Güncel

ÇAMUR AT BELKİ İZİ KALIR

SELİM ÇÜRÜKKAYA : Şükrü Gülmüş, kendi Facebook sayfasında benim 1980 yılında açlık grevinde süt içtiğimi, 10. koğuşa gittiğimi yazmış ve Kemal Pir’in çağrısı üzerine tekrar direnişe katıldığımı aşağılayıcı bir dille anlatmıştır.

Ben o günü ve olanları olduğu gibi belgesiyle anlatma gereği duydum:

Selim Çürükkaya, 1980 yılında Diyarbakır 5 nolu cezaevinde, 10. Koğuşta kalıyordu. Faysal Dunlayıcı ve psikolog Hacı Gegez ile birlikte blok sorumlusuydu. Açlık grevini kırmak için komandolar koğuşu bastılar. Hacı Gegez, “hastayım açlık grevinde değilim” dedi. Kani Yılmaz ise, “süt içiyorum” dedikleri için havalandırmaya çıkarılmadılar. Diğer tutuklular havalandırmaya çıkarıldılar. Gardiyanlar “dayak düzeni al” deyince, Selim Çürükkaya yüksek sesle tutuklu arkadaşlarına, “kimse dayak düzeni almasın” dedi. Saldırı başlayınca, Selim “kahrolsun sömürgecilik” sloganı attı. Bayılana kadar dövüldü.

Bir gardiyan onu ayıltmak için elindeki bıçakla çenesini deldi. O deliğin yeri hala bellidir. Selim baygın halde koğuşa taşındı. 10. Koğuşun havalandırmasında hiç kimse helva yemedi. Havalandırmadaki dayak ve işkenceden sonra koğuşta toplantı yapıldı. Hacı Gegez ile Faysal Dunlayıcı görevden alındı. Direnişin bırakılması konusunda koğuştaki tutukluların çoğunluğu akşam yemeği almaktan yanaydı.

Çevre koğuşların yemek aldığı söylentisi vardı.

SELİM çağırıldı, eşyalarıyla birlikte dövüle dövüle hücreye götürüldü. Ve Selim hücreye götürüldüğünde Kemal Pir ile Erkan Uzun’un yanına konuldu.

Gerçek böyledir. 1990 yılında yayınlanan “12 Eylül karanlığında Diyarbakır şafağı” birinci ciltteki kitabında bunu yazdı: İşte belgesi:

“2 Ocak 1981 günü yıllarca sürecek bir direnişin önemli adımı atıldı. 12 Eylül cuntasına karşı etkileri yıllar sonra açığa çıkacak ilk ciddi eylem başladı. O sabah idarenin baskı ve işkence politikasına karşı direnmek isteyen tüm koğuşlar idareye birer dilekçe ile baş vurduIar.

Tutuklular dilekçelerde baskının ve işkencelerin son bulması için süresiz açlık grevine girdiklerini açıklıyorlardı. Cezaevi idaresine dilekçeler verildikten yaklaşık bir saat sonra, ceza evi geneline bir sessizlik çöktü.Artık ne koridorlardan gardiyan bağırtıları, ne de işkence çığlıkları geliyordu.

Tutsaklarda meraklı bir bekleyiş başlamıştı. Bu sessizlik tam iki gün iki gece sürdü. Açlık grevinin üçüncü gecesiydi,10. Koğuşa, uzaktaki koridorlardan bazı uğultular, gürültüler gelmeye başladı. Koğuşta sırayla nöbet tutan iki tusak, pencerelere tırmanarak kulak kesildiler. Bir müddet gelen sesleri dinledikten sonra, bazı koğuşların havalandırmalarında tutsaklara işkence yapıldığı anlaşıldı. Nöbetçiler hemen tırmandıkları pencerelerden aşağı atlayıp uyuyanları uyandırdılar.

