Makalelerim

Çaresizlik

500 kişinin içinden elenerek 110 esirle birlikte 35. Koğuşa götürülüyordu. Burada arkadaşlarıyla birlikte ölüm orucu sürdüğü müddetçe fiili olarak direniyordu. Sonra herkes gibi işkenceyle kurallara uymak zorunda kalıyordu. Şimdi de kendisine askeri yürüyüş yaptırılıyordu.

Selim Çürükkaya: Esirlerden Cemal Kılıç, küçükken raşitizm hastalığı geçirdiğinden elleri, parmakları, dizleri çarpuk çurpuktu. Bu haliyle Cemal, diğer arkadaşlarına ayak uyduramıyordu. Yürüyüş yapanlar,  sağ ayağını atınca, o sol ayağını atıyordu. Okuma yazması olmadığından marşları da ezberleyemiyordu. Daha doğrusu, bir marş ezberlerse, peşinden başka birinin geleceğini, onu ezberlerse, marş sayısının yükseleceğini bildiğinden, hiçbir marşı ezberlemek istemiyordu. Gardiyanlar kendisine ne kadar işkence yaptılarsa, O: “Ben bilmiyorum, ma zorla mı?” diyor, sesini kesiyordu. Kendisine yapılan tüm işkencelere rağmen bu tavırını sürdürüyor, bildiği şekilde yürüyor, kimseye ayak uydurmuyor, marş okumuyordu.

Cemal, ocak direnişinden beri boyun eğmeyenlerle  birlikte işkencecilere karşı kararlı tavır takınıp direniyordu. Her türlü işkenceye rağmen açlık grevini sürdürüyordu. Ardından koğuştan alınarak 37. Koğuş olarak bilinen tecrit bölümüne götürülüyordu. Orada da bir ay kadar işkencelere göğüs geriyordu.

500 kişinin içinden elenerek 110 esirle birlikte 35. Koğuşa götürülüyordu. Burada arkadaşlarıyla birlikte ölüm orucu sürdüğü müddetçe fiili olarak direniyordu. Sonra herkes gibi işkenceyle kurallara uymak zorunda kalıyordu. Şimdi de kendisine askeri yürüyüş yaptırılıyordu.

Ama Cemal bunu nasıl yapacaktı? Fiziki yapısı elverişli değildi. Esirler ikişerli yürürken, Cemal sıranın en arkasından tek başına bildiği şekilde yürürdü. Bazen öyle yürürken Onbaşı Akın arkasına ge­çer var gücüyle belinin ortasına tekmeyi indirir, Cemal’i yüzükoyun ye­re sererdi. Laz Ali yere yatırılan Cemal’in üstüne çıkar, çarpık bacak­larını çarpık parmaklarını botlarıyla ezer: “Lan ütüsüz Nuri, dur seni ütüleyeyim” derdi. Bu lakabı kendisine Laz Ali takmıştı. Onu hep “utüsüz Nuri” diye çağırırdı. Gündüz diğer esirlerle birlikte gün boyu salonda dövülen Cemal, akşamları hücreye konulduğunda ondan İs­tiklal Marşı’nın on kıtasını ezberlemesini isterlerdi. Cemal’le birlikte aynı hücrede kalan esirler, ona istiklal marşı öğretmek istedilerse de, o katiyen ezberlemek istememişti. İstiklal Marşı için Cemal’e atılan dayaklar, diğerlerine eklenince günden güne erimeye başladı. Artık hiç kimseyle konuşmuyor, hiçbir şeyle ilgilenmiyordu. Kendisine yapılan her türlü işkence karşısında bağırmıyor, “ay” bile demiyordu.

Bir gün ikindi vaktinde Laz Ali, Cemal’i hücreden çıkardı. Birinci kat 2. hücrenin karşısında bir elektrik projektörü vardı. Onu bu pro­jektörün altına götürdü. Suratının ortasına vurduğu bir yumrukla devirdikten sonra, cebinden çıkardığı bir iple ayağının bileğine ilmik attı. İpin diğer ucunu projek­törü duvara bağlayan demirin üzerinden geçirerek Cemal’i ayağından başüstü astı. Gömleği, atleti kemerinin altından sıyrılarak başına doğru sarktı. Koltuklarının altına kadar çıplak kalmıştı. O haliyle kaburgaları tek tek sayılabiliniyordu. Gömleği gözlerinin önüne sarktığından, hücre­lerde kendisini çaresizce izleyen arkadaşlarını  göremiyordu. Oysa hücrelerdeki tüm esirler aya­ğa kalkmış başaşağı projektöre asılı Cemal’i izliyorlardı. Kimsenin yapa­cağı bir şeyi yoktu. Ortam, kimsenin kimseye sahip çıkamayacağı bir ortam­dı. Herkes üzülüyor, kahroluyor, acıyordu Cemal’e. Hepsi o kadar.

Laz Ali projektöre asılı Cemal’in belinden tutarak duvardan uzaklaştırdı. Hızla bırakarak sırtını duvara çarptı. Bir daha, bir daha, bir da­ha çarptı. Cemal’den hiç ses çıkmadı. O ses çıkarmadıkça, Laz Ali çekip duvara vurdu. Belki 20 kez bu hareketi yaptı. Sonra Cemal, öyle tek a­yağından asılı bırakılarak bekletildi. İndirildiğinde cansız bir haldeydi. Hüc­resinde ki esirlere  taşıttırılarak içeri götürüldü. O günden sonra Cemal yemedi, içmedi. Hiç kimseyle konuşmadı. Yataktan kalkmadı. Aynı hücre­de kalanların anlattığına göre vücudu bit üretmeye ve kokmaya başladı.

Cemal ölmeden bir gün önce, bir battaniyeye sarılarak hastahaneye götürüldü. 24 saat sonra Apartman Sami olarak bilinen işkenceci asteğmenle bir grup gardiyan, Cemal’in kaldığı hücrenin önüne geldiler. Apartman Sami, hücrede kalan esirlere: “Cemal Kılıç’ın özel eşyalarını verin” dediğinde, Cemal’in öldüğünü anladılar. Hücredeki eşyalarını dışarı çıkardılar. Apartman Sami dosyasındaki kağıdı, cebindeki kalemi çıkardı. Bir gardiyan da Cemal’in bohçasından giysileri yere döktü. Parçaları tek tek silkelerken, “Bir adet beyaz gömlek komutanım. Bir adet kışlık çizgili gömlek, bir adet yün kazak, bir çift ayakkabı, bir adet çizgili pantolon” vb. dedikçe, Apartman Sami gardiyanın söylediklerini kağıda yazdı. Cemal’in toplam eşyaları 17 parçaydı. Hepsi sayıldıktan sonra, tekrar katlanarak bohçaya konuldu. Apartman Sami elindeki kağıtlardan birini hücrede kalan esirlere uzatarak: “Alın bu kağıdı, Cemal Kılıç hastaydı. Bu hastalığından dolayı hastaneye kaldırıldı. Tüm müdahalelere rağmen kurtarılamadı” diye yazın. Altına dördünüz imzanızı atın” dedi. Esirler,  çaresiz  denilenleri yaptılar. Cemal, işkenceyle öldürüldü ama, onlar, “Hastaydı öldü” diye yazdılar ve tanık olarak tutanağı imzaladılar.

Apartman Sami, Cemal’in eşyalarını alıp gidince Cemal ile eskiden beri aynı koğuşta kalan esir: “Cemal arkadaş çok yoksul bir ailenin çocuğuydu. Dışarıdayken hiç güzel elbise giyememişti. Koğuşta dürüst, kararlı ve kendine yakışır tavırlar takındığından, arkadaşları onu çok seviyorlardı. Kime kaliteli elbise gelirse, Cemal’e verirdi. Cemal de “hayır” demez, elbiseleri güzelce katlar bohçasına koyardı. Bohçası elbiseyle dolmasına rağmen o yine eski elbiseyle dolaşır, arasıra bohçasındaki elbiseleri tek tek çıkarır, iyice bakar, tekrar katlayıp bohçasına koyardı” dedi.

Cemal’in öldürülmesinden sonra artık esirler birinci katın salonuna çıkarılmadılar. Her sabah erkenden ayağa kaldırılan esirler, parmaklıkların önünde tek sıraya dizdirilir, sabahtan akşama kadar marş söyletilirdi. Gardiyanlar istedikleri zaman esirlere: “Dayak düzeni al” dediklerinde, onlar, ellerini veya ayaklarını parmaklıklar­dan dışarı çıkarır, gardiyanlar vururlardı.

Selim Çürükkaya

1954 te Bingöl' de doğdu. Öğretmen okulundan mezun oldu. Siyasi nedenlerle on bir yıl hapis yattı. Gazeteci ve yazar. Yayınlanmış 10 Kitabı var. Siyasi mülteci olarak Almanya'da yaşıyor.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Başa dön tuşu