Güncel

Saliha’nın Kefen Parası, Yılmaz’ın Parmakları, Aysel’in Bilezikleri

Selim Çürükkaya / Korona virüs hapsi çok uzun sürdü. Benim de hapis yata yata, hayatım zindan oldu. Geçenlerde evden firar ettim. Nereye gideyim diye düşündüm. Dağlara çıkmaya karar verdim. Kendi ülkemin dağlarına çıkamazdım. Nedenlerini bilenler bilir, bilmeyenlere anlatmazsam da olur. Verdim yönümü İsviçre’ye orada Alp Dağlarına çıkacaktım.

Önce Zürich’te bazı dost ve arkadaşlarla görüştüm. Bir arkadaşım bana dağ ayakkabısı ve dağ elbiseleri, başka bir arkadaşım bana dağa çıkarken kullanacağım yürüyüş bastonları getirmişti.

Yılmaz’la Zürih’ten ayrıldık, uzak bir diyara gidecektik.  Ayağındaki aksaklıktan dolayı emekli olan Yılmaz’ın arabası da vardı. Ayağının öyküsünü dinlediğimde, içim cız etti. Dersim’de gerillayken soğuktan dolayı ayağı duyarsız hale geliyor.

“Çorabımı çıkardım, ayağıma baktım, parmaklarım simsiyah olmuştu, kangren olduğunu hemen anladım ve kangrenin parmaklarda durmayacağını biliyordum.

Hemen orada karın üzerine oturdum, çantamda bir cilet vardı. Onunla sırayla parmaklarımın etlerini ayakla bitişik yerlerinden kestim. Parmaklarımın kemiklerini de tek tek elimle kırdım. Bir bezle parmakları kesik ayağımı sardım, ayağımın geri kalanını öyle kurtardım” dedi.

İnanılmaz ama gerçek, Kürt Gençleri ülkelerinin kurtuluşu için, bu kararlıkla mücadele vermişlerdi, hala gururla bakıyorlardı dünyaya ama yüreklerinin derin bir yerindeki hüznü gizleyemiyorlardı. Yılmaz’la iki dağ arasındaki bir vadiye ulaştığımızda, buranın cennet gibi bir yer olduğunu bir gün sonra anlayacaktım.

O akşam Yılmaz’ı kaldığı şehre geri yolladık. Misafir kaldığım evde gecenin geç saatlerine kadar dağ sohbetlerine daldık. Alp Dağlarındaydık ama Dersim dağlarını konuştuk. Hapis arkadaşım Cafer ve Aydın toplantıdayken silahlar patlamıştı ve dağlar kızıl kana boyanmıştı.

Sabah erkenden kahvaltı yaptıktan sonra dışarı çıktık, arabamıza binerek zikzaklı bir yoldan dağa çıkmaya çalıştık. Arabamızı park edince, yaya yürümeye başladık.

Bir saat kadar dağ çıkınca, manzara izlemek için bir tepeye çıktık. Ta aşağılarda derin bir vadi vardı. Bu vadiden Rhone(1)  adında bir nehir akıyordu. Karşı dağları kar kaplamıştı, hatta buz sıra dağları görünüyordu. Bizim tarafta ise yaklaşık olarak artı 25 derece sıcaktı. Yani dağların bir yamacı kış, bir yamacı yazdı. Bir tarafı beyaz, bir tarafı renk renk çiçeklerle süslü bahardı. Burada yaz ile kış arasındaki uzaklık kuş uçuşu bir kilometre kadardı.

İki gün bu dağları dolaştıktan sonra Rhon Nehrini takip ederek Cenevre gölünün kıyısına kadar geldik. Göl kıyısında kıvrılıp giden asfalt yoldan manzara izleyerek ilerlemenin keyfini yaşadık. Ve Cenevre’de dostlarla buluştuk. Leman gölünün üzerinde botla tur attık, bir hırsız tarafından hançerlenen Avusturya Prensesi Sissi’nin heykelini aradık, ama bulamadık, gölde yüzen bembeyaz kuğuların ihtişamına dalarken güneşi gölde yitirdik.

Sissi

Bir gün sonra Cenevre’yi bilen arkadaşımla şehrin sokaklarına daldık. “Jül Sezar kurmuş bu kenti” dedi bana, eski Cenevre’yi adım adım dolaştık.  Yaprak yaprak hafızama kaydettim tarihini Cenevre’nin. Bedirxani’lerden bir Kürdün bilmediğim ilginç hikayesini dinledim arkadaşımdan. Atalarının hikayesini ve mavi gözlü beyaz atını anlatırken renkli bir hayatının olduğunu anladım.

İki gün sonra başka bir ulu dağa tırmandığımı da Diyarbakır ceza evinde daha önce yatmış üç arkadaştık. Diğer arkadaşımız, cezaevine girmemişti, biz cezaevlerinde direnirken Üniversitede öğrenci olarak direnişlerimize destek vermişti ve beni çok etkilen bir anısını anlattı:

“Sizler cezaevinde ölüm orucuna yatmıştınız, biz haberi almıştık, ölüm orucunuzu kamuoyuna duyurmak için bir yol arıyorduk. Cumhuriyet gazetesine ilan vermeyi düşündük, ama paramız yoktu. Mehmet Şener’in annesi Saliha Şener’e konuyu açtım. Biraz düşündü, ‘kızım benim iki adet bileziğim var, onları kefen param için saklıyorum, sana vereyim götür bozdur, o parayla gazeteye ilan ver’ dedi.

 Kefen parasıyla gazeteye ilan vermek lafı beni derinden yaraladı, başkada çarem yoktu. Aldım iki bileziği, bir kuyumcu dükanına gittim. Kuyumcunun oğlu da cezaevinde tutukluydu hatta ölüm orucundaydı. Bileziklerin bir kadının kefen parası olduğunu, ölüm orucunu kamuoyuna duyurmak amacıyla gazeteye ilan vermek için bozdurmak istediğimi söyledim.

Bu açıklamam karşısında belki adam ilan parasını verir, bilezikleri kurtarırım diye düşündüm. Ama nafile, ne oğlu ne de ölüm orucu umurunda bile değildi. Yüzü soğuk bir tüccar gibi bilezikleri tarttı, karşılığını para olarak elime tutuşturdu, kapıyı gösterdi.

Ve biz Saliha Şener’in kefen parasıyla Cumhuriyet Gazetesine ilan verdik.”

Arkadaşımın iki bilezik hikayesi beni başka iki bilezik hikayesine hemen götürdü. Ben de bu hikayeyi arkadaşlarıma anlattım. Onlara dedim ki; eşim bu hikayeyi bana aynen şöyle anlatmıştı:

“1986 tarihinde Diyarbakır Cezaevinden tahliye olmuş, Bingöl Yeniköy’e gitmiştim. Altı adet bileziğim evdeydi. Kayın babam kardeşinin tarlasını satın almak istiyordu, ama parası eksikti, iki bileziğimi kendisine verdim. Dört adebileziğimi de yanıma alarak dağa çıktım. Bilezikleri sattım, kendimi korumak için iyi bir silah aldım. Dağda beş yıl kaldım, silahımı Partiye teslim ettim. Avrupa’ya geldim.

Aradan yıllar geçti, bir gün yeni köyden bir tanıdığım Bremende kaynımın evine geldi, avucumun içine sığacak küçüklükte bir paket bana verdi. Açtım, baktım, içinde üç adet altın vardı. Paketi getirene, ‘bu nedir?’ diye sordum, ‘kaynanan bunlar Aysel’in iki bileziğinin karşılığıdır’ dedi.

Saliha Şener’in kefen parası, Aysel’in bilezikleri, annemin fedakarlığı, PKK nın vefasızlığı, Yılmaz’ın kesik parmakları cennette bile olsam gözlerimin önünde durur…

(1)Rhône, Avrupa ‘nın 812 km uzunluğunda bir nehri. Fransa ‘nın en uzun ikinci ve suyu en bol olan akarsuyudur. İsviçre Alplerindeki İsviçre’nin Rhone Buzulu kenarında doğar Fransa’da Arles ve Marsilya şehirleri yakınında, delta oluşturarak Akdeniz’e dökülür. Simplon Tüneli ve Simplon Geçidi yoluyla İtalya’dan İsviçre’ye giren kara ve demiryolu Rhone vadisinin üst bölümünden geçer. Fransaya ulaşmadan önce Cenevre Gölü’ne giren ırmak, Alpler’i Jura Dağları’na birleştiren sıradağlar arasındaki bir dizi vadide dolanır.

Selim Çürükkaya

1954 te Bingöl' de doğdu. Öğretmen okulundan mezun oldu. Siyasi nedenlerle on bir yıl hapis yattı. Gazeteci ve yazar. Yayınlanmış 10 Kitabı var. Siyasi mülteci olarak Almanya'da yaşıyor.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Başa dön tuşu