Uyananlar hemen giyinerek pencerelere tırmandılar.Evet evet sesler geliyordu. Bir yerlerde işkenceler yapılıyordu. İyice dinlenince sesler birden yükseldi. Pencereler ana koridora yakındı. Ama koridorda kimseler yoktu. Bu sesler uzak bir yerden, derin biryerden geliyordu sanki. Çığlık çığlığa, işkence gören birilerinin sesiydi tüyleri diken diken eden, insanın içini parçalayan cinsinden bir sesti bu. Bazen de bu ses sanki çok yakından geliyordu, sanki bağıran, çığlık atan, işkence yapan hemen koğuş kapısının arkasındaydı. Bu bağırtılara, çığlıklara karşı, tutsakların kalbi güm güm atıyor, sinirleri gerili yor, kan dolaşımları hızlanıyor, nefes alışverişleri değişiyor; bazı tutsaklar da bağırmak, haykırmak istiyorlardı.

Bazen işkence sesleri birdenbire kesiliyordu. Bir müddet sonra tekrar ses geliyordu. Bazen alçalıyor, bazen de yükseliyordu. Pencereden koridorları izleyen Hacı Gegez: “Arkadaşlar, rahat olun heyecanlanmayın, bu cihaza alınmış işkence sesleridir. Bu sesleri başka bir yerde banda almışlar, teybi koridorun bir yerine yerleştirmişler, bu işkence sesleriyle bizi korkutmak istiyorlar. Ama uzak yerlerden daha başka uğultular da geliyor.

Teybi koridora yerleştirip, bu sesleri bizlere dinletirken, bazı koğuşlara baskın yapıp işkence yapabilirler”dedi. Hacı Gegez’in bu açıklaması üzerine koğuşta gerginlik giderek tırmandı. Bu ara cezaevinin tüm koğuşlarındaki tutuklular uyumuştu. Konuşmalar, bağırtılar bloktan bloğa, koğuştan koğuşa yayılıyordu. Bir müddet sonra işkence sesleri, herkesin duyabileceği bir şekilde yükseldi. Artık koğuşIara baskın yapıldığı net olarak anlaşıldı. Tutuklular hep birlikte pencerelere tırmandığı sırada, D bloktan haykırılan “Kahrolsun sömürgecilik!” sloganı işkence çığlıklarını bastırdı.

10. Koğuşun penceresine çıkan Selim 2. Koğuşta kalan tutuklulardan birini pencereye çağırıp olan bitenleri öğrenmeye çalıştı. 2. Koğuşta kalan tutukluların verdikleri bilgilere göre: “Kasım ayında bir nolu cezaevinden getirilen tüm tutukluları hücreye atmışlar. Dün akşam da 22. Koğuşu basarak tutuklulara işkence yapmışlar ve hepsini götürüp hücrelere tıkmışlar. Arkadaşlar açlık grevi eylemini hücrelerde sürdürüyorlar. Kolordudan getirilen inzibatlar sırayla koğuşları basıyorlar, tutuklulara feci bir şekilde işkence yapıyorlar ve zorla yemek yedirmeye çalışıyorlar, buna rağmen yemek yemiyorlar, işkence yapıldığı zaman “Kahrolsun sömürgecilik!” sloganını atıyorlardı.

Selim bunları öğrenince 2. Koğuşta kalan Emin Yavuz’dan, durumu daha detaylı olarak öğrenmek istedi. Bunun için onu köşedeki pencereye çağırdı. Emin Yavuz pencereden şunları söyledi:”İnzibatlar, subaylar ve cezaevi gardiyanları sırayla tek tek koğuşları basıyorlar, tutukluları havalandırmaya çıkarıyorlar.‘Arama yapacağız’ diyerek tek sıraya diziyorlar, tutukluların kemerlerini alıyorlar. Arama bittikten sonra hemen açlık grevini kırmak için kova içinde helva getiriyorlar. Bir asker elindeki kaşıkla karavanadaki helvayı sırayla tutuklulara yedirmeye çalışıyor.

Yemek istemeyen tutuklular, falakaya yatırılıp işkence görüyorlar. Falakadan sonra tekmelerle, yumruklarla işkence devam ediyor. Tabi bu işkenceler sonucu zaaf gösterip yiyenler de, çok sert bir biçimde direnenler de var. Ama yiyenler çok azınlıktadır.Bazı koğuşlarda yemek yedikten sonra çözülüp ispiyonculuk yapanlar da var. Bu tutuk lular, kendilerinin başkaları tarafından zorla eyleme sokulduklanı söylemişler.

