Makalelerim

Sayın Kütahyalı

Selim Çürükkaya / Sayın Kütahyalı, hasta yatağımda yatıyordum, böbreğimde taş vardı, Onun acısını çekiyordum.
Bir arkadaşım sizin Öcalan’ a hitaben yazdığınız mektubunuz hakkında telefonla bana bilgi verdi. Söyledikleriniz dikkatimi çekti.
Halklarımızın çektiği acıların yanında, benim böbrek sancılarım bir şey değildi. Hemen yatağımdan fırladım, bilgisayarımın başına geçtim, Taraf gazetesindeki makalenize ulaştım. Abdullah Öcalan’ a yazdığınız mektubu okudum.

Sizi daha önceden tanıyordum, yazdığınız maklalelerinizi takip ediyor, katıldığınız televizyon proğramlarında sizi  izliyor, cesaretli, atak genç ve tam demokrat bir insan olarak biliyordum.. Ama anlaşılan hepimizin gözleri önünde oynanan bu acıklı, kahredici, ciğerlerimizi yakıcı, kanlarımızı dondurucu, yüreklerimizi kanatan trajediyi ya yeterince göremiyorsunuz, ya görüyor izah edemiyorsunuz, ya da izah etmekten çekiniyorsunuz…

Sayın Kütahyalı, siz Abdullah Öcalan’ a mektup yazıyorsunuz, onu demokrat olmaya, savaş ve çatışmaları durdurmaya davet ediyorsunuz! Anlaşılan siz,  Öcalan’ ı yönetenleri, onu avuçlarının içine alıp istediği her şeyi ona yaptıranları göremiyorsunuz!

Siz BTP nin ve KCK nin iradesizliğini, Öcalan karşısındaki sıfırlıklarını görüyorsunuz ve Öcalan’ ın başkalarının elinde aynı konumda olduğunu bilmiyor gibi davranıyorsunuz. Bir BTP’ li yetkili Öcalan karşısında ne kadar iradesiz ise; Öcalan’ın İmralıda kendi üstlerine karşı öyle olduğunu kavrayamıyorsunuz!

Size çok somut olarak söyleyeyim ki, 2004 Haziran ayında çatışmaların yeniden başlaması talimatını Abdullah Öcalan İmralı adasında tutuklu iken 24 Mayıs 2004 günü Avukatı Mahmut Şakar’a „Arkadaşlara söyle savaşabiliyorlarsa savaşsınlar” diyerek verdi. Bu „verdi” sözü  üzerinde biraz durmam gerekiyor. Öcalan İmralı da SAS, Bordo bereli komandolar, jandarma ve Adalet Bakanlığı yetkilileri dahil bin personel tarafından korunuyor ve Öcalan’ı her an gözetleyen, Türk basınının yazdığına göre „165 kamera  bulunuyor”herşeyi kayıt altına alan bu kameraların bir kaçınında görüşme yerinde olduğu, Öcalan’ ın avukatlarıyla yaptığı görüşmeleri kayıt altına aldıkları biliniyor. Bu kameraların kaydı altında verilen savaş talimatını yazılı olarak alan Mahmut Şakar, belkide görüldü yani onaylandı mühürüyle birlikte bu belgeyi Qandil dağına sağsalim götürüp ulaştırdı.

Burada toplanan kongrede  avukat Mahmut Şakar söz hakkı alıp Öcalan’ın temsilcisi olarak konuştu. Söylediklerinin özeti şuydu :„Ben önderlik adına konuşuyorum, bu kongrede kesinlikle savaş kararı çıkmalıdır.”  Kongreye katılan çoğunluk yeniden çatışmaların başlatılmasına karşı olmasına rağmen Mahmut Şakar’ın dediği oldu ve çatışmalar yeniden başladı.

