Kitap Yorumları

Kitab -ı Mukaddime

Edebi yanından önce, acaba tek bir soruyla romanın siyasal yanını formüle etmek mümkün müdür? Çürükkaya ‘derin devlet'i mi, ‘derin PKK'yi mi, yoksa ikisinin başından beri muhtemel kesişme noktalarını mı yazdı?

Gürdal Aksoy / Selim Çürükkaya’dan esrar- i siyasete dair Kitab-ı Mukaddime
“Romanda kurgulanan  iki ana olay -Ergenekon’un sırrı ile Lori’ ye ulaşma çabası- etrafındaki kombinasyon, seçilen mekanlar ve mekan tasvirleri çarpıcıdır. Ayrıca, Apo’nun Ayetleri’nde çok iyi bir tarzda yapılmış olan yer yer geçmişe yolculuk ve Bekaa ile Beyrut arasında gidip gelmeler, burada yerini daha çok mekan çeşitliliğine ve onlar üzerinden yapılan yolculuklara bırakmıştır.”

 Selim Çürükkaya sürükleyici, çarpıcı ve bir o kadar da öğretici bir kitabıyla daha karşımızda; Sırlar Çözülürken……

Kitap bir roman ve konusunu ağırlıklı olarak PKK’nin kuruluş dönemi ile devamındaki girift ve gizli ilişkilerden, özellikle Türk devletinin Ergenekon adlı gizli örgütünün gerek PKK içindeki ‘operasyonlarından, gerekse onunla ilişkilendirilemeyecek bazı siyasi olaylardan alıyor.

Romanda Papa suikastinden Abdi İpekçi ve Olof Palme cinayetlerine, Haki Karer, Enver Ata ve Çetin Güngör’ün katledilişlerine dek pekçok olayın arka planına ilişkin karanlık bazı noktalar üzerinde durularak, okuyucuya bu olayların bilinmeyen farklı boyutları aktarılıyor.

Kitap aynı zamanda Avrupa’da yaşayan gazeteci Delil’ in Kürdistan’daki kızı küçük Lori’ yi arayışının öyküsü… Çürükkaya’ nın romanı iki temel açıdan değerlendirilebilir. Birincisi, edebi yanıyla dili, uslubu, kurgusu, betimleme gücü, yaratıcılığı ve yeniliğiyle vs.; ikincisi ise, içeriğinden ötürü politik olarak…

Ancak kitabın Kürt okurları ve aydınları arasındaki yeri ve önemi, daha çok ikinci perspektife göre değerlendirilmeye aday görünüyor ki, sanırım bu bir ölçüde benim için de geçerli.

Edebi yanından önce, acaba tek bir soruyla romanın siyasal yanını formüle etmek mümkün müdür?
Çürükkaya ‘derin devlet‘i mi, ‘derin PKK‘yi mi, yoksa ikisinin başından beri muhtemel kesişme noktalarını mı yazdı?

Romanda bu sorunun cevabı açık; çünkü, Çürükkaya Serok Alan’ın Ergenekon’un bir elemanı olduğunu ve Türk devletinin başka bazı elemanlarını da kolayca örgüt içine sızdırabildiğini anlatmaktadır.

Peki ama, romanda adı geçen Serok Alan’ın böyle bir gizli örgütün üyesi olma olasılığı/ gerçekliği o denli önemli midir?

Kanımca, bu olasılık/ gerçeklik bir yanıyla çok önemliyken, diğer yanıyla da kısmen önemsizdir.
Soruyu soruyla açabilirim.
Şöyle ki; seçeneklerin kutuplaştırılmamaları gerektiğini özellikle vurgulayarak, şu soru üzerinden atlamamak gerektiğini düşünüyorum: Acaba Serok Alan’ın Ergenekon üyesi olup olmaması mı, yoksa bir lider olarak uyguladığı politikaların Türk sömürgecilerinden farksız olması mı daha önemlidir?

Ya da mevcut durum, her koşulda bu iki seçeneğin birbirlerinden bağımsız olmadığını mı gösterir?
Yani, Serok Alan’ın sömürgeci politikalara benzer bir pratiğe sahip olması, hatta yer yer onlardan daha da ileri gitmesi tek başına onun diktatör kişilik eğilimlerine mi bağlanabilir; yoksa bunun arkasında aynı zamanda gizli bir örgüt üyeliği de (Ergenekon) söz konusu mudur?

Romanı okuduktan sonraki kişisel görüşüm, bu olasılığın basit bir komplo teorisi olarak geçiştirilemeyeceğidir. Ancak denilebilir ki, o gerçekte böyle bir örgütün üyesi olmasa dahi, dünden bugüne izlediği siyaset analiz edildiğinde, onun bir MİT elemanının yapmak isteyip de yapamayacaklarını, zaman içinde yapmış olduğunu gözlemleyebiliriz.

Aslında bazı benzer provokatif yaklaşımları, özellikle PKK’nin diğer Kürt örgütlerine karşı saldırgan tutumuyla benzeşen çıkışındaki saldırganlığı -diğer sol örgütlere karşı-, yaptığı bilmece suikastleri, girdiği karanlık ilişkileri ve merkez komite üyelerinin bir kısmını Türk istihbaratına tasfiye ettirmesiyle Türk solundan bir örgütün ve özellikle liderinin de incelenmeye değer bir vaka olduğu bilinmektedir.

PKK ile bu sol örgütün geçmişte pekçok örgütle olan çatışmalarına rağmen, aralarında adeta örtük bir anlaşma varmışçasına çatışmamış olmaları da dikkat çekicidir. Ayrıca, 1999’ da cezaevlerinde F Tipine karşı yapılan direnişlerde, bu iki örgütten geniş halk desteği olamayan örgütün liderinin ‘direnin, ölün!’, halk desteği olanının ise ‘Cumhuriyete, devlete saygılı olun, direnmeyin!’ tarzındaki yönlendirmeleri sonucu, devrimci kadroların TC’ nin ölüm makinası tarafından tasfiye edilmesinin önü açılmıştı. Hatırlatmadan geçmek istemedim.

Kitaba dönersek; NATO’ya bağlı istihbarat ve kontr-gerilla örgütü bazen uluslararası planda yapmayı tasarladığı bir suikasti -çıkarlar kesiştiği ölçüde- herhangi bir milli ‘derin devlet’ e havale edebilmektedir. Örneğin, Sırlar Çözülürken’de gerek Papa, gerekse Palme suikastlerinin Ergenekon’a ihale edildiği ve Palme suikastiyle ilgili olarak dönemin Stockholm polis yetkilisinin de mevcut ilişkilerinden kaynaklı görevleri gereği olayı aydınlatmak yerine daha çok karartma yoluna gittiği anlatılmaktadır. Bunun bir kurgu olup olmadığı okuyucuya kalmış birşey olsa da, aslında Kennedy ve Özal’ın öldürülmelerinde ilgili devletlerin iç tetikçilerinin parmağının bulunmasında olduğu gibi, Palme suikastinde de romanda geçtiği gibi muhtemelen aynı zamanda İsveç polisinin ya da gizli servisinin aktif ya da pasif bir rolü bulunuyor olabilir ki, sorunun hala çözülmemiş olması bunun bir işareti olsa gerektir.

Türkiye’de son yıllarda giderek artan politik kurgu roman -Metal Fırtına gibi- ya da politik senaryo ve film -Kurtlar Vadisi Irak gibi- rüzgarının pek çok kimseyi etki alanına aldığı görülüyor; tıpkı yaklaşık on yıl öncesine uzanan tarihsel roman ve film dalgasında olduğu gibi…

Sırlar Çözülürken’ i de bu politik atmosfer içinde değerlendirmek mümkündür; ancak, kitabı benzerlerinden ayıran bazı temel özellikleri gözardı etmemek gerekir; aksi halde değeri hafifsenmiş olur. Herşeyden önce anlaşılan o ki, Çürükkaya bazı gerçekleri temel bir kurguya oturtarak anlatmaya çalışmış gibi….

Yani, yakın tarihimize ait bazı verileri öyküleştirilmiş bir dille sunarak okuyucuyu aydınlatmayı seçmiştir ve bu nedenle de diğer bazı politik kurgu romanların aksine daha az “manipülatif” tir. Söz gelimi, Haki Karer’in katledilişindeki giz perdesi aralanmaya çalışılıp, Enver Ata ve Çetin Güngör suikastleri bilinmeyen bazı yönleriyle anlatılırken, okuyucunun kendiliğinden bazı sorulara ulaşacağı, soruları olanların da bunlara bir yanıt bulabileceği öngörülmüştür.

Bir an için PKK içinde “tasfiye” edilen ya da ölümleri şaibeli varsayılan başka örgüt mensupları da romana dahil edilebilir miydi diye düşünülebilir; ancak, bu kez romanın şimdiki halinin birkaç katının daha yazılması gerekirdi ki, belki de bu romandan beklenen verimin düşmesine yol açardı. Yine de bunu bir kenara kaydetmek istiyorum: Mahsun Korkmaz ile Dilaver Yıldırım’ın ölümlerinin arka planı, Şemdin Sakık’ın yakalanmasında PKK-KDP-TC arasındaki muhtemel paslaşmalar da hem edebiyatın, hem de bir araştırmanın konusu olabilirler.

Romanda Serok Alan’ın birçok parti üyesini ajan olarak damgalayıp öldürttüğü halde, neden ajan olduğunu bile bile Pilot Necati’ ye ya da ajan olduğunu iddia ettiği eski eşine dokunmadığı bu gizemin arka planı açısından önemli bir ipucu sayılabilir.

Bir başka nokta, kitabın politik/ belgesel bir roman oluşudur; dolayısıyla, yazılanlar yalnızca belgelerden oluşsaydı dahi yoruma açık olacaklardı. Bu yanıyla Çürükkaya bazı önemli siyasal sırların izini sürüp birçoğunu gerçekten de çözmüş olsa da, hiç değilse bazı noktalarda ya da ayrıntılarda yanılma payı hesaba katılabilir.

Kitabı okuduktan sonra daha çok ilgimi çeken ve beni düşündüren temel bir konudan söz etmeden geçmeyeceğim. O da şudur: Acaba Sırlar Çözülürken, bundan ‘ortalama okuyucular’ ın çıkarabileceği sonuçlar neler olabilir? Doğrudan sorarsak, günümüze hakim olan anti-örgütçü toplumsal zihniyet buradan kendisine pay çıkarıp, bunu daha da popülarize edebilir mi?

Acaba romanda esrarı çözülmeye çalışılan politik bazı gerçekliklerin ‘ortalama okuyucu’ tarafindan genelleştirilme tehlikesi var mı ve böyle bir sonuç çıkarma işlemi siyasal pasifizme meydan vermez mi?

Bir başka ifadeyle; karşımızdaki gizli örgütler o denli güçlülerse ve ezilenlerin siyasal yelpazesindeki bazı örgütlerde liderliğe varıncaya dek pekç ok yeri kendileri tanzim edebiliyorlarsa, yapılacak pek birşey yoktur….

Doğrusu bu, romandan en son çıkarılması gereken bir sonuç olmalıdır. Bunun aksine pozitif bir tarafi var romanın ve kanımca sonuç olarak bunun öne çıkarılması gerekiyor:

Birincisi; ezilenlerin örgütlülüğünde genel sekreterlik kurumunun -Rızgarî’de olduğu gibi- tasfiye edilip, yerine fiilen kollektif liderliğin geçirilmesi öncelikli hedef olmalıdır.

İkincisi, örgüt mekanizması demokratikleştirilmeli, örgüt içi infazların önüne geçebilmek amacıyla yargılama esas olmak üzere bazı işleyişler şeffaflaştırılmalıdır. Bir başkası ve belki de en temel olanı, örgüt içinde yoldaşlık sevgisi ve dayanışma duygularını sağlamlaştırarak güçlü bir karşı kollektif ruh yaratmaktır.

Kısacası Sırlar Çözülürken’den, beyni, ruhu ve bedeni yeniden tanzim edilmiş örgütlere ve yeni bir örgütlenme anlayışına olan ihtiyaç temel politik sonuç olarak çıkarılabilir.

Çürükkaya’nın roman kahramanlarından Ferhan’a gördürttüğü rüya aslında böyle bir pozitif sonuca ulaşmanın romandaki belki de tek dayanağıdır. Rüyada Kırıkkale Makine Kimya Endustrisi’nde çalışan bir Kürd’ün Türk ordusunun Güney Kürdistan’a yönelik savaş hazırlığına karşı Kırıkkale’deki muhimat depolarını havaya uçurması, Mustafa Akın ile Osman Güven adlı Türk ordusunda görev yapan iki Kürt askerin TC. Genelkurmay başkanını ve kuvvet komutanlarını zehirlemeleri daha çok bireysel teşebbüsler olarak görülse de, Türk ordusundan firar eden onbinlerce Kürt ile dağlara sığınan halk da rüyaya eklenince, kontrollü bazı örgütlere rağmen Ergenekon gibi gizli örgütlerin zamanı gelince fiyaskoyla karşılaşacaklarının bir işaretidir.

Ancak, yine de romanın bazı bölümlerinde ve özellikle de sonunda, romanın kahramanları aynı zamanda bu sonucu doğrudan çıkarmaya yonelik bir diyaloğun özneleri olarak kurgulanmış olsaydı, kanımca ‘ortalama okuyucu’ açısından bunun algılanması çok daha kolay olurdu.

Bir başka açıdan, rüya tek bir olayla anlatılsaydı ve bu olay da geçmişte olmuş değil de, gelecekte olabilecek kurgusal bir olay olsaydı, daha bütünlüklü olur ve bununla verilmek istenen mesaj da daha kolay anlaşılabilirdi.

İkinci olarak; ‘az sonra herşey karanlıklara gömüldü,’ denilip Ferhan’ın uykuya dalışı betimlendikten sonra, Delil ile Lori arasında geçen diyaloglar ile bir ileriki sayfada Ferhan’a televizyon izlettirilmesi yerine rüyaya konu olan olay doğrudan anlatılabilirdi. Böylece, okuyucu hiç olmazsa tahmini ya da sezgisel olarak bunun bir rüya olduğuna hazırlanacak ve sonunda bunun bir rüya olduğunun anlaşılmasıyla da istenilen mesaj daha net bir biçimde okuyucunun hafizasına işlenebilecekti. Sanırım bu, Çürükkaya’nın okuyucuya aynı zamanda kurgusal bir sürpriz hazırlama arzusundan kaynaklanmıştır. Kişisel fikrim, rüyanın yerine ya da rüyanın yanı sıra yukarıda belirttiğim gibi bazı diyalogların ya da bazı gerçek olayların da romana eklenmiş olmasıydı.

Öyle ki, devrimci mücadele tarihininin aldatılma ve piyonlaştırılma kesitinin yanı sıra, ezilenlere pozitif duygular aşılayacak olaylara da yer verilmesi ve bunların altının kalın puntolarla çizilmesi, anti-örgütçülük gibi muhtemel bazı olumsuz sonuçların çıkarılmasına bütünüyle set çekmiş olurdu.

Rüya motifine ve rüyada Kürdistan Ulusal Meclisi’ne romanda hiç yer verilmeseydi, romanda anlatılanların tamamının yüzde yüz gerçek olduğu kesin olarak kanıtlanması halinde bile, devrimciler daha çok bir aldatılma tarihinin zavallı özneleri olarak algılanacaklardı.

Keşke gerçek bizim, rüya onların olsaydı!
Fakat yine de bizi gerçeğin acımasız keskinliği karşısında rüyasız (‘ideoloji’) ve o rüyada çırılçıplak (‘örgütsüz’) bırakmadığı için Çürukkaya’ya teşekkür etmemiz gerekiyor.

Kitabın edebi yanına gelince; bizde neredeyse gelenekselleşmiş bir başlangıç olacak ama, belirtmeliyim ki ne bir edebiyatçı, ne de iyi bir roman okuruyum. Bununla birlikte elbette bir okur olarak roman hakkında benim de bir fikrim ve söz hakkım var:

Herşeyden önce, Çürükkaya’nın romanını kurgusu ve dili olmak üzere iki açıdan çok iyi bulduğumu belirtmeliyim. Kuşkusuz kurguya dair herkes kendince önerilerde bulunup, eleştiriler yöneltebilir; ancak bu, romanın ilginç bir kurgusu olduğu ve sürükleyici bir dille yazıldığı gerçeğini değiştirmez.

Yalnızca romanın bana göre yalın bir sonla noktalanması, bütün bir kitap boyunca akıp gelen heyecan dalgasının bir anda ve sade bir biçimde dinmesine yol açıyor ki, en azından şahsi beklentim kitabın sonununda çok boyutlu politik bir gerilimle bitirilmesiydi.

Kitaba genelde akıcı bir dil eğemen, yanı sıra betimlemeler de yerinde ve hoş. İlk sayfalarda bu akıcılığı ketleyen birkaç cümle ise, olağan karşılanabilir; ancak, çok az da olsa alışılagelmiş bazı ifadeler romanın daha başında kendisini açığa vuran anlatım gücüne gölge düşürüyor. Bir iki yerde ise, edebiyatçı ya da araştırmacı olsun, hemen her yazarın zaman zaman kurtulamadığı bir sözcük tekrarı göze çarpıyor. Sözgelimi, kitabın birkaç sayfasında maske sözcüğü gereğinden fazla kullanıldığından, sözcüğün etkisi kaybolmuşa benziyor. Bununla birlikte roman başından sonuna dek insanın iç duygusunu okşayan, onu tırmalamayan hoş bir anlatıma sahip. Belki de romanın okuyucuyu rahatsız eden ve anlatım dilindeki bu çekiciliği zedeleyen tek yanı dil kuralları hatası.
Bunda ise, yazarın da ötesinde yayınevinin sorumluluğu söz konusudur; çünkü, anlaşıldığı kadarıyla yayınevi kitabı ciddi bir redaksiyondan geçirmemiştir. Oysa, editorlük yayınevlerinin belkemiği sayılır. Editörler yayımlanacak eserleri dil kuralları açısından gözden geçirmelerinin yanı sıra, dil ve içerik açısından da yazara öneriler sunmakla mesuldürler. Görebildiğim kadarıyla bunların hemen hiçbiri yapılmamış ve böyle önemli bir politik roman bir yanıyla redaksiyona kurban edilmiştir!

