Makalelerim

“Zulmün artsın ki sonun gelsin”

Selim Çürükkaya / “Biz direnen hiç kimseye ne cop soktular, ne de bok yedirebildiler, ama gönüllü olarak kurallara uyan çoğu tutukluya hem cop soktular, hem de bok yedirdiler.”
Türkiyede  seçimler yapılırken, seçimlerden sonra demokrasi, insan hakları, Kürdistan sorununun çözümünde en azından olumlu adımların atılacağı beklentisi vardı.
Zira AKP başarılı olsa, askeri vesayet zayıflayacak, sivil unsurlar devreye girecek, ceberut devlet yerine, batı Avrupa standartlarında bir devlet şekillenecek deniyordu.
Seçimler bitti.
Yargı, halkın oyları ile seçilen bazı milletvekillerini serbest bırakmadı.
CHP Serbest bırakılmayan iki Ergenekon sanığı milletvekilinden, BDP ise serbest bırakılmayan beş KCK sanığı milletvekilinden dolayı, mecliste yemin içmeyi ret etti.
Ortam gerildi.
Bu durum statükocularla, reformcular arasındaki  çatışmanın bir devamı olarak değerlendirildi. Neticede CHP kararından döndü, mecliste yemin içti.
Bizim BDP kaldı.
İmralı devreye girdi, “AKP ile bir protokol yapın, sizde gidin” dedi.
Gittiler, AKP protokole yanaşmadığından geri döndüler.
Bu ara İmralı’dan  çok önemli bir açıklama geldi:
“Ben yanıma gelen heyetlerle  anlaştım, bir barış konseyi kurulacak, yeni yapılacak anayasa çerçevesinde soruna çözüm bulunacak.” Dedi.
Bu açıklama basında yayınlandıktan hemen sonra, Qandil’ de kalan Cemil Bayık, ezberi bozan başka bir açıklama yaptı:
“Devlet hem halkımızı, hem de önderliğimizi kandırmaya çalışıyor, biz bu durumu kabul etmiyoruz” dedi.
Cemil Bayık ve “Önderliğimizi kandırmaya çalışıyorlar” sözü üzerinde ciddiyetle durmak gerekiyor. Bunun anlamını kendimin yaşadığı bir anektotla anlatmak istiyorum:
Diyarbakır cezaevinden tahliye olduktan sonra 1991 Haziran ayında Beka’ya ulaşmıştım. PKK içinde Apo’culuğun inşa edildiğini, Apo’ nun, eleştirilmez, değiştirilmez, tahrif edilmez, dokunulmaz bir tabu olduğunu bilmiyordum.
Zamanın en hızlı Apo’cusu Meral Kıdır’la tartışmaya girmiştim. Söylediği saçma sapan görüşlerini çürütünce, ikide bir “bu söylediklerim başkanın görüşleridir” diyerek, beni susturmaya çalışıyordu.
Ben:“başkanda yanılıyor” deyince, yüz hatları değişti, benim iflah olmaz biri  olduğumu anlamış gibi: “Haaaaaaa,  demek ki sen başkanın yanıldığına da inanıyorsun?” diyerek tartışmayı kesti.
Ben de son noktayı koymak için: “Vallahi ben şimdiye kadar bir Allahın yanılmadığını biliyordum” dedim, suratlar buz gibi kesildi, müritler yanımdan ayrıldı.
Artık onlar için ben bir düşmandım. Bana böyle bakıldı. Aradan tam yirmi yıl geçti. Şimdi Cemil Bayık:
“Önderliğimizi kandırıyorlar” sözünü kullandı, bunu gazeteler yazdı, televizyonlar söyledi. Tezgâhın şirezesi bozuldu, Barış Konseyinin kurulacağını, yeni bir anayasayla işlerin rayına gireceğini söyleyen, Öcalan: “Beni taşaron olarak kullanıyorlar” deyip, çekildiğini açıkladı.
Aynı gün Türk Genel Kurmay Başkanı ve Bazı Kuvvet komutanları istifa etti. Silvan’ da bazı rütbeli askerler öldürüldü. Yeni bir süreç  başladı.
Eski süreç bitti mi?
Öcalan’ın “ben çekiliyorum”, demesi ile Kuvvet komutanlarının istifa etmesi ve AKP nin ordunun dizginlerini ele alması arasında bir ilişki var mı?
Eğer AKP ordu ile Öcalan’nın mutabakatını bozmuşsa, bu bize eski sürecin sona erdiğini, yeni bir sürecin başladığını gösteriyor.
Öcalan ile ordu arasında bir mutabakatın olduğunu kimse inkâr edemez, bu on yıldır yayınlanan  belgelerle ve her hafta yayınlanan binlerce sayfadan ibaret avukat görüşmeleriyle sabittir.
Eğer durum bundan ibaretse,  bu çatışmalı ortamı yeniden yorumlamak lazımdır.
AKP ve çevresi, bu mutabakatın bozulduğunu kamuoyuna açıklayacak durumda değilse, biz Öcalan’ın bundan sonra ki konumuna bakarak bunu anlayabiliriz.
Eğer eski mutabakat sona ermişse, Öcalan’ın önünde iki yol kalmıştır, ya AKP nin dediği her şeyi onaylamak, ya da dışarı ile görüşmesi sona erer.
Tutuklu olan General  Veli  Küçük’ ün avukat görüşmeleri var mı ki, Öcalan’ın olsun?
AKP eğer yeni bir süreç başlatmamışsa, son çatışmalı durumun Qandil’in  “kandırılma” üzerine kurulmuş eski mutabakata bir isyanıysa, o zaman bu, PKK için yeni bir süreçtir ve bütün eski ezberlerleri bozacak niteliktedir.
Bu konuda da elimizde henüz yeterince kanıt yoktur.
Eğer PKK eski mutabakatın bir devamı, Öcalan’ı kıble olarak kabul edip silahlı mücadeleyi sürdürüyorsa,bu bir saçmalıktır.
Çünkü eski konseptlerinde, uğruna silaha baş vurulacak hiçbir istemleri yoktu. Misaki Milli sınırlarına, türkçenin resmi dil olmasına, bayrağa, tek devlete itirazları yoktu.
Belediyelerin özerkliği projesini,Türkiye, Avrupa konseyi nezdinde kabul etmiştir. Yakında tümünü uygulamaya sokacaktır.
Bunun için silahlı mücadeleye başvurma yerine meclise gidip el kaldırma daha iyidir. Öcalan’ a havuzlu ev verilmesi için silahlı mücadele sürdürmek ise akıl karı değildir.
AKP iktidarının yeniden savaşı başlatması ise; en azında Apocuların savaşı başlatması gerekçeleri kadar saçmadır. Otuz yıldır oynanan bir oyunu yeniden başa alan AKP ne yapmak istiyor?
Kürdistan’ da isyanların patlak vermesinin en önemli nedeni, halka yapılan zulüm ve baskıydı. Son silahlı isyan başlamadan önce Türk devleti biz binlerce silahsız Kürd’ü Diyarbakır cezaevine koymuştu.
Ve bizlere işkence yapmak, aynı zamanda dayak zoruyla bizi Türkleştirmek istiyordu. “Askersiniz emre uyacaksınız” diyordu.
Biz 120 kişi dayatmalarını red ettik, hiçbir emirlerine uymadık. Çoğunluk ise; “kurallara uyarsak devlet bize karışmaz” diyerek, devletin dediğini yaptı.
Biz direnen hiç kimseye ne cop soktular, ne de bok yedirebildiler, ama gönüllü olarak kurallara uyan çoğu tutukluya hem cop soktular, hem de bok yedirdiler.
Ve bu tutuklulara öylesine işkenceler yaptılar ki; herkesi  bilenmiş, içi kin doldurulmuş, en keskin militan haline getirerek bize kattılar. Ve biz bunlarla isyan ettik.
Bana göre AKP şimdi yine bu geleneksel,ahmak,barbar devletin rolünü oynuyor.
Baskı, savaş zulüm, bomba, silah, özel timler, termal kameralar, kimyasal gazlar, tutuklamalar, işkencelerle daha işi fark etmemiş Kürtleri de politikleştirecekler, uyandıracaklar, gözlerini açacaklar, içlerine kin ve intikam duygularını dolduracaklar……..
Demekki bunun başka yolu yokmuş!
Ne yapalım!
Ünlü yazar Yaşar Kemal’in deyimi ile;
“Zulümün artsın ki sonun gelsin” demekten başka, elimizden ne gelir ki

Selim Çürükkaya

1954 te Bingöl' de doğdu. Öğretmen okulundan mezun oldu. Siyasi nedenlerle on bir yıl hapis yattı. Gazeteci ve yazar. Yayınlanmış 10 Kitabı var. Siyasi mülteci olarak Almanya'da yaşıyor.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Başa dön tuşu