Benden bunların kanıtını isteyecekseniz, hemen  sunayım. Aynı Kongrede bulunan PKK nin eski Avrupa sorumlusu Kani Yılmaz’ın açıklaması, Qandildeki Başkanlık Konseyi üyesi Nizamettin Taş (Botan) ın açıklaması, Abdullah Öcalan’ ın kardeşi Qandil’deki Başkanlık Konseyi eski üyesi Osman Öcalan’ ın açıklaması.
Bunlar yetiyor sanırım. Peki neden Öcalan bu talimatı verdi, diyeceksiniz  yine hiç bir şey bilmiyormuşçasına!
Bende size Öcalan’a bu talimat verdirildi diyeceğim!
Çünkü o tarihlerde Hurşit Tolon, Ersöz ve Hasan Atila Uğurlar o adadan sorumluydu. Ve sonradan açığa çıktı ki ordu içinde bir darbe planı hazırlanmıştı. Ordu halktan destek alan AKP yi hazm edemiyordu. Darbeden önce darbe ortamının hazırlanması gerekiyordu. Bunun için çatışmalara ihtiyaç vardı. Her taraf cehheneme çevrilmeli, can güvenliği ortadan kalkmalı ve halk kahraman orduyu göreve çağıracak kıvama getirilmeliydi.!

İşte bunun için Öcalan’a o talimatı verdirdiler. Bunun için o talimatın İmralı adasından dışarı çıkmasına göz yumdular. Bunun için Türk basını bu konuda hiç bir şey yazmak istemedi. Bunun için Barolar sustu, Bunun için Yarsav  sessiz kaldı.

Ondan sonra neler oldu?
Hakkari ve Şemdinli’de karakollar basıldı, Diyarbakır ve Ankarada bombalar patlatıldı.
Bizzat sizin yazdığınız gazete, bu olayların şaibeli olduğunu kanıtlarıyla yazdı.
Cumhuriyet gazetesi bombalandı, bombacıların aynı gazeteyle ilişkileri vardı.
Laik danıştay hakimleri güya „dinci bir fanatik” tarafından kurşunlandı. Ama laik hakimleri kurşunlayanlarında laik oldukları kısa zamanda anlaşıldı. Anlaşıldı anlaşılmasınada,  ordunun kendi karakollarını bastırdığı hala bir türlü anlaşılamadı.!

Bu aralar bazı durumlardan kuşkulanan AKP, Ergenekon örgütünün üzerine gittikçe, eylemler azalmaya başladı. Fakat ordunun üst düzeyindeki Generalleri açıkça Ergenekon üyelerine sahip çıktı.. Yargının üst düzeyi hükümete karşı açık ve gizli savaşı tırmandırdı.

Kürt sorunu ve şiddet olayları AKP yi iktidardan uzaklaştırmak için  kullanılır oldu. Bu durumdan sıyrılmak için „Kürt açılımı”yapmak isteyen AKP ye karşı, güçlü bir cephe harekti organize edildi. Cephenin bir ucunda „Milliyetçi Bahçeli, bir ucunda „Sosyal Demokrat Baykal, bir ucunda „Kürtçü ve bölücü Öcalan” vardı.

Açılım politikasıyla bizzat AKP vurulacaktı. Baykal, Bahçeli ve Öcalan değişik gerekçelerle  bu açılım politakısına karşı çıkıyorlardı, ama amaçları aynıydı. Ve bu üç gücü organize eden güç te aynıydı. AKP, karşısında güçlü bir direniş görünce, açılımın önce adını değiştirerek geri adım attı, „Kürt açılımı“iken „demokratik açılım” yaptı. Oradan daha aşağı çekerek „milli birlik ve beraberlik projesi” olarak adlandırdı.

Somut bir adım olarak değerlendirilebilecek „dağdan indirme” yide AKP nin boynuna dolayınca, sabah tutuklanan Ergenekon üyeleri akşam yargıdaki bir kesimi tarafından serbes bırakılınca, iktidarın her konuda elleri ve ayaklarının bağlandığı hissedildi. Son bir çere olarak Anayasanın bazı maddelerini değiştirip ellerini ve ayaklarını serbest bırakmak isteyen  iktidara karşı yeni bir savaş stratejisi dayatıldı.

