Makalelerim

Yılmaz, Atmaca ve Küçük

Selim Çürükkaya / Bu üç kelimenin sizler için hiç bir anlamı olmayabilir,
ama benim için bu üç kelimenin,
Trajedik bir roman tutacak kadar anlamı vardır.

Neden mi?….
Anlatayım efendim!

„YILMAZ” dan başlasak mı?

Yılmaz, Zeki’nin soy ismidir.

“Yılmaz” la, Zeki Yılmaz‘ı kasdettim. Kimdir şimdi bu Zeki Yılmaz?  Diye soracaksınız!  Haklısınız!

Mahmut Şakar deseydim, Kani Yılmaz deseydim, Tuncer Bakırhan deseydim aynı soruyu sormayacaktınız! Çünkü siz geçmişleri kahramanlık destanlarıyla dolu insanları değil, geçmişleri karanlık, “bilinmez” eller tarafından size “kahraman” diye sunulanları tanırsınız!

Bu konuda sizi suçlamak istemem, çünkü bende suçluyum!
Ama konumuz Zeki Yılmaz. 1974 yılında Tunceli Öğretmen okulunda öğrenciyken tanışmıştım.

 

Onbeş veya onaltı kişilik eğitim çalışması grubumuza o da katılmıştı. Ulusal sorun ve sömürgeler sorunu üzerinde çalışır ve eğitim çalışmasından sonra önümüze gelen herkesle tartışırdık.

Zeki Yılmaz Karadeniz’li ve Laz Köken’liydi. Bizi sevmişti, bize güvenmişti. Kürt halkının özgür olmadığına, Kürdistan’ın sömürge olduğuna inanmıştı.

Bu düşünce ve inançlarından dolayı öğretmenlik yapmadı, evini, ailesini, ülkesini terk ederek Urfa‘daki devrimcilerin yanında kaldı.

Onunla 1980 yılında D.Bakır cezaevinde karşılaştım. Okul arkadaşlığımıza, örgüt arkadaşlığımıza bir de hapis arkadaşlığı eklenmişti.

Cunta iş başına gelir gelmez Zeki Yılmaz ve Orhan Aydın‘ı ölüm cezasına çarptırmıştı.

İkisini aramızdan alarak kapalı hücrelere götürmüşlerdi. Ve herkes bir iki gün içinde ikisinin infaz edileceğini bekliyordu. Kendileride buna inandıkları için vasiyetlerini içeren  mektuplarını kaleme alarak dışarıya ulastırmışlardı.
Biz 1980 Kasım ayında zulüme karşı direnişe geçince,  Orhan ve Zeki hücrelerde yalnızlıktan kurtuldular. Kürt halkının bağımsızlığı ve özgürlüğü için Karadeniz kıyılarının karaya çarpan dalga seslerini dinliyormuş gibi, hamsi balığı yemeyi hayal ederken D.Bakır zindanının kış soğuğunda beton bir sekinin üzerinde kırkbeş günlük ölüm orucuna yatarken görmüştüm Zeki‘yi

Son karşılaşmamız Bekaa’da oldu.

İkinci cehennemimizde!

Yenilmemiştik D.Bakir zindanında, ama bu ikinci zindanda ikimiz de yenilmiştik!

Nereye gideceğimizi başkaları kararlaştırdığından; O, kendini Cudi‘de buldu, ben Avrupa‘da. Bir yıl sonra kendime özgü düşüncelerimden dolayı Barelias‘ta esir düştüğümde, Zeki‘nin de Cudi dağında idam cezasına çarptırıldığını duymuştum.

Fiziki olarak idam edilmedi Zeki.  Ama “yok” oldu. Belli olmadı yaşadığı, sesi soluğu kesildi, işin kötüsü bütün hafızalardan silindi.

2004 yılının sonunda kapımı çaldı, Kapıyı açtım, yüzüne baktım, çaresiz bir vaziyetteydi, tek bir kelime konuşmasına müsaade etmeden:

“Kurt kanununda düşeni yemek kanundur” atasözünü hatırladım.  Ama ben insanım, dedim. Kurtları kanunlarıyla birlikte cehennemin yedi katına gömdüm ve sana yardım elimi uzatıyorum, tut elimi! Dedim

Atmaca yırtıcı bir kuştur. Ama arkadaşım Hasan Atmaca halim selim bir insandır. Onu Diyarbakır zindanlarında tanıdım. Aynı hücrelerde yedi yıl kaldık. Aynı askerlerden dayak yedik, aynı ölüm oruclarına yattık, aynı umutları besledik, aynı yangınlarda yandık, aynı savaş meydanlarında yenildik, aynı meydanlarda aynı zaferleri kazandık!

