Bay Muhalif

Merhaba muhalifler

Ama Galile`yi işkence ile korkutanlar, Bruno`yu yakanlar, Nesimi`nin derisini yüzenler, Şeyh Bedrettin`i çırılçıplak asanlar, Kemal Pir`i ölüm orucuna zorlayıp açlıktan öldürenler, muhalefeti bastırmadıkları gibi  önünde diz çökmek zorunda kalmışlardır. 

Selim Çürükkaya / Önce kendimi size tanıtmak istiyorum. Ben bay muhalif. Görevim muhalefet yapmaktır. Kime karşı mı? O hooo, ilerde göreceksiniz! Toplumumuzda muhalefet yapılabilecek o kadar çok güç, kişi konu ve kurum vardır ki,   Bu sutunda sıralamaya kalksam, sizleri bıktırır kaybedebilirim.

Oysa benim amacım sizleri kazanmak, muhalefet cephesini genişletmektir. Bu konuyu şimdilik bir tarafa bırakıp, muhalefet konusunda sizlerle söyleşmek istiyorum: Sizlerle anlaşmamız için öncelikle muhalefet sözcüğü üzerinde bir görüş birliğine varmamız gerekiyor kanısındayım. Bana göre muhalefet, çok çok önemlidir. O kadar önemlidir ki; insanı insan yapmıştır. İşte ispatı:
Insan doğaya karşı muhalefet yapmasaydı insanlaşabilir miydi?

İnsan insan olmazdı tabii.
Demekki insan muhalefet yapmaya başlayınca insanlaşmıştır  Buraya kadar anlaşıyoruz diye düşünüyorum. Ve burada anlaşmışsak, gerisi kolay. Çünkü, tarih denen şey, Muhalefet ile iktidarın mücadelesinden başka bir şey değildir.
Ve muhalefet her yerde her zaman bazı istisnalar hariç daima ilericidir.
Zaten istisnaların kaideleri bozmadığını atalarımız söylemiş, bizde onların bu doğru sözünden dışarı çıkmamışız.

Bu konuya ek olarak diyorum ki; muhalefet doğruları savunmak zorundadır.
Öyle olmak mecburiyetindedir. Kendisini doğrular ve bilimle donatmamış kişi veya kişiler, muhalif olamazlar. “Olduk” deseler bile olamazlar efendim.
O tipler bozguncu olur çöküp giderler.
Çünkü muhalefet ileriyi görme, geriye karşı koyma işidir.
Bu özelliğinden dolayı muhalif kişi, cesur, bilgili, gözü pek ve korkusuz olmak zorundadır.

Dünya tarihinde muhaliflerin başından geçen korkunç olayları, hakiki muhalif olan kişiler bilir.
Bunu geçiyorum, çünkü arife tarif gerekmez.
Ama Galile`yi işkence ile korkutanlar, Bruno`yu yakanlar, Nesimi’nin derisini yüzenler, Şeyh Bedrettin`i çırılçıplak asanlar, Kemal Pir`i ölüm orucuna zorlayıp açlıktan öldürenler, muhalefeti bastırmadıkları gibi  önünde diz çökmek zorunda kalmışlardır.
Muhalefet, Yeraltında biriken ve daima çeşitli kaynaklardan beslenen su gibidir.
Kendisi için yeryüzüne çıkma kanalları,delikleri mutlaka bulur.

Bazı aklı evveller su deliklerini ve kanallarını tıkayarak işlerini halettiklerini, geleceklerini garantiye aldıklarını sanırlar.   Oysa bir müddet sonra su, başka yerlerden daha güçlü çıkışlar yapar. Neticede muhalefet yer altında biriken sular gibi bastırılamaz. Bastırılmaz efendim!
Muhalefet hakkında şimdilik söyleyeceğim bunlardır.

Biraz da kendi kişisel özelliklerimi size anlatmak istiyorum.   Öyle ya! Mademki bundan sonra sizinle birlikte muhalefet yapacağız; O halde beni tanımanız gerekiyor. Zira muhalefet çok ciddi bir iş olduğundan, aynı saflarda olanlar birbirlerini iyi tanımalı ve birbirlerine güvenmelidirler. Muhalefetin ön koşulu budur.