Anayasa değişikliğine kimler karşıydı?
Başta ordunun üst düzey komutanları
Deniz Baykal ve CHP
Devlet Bahçeli ve MHP
Abdullah Öcalan Ve BDP
Yüksek yargı kurumları

Bu kesimlerin bütün çalışma ve engellemelerine rağmen bir madde hariç, anayasanın değiştirilmek istenen  diğer maddeleri Meclisten geçti. İşte bu geçişle birlikte stratejinin yeni bir evresi devreye girmiş oldu. Artık bu stratejiye göre AKP kesinlikle iktidardan uzaklaştırılacaktı. Bunun için önce CHP dızayn edilecek ona çeki düzen verilecekti. Yıllardır CHP yi MHP çizgisine çeken Deniz Baykal bir sex kasetiyle CHP nin başından uzaklaştırıldı. Onu  uzaklaştıranlar, yerine Kemal Kılıçdaroğlu’ nu getirdi. Bu CHP biraz alavilere yakın görünecek, aş, iş, açlık, yoksulluk nakaratlarıyla işçilerin oylarını almaya çalışacak, Kürtlere karşı biraz yumuşak görünecek ve neticede oy potansiyelini artırmaya çalışacak. Ona verilen rol budur.

Abdullah Öcalan’ın düğmesine bastılar „sen adamlarına söyle silaha tekrar baş vursunlar” dediler. 23 Mayıs 2010 tarihli avukat görüşmesinde O da İmralı adasındaki görüşme yerinde Genel Kurmayın kameralarının altında kendi avukatlarına şu sözleri söyledi:

“Şimdi yeni bir süreç gelişmez ve ben daha önce söylediğim gibi aradan çekilirsem ne olur? Tarihi sorumluluğum gereği herkese bunu belirtmek istiyorum. Burada üç şey olur: Birincisi Devlet PKK’ye ağır saldırılarla yenilgi olmazsa bile ciddi kayıplar verdirebilir -işte son hava saldırılarında görülüyor bazı şeyler-, bu birinci seçenektir. Bu durumda bunun sorumlusu devlet ve hükümet olacaktır. İkinci seçenek ne olabilir? İkinci seçenek ise KCK ortaya çıkarak sorumluluk üstlenebilir; zaten daha önce Murat Karayılan ve Duran Kalkan’ın açıklamaları olmuştu, yeni bir süreç demişlerdi. “Siyasi, sosyal, ekonomik, kültürel her açıdan halkımızın sorumluluğunu üstleniyoruz, demokratik özerkliği ilan ediyoruz” diyebilirler. İşte dünyada bunun çok örneği var; Abhazya, Kosova, Çeçenistan örnekleri var. Uzağa gitmeye gerek yok; Türklerin, Türkiye’nin de çok iyi bildiği Kuzey Kıbrıs örneği var. Bunun sorumluluğu da KCK’ye aittir, kendilerinin bileceği iştir. Şimdi üçüncü seçeneğe geliyorum. Üçüncü olarak da savaş devam eder, bir dengede sürer. Zaten kendileri de çözüm gelişmezse orta-şiddette bir savaş gündeme gelebilir diyorlar. Fakat ben 15 Ağustos Atılımı’ndan sonraki sürece baktığımda benim savaş-gerilla anlayışımda olmayan şöyle bir tehlike görüyorum. Savaş daha fazla uzarsa, her iki tarafın da yozlaştırdığı bir savaş gündeme gelebilir. Bununla ne demek istiyorum, şunu söylüyorum: Devlet içinde de PKK içinde de bazı çeteler türeyebilir, kontrolsüz, denetimsiz bir şiddet, yozlaşmış bir savaş gündeme gelebilir. Devlet içinde işte bu Ergenekon vb. şeyler; bizde de daha önce üzerinde çok durduğum Hogır, dörtlü çete vb. şeyler gündeme gelebilir. Bunun sorumluluğu ise PKK ve devlete aittir. Bunlar iyi anlaşılmalıdır. Bütün bu süreçlerden kimlerin sorumlu olacağını belirttim. Önemlidir, tekrar ediyorum, sorumluluk kendilerine aittir. Ben tarihi sorumluluğum gereği bunları belirtiyorum, uyarı görevimi yerine getiriyorum.”