Ayrıca kimlerin kendilerini zorladıklarını isim vererek açıklamışlar. Adları ispiyoncular tarafından idareye verilen tutuklulara, hem daha fazla işkence yapılmış hem de koğuştan alınıp hücrelere götürülmüşler. İşkencenin dozunu arttırıyorlar. Bir bütün olarak direnen koğuşlara fazla bir şey yapamıyorlar. Ama bazı koğuşlarda bir kısım tutuklu zaaf gösterip yemek yiyince, direnenlerin üzerine gidiyorlar, daha fazla işkence yapıyorlar.

Koğuşta herkesi teslim alamayınca, direnenleri alıp hücreye götürüyorlar, yemek yiyenleri koğuşta bırakıyorlar.”Cezaevi idaresinin açlık grevine karşı politikası net olarak belirginleşmişti: İşkence zoruyla koğuştaki tutuklulara zorla yemek yedirmek, karşı koyanları, kararlı bir şekilde direnenleri, ayıklayarak hücrelere atmak ve böylece kararlı olanlar ile olmayanları ayırmaktı.

Açlık grevi boyunca sürdürülen baskı ve işkenceler sonucunda bazı koğuşlar toptan eylemi bıraktılar.Açlık grevinin üçüncü günü sabahın yedisinde eli coplu, kalaslı bir grup inzibat ile bir grup subay, 10. Koğuşu bastı. İçeri girer girmez bir subay; “Haydi herkes havalandırmaya çıksın, arama yapılacak” dedi. Tutukluların çoğu ranzalarından aşağı inerek havalandırmaya çıkma hazırlığına başladı. Koğuş sorumlularından Hacı Gegez biraz hasta olduğundan yatağından kalkmadı.

Eli kalaslı bir subay kalasını Faysal Dunlayıcı’ya göstererek; “Sen açlık grevinde misin?” diye sordu, tehdit edici bir sesle. Faysal Dunlayıcı ne yapacağını bilemedi, şaşırdı, “evet” diyemedi. “Ben hastayım, süt içiyorum” dedi kekeleyerek. Subay tehdidin işe yaradığını anlayınca, bu kez yatağında yatan Hacı Gegez’e doğru gitti. Ona da açlık grevinde olup olmadığını sordu. Hacı Gegez’de: “Ben de hastayım, süt içiyorum” deyince, subay: “Bu ikisi içerde kalsın, diğer tutuklular çabuk dışarı çıksın” diyerek tutukluları havalandırmaya çıkardılar.10. Koğuşun iki birim üyesinin böyle pasif tavır takınmaları diğer kitlenin moralini olabildiğince bozdu.

Tutuklular havalandırmada arama yapılacak bahanesiyle tek sıraya dizildiler. Arama yapıldı, kemerleri alındıktan sonra, bir subay sıranın sol başında duran Ramazan’a:”Dayak düzeni al”dedi. Ramazan biraz tereddütten sonra iki elini öne doğru uzatarak avuçlarını açtı. Koğuş sorumlusu Selim sıranın sol başında duruyordu. Yanında duran Viranşehirli Gundor’a: “Yanındakine söyle, o da yanındakine söylesin, kimse dayak düzeni almasın” dedi.

Gundor yanındakine söyledi.Onun yanındaki ise üçüncü adama söylemedi. Selim sırayla herkesin dayak düzeni aldığını görünce, sıradan çıktı, işkence yapan subayla inzibatların yanına gitti: “Arkadaşları neden dövüyorsunuz? Yeter, işkence yapmayın” dedi. Arkadaşlarına dönerek: “Arkadaşlar kimse dayak düzeni almasın!” der demez, bir inzibat göğsüne var gücüyle tekmeyi indirdi. Bir iki subay ellerindeki sopalarla omzuna, beline vurmaya başladılar. Selim henüz yere düşmeden iki üç kez: “Kahrolsun sömürgecilik!” sloganını attı. İşkenceciler diğer tutukluları bırakarak Selim’in üzerine çullandılar.

Gökyüzünden kovadan boşanırcasına yağmur yağıyordu. Havalandırmada su birikintileri oluşmuştu. Selim’i bu su birikintilerinden birinin içine yatırdılar. Dört-beş inzibat ellerindeki sopalarla rastgele vücuduna vururken, izbandut gibi biri Selim’in göğsüne oturarak elindeki sivri bıçağıyla çene kemiğini oymaya başladı.Selim, ayıldığında koğuştaki ranzasındaydı. Tutukluların çoğu üzgün bir vaziyette etrafındaki ranzalarda oturmuş, derin derin düşünüyorlardı. Selim’in ayılmasıyla Necmi Öner, ranzasından kalkarak başucuna gitti.

Baygınlıktan sonraki durumu şöyle anlattı:”Sen bayıldıktan sonra sırayla hepimizi dövdüler ama fazla dövmediler. Sonra seni içeri aldık. Bizim koğuşun kapısını kapatınca üstümüzdeki 2. Koğuşa çıktılar. Onları da bizim gibi havalandırmaya çıkardılar. Pencereden izleyebildiğim ve öğrenebildiğim kadarıyla işkenceciler koğuşa gidince, tutuklulardan biri subayı tuvalete çağırıyor, orada eylemin koğuştaki planlayıcıları, M. Emin Yavuz ve Ahmet Yavuz’dur’ diyor.

Bunların da 10. Koğuşta Selim’e bağlı olarak çalıştıklarını söylüyor. Bunun üzerine havalandırmada bu arkadaşlara çok işkence yapıldı. Ahmet ile M. Emin Yavuz yerden sürüklenerek hücrelere götürüldüler. 11. Koğuşta kalanların tümü eylemden vazgeçti. 12. Koğuş ve TKP’lilerin kaldığı koğuş zaten eyleme katılmamıştı. Dolayısıyla bizim tarafta koğuşumuzun dışında açlık grevinde olan kalmadı. Buradaki arkadaşların çoğunun da morali bozuktur. Biraz önce kendi aramızda konuştuk, çoğu arkadaş eylemin bırakılmasından yanadır.”

12 Eylül Karanlığında Diyarbakır Şafağı, Cilt 1, birinci baskı, Agri Verlag, Köln, sayfa 90, 91,92, 93, 94

Google üzeri PDF olarak kitaba ulaşıp söz konusu bölümü okumanız mümkündür. Bu linki tıklayınız: https://www.amazon.de/12-Eyl%C3%BCl-Karanl%C4%B1%C4%9F%C4%B1nda-Diyarbak%C4%B1r-%C5%9Eafa%C4%9F%C4%B1/dp/3844254412

O CEZAEVİNDE YATAN HERKES, O KITABI MUTLAKA OKUMUŞTUR. O KOĞUŞTA KALAN İNSANLARIN ÇOĞU HALA YAŞIYOR VE HERKES BİLİYORKİ SELİM ONUNCU KOĞUŞTA GARDIYANLARIN ZORUYLA NE SÜT İÇTİ NE DE HELVA YEDİ. ONUNCU KOĞUŞTA SÜT İÇSEYDİ VEYA HELVA YESEYDİ YANİ TESLİM OLSAYDI O KOĞUŞTA TESLİM OLANLARIN ARASINDA KALIRDI. O KURALLARA UYMADIĞI, ARKADASLARININ KURALLARA UYMAMALARINI SÖYLEDİĞİ İÇİN ALINIP HÜCREYE ATILDI. SÜT İÇEN TESLİM OLAN KİŞİ ZATEN ĶEMAL PİR İ DİNLEMEZKİ!

Herkes bilir ki Selim onuncu koğuşun sorumlusu olarak ne süt içti ne helva yedi. Dayak yiye yiye hücreye geldi.

Birileri Selim’in 10. Koğuşta helva yediğini veya süt içtiğini kanıtlasın. SELİM kameralar karşısında harakiri yapmaya HAZIRDIR.

Yalancıların neden yalan söyledikleri bilinir, ama ben gerçekleri söylüyorum diye ortaya çıkanların yalanları, yalancıların yalanlarından daha kötüdür.

SELİM ÇÜRÜKKAYA

Selim Çürükkaya

1954 te Bingöl' de doğdu. Öğretmen okulundan mezun oldu. Siyasi nedenlerle on bir yıl hapis yattı. Gazeteci ve yazar. Yayınlanmış 10 Kitabı var. Siyasi mülteci olarak Almanya'da yaşıyor.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu