Makalelerim

Neden demokratik özerklik tartışmasına katılmıyorum

Yeni konunun adı. "Ekolojik toplum"du. Bir de kadın ön plana çıkarılıyordu! Allah hala "eko!" Bu ne ula? "Lo" - "jik" Bu "lo" bana yabacı değil, ama bu "jik" ne lo?

Selim Çürükkaya / BTP den bazı yurtseverler, bize yazıyorlar, diyorlar ki; Biz, Qandil ve İmralı “Demokratik özerlik” istiyoruz. Bunu gündeme getiriyoruz. Neden siz bu konuyu işlemiyorsunuz? Niye fikirlerinizi söylemiyorsunuz? “Demokratik özerklik” tezi Kürt halkı için olumluysa, neden destek vermiyorsunuz, olumsuzsa neden karşı görüşünüzü ortaya koymuyorsunuz? Benim bu yurtsevere cevabım: “Demokratik özerkliğin” ne olduğunu tam olarak bilmiyoruz (!)  ama “özerklik” Kürt halkının yüzyıllardır süren mücadelesi için bir adımdır. Dünyanın pek çok yerinde uygulanan bir yönetimdir. Bunun Kürdistanda uygulanması için, mücadele etmek her Kürt yurtseverinin birinci görevi olmalıdır.

Ama bizim gündeme getirilen “demokratik özerklik” tartışmalarına katılmamamızın nedenleri başkadır. Biz kollektif bir hafızaya sahibiz ve bu tartışmayı kimlerin, hangi amaçla halkın gündemine soktuğunu, sonuncunun ne olacağını biliriz. Siz ise ortaya atılan her tartışmaya katılır, onun için çabalar harcarsınız, bir müddet sonra o tartışmayı sizin gündeminize getirenler, konuyu değiştirir, yeni bir konuyu tartışmaya başlarlar ve siz öncesini unutarak, yeni konuyu tartışmaya başlarsınız?

Bir önceki konunun sonucunun ne olduğunu, neden bir sonuç alınmadığı sorularını hiç sormazsınız.
Biz öğle değiliz. Soru sorarız, konuları, kimlerin neden gündemimize soktuklarını, hangi amaçları güttüklerini, neden sonuç almadan gündemi değiştirdiklerini, yılda bir gündemimizle oynayarak  bizi neden oyaladıklarını araştırır ve sonuçlar çıkarırız.

Hafızanızı şöyle bir yoklarsanız, en azında yirmi yıldan beri hangi konuların gündemimize geldiğini, bu gündemimizin nasıl değiştiğini ve bizleri nasıl oyaladıklarını kolaylıkla hatırlayabilirsiniz.

1989 Yılından başlarsak, neydi o zamanki gündem?

“Bir parça kurtarılmış vatan” Yani kurtarılmış alanlar yaratma teorisi. Bir yıl boyunca, Bekaa da, Avrupa da, dağlarda, halk arasında bu konu tartışıldı. Gazeteler, dergiler bunu yazdı, eğitim çalışmalarının temel konusu buydu. Avrupa’ da bunun için toplantılar yapıldı. Bunun için kampanyalar düzenlenip halktan paralar toplandı. Kurtarılmış alanlar yaratıyoruz diye gençler dağlara yollandı. Gündemin tek tartışma maddesi buydu. Bu tartışmaya katılmayan, destek vermeyen herkes hain gibi görülüyordu.

Bir senesi dolunca, Takvim yaprakları 1990 nı vurunca, aniden “kurtarılmış alan teorisi” kaldırıldı yerine “Botan – Behdinan savaş hükümeti” tezi konuldu.

Kimseler o tarihlerde şunu soramadı:
Ne oldu? Neden “Bir parça kurtarılmış vatan“dan vaz geçtik?
Neden başarılı olamadık?
Hata kimlerdeydi?
Bir yıl boyunca neden bu konuyu tartıştık?
Bunun için harcanan emeklere, dağa yollanan gençlere, toplanan milyonlarca paraya ne oldu? Bunun sonuçlarını tartışmadan, nedenlerini, sonuçlarını öğrenmeden niye başka bir konuya geçiyoruz demedi kimse!.