Bu açıklamadan sonra, ben çekiliyorum açıklaması geldi ve silahlar yeniden patlamaya başladı ne demişti son açıklamasında Öcalan :”Devlet de savaş hukukuna uymalı, sivillere, kadınlara ve çocuklara dokunmamalıdır. KCK de buna uymalıdır. Ama olur mu olmaz mı bilemiyorum, sorumluluk onlara aittir. Bundan sonra PKK devletle uzlaşabilir de, bir çözüme de gidebilirler, ‘90’lı yıllardaki gibi savaşırlar ve sonuç alamadan tıkanabilirler de. Ya da ihtimaldir PKK yenilebilir, savaşı kaybedebilir, tasfiye de edilebilir, bunları bilemeyiz. Savaş geliştikten sonra ne olacağını bilemeyiz. Ben Sayın Erdoğan’a yine sesleniyorum. Bu sorunu kendi içimizde demokratik barışçıl yollardan çözebiliriz. Aksi taktirde bundan sonraki tüm sorumluluk AKP hükümetinindir.”

Bir taraftan asker cenazeleri diğer taraftan gerilla ölümleri artıyor, MHP ve Bahçeli ölüseviciliği siyaset haline getiriyor, cenaze ile oy toplamaya çalışıyor. Yüksek yargı anayasanın değiştirilmek istenen maddelerinin bir kısmını iptal ederek hükümeti bir erken seçime götürmeye zorluyor. BDP ve Öcalan isadan önce Kürtlere karşı işlenmiş bütün suçları bu günkü iktidara yükleyerek olası bir seçimde AKP nin oylarını azaltmaya çalışıyor. Oyunu kurguluyanlar CHP ve MHP koalisyonu hedefliyor.

Öyle bir tuzağa düşmüş ki hükümet, tutmak için elini nereye atıyorsa, tuttuğu şey hükümetin elini kesiyor. Hükümet Öcalan ile görüşmeye kalksa , ömrü bir güne iner, görüşmezse bir savaşla karşıkarşıyadır, dağdan adam indirse, inen adamlar başına bela olur, sadece açılım dedi bir şey vaad etmemesine rağmen götürmek istiyorlar, vaaadlerini somutlaştırsaydı başına nelerin geleceğini siz düşünün!

Bana öyle geliyorki bir kördüğüm vardır bu işin içinde! Kimse  bu kördüğümü bize gösteremiyor ve kimse cesaret edip bu kördüğümü çözemiyor. Acılar bunun için çekiliyor, sorunlar bundan dolayı çözülmüyor, kan bunun için akıyor.

Sayın Kütahyalı, size soracağım soruların yanıtlarını verirseniz kördüğümü görmüş oluruz.

1 -Abdullah Öcalan’ ın İmralıdaki yargılanma süreci bittikten sonra Türk devletinin kurumları: „Bu adamı asalım mı kullanalım mı? „ sorununu kendi aralarında tartıştılar mı, tartışmadılar mı?
2. Öcalan’ı asmayalım kullanalım kararını verdiler mi, vermediler mi?
3. Öcalan’ı kullanma hakkını orduya devrettiler mi etmediler mi?
4. Şu anda AKP hükümetinin İmralı adası üzerinde bir etkisi veya yetkisi var mı, yok mu?
5 Size göre Abdullah Öcalan kendisini kontrol edenlere rağmen İmralıdan savaş kararı verebilir mi veremez mi?
6- On yıl boyunca Öcalan’ı kullandılar mı, yoksa sen hizmete hazırım diyorsun ama biz seni kullanmıyoruz mu dediler?

