Makalelerim

Ölüm kalım oyunu!

Baskının zulmün son bulması için, cezaevleri duvarları arasında insanca yaşamak için, mahkemelerde savunma haklarını kullanmak için yattılar ölü

Selim Çürükkaya / Bu gece çok kötü bir ruya gördüm. Diyarbakır cezaevindeydim, sırt üstü yatırılmış, ayaklarımdan falakaya çekilmiştim. Bir asker göğsümün üzerine oturmuş, diğer ikisi dik tuttukları ayaklarıma ellerindeki balta saplarıyla vuruyorlardı. Gardiyanların yüz hatları çok netti, ayaklarıma vurulan kalasların çıkardığı sesin yankısı duvarlardan kulaklarıma dönüyordu, terden sırım sıklam olmuştum. Cezaevinde ölüm orucu vardı ve ölüm orucu eşliğinde bize dayak atılıyordu. Bağırarak uyandım ki yataktayım, gördüklerimin bir rüya veya bir kabus olduğunu uyandıktan bir kaç saniye sonra ancak anlayabildim.

Tam otuz yıl önce yaşadığım bu manzaranın rüyada böylesine canlı olarak bana ayan olması karşısında şaşırdım, akşam Twiter de okuduğum, cezaevlerindeki açlık grevleri, cezaevlerine baskın operasyonları haberlerinden etkilendiğimi anladım. Ben ki sayısını bilmediğim kadar açlık grevlerine yatmış biriyim. Yatanların açlığını acısını ben bilirim. Ya birde ailelerinin? Düşününüz, siz bir babasınız veya anne, dedesiniz veya ninne, ablasınız, kardeşsiniz veya eş! Oğlunuz, kızınız, torununuz, kardeşiniz veya eşiniz ölüme doğru gidiyor ve sadece beş gün kalmış ölmesine, siz ona bakakalıyorsunuz, bir şeyler yapamıyorsunuz, gözlerinize uyku girmez, yemek yiyemezsiniz, oradan oraya koşar çare ararsınız! Ama çare yok, Ölüm orucundakine yalvarırsınız, ne olur ölmeyin dersiniz, O ya sessiz kalır, yada taleplerini sıralar size, bu kez siz susarsınız! Ve ayrılırsınız sizin gibi açlığa yatmışların yakınları ile buluşur, kalabalıklar oluşturur, cezaevinin duvarları etrafında arı oğulu gibi küme olup uğuldarsınız! Açlık grevleri basına yansır, kamuoyunun oluşması çocuklarınızın taleplerinin kabul edilmesi tek dileğinizdir.

Bazı köşe yazarları çocuklarınızın örgütün zoru ve baskısıyla ölüme gittiğini yazarlar. Ama o yazanlar, yazar değil, ölüm orucunun ne olduğunu aslında hiç bilmezler. İradesi ve inançları olmayan bir insanın asla ölüm orucunda ölemeyeceğini bir türlü anlamazlar. Bizim ülkemizde ölüm oruçları nasıl başladı biliyor musunuz? 12 Eylül 1980 Askeri darbesi olmuştu. Cezaevlerinde akla hayale sığmaz baskı ve işkenceler başlamıştı. Tutuklular dünyadan tecrit edilmişti. Mahkemelerde savunma hakları gasp edilmişti. Onları savunan avukatların bir kısmı tutuklanmış, diğerlerine davalardan el çektirilmişti. Toplum öylesine baskı altına alınmıştı ki, tutuklu aileleri bile tutklu yakınlarının görüşmelerine korkudan gidemez olmuştu. Türkiyedeki, parlemento, basın, sivil toplum kuruluşları susturulmuştu. Mengeneye kıstırılmış tutukluların, bedenleri ölüme yatırma dışında hiç bir seçenekleri kalmamıştı. Bu koşullarda ölüm oruçlarına yattılar.

Baskının zulmün son bulması için, cezaevleri duvarları arasında insanca yaşamak için, mahkemelerde savunma haklarını kullanmak için yattılar ölümlere. Bu eylem türü cezaevinde tutsak olan çok az tutuklu tarafından benimsendi neticede ısrarla sürdürülünce, cezaevinin kaderi değiştirildi, binlerce tutuklu bu eylemlere sahip çıktı ve eylem Kürdistanda büyük yankı uyandırdı. Hatta Kürdistan’daki korkuyu, sinmişliği bu eylemler kırdı bile demek mümkündür. Ama aradan 30 Yıl geçti, teknoloji gelişti, Kürtler bilgisayara kavuştu, bir yerde olmuş bir olay, bir dakika içinde dünyanın öbür ucuna ulaşabiliyor. Türk meclisinde çok sayıda Kürt milletvekili var, Kürt televizyon ve radyoları günlük yayın yapıyorlar. Bir haksızlığa dikkat çekmenin pek çok aracı var elimizde, eğer amaç dikkat çekmekse veya bir hakkı elde etmek ise! Anlaşılan son açlık grevinin amacı başka, binler, açlık grevine girmeyen biri için açlık grevine yatıyorlar. Onu kendilerini kurtaracaklarına inanıyorlar, ama onlar onu kurtarmak için ölüme yatıyorlar. Bu çelişkiyi bile göremiyorlar. Onun uğruna ölerek onu daha büyüteceklerine inanıyorlar, büyüyen biri karşısında hiçleşerek mutlu oluyorlar.

Buda onların inanışıdır. Onları hor görmeyelim, Hintliler öküze taparlar, buda onların öküzüdür, saygı duyalım. Onlar inandıkları „put“ için ölüme gidiyorlar. Laf dinleyecek kulakları tıkalı, görmesi gereken gözleri, görmez haldedir. Yoksa gözleri görmüş olsaydı, onlar diyecekti ki, sen adada Türk ordusunun karargahında iken MİT ve Ordunun bilgisi, ilgisi ve denetimi altında KCK yi kurdun, bu örgütü biz Kürtler için bir balık tuzağı haline getirerek hepimizi topluca tuttuklattın ve şimdi sadece senin sağlığın, güvenliğin ve özgürlüğün için ölümlere yatırdın? Ve mekanizma öyle bir kuruldu ki reel ortam öyle bir yaratıldı ki Öcalan „ölsünler“ derse, ölürler ama bayram görüşmesinde Mehmet’e„tamam ölmesinler“ derse kalırlar. Böylece ölüm ve kalım ona bağlıdır. Eskiden Allah insanların canını alırdı veya böyle inanılırdı, yani insanın yaşamı ve ölümü Allah’a bağlı bir işti. Şimdi Öcalan’ı Allah mertebesine çıkarıyorlar, „öl „dedi mi ölüyorlar, „kal“ dedimi kalıyorlar. Onu bu mertebeye oturttuktan sonra hem Türklere Kürtlere: „tek merci, tek otorite ölüm ve yaşam konusunda bu yeryüzünde tek karar sahibi Öcalan’ dır“ diyorlar. Ve Bu haliye alıp kullanması için AKP ye teslim ediyorlar.

Yeni Tiyatro bu, hepimiz bunu izliyoruz. Bu tiyatronun senaryosunu kim yazdı? Baş rol oyuncusu kimin adamı? Figüranlar kim? Bunu ancak bilenler biliyor! Kürtlerin bir kısmı kendini oyuna kaptırmış. Büyük, ilahi bir akıla ve güce sahip bir süper men, düşmüş, acı çeken, yoksullaşan, sürgünlere yollanan, hapishanelere düşen milyonları kurtarıyor, aklı başında olanlar ise, bu trajedi karşısında kahroluyor ama oyunu bir türlü bozamıyor.

aytenhasan93@hotmail.com

Selim Çürükkaya

1954 te Bingöl' de doğdu. Öğretmen okulundan mezun oldu. Siyasi nedenlerle on bir yıl hapis yattı. Gazeteci ve yazar. Yayınlanmış 10 Kitabı var. Siyasi mülteci olarak Almanya'da yaşıyor.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu