Makalelerim

D.Bakır zindanında Ermeni olmak

Selim Çürükkaya / “On metre kadar yukarıda başüstü bağlayıp gittiler!
Kanı damla damla beton zeminin üzerine düşüyordu.
Düşman merhametsiz ve zalimdi
Biz ise o an geçici bir çaresizlik içindeydik!
Ve M. Xan anasının mensup olduğu ırka reva görülen acıyı çekiyor.
Esaret altında doğup yine esaret altında ölen babasının diliyle Allahı çağırıyordu:
„Xuedeyoooooo!….”

 

  Türkiyede 12 Eylül askeri darbesinin üzerinden henüz bir kaç ay geçmişti.
1981 ylılnın kışıydı. Havalar soğuktu her taraf buz kesmişti.
Ben Diyarbakır zindanının hücrelerinde siyasi tutsaktım.
Hücreler dediğim bölüm, dört katlı olarak inşaa edilimiş, her katında tuvaletleriyle birlikte beş buçuk metre kare genişliğinde 10 adet hücre bulunurdu.
Biz „asi” olanlar, yani devletin zulmüne boyun eğmemek için direnen, ama sonra geçici olarak yenilen 120 kişi buralara konulmuştuk.

Havalar soğuktu dedimya, işte böyle soğuk ve karanlık bir gece yarısında, hücrelerin giriş kapısı büyük bir gürültüyle açıldı, kulaklarımıza küfür ve potin sesleri ulaştı. Ikinci katın giriş kapsı açılır açılmaz bir Türk askeri yüksek sesle ikinci kattaki hücrelerde kalan tutuklulara şöyle bağırdı: „ Ayağa kalk! Yüzünü duvara çevir!”
Büyük bir iftimalle tutukluların tümü bu emre uymuştu.
Ayak sesleri duyduk!
Boş olan ikinci kat 8. Hücrenin demir kapsı açıldı. Potin sesleri ikinci katı istila etti.
Kilit sesi!
Askerlerin geri dönen ayak sesleri, ikinci katın giriş kapısı kapandı ve bir sessizlik!
Fazla zaman geçmeden yalınız başına 2. Kat 8. hücreye konulan adam, avazının çıktığı kadar derinden gelen bir sesle bağırmaya başladı:
„Xuedeyooooooooo! Xouedeyooooooo!” ( Allahım! Allahım) dedi.

Biz 120 kişi askeri bez dolu yataklarımızın üzerinde oturmuş, vücudumuzda dolaşan yüzlerce bite aldırmadan, yeni gelenin kim olduğunu çıkarmaya çalışıyoruz.
Adam bağırmaya devam ediyordu:
Sadece „Xuedeyoooooooooooo!” diyordu. Ve tekrarlıyordu.
Belliydiki insanlığı kaybetmişti, Allahı arıyordu! Bu sessiz, soğuk, demir ve betonlardan ibaret esrarengiz labirentte!
Ve bizler konuşma yasağının olduğu bu cehennemde, fısıltıyla yorumlar yapmak için çabalıyorduk. Gelenin kim olduğunu, sesinin tonundan ve kullandığı „Xuedeyo” kelimesinden çıkarmaya çalışıyorduk.
Ona soru soramazdık!

Hoş geldin dayı, kimsin neden tutuklandın, niye Allahı çağırıyorsun? Diyemezdik.
Çünkü cehennemin yasaları böyle buyuruyordu!
Ve biz bu yasalara, uzun bir isyanın ardından yenik düşmüştük!
Ah, Türk cehenneminde yasalara yenik düşmeyi nasıl anlatabilirim?
Yetmezki  kelimelerim ve düşlerim!
Adam „Xuedeyooooooo!” diye bağırmaya devam ediyordu.

O gece ne o sustu, nede biz uyuyabildik!
Ama sabahın erken saatlerinde „Kara” takma lakabını kullanan bir Türk komandosu, bütün dehşetiyle ikinci kata girdi, 8. Hücrenin önüne kadar yürüdü. Son kez „Xuedeyooo!” diye çağıran adamın üzerine bağırarak:
„Lan yavşak, seninde Xuede’ ninde, ayaklarını parmaklıklardan dışarı uzat!”

Adam hiç ittirazsız beton zeminin üzerine sırtüstü uzanarak iki ayağını demir parmaklıkların arasından dışarı uzattı.
Vicdanını, merhametini, insanlığını çoktan yitirmiş „Kara” gardiyan, elindeki balta sapıyla adamın ayaklarının altına vurmaya başladı.
Adam yine „Xuedeyo” diye bağırıyordu, ama bu kez kesik kesikti sesi.
Giderek bağırmalarını yitirdi, tuzağa takılmış bir tavşanın sesine dönüştü sesi.!

Öğle saatlerinde cehennemin baş zabanisi Esat Oktay Yıldıran (1988 de İstanbul Kısıklı’ da bir Kürt militan tarafından kurşunlanarak öldürüldü.) hücre bölümünün birinci katının salonuna girdi, kırk yaşlarında, üzerinde uzunca bir askeri palto vardı, „CO” isimli köpeğinin ardından yürüyordu.
Salonun orta bölümüne kadar gitti, başını kaldırıp 2. Kat 8. Hücreye baktı:
„Lan ibne Ermeni, elimden kurtulucağını mı düşündün?
Seni burada sikinden asarım ulan! Herkesi af edebilirim ama asla af etmem seni!”

Bu sözleri söyledikten sonra hızlı adımlarla hücreleri terk etti.
Biz durumu artık anlamıştık.
O günlerde Asala örgütü Türk diplomatlarına karşı eylemler yapıyordu, yeni getirilen kişide muhtemelen bundan sorumlu tutuluyordu.

Zebani başı hücreden ayrıldıktan beş dakika kadar sonra 2. Kata giren komandolar, adamı döve döve 1. Kata getirdiler. Bu katın salonunda gözlerimizin önünde adeta linç ettiler, yedi kişiydiler, adamı araya almış, yüzünün ortasına rastgele ölümcül darbelerle vuruyorlardı, masuma yardımcı olamadığımız, „durun ulan alçaklar” diyemediğimizden, insanlığımızdan utanarak yedi kat yerin dibine battık sanki.

Neyseki adamı tekmeleyerek benim kaldığım 5. hücrenin önüne kadar getirdiler, biri kapıyı açtığında diğeri, ayağının tabanıyla belinin ortasına hızla vurunca, adam ağız üzeri hücremizin zeminine düştü.
Kapıyı kapatıp gittiler, hep birlikte adamı yerden kaldırdık, tuvalet bölümüne götürdük. Hücrelerde su akmıyordu, gizliden tuttuğumuz su vardı, onunla kanlı ağzını burnunu yıkadık, her tarfı yırtılmış, morarmış şişmiti…..
Geri hücreye getirdik , altı kişiydik, sadece iki döşeğimiz vardı, birisinin üzerine yatırdık.

Elli yaşlarında bir adamdı, bir gözü arızalıydı, diğer gözü sevgiyle bakıyordu yüzlerimize.
Dedim ya konuşmak yasaktı burada!
Ancak geceleri fısıltıyla konuşabiliyorduk.
Geceler bizimdi!
Gündüzlerimizi karartmış, ama henüz gecelerimize hakim olamamışlardı!

Bize söylediği ilk kelimeler:
„Adım Mehmet Xan Erşener, Lice doğumluyum.”oldu.
Sorduğu ilk soru ise: „Kurbanınız olayım, ASALA yüzünden bütün bunlar başıma geldi, birde rahmetli anamdan dolayı! Kimdir bu Asala? “ dedi.
Mehmet Xan bir köylüydü „Asala” nın bir Ermeni örgütü olduğunu bilmiyor, bir şahıs olduğunu zan ediyordu.
Biz “Asala bir Ermeni örgütüdür bu günlerde Türk diplomatlarını ‘haklıyor”” deyince adamın yüzüne bir gülümseme yayıldı, ama sesini çıkarmadı.

Bir kaç dakika sonra benimle tanış çıkınca; bize tam olarak güvendi ve başından geçenleri anlatmaya başladı:
„Basit bir suçtan dolayı gözaltına alındım, soruşturmada anamın Ermeni olduğunu öğrenmişler, sordular, inkar etmedim, işte ne olduysa ondan sonra oldu. Sen ASALA’ nın adamısın dediler. Bana neler yapmadılar ki; 15 gündür karşı tarafta kalıyordum, orada dayak zoruyla fare yedirdiler, kustum kusmuğumu da bana yalattılar…”

Ağladı adam…..
Elli yaşlarındaki adam küçük bir çocuk gibi hüngür hümgür ağladı.
Ve bizde çaresizlikten göz yaşı döktük.
Adam göz yaşlarımıza bakarak, üzerine kalktı, tek gözüyle yüzümüze dikkatle baktı: „Üzülmeyin, madem Asala bir örgüttür o zaman benimde sizinde intikamını alıyordur demektir!”dedi.

Gülümsedik.
Ona içinde olduğumuz durumu açıkladık, yenildiğimizi ama onurumuza, düşüncelerimize yönelen saldırılara karşı koyduğumuzu söyledik.
Zabanilere yalvarmamasını da belirttik.

Bir gün Zebanibaşı Esat Oktay,  hücremizin önüne işkenceci bir ekip yoladı.
Geldiler, önümüzde durdular, baş zebaninin elinde bir kutu yağlı boya, birde tahtadan çubuk vardı.
Hepimiz ayağa kalkmış, hazırol vaziyette bekliyorduk.
„Kara” lakaplı zabani „Lan yavşak Erşener, pantolonunu ve donunu indir” emrini verdi.
Bize bunu yaptıramazlardı, istiyorduk ki M. Xan da bu emre uymasın.
Ama o, bir anlık teredütten sonra denileni yaptı, „Kara” lakaplı gardiyan cebinden çıkardığı bir iple M. Xan’ ın erkeklik organını hücrenin demir parmaklığına bağladı.

Başka bir gardiyan elindeki çubuğu kırmızı yağlı boyaya batırarak erkeklik organını boyamaya başladı.
Bu işlem bitince, M. Xan’ a rahat hazırol yaptırdılar, ardından „geri dön!” komutu verdiler.
Erkeklik organı demir parmaklığa bağlı olduğundan tam dönemeyince, emre riayetsizlik gerekçesiyle, parmaklıklardan içeri uzatılan coplarla dövdüler.

Bunu yeterli bulmadıklarından, ipini açtılar, kapıdan dışarı çıkardılar, salonun ortasında tekrar yüzünü, midesini yumrukladılar, son bir darbeyle sırtüstü yatırdılar.. Uzunca bir zincir getirdiler, bir ucunu sol ayağının bileğine sıkıca bağladılar, diğer ucunu dördüncü kata, yani 12 metre yüksekliğe attılar, orada bir demire bağladılar ve Mehmet Xan’ı yavaş yavaş yukarı çektiler.
On metre kadar yukarıda başüstü bağlayıp gittiler!
Kanı damla damla beton zeminin üzerine düşüyordu.
Düşman merhametsiz ve zalimdi
Biz ise o an geçici bir çaresizlik içindeydik!

Ve M. Xan anasının mensup olduğu ırka reva görülen acıyı çekiyor.
Esaret altında doğup yine esaret altında ölen babasının diliyle Allahı çağırıyordu!

„Xuedeyoooooo! Xuedeyoooooooooooooooooooooo!”

 

Selim Çürükkaya

1954 te Bingöl' de doğdu. Öğretmen okulundan mezun oldu. Siyasi nedenlerle on bir yıl hapis yattı. Gazeteci ve yazar. Yayınlanmış 10 Kitabı var. Siyasi mülteci olarak Almanya'da yaşıyor.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Başa dön tuşu