Siz bu soruların yanıtlarını net olarak verirseniz kördüğümü bulmuş olursunuz.
Abdullah Öcalan kendisini kontrol edenlere rağmen imralıdan savaş kararı verdiği gibi ne olur biliyormusunuz? Savaş kelimesi ağzından çıktığı anda, kamerayı izleyenler Öcalan’ın yakasına yapışır, avukatını yere yatırır, ellerini arkadan bağlarlar. Bu devlet, bir buçuk yaşındaki Azad bebeğin avucunda sıgara söndürecek kadar gaddar, altmış yaşında 40 bin kişinin ölümünden sorumlu tutulan Öcalan’ın savaş talimatlarını englleyecek kadar güçlü olduğunu hepimiz biliyoruz.

Ama engellemiyor!
Akşam Öcalan’ a talimat veriyor, O da sabah aynı talimatı avukatlarına iletiyor.
Diyelim ki cezaevi yönetimi talimatın çıkmasına göz yumdu, kamera bozuldu, Öcalan kürtçe konuştu, japon yapımı kamera kürtçe anlamadı, talimat dışarı çıktı.
Talimatı dışarı çıkaran avukat, gizlemiyor ki çıkardığı talimatı, radyolarda televizyonlarda internet sayfalarında yayınlıyor, aniden Qandil’e de yolluyor.

Bu avukat Barolarbirliği üyesi!
Ama  Baro susukun!
Devletin bu konuda bir onayı olmazsa, Baro susar mı sizce?
Kendisinin bir üyesi savaş talimatını müvekilinden alıp götürüyor, bu talimat sonucu çatışmalar çıkıyor, cenazeler art arda geliyor ve Baro bu cenazeler ile bu avukatlar ilişkisini kuramayacak kadar beyinsiz mi?

Türkiye basını eğer bu kullanılmaya razı edilmeseydi, bu kadar sessiz dururmuydu?
Savaş başlatın!” talimatını  Türk basınının eline geçer geçmez,  etkili gazeteciler, bir yolunu bulup hemen İmralı’ ya dalar, cezaevi müdüründen kamera kayıtlarını alır, televizyon ekranlarından bize şöyle seslenmezlermiydi?: „ Evet sayın seyirciler, televizyon ekibimiz bu gün sabahın erken saatlerinde İmralıdaydı, burada tutuklu olan 40 Bin kişinin katili Abdullah Öcalan’ın avukatlarına nasıl savaş talimatını verdiğini tesbit ettik, her şeyden önemli kamera kayıtlarını ele geçirdik. Şimdi onları yayınlıyoruz, bunları izleyin ve İmralıyı teslim ettğimiz yöneticilerimizin başımıza neler getirdiğini görün!”

Bu yayından hemen sonra İmralıdaki bütün yetkililer hakkında soruşturma açılır, ordunun üst kademesi görevden alınmaz mıydı?

Evet Sayın Kütahyalı artık fazla uzatmak istiyorum.
Kördüğümü çözmek Hükümete düşüyor.
Cesaret etmesi gerekiyor. Bunun için Hükümet orduya demeli ki; „Cumhuriyet kurulduktan beri Kürt sorunu size havale edildi. Siz vurmak, kırmak, göçertmek ve Türkleştirmekle çözemediniz. Bu sorun siyasi bir sorundur ben siyasi olarak çözeceğim ve Öcalan’ın kullanım hakkını da sizden alıyorum.”
Hükümet buna cesaret ettiyse etti, etmediyse yargı, ordu, CHP, MHP Öcalan koalisyonuyla iktidardan uzaklaştırmayla karşı karşıyadır. Ve iktidardan düşenlerin göz yaşına kimse bakmaz o coğrafyada!

Selamlar! Selim Çürükkaya

Selim Çürükkaya

1954 te Bingöl' de doğdu. Öğretmen okulundan mezun oldu. Siyasi nedenlerle on bir yıl hapis yattı. Gazeteci ve yazar. Yayınlanmış 10 Kitabı var. Siyasi mülteci olarak Almanya'da yaşıyor.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Başa dön tuşu