Bu kez “Botan – Behdinan savaş hükümeti” kuracaktık, yüzyıllardır hükümetsiziz ya! Bu kez buna dört elle sarıldık. Gecemizi gündüzümüze kattık. Olağanüstü çabalar harcadık. Malımızı canımızı verdik, kızımızı eşimizi dağa yolladık. Bir hükümetimiz olsunda ne olursa olsun dedik. Kahve kahve, sokakak sokak dolandık, Avrupa’da Avusturalya’ da yollara döküldük. “Botan – Behdinan savaş hükümeti” pankartlarını astık…..

Nihayet bir yılımız doldu. İlk bahar oldu. Bekaa daki Öcalan, konuyu değiştirdi. Bu kez “Ulusal meclis” kuracaktık. Öyle ya önce meclis olacak ki; mecliste hükümeti kursun. “Botan – Behdinan savaş hükümeti” dar bir slogandı, Kürtlere ulusal bir hükümet gerekiyordu, bunun yoluda “Ulusal Meclis” ten geçiyordu.

“Ulusal Meclis” için kolları sıvadık. Gece uyumadık, gündüz boş durmadık, seçimlerin nasıl yapılması gerektiği konusunda onlarca toplantı yaptık. Tüzükler proğramlar yaptık. Meclis toplantıları adını verdiğimiz yüzlerce kitle toplantıları düzenledik. Kitlelerle “Ulusal Meclis”i tartıştık, Türkiye’de, Avrupa’ da, İran, Irak ve Suriye Kürdistanında seçim kampanyaları başlattık, Avrupa da seçimler yaptık. Avrupa, Amerika ve Rusyanın Bürüksel’deki büyükelçiliklerini ziyaret ederek kurulmak istenen “Ulusal Meclis”i anlattık. “Ulusal Meclis”ten bir heyetle Avrupa parlementosu başkanını ziyaret ettik. Meclis kuruluyor diye kurbanlar kestik,. Adaklar adadık. Gençleri, yaşlıları kadınları seferber ettik….

Bu çalışma tam iki yılımızı aldı. Başka bir baharda yani 1993 ilk baharında Şam’ da Abdullah Öcalan bir grup ulusal meclis milletvekiline karşı “Aman ha, aman, bu ulusal meclisten bundan sonra kimse söz etmesin, bu Suriyeliler çok karşıdırlar, başımıza iş açarsınız!” demiş, ardından beni tutuklatmış, diğer arkadaşlarımı kuşa kurda yem etmişti.

Kimse “ulusal meclis”in akibetini de soramadı! Niye kurulmak istendi, neden kurulmadı ulusal meclis?
Kim veya kimler engelledi?
Neden bu kadar çaba harcadık?
Gazetelere niye bu kadar çok demeç verdik?
Yüzlerce toplantıyı ne için yaptık?
O kadar yalanı neden attık?
Yüzlerce insanı meclis üyesidir diye neden toplayıp güney Kürdistan’ a yolladık?
Meclis Öcalan’ın emriyle dağıtılınca, meclisin adaylarını Türkiye’ ye, ölüme neden yolladık?
Suriye neden “Ulusal Meclis”i istemiyordu?
Turgut Özal mam Celal’ i neden Öcalan’ ın yanına yollamıştı?
İkisi görüştükten sonra “Ulusal meclis neden” fesh edilmişti?
Bu soruları soranlar neden ihanetten yargılanıyordu?.

“Ulusal Meclis” in cenazesi daha kaldırılmadan ortaya yeni bir slogan atılmış, büttün dikkatler oraya çekilmişti. Bu kez “Ulusal Cephe” kurulacaktı. “Ulusal Meclis” dardı, diğer Kürt hareketleri içinde yoktu, önce Ulusal Cephe kurulmalı, ardından bu Ulusal Cephe Ulusal Meclisi kurmalıydı. Kürt Kitleleri bu mantıklı gerekçeyi yutmaya hazırdı. Aniden PSK nin lideri Kemal Burkay,  Türkiye KDP sinin lideri Hemreş Reşo, Rızgari’nin Liderlerinden Ruşen Aslan Dep’ in lideri Ahmet Türk Bekaa vadisine çağrıldı. Bir Kürt cephesinin kurulduğuna dair Dünya kamuoyuna açıklamalar yapıldı. Protokoller imzalandı.

Bu kez bunun çalışmaları başladı. Türkiye’ de, Kürdistan’da Avrupa’ da dağda ovada harıl harı ulusal cephe üzerine konuşmalar yapıldı, nihayet birleşemeyen, bir araya gelemeyen Kürtler, bir araya gelmişti. Artık kurtuluş yakındı. Öyle düşünülüyordu, Ulusal cephe yakında ulusal bir meclis kuracak, o meclis ile güney meclisi ittifak yapacak Kürtlerin makus talihini yenecekti.

Bu çalışmanın ömrüde bir yıl kadar sürmedi, Ulusal cephe dağıtıldı mı, dağıldı mı kimse bilmedi! Öcalan Türkiyedeki legal alan çalışmalarını yapan, orada aranır duruma düştükleri için Avrupaya gelen beş kişiyi Şam ‘a çağırdı: “Bana karşı savaşı tırmandırırsanız, kıçınıza bir tekme vururum nasıl döneceğinizi bilmezsiniz, şimdi gidin, Avrupa’ da sürgünde bir Kürt parlementosunu kurun” dedi. Bu kişiler, Avrupa’ ya geldi, yıllarca çalıştılar, çabaladılar çok şükür bir “Parlemento!” kurdular.

Şimdi nerede o parlemento, bir esamesi var mı?
Akibeti hakkıda bir bilgisi olan var mı?
O Parlementonun başkanı nerede?
Parlementosunun ne olduğunu söyleyebiliyor mu?
O Parlementoda görev alanlar, bizim Parlementomuz neden dağıtıldı? Kim dağıttı, diyebiliyor mu?
Çocuğunu şehit veren, acı çeken, köyünden olan, vatanını terk eden ne oldu bu parlementoya, sorusunu kimseye sormaya cesaret edebiliyor mu?

Avrupa’ da sürgünde birikmiş dört parça Kürdistandan çok sayıda Kürt politikacı ve entellektüeli vardı. Bunların oyalanması, zamanlarını boş harcamaları ve Öcalan’ ın yaptıklarını görmemeleri için bir oyuncağa ihtiyaçları vardı. “Sürgünde Kürt parlementosu” bu oyuncaklardan biriydi. Yüzlerce Kürt aydın ve politikacısının eline bu oyuncak verildi, adeta “gidin bununla oyalanın” denildi. Onlarda sevinerek onunla oyalandılar. Oyuncakları ellerinden alınınca da küçük çocuklar gibi küstüler!

Ama kitleleri oyalamak için başka oyuncaklara ihtiyaç vardı. Yanılmıyorsam 1997 yılını “final yılı” ilan ettiler. Artık her şey bitecekti, bağımsız Kürdistan ilan edilecek, acılar sona erecek, insanlar ölmeyecek, köyler, ormanlar yakılmayacak, gerillalar zafer kazanmış kahramanlar olarak dağdan inecek, kampanyalar bunun için yapıldı, dağlara bunun için binler gönderildi, insanlar kendini aç susuz bıraktı o günü görmek istedi.

Bir müddet sonra tam tersi oldu. Türk Genel Kurmay Başkanılığı: “PKK denetim altında tutulacak noktaya getirildi” yorumları yaptı. Türk bayrağı Cudi dağının tepesine dikildi. Ve Öcalan Şam’dan çıktı, yeni sloganı çok parlaktı: “Ankara’dan çıktım partileştik, Ortadoğuya çıktım ordulaştık, Avrupaya geldim devletleştik!”  Artık yüz binlerin gündemi buydu. Yollar bunun için aşıldı, kanlar bunun için döküldü, gençler bunun için kendini yaktı, tartışmalar bunun için yapıldı. Prof ünvanlılar, keçi sakallı aydınlar, televizyon proğramlarında bu konularda bizi aydınlattı!