Hasan‘da Zeki gibi D.Bakır zindanındaki Esat‘a ruhen yenilmedi ama ne yazik ki Bekaa’daki Esat‘a yenildi.
Ne zaman yenildiğinin farkına vardı? Orasını bilemiyorum! Lakin en kötü yenilmenin, yenildiği halde, yenildiğinin farkına varılmaması olduğunu biliyorum!

Yaklaşık olarak bir ay önce Hasan Atmaca‘nın Almanya‘nın Frankfurt havaalanında tutuklandığını duydum. Önce dar bir çevre haberi duydu, ama herkes susuyordu. Ardından herkes duydu ve suskunluk devam ediyordu.
Kimsenin omurunda değildi Hasan Atmaca, belleklerden silinmişti. Çünkü O, D.Bakır Zindanlarında Türk sömürgeci zulmüne karşı isyan bayrağı açtığı, Kürt halkının eline Prometeus‘un ateşini verdiğinden dolayı büyük bir suç! işlemişti!

Ben bütün bunları biliyordum. Bunun için suskun kalmadım, bana nasıl baktığını hiç hesaba katmadım. Ve onun tutuklu olduğunu ilk olarak kamuoyuna duyurarak, Türkiyeye verilmemesi için çağrıda bulundum.

Soy ismi “Küçük” olmasına rağmen, aslında büyük bir insandır Dursun Ali Küçük. Onu, 1974 yılında, yani 31 yıl önce Bingöl‘de tanıdım. Töb-Der binasında, sonradan Özgürlük yolu grubunun adını alan bir grubun üyeleriyle ulusal sorunu tartışıyordum. Yanımda oturan ufak tefek sessiz bir genç, görüşlerime katıldığını söyleyerek, karşımdakilerle tartışmaya girdi.

Tanıştık.

“Adım Ali, Dersimliyim” dedi.

Düşüncelerinin özeti şuydu:

“Kürdistan sömürgedir, bağımsızlık savaşına ihtiyaç vardır” Beni etkiledi, ama Dersimli olaması daha etkiliydi. Çünkü Dersim‘e özel bir ilgim vardı ve ben Orada yatılı öğretmen okuluna öğrenci olarak gidecektim.

Dursun Ali ile birlikte Desim‘de bağımsızlık özgürlük tohumları ektik. Ama O, Dersim’den uzak bir yerde, çok erken yakalandı. Tam 16 yıl hapis yattı. Erzurum cezaevi onun ne çetin bir ceviz olduğunu herkese anlattı.

Düşünebilen bir adamdı Dursun Ali, Düşüncenin yasak olduğu „bir dünyada” nasıl yaşayabildi?

Bunun zorluklarını biliyorum. Bir köylü için düşüncenin yasak olması fazla bir şey ifade etmez. Ama bir Aydının varlık ve yokluk meselesidir. Farklı düşüncelerin yasak olduğu yerlede Aydın yetişmez, yetişen Aydın’da Dursun Ali Küçük gibi olur herhalde.

Yani orta yerde kalır; kimse sahip çıkmaz! Şimdi karşımızda kelimenin gerçek anlamıyla üç halk kahramanı var! Tamı tamına 30 yıllarını Kürt halkının kurtuluşu için harcamışlar! Kendileri için, aileleri için, gelecekleri için hiç bir çaba harcamamışlar.

 

 Kürt toplumu için acı çekmişler. Kürt toplumunun kurtuluşu için gecelerini gündüzlerine katmışlar! Ve bu insanlar şu anda dardadırlar. Onlara yıllardır akıl almaz işkenceler yapan devlet onları tekrar geri istiyor!… İşin garibi halk suskun, halka hüküm eden “irade” onların bir an önce devlete teslim edilmeleri için Allah’a yalvarıyor! Halka hükmeden „iradenin” neden bu konuma geldiğini bildiğim için bir şey demiyorum. Ama bu halka şunu söylemek zorunda kalıyorum!

 

Sen halkım, kahramanlarını lanetleyip sahip çıkmadığın, hainlerini ululayıp sahip çıktığın için; hiçbir şeyi hak etmedin. Geçmişini kendi ellerinle yok ettin, geleceğini kendi ellerinle cellatlarına teslim ediyorsun!

YILMAZ, ATMACA VE KÜÇÜK geçmişimdir, ben geçmişime sahip çıkıyorum!

2.04.2005
 

Selim Çürükkaya

1954 te Bingöl' de doğdu. Öğretmen okulundan mezun oldu. Siyasi nedenlerle on bir yıl hapis yattı. Gazeteci ve yazar. Yayınlanmış 10 Kitabı var. Siyasi mülteci olarak Almanya'da yaşıyor.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Başa dön tuşu