Romanda kurgunun iki ana olay -Ergenekon’un sırrı ile Lori’ye ulaşma çabası- etrafındaki kombinasyon, seçilen mekanlar ve mekan tasvirleri çarpıcıdır. Ayrıca, Apo’nun Ayetleri’nde çok iyi bir tarzda yapılmış olan yer yer geçmişe yolculuk ve Bekaa ile Beyrut arasında gidip gelmeler, burada yerini daha çok mekan çeşitliliğine ve onlar üzerinden yapılan yolculuklara bırakmıştır.

Okuyucu kendisini Avrupa’nın bir kentinden bir anda Kürdistan’da bulabiliyor. Roma, İstanbul, Sofya, Stockholm ve bunlar gibi pekçok şehir romanın mekansal ufkunu oluşturuyor ve bu mekan gezintileri ile tasvirler ise, romanı zenginleştiriyor.

Kahramanlara gelince; roman kahramanlardan çok olay merkezli bir roman; zira, Çürükkaya kahramanların iç dünyalarına yapılan yolculuktan çok olayların esrarını çözmeyi esas almış. Bu nedenle, neden yeni ve kendine özgü bir kahraman yaratmadığı şeklindeki muhtemel sorular bir ölçüde anlamını yitirecektir ki, burada kahramanlar üzerinde durmayışımın nedenlerinden biri bu. Tam da bu noktada kitabın yazarından kişisel beklentimi iletmeyi zorunlu görüyorum. Beklentim, Çürükkaya’nın O Türküyü Söyle ile Sırlar Çözülürken’de yaptığının aksine, tamamen kendi hayal dünyasının ürünü olan kahramanlar, mekanlar ve olayları da romanlaştırmasıdır; çünkü, bu yapıtlarla biriken deneyimlerini anlatım dilinin akıcılığı, kurgu ve betimleme yeteneğiyle birleştirince, edebi açıdan daha üst çalışmalara imza atabileceği inancındayım.

Kitabın olumlu bulduğum bir yanı da, romanın politik olaylar girdabında boğuntuya getirilmemiş olmasıdır. Papa’nın gördüğü rüya, İsa’nın kendi dünyevi kimliğine dair filozofik ifadeleri ve Dolmabahçe serüveni benzeri başka bazı kesitler romana ayrı bir renk, ayrı bir boyut kattığı gibi, İmparator’un bir öğrenciyle, Delil’ in ise Berfin ile sevişmesi gibi tensel ve tinsel yakınlaşmalar da yapılan edebi tasvir yeteneğiyle okuyucunun hararetini bir anda zirveye çıkarabilmektedir.

Yine de yazar kitabın bütününde okuyucuyu öyle bir politik ustalıkla geriyor ki, örneğin kitapta müze gezintisine yer verilmesini bir Kürt yazarı açısından ayırıcı ve pozitif bir özellik olarak bulmakla birlikte, Dolmabahçe sarayındaki gezintinin uzamasının beni sabırsızlandırıp gerdiğini söylemeliyim; çünkü, sonlara doğru yaklaşırken hiç kuşkusuz politik merakınız daha da büyüyor ve bir an önce esrar perdesinin kalkmasını, romanın kahramanlarından Delil’e notlarla, maillerle ulaşıp bazı siyasi sırları ileten kişi ya da kişilerin kimliğini bilmek istiyorsunuz. Bu ise yazarla değil, okuyucunun merak barometresiyle ilgili bir sorundur….

Böylece bir yandan yer yer merak barometremizi sınadığı, öte yandan böyle sürükleyici bir roman kaleme aldığı için Selim Çürükkaya’yı kutlamak gerekir.

www.madiya.net

Gürdal Aksoy

Selim Çürükkaya

1954 te Bingöl' de doğdu. Öğretmen okulundan mezun oldu. Siyasi nedenlerle on bir yıl hapis yattı. Gazeteci ve yazar. Yayınlanmış 10 Kitabı var. Siyasi mülteci olarak Almanya'da yaşıyor.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu