Dizi Yazılar

Susmak Ölmektir 36

Qandil’ deki Başkanlık Konseyini “alçak” İmralı daki Abdullah Öcalan’ “yüce” olarak değerlendiren Hamili Yıldırım, uzun süre cezaevlerinde tek kaldı. Bir gün gazetelerden duyduk ki; kaldığı cezaevinden alınarak İmralı adasına Öcalan’ın yanına götürüldü.

Selim Çürükkaya/ Abdullah Öcalan 1999 Şubat ayında Kenya’dan İmralı adasına gidince, daha devlete yapacağı hizmetleri vardı. Devlet onu değerlendirdi. İmralı adası tamamen Yalçın Küçük’ün meslektaşlarının denetimindeydi. Şam’da Öcalan ile aynı apartmanda oturan Türk subayı Hasan Atilla Uğur’da İmralı’ya taşınmıştı. Kendi deyimi ile zamanın Genel Kurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu’nun emriyle Öcalan’la mesai yapıyordu. Sivil siyasetçilerin İmralı adası üzerinde hiç bir denetimleri ve etkileri yoktu. Türk Ordusuna göre Kürt sorunu bir terör sorunuydu. Terör de ancak silahlı şiddetle yok edilirdi. Bu ordu, zaten uzun bir süreden beri Öcalan ve bazı arkadaşları aracılığıyla örgütü istediği biçimde yapılandırmıştı. Şam’da yapılması gerekenler yapıldı, bundan sonra tasfiye sürecinin İmralı’dan kontrol edilerek sürdürülmesi kararlaştırıldı.

Bu tasfiye süreci pratik olarak nasıl işleyecekti ? Ordu Öcalan’ı bir itirafçı gibi değil, Kürtlerin lideri gibi gösterdi. Kürt kökenli, ama Türk istihbaratına bağlı çalışan bazı avukatlara Asrın Hukuk Bürosunu kurdurdu. Bu büroda çalışan avukatlar, Qandil dağında üstlenmiş Abdullah Öcalan’ın ‘Başkanlık Konseyi’ ile Öcalan arasında irtibatı sağladı. Cezaevinden Öcalan’a verdirilen bütün emirler, bu avukatlar aracılığıyla Qandil’e ulaştırıldı.(***) Zannedersem Öcalan’ın ilk talimatı; “silahlı gerillaları Kuzey Irak’a çekin!” Oldu.

Peki neden “Kuzey Irak?”

1991 Yılının ilk baharında Saddam Hüseyin güney Kürdistan üzerindeki otoritesini yitirdi. Çünkü Körfez Savaşından sonra, 36. Paralelin kuzeyi ve 32. Paralelin güneyinde kalan bölge uçuşa yasak ilan edildi. Bu süreçte Kürdistan mıntıkasında doğru dürüst bir otorite ortaya çıkmadı. Kürt örgütleri arasında birliğin sağlanmasından korkan, Türkiye, İran, Irak ve Suriye bölgedeki Kürt örgütlerini bir birine düşürdü. YNK İran’ dan, KDP Türkiye’den, PKK, Suriye, İran, Irak’tan destek aldı, en tepeden de Türkiye tarafından yönlendirildi. Bu dört sömürgeci devletin mermileri ve silahları ile bu üç Kürt örgütünün silahlı peşmergeleri ve gerillaları birbirlerini öldürdü.

Her Kürt örgütü bir diğerini suçladı. Bu karmaşadan yararlanan Türk ordusu, güney Kürdistan’ın pek çok yerine askerlerini yerleştirdi. Tam da bu tarihlerde Türkiye’de Musul ve Kerkük’ün Misaki Milli sınırlarına dahil edilmesi konusu gündeme getirildi.

1992 lerde Türkiye’de iktidarda olan Turgut Özal, ‘Kürtlere hamilik yapalım’ diye bir laf ortaya attı. Süre içinde ‘Kuzey Irak’a hakim olma’ Türkiye’de bir eğilim olarak belirdi. Öcalan Şam’dan İmralı’ya dönünce, kendi sahiplerine, harekete geçmenin zamanıdır diyerek şu önerilerde bulundu:

“Talabani ve Barzani tekelini kırmayı da küçümsemeyin, çünkü arkalarında büyük güçler var. Kendilerini her şekilde satarlar. Çok ucuza Türkiye’ye de yanaşırlar. Onlara lütfen inanmayın. Biz ikili tavır aldıktan sonra onları da aşarız. Bunları nefes aldıramaz bir biçimde Türkiye’ye bağlarız. Onun için Erbil planını söyledim. Biraz daha o şehirlerde ağırlığı oturtursak, Türkmenlerle birlikte iç içe olursak bunlar köpek gibi bağlanırlar.”(131)

1999’ un ilkbaharında İmralı’da söz sahibi olan generaller, kuzey Kürdistan’daki silahlı gerillaların büyük bir kısmını ‘Kuzey ırak’a’ çektirdiler. Az bir kısmı önemli bir gerekçe ile içerde tutuldu.(129) Bu gerillaları, YNK ve KDP güçlerine saldırtarak, bir kaos ortamı yaratmak istediler. Amaçları zor duruma düşen KDP ve YNK yi kendilerinden yardım ister hale getirmek ve askeri olarak bir müdahale ortamını yaratmaktı.

Abdullah Öcalan, ordunun bu planını bildiği için 1999 un Mayıs ayında bütün silahlı gerillaların Kuzey Irak’ a çekilmesi emrini verdi. Qandil deki Öcalan ekibi bu talimata uyacağını kabul etti. Ama Dersim bölgesinden farklı sesler yükseldi. Eyalet Komutanı Kazım takma isimli Hamili Yıldırım ve iki komutan arkadaşı, geri çekilmeye karşı çıktı. Bu durum Türk basınına şöyle yansıyacaktı:

PKK’nın, Abdullah Öcalan’ın yakalanmasının ardından 1999 yılında sınır dışına çıkmasına karşı çıkan örgüt mensuplarının çoğu öldürüldü.O dönemdeki Dersim eyalet komutanı ‘Kazım’ kod adlı Hamili Yıldırım ve yardımcıları ‘İsa’ kod isimli Orhan İlbay ile ‘Zap Kemal’ kod isimli Haydar Alparslan, 1999 yılında silahlı güçleri Kuzey Irak’a çekme kararını tanımayarak Tunceli bölgesinde silahlı eylemlere devam etmek istemişti. Çoğunluğunu Tuncelilerin oluşturduğu grup ile Kuzey Irak’taki PKK yöneticilerinin yaptığı uzun görüşmeler sonunda grup ikna edilmiş, ancak Irak’a dönmeyip bölgede kalmıştı. Geri çekilmeyi reddeden grupların başında yer alan ‘İsa’ kod adlı Orhan İlbay, sonunda örgütle yaptığı görüşmeler sonucunda geri çekilmeyi kabul edip yola çıkmış, ancak Bingöl kırsalında kış üstlenmesine girdiği sırada güvenlik birimleriyle girdiği çatışmada yanındaki 9 kişiyle öldürülmüştü. Yine geri çekilmeye karşı çıkan ‘Zap Kemal’ kod isimli Haydar Alparslan ve 5 arkadaşı, 27 kasım 1999 tarihinde Tunceli- Elazığ sınırına yakın bölgede Mazgirt İlçesi yakanlarında güvenlik güçleri ile girdikleri çatışmada öldürülmüştü.”(132)

Geri Çekilmeye karşı çıkanların tümü Türk devleti ve Qandil’de üstlenen başkanlık konseyinin ortak çabaları ile öldürüldü. Sağ kalmayı başaran, Hamili Yıldırım, dönmeyi kabul ederek ölümden kurtuldu. Hamili Yıldırım’ın kendisi bu konuyu şu şekilde anlattı:

“1999 geri çekilmesinde 350’ye yakın örgüt mensubu, kontrolsüz geri çekilmesi nedeniyle vuruldu. Bu durumu eleştiri konusu yaptığım için kıyamet koptu. Bu nedenle PKK 7. Kongresinde yalnızca ben tartışıldım. Bir yıllık eğitim, benim üzerime yapıldı. Yüzlerce dergi ve gazeteye konu oldum. Bir nevi siyasi linç olayı yaşandı. Oysa en demokratik kişilik bendim, konu saptırıldı. Bunu yapan benim arkadaşlarımdı. Beni imha etmek için onlarca operasyon çıkarttılar. Onlar ‘100 kişiyle, Hamili Yıldırım Türkiye’den geri çekilmiyor.’ deyince operasyonlar daha da yoğunlaşıyordu. Amaç, benim karşı çıkıp çıkmamam değildi. Mustafa Karasu ile yaptığım telefon konuşmasında ‘seni feda ettik’ diyordu. Aslında, bu her şeyi açıklıyordu.(133)

Güney Kürdistan’a geri çekilen Hamili Yıldırım burada yargılanmaya alındı ve yargılanmasını da Şu cümlelerle dile getirdi:

“Bütün riskleri göze alarak Kuzey Irak’a geçtim. Yazdığım rapor, kimseye okutulmadan ortadan kaldırıldı. Oysa, savunma hakkının kutsallığından bahsediyorlardı. Bir kongreyi benim üzerime yapanlar, bir rapora dahi tahammül etmediler. Savunma hakkımı tümden elimden aldılar. En geri ve diktatör ülkede bile insana en az birkaç söz söyleme hakkı veriyorlar. Benim arkadaşlarım bu hakkı benden esirgediler.” (134)

Bütün bu yapılanlara rağmen henüz Hamili Yıldırım’ın jetonu düşmemiştir O haksızlığın olduğunu, zalimliğin bulunduğunu, demokrasinin olmadığını görmüştür. Ama kendi deyimi ile örgütü bırakıp gitme yerine, Kürtlere bu zalimliği yapan Qandil’deki başkanlık konseyine karşı mücadele etmenin daha doğru olduğunu düşünmüştür:

“Doğruların tek gerçekleştiği yer zamandır. Ben de bu ilkeye göre hareket ettim, çekilip gitmeyi içime sindiremedim. İçinde kalıp bu oligarşik, ne olduğu belli olmayan yönetim anlayışına karşı mücadele edecektim. Bunun daha doğru olacağını düşündüm.” (135)

Qandil’de yapılan PKK nın yedinci kongresinde mahkum edilen Hamili Yıldırım, gözlerden uzak bir yer olan Kafkaslara sürgün olarak yollandı. Küçükken Ninemin bana anlattığı yedi dağın ardındaki Kaf dağını hatırladım. Ardından Hamili Yıldırım’dan kuşkulanan Abdullah Öcalan, bir avukat görüşmesinde avukatlarına:

“Hamili Yıldırım’ı Kafkaslardan çeksinler” talimatını verdi. Birkaç gün içinde Hamili kendisini tekrar Qandil’de buldu. Buradan Amanos dağlarına gidecekti, karar böyle idi. Amanos’lara gitmek, Osmanlı’nın yemenine gitmek gibi bir şeydi, giden gelmezdi. Gerisini Hamili Yıldırım anlatıyor:

“Amanos’a gitmemin istenmesi planlanmış bir oyundur. Başta, Murat Karayılan olmak üzere Dr.Bahoz, Dr. Ali, Şahin, Kemal ve Salih, hepsi bana ‘sağlam ulaşacağıma, bütün önlemlerin alındığını, hiçbir pürüzün çıkmayacağına dair’ söz verdiler. Bunu söyleyenler, sonradan ortaya çıktığı gibi en ufak bir tedbir almamışlar. Bu nedenle, Musul’da ortada kaldım. Orada, Irak Polisi yakaladı. Mahmur kampından tedavi maksadıyla geldiğimi söyleyince, serbest bıraktılar. Suriye sınırını geçtiğimde de söyledikleri tedbirlerin hiçbiri yoktu. Özellikle ‘çok sağlam, 7 yıllık kurye’ dedikleri kişi, bizi arabaya bindirip, kendisi motosiklete binip 500 metre uzaklaşmadan, etrafımız normal askerlerle de değil, El- Muhabarat özel birimlerince çevrilmesi ne anlama geliyor? Hemen olay yerinde, ‘özel birimin sorumlusu budur’ denmesini nasıl yorumlamak gerekiyor? Sınıra arabalarla gelecekti, neden gelmedi? Bütün bunlar gösteriyor ki, benim arkadaşlarım beni Suriye’ye sattı. Hem de çok alçakça ve en aşağılık yöntemlerle.” (136)

Ve Hamili’yi sadece Suriye’ye satmakla kalmadılar, bakınız geri çekilmeye karşı çıktığı için ne hale getirdiler:

“Bu zavallı belin Suriye’de gördüğüm işkencelerden ne kadar hasarla çıktığı ifadesi oluyor. Biliyorsunuz 49 gün çırılçıplak bir tabutlukta tutuldum. O yazın sıcağında yalnızca kapı mazgalının üzerinde toplu iğne başı kadar üç ufacık delikten hava alabiliyordum. İçerdeki tuvalet tıkatılmış her taraf pislik içinde nefes almak bile büyük bir irade gerektiriyordu. İçerde öylesine boğucu pis bir hava vardı ki, duvarlar terliyordu. 5 cm uzunluğunda hamam böcekleri, kocaman fareler bedenimin üzerinde cirit atıyordu. Beş dakika çömeliyordum, beş dakika da ağzımı toplu iğne deliklerine dayayarak nefes almaya çalışıyordum. İstisnasız her gün iki kez işkenceye alınıyordum. Akla hayale gelmeyen işkencelere maruz kaldığımı belirteyim. Hani çokça anlatılan vahşet döneminde Diyarbakır Cezaevindeydim. Orada da gördüğüm işkencelerin haddi hesabı yoktur. Fakat Suriye’de gördüğüm işkencelerin yanında lafı bile edilmez. Esat Oktay Yıldıran Beşar Esad’a göre peygamber sayılırdı.” (137)

Öcalan’ın“geri çekilin”talimatına uymadığı için Türkiye devletine karşı direnişi sürdürmek isteyen Hamili Yıldırım, Qandil’ deki Başkanlık Konseyinin eli ile Suriye EL Muhabaratına teslim edildi Ve EL Muhabaratta kendisine korkunç işkenceler yapıldıktan sonra, yola getirildi. Türk polisine teslim edilince, Hamili tekrar Abdullah Öcalan’a sığınmaktan başka bir yol bulamadı:

“Aslında, Abdullah Öcalan’ı en iyi anlayan kişiydim. 1970’lerin reel sosyalist anlayışın dönemi çoktan kapanmıştı. Çağdaş dünyanın geldiği noktada PKK’nın talepleri, istekleri çok aşırı, ağır ve gerçekçi değildi. Bin yıldır yan yana yaşamış, bu ülke insanlarının halklar mozaiği şeklinde yan yana, kardeşçe, özgür bir şekilde şiddetsiz bir ortamda yaşamaları en güzel olanıydı. Yapılan hatalar ne kadar ağır olsa da kabul edilip, görülmesi gerekiyordu. Yeniden tarihe dönüp bakmak vazgeçilmez bir görevdi. Ulusal Kurtuluş Savaşı yeniden incelenmeliydi. Mustafa Kemal Atatürk’ün ilke ve devrimleri, her türlü kaygıdan uzak, gerçekçi olarak ele alınmalıydı. Nitekim bunu Abdullah Öcalan yaptı. Demokratik cumhuriyet, üçüncü Alan tabir edilen yasal çerçevedeki sivil toplum kurum ve kuruluşlarını esas almak, devlet-iktidar ve hiyerarşiden uzak ekolojik, demokratik bir toplumu savunmaktı. Bu yeni bir yaklaşımdı ve hiçbir şey eskisi gibi olmayacak demekti. Yeni ideolojik, stratejik ve taktiksel değişimi ifade ediyordu. Ben, hep bunu esas aldım.” (138)

Qandil’ deki Başkanlık Konseyini “alçak” İmralı daki Abdullah Öcalan’ “yüce” olarak değerlendiren Hamili Yıldırım, uzun süre cezaevlerinde tek kaldı. Bir gün gazetelerden duyduk ki; kaldığı cezaevinden alınarak İmralı adasına Öcalan’ın yanına götürüldü. Büyük bir ihtimalle Öcalan Hamili Yıldırım’a: “O Qandil deki alçaklar seni teslim etti, ben olayı hemen kavradım, sana yapılan büyük bir haksızlıktır” demiştir. Şener Şen ile İlyas Selman’ın baş rol oynadıkları “Banker Bilo” filmindeki gibi “Bilo” yine kanmıştır.

Ve şu anda İmralı’ da Hamlet ile Cladius yan yana, beklide Banker Bilo filmini izleyerek günlerini geçirmektedirler!

(131) http://www.aydinlikgazete.com/mansetler/varan-6-abdullah-ocalan-barzaniyle-herkes-oynar-h33661.html
(132) “Bir yetkili bana bütün silahlı güçlerini yurt dışına yollama, hepsini yollasan boşalttığın dağları, Ermeni Rum çizgisi, Şemdin Sakık, Dr. Süleyman çizgisi ve TİKKO cular tutar” Abdullah Öcalan’ın avukat görüşme notu.
(133) http://www.haberturk.com/gundem/haber/837614-pkkda-geri-cekilme-hazirliklari
(134) Kırmızı Kılasör, Saygı Öztürk, Dağan Kitap, sayfa 161
(135) Kırmızı Kılasör, Saygı Öztürk, Dağan Kitap, sayfa 161
(136) Kırmızı Kılasör, Saygı Öztürk, Dağan Kitap, sayfa 160
(137) Kırmızı Kılasör, Saygı Öztürk, Dağan Kitap, sayfa 162
(138) http://kurdistan24.org/haber/hamili-yildirima-esad-iskencesi-haydar-isik_h1010.html
(139) Kırmızı Kılasör, Saygı Öztürk, Dağan Kitap, sayfa 161

(***)  PKK nin Eski Avrupa koordinatörü Kani Yılmaz Qandil dağında yetkili iken Kongre gelin kongresine katılmıştı. Bu kongreye Abdullah Öcalan’ın iki avukatı da hazır bulunmuştu. Bunlardan birinin adı Mahmut Şakar, diğerinin adı İrfan Dündar dı. KCK operasyonlarında İrfan Dündar’ın MİT ajan’ı olduğu anlaşıldı. Kani yılmaz öldürülmeden önce Avukatların  2004 Yılında tekrar savaşma kararını Kongreye aldırdığını açıkladı:

Mahmut Şakar

“Kongra Gel 2. Kongresinde, haziran da savaş kararı tartışılırken de, bizim savaş kararına karşı çıkışımız üzerine, bunlardan biri kameraları kapatarak kürsüye çıkmış? Bu kongreden savaş kararı çıkmalıdır? demiş ve karar çıkmıştı.
Peki Genelkurmaydan hiçbir rahatsızlık uyarısı almayan Avukat, hazirandan bu yana şehit düşen onlarca gencin sorumluluğunu nasıl taşıyacaksın?’

http://www.pwdnerin.com/makale/faysal_dunlayici/bu-oyun-bozulacak

Devam edecek

Selim Çürükkaya

1954 te Bingöl' de doğdu. Öğretmen okulundan mezun oldu. Siyasi nedenlerle on bir yıl hapis yattı. Gazeteci ve yazar. Yayınlanmış 10 Kitabı var. Siyasi mülteci olarak Almanya'da yaşıyor.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Başa dön tuşu