Üç dört ay sonra ne oldu?
Gerillalar açlıktan ölürken, istisnasız hepsi beslenmeden dolayı ince zayıf görünürken, iri yarı şişman bir adam, Türk askerlerinin arasında sırtüstü yatmış, gelecekten umudunu kesmiş, korkusuna esir düşmüş haliyle bir dönemin sonu olacak şu cümleleri söylüyordu: “Benim de anam Türktür, yukarıdakilere söyleyin, devlet için bir hizmet yapmam gerekiyorsa hazırım”

Bu sözlerle birinci perdeyi kapatan Öcalan ve onu oynatan ordu, bizlerin hala uyanmadığını anlayınca ve bizlerin Kemal Sunal’ ın Zübük filmindeki halk gibi saf olduğumuzuda kavrayınca oyunun ikinci perdesini açtılar, Zübük, “Ey sevgili vatandaşlarım, ben sizin için neler gördüm neler! Daha ne yapayım? Bakın sizin için hapislere bile düştüm, bir adada tek başımayım, kuşları bile göremiyorum” diyerek, bizi acındırdı. Hemen ardından önümüze “Demokratik Cumhuriyet” tezini attı. Biz mal bulmuş mağribi gib bu tezin de üzerine atıldık.

Kendisi mahkeme heyeti karşısında:

“Demokratik cumhuriyetten kastım, bizim oralarda feodalite ve şeyhlik vardır, vatandaş bunların kuludur, bunlar tasfiye olmadan vatandaş cumhuriyettin özgür bireyi, cumhuriyet de demokratik olmaz” diyerek kafasındaki cumhuriyeti tarif etmişti. Ama biz Türk ve Kürt aydıncıkları aylarca yıllarca, bu sözleri cilalayarak, demokratik cumhuriyet üzerine tezler üreterek, insanları tartışmalara çektik. Kürt legal partisi kendi proğramını ve tüzüğünü değiştirerek “Demokratik cumhuriyet”e göre yeniden şekillendi. Oyunun ikinci Perdesinde artık Kürdistan cumhuriyeti yoktu, Türkiye cumhuriyeti vardı ve biz kürtler onu demokratikleştirecektik.

Öcalan Mustafa Kemal’ in: “Sümerlerde Türktür” zırvasından hareketle “Sümer Rahip Devletinden Demokratik Cumhuriyete” zırvasıyla bizi tarihi bir tartışmaya bile çekmek istedi. Tarihten pek anlamayan kitleler ancak üç dört yıl “Demokratik Cumhuriyet” masalıyla avutulabildi. Cumhuriyet bir türlü demokratikleşemedi, konuyu değiştirmek gerekiyordu.  Yavaş yavaş “demokratik cumhuriyet”ten söz edilemez oldu, kitle boşluk kabul etmezdi, yeni bir konu bulmak gerekiyordu ve bulundu.  Yeni bulunan konu çok ilginçti, çoğu kişi ne anlama geldiğini bile bilmiyordu. Adı ilk duyulduğunda herkes kendini cahil kabul edip konuyu ortaya atanı hemen filozof sandı..

Yeni konunun adı. “Ekolojik toplum”du. Bir de kadın ön plana çıkarılıyordu!.
Allah hala “eko!”
Bu ne ula?
“Lo” – “jik”
Bu “lo” bana yabacı değil, ama bu “jik” ne lo?
Biz Ekrem’ e Eko deriz, bu o olmasın mı?
Kafam karıştı lo, bir Google amcaya sorayım, bakalım onun bu konuda bir bilgisi var mı?

Ben Google amacaya sordum, Sayın Ahmet Türk ansiklopediye baktı.
Cümle güdümlü Türk ve Kürt aydınları kitap karıştırıp bu konuda makaleler yazdı. Ekolojik toplum gerçekten güzeldi, bir uygarlık felsefesiydi.
Ağaçlar dikecektik, küme küme ormanlarımız olacaktı.
Ormanlarımız arasında göllerimiz….
Hayvanları sevecektik, sincaplara karışmayacak, ceylanların şehire inmesine ortam hazırlayacaktık

Bir de kadınları özgürleştirecektik, onlara “iştar” gözüyle bakacaktık. Hatta Diyarbakır’da bir “İştar tapınağı” (*) bile inşaa edecektik.
Tartışmalar bu minvalde yapıldı, legal parti bu tartışmaya göre yeniden şekillendi. Almanya’nın ekolojik toplum örgütü “yeşilller partisi” örnek alınarak “eş başkan” terimi legal partiye kazandırıldı…..

Kimseler ne oldu demokratik cumhuriyete? sorusunu sormadı bile! Lakin bu “ekolojik” işi çok güzeldi. Zaten ormanlar yakılmış, kadınlar ezilmiş, hayvanlar kesilmişti. Toplum bu üç konuyu önemsiyordu. Aradan biraz zaman geçti, ne ağaçlar dikildi, ne kadınlar eziklikten kurtuldu, ne “İştar” tapınağı inşaa edildi, ne hayvanların sayısı arttı. En iyisi konuyu değiştirmekti.

Büyük bir ihtimalle İmralıdaki General sormuştur:
“Lan Abdiş, bu ekolojik toplum numaramız artık koku vermeye başladı, hangi konuyu bulalım?”
Öcalan: “Komutanım kunu çok yeterki siz isteyin! İsterseniz şu “Demokratik Konfederalizm” konusu gündeme getirelim?.
General “Yerler mi lan?”
Öcalan: “Yerler komutanım, ben malımı bilmez miyim?”
General: “Haydi at bakalım!.”

Öcalan ortaya attı, biz  daha ne oldu bizim ekolojik topluma demden bu kez tanıdığımız “demokratik” ile az tanıdığımız “Konfederalizm” üzerine atladık. Gerçi ilk birkaç gün konu hakkında fazla bir şeyler bilmediğimiz için sadece basına “Demokratik Konferderalizmi savunuyoruz” demekle yetindik. Süre içinde bilinçlendik, kimimiz Konfederalizm, sivil toplum örgütlerinin koordine olması ve toplumu yönlendirmesidir dedik, kimimiz Kürtler ile Türkler Konfederal bir sistemde birleşsin dedik, kimimiz niye federal değil de Konfederal diye sorduk. Arasındaki farkları araştırdık. Kimimiz Kürtler ile Türklerin konfederasyonu yeterli değil, Ortadoğu devletlerinin konfederasyonunu kuralım tartışması yaptık. Gecemizi gündüzümüzü buna verdik. Bir hayli oyalandık!.

Herşeyin zamanı geçtiği gibi bunun da miadı doldu.

Şimdi sıra geldi “demokratik özerkliğe” Ve bizim BDP li, tüm bunlardan habersizmiş gibi bana diyor ki: “Sen niye bu tartışmaya katılmıyorsun?”

Umarım bütün bu anlatımlarımdan sonra neden bu tartışmaya katıldığımı anlamıştır!

(*) Milattan önce Mezopotamya’ da Gılgamış’ ın yaşadığı döneminde İştar tapınağı adıyla bilinen bir tapınak vardı ve  genç kızlar, İştar tapınağında kendilerini erkeklere sunarlardı.!

Selim Çürükkaya

1954 te Bingöl' de doğdu. Öğretmen okulundan mezun oldu. Siyasi nedenlerle on bir yıl hapis yattı. Gazeteci ve yazar. Yayınlanmış 10 Kitabı var. Siyasi mülteci olarak Almanya'da yaşıyor.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Başa dön tuşu