ki; biz susmadık. Bizi susturamadılar, baş kaldırdık, mahkemelerinde Kürt halkının hakılı davasını savunduk, işkenceleri bize vız geldi, duvarları bizi tutamadı, isyanı kendimizle sınırlı tutmadık, dışarıdakileri de zulme karşı ayaklandırarak alnımızın akıyla dışarı çıktık.
 
Partimizin içindeki değişimden habersizdik, gittik gördük, bizim partimizin içindede bir zulüm imparatorluğu kurulmuştu, her yerde Kürt kılığına  girmiş Diyarbakır zebanisi  Esat Oktaylar dolaşıyordu, bunları kısa zaman içinde fark ettik.  Halk, aydınlar militan geçinenler ve herkes  bu taraftada susturulmuştu. Yine Allah da kullar da biliyor ki; biz buna da boyun eğmedik. İmkansızlıkta bile  buna karşı da direndik. Kimiz öldük kimiz damgalandık, ama boyun eğmedik,  Buna karşı direnirken de sırtımızı kimseye dayamadık, sadece gerçeğimiz vardı, bir de baskı, zulüm, işkence, inkâr, adaletsizlik nerde varsa biz ona karşıyız inancımız vardı.
 
Sayın İbrahim Güçlü’nün ve gazetecinin bizi böyle kavramasını isterdik. Biz dün, Türk devleti sömürgeci, inkarcı, zalimdir dedik, Bu gün daha da zalim olmuştur diyoruz. Öcalanı, Türkiye, İran, ve Suriyenin PKK içinde kurduğu diktatörlüğü geç kavradılar eleştirleri bize yapılabilir, buna saygı duyarız, ama diktatörlüğü savundular görüşü insafsızlıktır.
 
Veya örgüt içinde oluşan diktatörlüğe karşı çıktık diye,  zalim bir devletin cephanesinde yer alacağız gibi bizi göstermek de başka bir insafsızlıktır.
 
Biz PKK içinde oluşturulan diktatörlüğe,Türk devletini temize çıkarmak için karşı koymadık, ikisininde canına okumak için karşı koyduk , Çünkü ikisinin de kaynağı aynı, sömürgeciliktir.
 
Güneş balçıkla sıvanmaya kalkılmasın!
 

Selim Çürükkaya

1954 te Bingöl' de doğdu. Öğretmen okulundan mezun oldu. Siyasi nedenlerle on bir yıl hapis yattı. Gazeteci ve yazar. Yayınlanmış 10 Kitabı var. Siyasi mülteci olarak Almanya'da yaşıyor.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Başa dön tuşu