Ben çok ters bir muhalifim.
Yani milyonlarca insana “normal” görünen bir şeyi, ben “anormal” görürüm.
Çoğunluğun “doğru” dediği bir çok olaya ben “yanlış” diyebilirim. Bir de ben herkese muhalifim.
Kendimde bu herkesin içindeyim!
Yani muhalefet yaparken kimseye ayrıcalık tanımam.
Babam olsa, değil babam, Peygamber olsa, şeytan olsa, Gorbaçov olsa Hayri Kozakçıoğlu olsa kimseye torpil yapmam.

Yani ben hem iyilerin hem kötülerin muhalifiyim:

Zaten saf iyi ve saf kötü kişilerin olabileceğine de inanmıyorum.
En iyi olanın bile, kötü bir tarafı mutlaka vardır. İşte ben o kötü tarafına muhalifim.
Kendim hakkımda sizlere bazı ipuçları verdim sanırım. Bundan sonra yazdıklarımı okursanız, beeni daha iyi tanımış olursunuz.
Atalarımız “Ayinesi işidir kişinin” demişler ya.
Beni de işime bakıp tanımaya çalışmalısınız.
Dileğim bu.
Bu ilk yazımda kimlere karşı muhalefeti başlatayım diye çok düşündüm; “Prestroikaya” karşı dedim. Baktım o konuda yazanlar çizenler, yana olanlar, karşı çıkanlar çok.
“Savaşa hayır” a muhalefeti başlatıp “Savaşa hayır” diyenlerin mantığına “hayır” diyeyim mi diye düşündüm.
Uzun ve karmaşık bir konu olduğu için elimin altında dursun dedim.

Saddam`a karşı mı, yoksa Busch`a karşı mı muhalefet cephesini açayım diye düşündüm. Sonra hepsinden vaz geçtim.

Çünkü normal muhalifler zaten bu işleri yapıyorlar.
Ben ters ve hakiki muhalif olduğumdan, önce en yakınımdakilere karşı muhalefeti başlatmaya karar verdim.
Velakin uzakta olan kişilere karşı, her kes muhalif olabilir.
Mertlik, en yakın olana, hatta kişinin kendisine karşı muhalif olmasıdır.
Burada bir parantez açmak istiyorum: En zor muhalefet kişinin kendisine karşı yaptığı muhalefettir. Parantezi kapatıyorum.

Ve bu gün muhalefetimin hedefine alacağım kişiler kimlerdir?
Şu köşemde sizlere açıklıyorum!
Ben bu gazetenin, yani Yeni Ülke gazetesinin başta sahibine – gerci  O, benden daha konuşkan olduğundan hiç anlaşamıyoruz- ondan sonra Genel Yayın yönetmenine, yazı işleri müdürüne, bütün köşe yazarlarına, muhabirlerine, Ahmet Arif`in “Evlerinin önü” diye bir yazsı vardı ona, hatta Duygu Asena hatuna, Özellikle onun soyadına muhalifim.

Niye diyeceksiniz?
Beğenmiyorum efendim! Beğenemiyorum!
Bilimselliğe ve muhalefete inananların çoğu beğenmiyor gazeteyi. Özellikle köşe yazarlarının yazdıkları milletin kafasını karıştırıyor.
Örnek mi istiyorsunuz?
Buyrun efendim!
Ülke gazetesinin dördüncü sayısında Tarık Ziya bey, “demokrasi” başlıklı makalesinden bir paragraf alayım:

“Demokrasi kimi çevrelerin iddia ettiği gibi, egemen sınıfların belirlediği ve onların yararına işleyen durağan bir yönetim biçimi değildir. Emeğin ve insanın özgürleşmesinden yana sürekli biçimde gelişen ve değişen bir süreçtir. 20. yüzyılın başındaki demokrasi ile günümüzdeki çağdaş demokrasi arasındaki- nitelik farkları gerçeğin kanıtlarıdır.”
Bu yetmiyorsa Ülke gazetesi, 3. Sayısında Şerafettin beyin “Devlet” başlıklı makalesinden bir alıntı daha aktarayım:
“Devletin en önemli görevi, güvenliği sağlamaktır.
Yurttaşların can ve mal varlığı, kişinin vazgeçilmez hak ve özgürlüğü devletin güvencesi altındadır. Devletin güvenlik güçleri bu görevler için vardır.” Ve makale şu satırlarla sona eriyor:
“Bir toplumda köklü, yaygın, ciddi huzursuzluk varsa, devlet herkesten önce kusuru kendinde aramalı, vakit geçirtmeden kusurlarını düzeltmelidir.”

Öncelikle Tarık Ziya beyin değerli görüşleri hakkındaki düşüncelerimi sunayım efendim: Tabi efendim, kimi çevreler kim oluyor da; demokrasinin, egemen sınıfların belirlediği ve onların yararına işleyen bir yönetim olduğunu söylüyorlar? Demokrasi, işçilerin, köylülerin, öğrencilerin, memurların, cocukların, kadınların biraz da burjuvazinin, birazcık da toprak ağaları ve Kompradorların ortak yönetimi demektir!
Yani vatan millet Sakarya. Az mi yurttaşlık derslerinde öğrendik bunları efendim?

O kimi çevreler, zaten malum çevrelerdir. Siz onlara kulak asmayın!
Kimse toplumumuzu, milletimizi sınıflara bölemez. Ve o güzel demokrasimimizi egemen sınıflara veremez. Çünkü biz demokrasiye aşık bir milletin ahfadıyız!

Şerafettin beyin görüşlerine gelince;
Dedikleri gibi “Devletin görevi güvenliği sağlamaktır.” Ama, burada biraz durup düşünmek gerekiyor. Her ülkede mal- mülk, para yoksunu kişiler, sınıflar, hatta uluslar vardır. Bazı koşullarda bu kişi, sınıf ve uluslar hak talebinde bulunabilirler. Böylece güvenlik bozulur. Devlet bu soysuz, başı- boş, kültürsüz, sınıf ve uluslara karşı efendilerin güvenliğini sağlamalıdır. Öyle değil mi efendim?

Çünkü devlet kanunların ve hatta onları koyanların yanındadır. Bir güvensizlik çıkmıştır, devlet güvenliği sağlayacaktır. Şerafettin beyin dediği gibi “Yurttaşın can ve mal varlığı, kişinin vaz geçilmez hak ve özgürlükleri devletin güvencesindedir.”
Amenna!
Bu doğrudur! Yalnız yurttaş, yurttaşlığını bilmez, efendilerine karşı gelirse, o zaman ne olacak? İşte o zaman devlet yurttaşın canı-ına okumalı, kişinin hak ve özgürlüklerini askıya almalı, malına, mülküne, köyüne, el koymalı ve onu sürgün edip perişan etmelidir. Zaten efendilerimiz haklı olarak bunu yapmıyorlar mı?

Kanunlar da efendilerimizin yanında değil mi?
Şerafettin bey, sonuç olarak “devlet kusurlarını düzeltmeli” diyor.
Ne münasebet efendim!
Şu dünyada kusursuz bir tek insan, bulunmazken, binlerce insandan oluşmuş koskocaman devlet, nasıl kusursuz olur?
Ama bakan bey daha iyi bilir, devlet kusurlarını düzeltirse daha iyi olur diyorsa, öyledir.
Sömürgecilik, yapacaksa daha uygar, daha modern bir şekilde yapmalıdır. Kusurlarını düzeltmesi devletimizin bekası için daha akıllıca bir iş olur.
Amerika`da böyle söylüyor.

Amerika, güzel sözler söyler, ama kendi halkına layık görmediğini başka halklara layık görüyorsa, bu da onun kusurudur!
Tüm bunlara rağmen, devlet Şerafettin beyin sesine kulak vermelidir, Şerafettin bey akıllı adamdır. Koskocaman bakanlık yapmıştır vakti zamanında. Tabiiki akıllı olmayan kişi koskocaman şu Türkiye cumhuriyetine bakan olamaz efendim!
Allah Tarık Ziya bey`i ve Şerafettin bey`i milletimizin başından eksik etmesin! Onlar da olmazsa halkımız düşünce fukaralığından heba olup gider!
Amin.

Gelelim gazetenin geneline, çizgi, çizgi, çizgi, efendim çizgi.
Önemli olan çizgidir!
Çizgisi belli olan, ama eğri olan gazetelere muhalif olduğum gibi, çizgisi net olmayan gazetelere de muhalifim.
Herkese muhalif çizgi gazeteciliğini öneriyorum.
Benim çizgim doğruların, mazlumların, yoksulların, dağların, intifadacıların, tutsakların ve bütün ezilenlerin çizgisidir.
Haftaya hoşça kalın, bütün hakiki muhalifler.

13 .01.1991 Bay Muhalif

 

Selim Çürükkaya

1954 te Bingöl' de doğdu. Öğretmen okulundan mezun oldu. Siyasi nedenlerle on bir yıl hapis yattı. Gazeteci ve yazar. Yayınlanmış 10 Kitabı var. Siyasi mülteci olarak Almanya'da yaşıyor.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu