Makalelerim

Siz olsaydınız ne yapardınız?

Götürülen yakınınızın bindirildiği arabada gözleri siyah bir bantla bağlanıyor… Dünyası kararıyor, nereye götürüleceğini bilmiyor, herhangi bir suç işlemediği için aynı gün veya bir iki gün sonra serbest bırakılacağını düşünüyor….

Selim Çürükkaya/ Diyarbakır’da  eski cezaevinde, kazı çalışmaları yapılırken insan iskeletleri çıktı. Ama milattan önceye ait değil. Yaklaşık on sen önceye ait bu iskeletler. Çünkü kemiklerin üzerinde elbiseler var henüz. 1986lara kadar cezaevi olarak kullanılan bu mekan, askeriyeye devredilmiş, 1990larda jitem tarafından kullanılmıştır. Eski jitemci Abdulkadir Aygan, henüz bu iskeletler açığa çıkmadan orada yirmi kadar iskeletin olduğunu söylemişti.

Düşünebiliyor musunuz, polis veya jandarma sabahın erken saatlerinde evinizin kapısına dayanıyor, oğlunuzu,kocanızı, babanızı veya dayınızı yataktan kaldırıp, bileklerine kelepçe vuruyor ve kapıda bekleyen onlarca silahlı polis veya askerin denetiminde bir araca bindiriyor, siz pencereyi kapatan perdenin bir köşesini kaldırıp, korkulu gözlerle götürülene bakıyorsunuz, bir şeyler yapamıyorsunuz, korkuyorsunuz ve ağlıyorsunuz hepsi  o kadar….

Götürülen yakınınızın bindirildiği arabada gözleri siyah bir bantla bağlanıyor… Dünyası kararıyor, nereye götürüleceğini bilmiyor, herhangi bir suç işlemediği için aynı gün veya bir iki gün sonra serbest bırakılacağını düşünüyor…. Gidiyor araba, iki yanında iki kişi oturmuş, kimse ses etmiyor, sadece giden arabanın sesi var kulaklarında ve beynine üşüşmüş düşünceler, köyde rahat bırakmamışlardı, gece baskınlarından yılmıştı, onun için büyük bir şehir olan Diyarbakır’ın Bağlar semtine gelip yerleşmişti. Dört çocuk, birde eşi vardı, onlara bakmakla yükümlüydü……

Ama geldiler, aldılar, hiçbir şey sormadan  götürdüler. Bindiği araba gidiyordu. Sonra durdu! Ensesinden tutup çektiler, eğerek yürüttüler, bilmediği bir yerlere götürdüler,“eğil, yürü, dur” dediler, talimatlarla yürüttüler, bir kapıdan geçirdiler, domalmış vaziyetteyken, arkadan vurdukları bir tekmeyle, ağız üzeri yere düşürdüler. Elleri arkadan kelepçeliydi, ama üzerine düştüğü yer yumuşaktı, yani etti, kemikti, daha doğrusu yere yatırılmış insanların üzerine düşmüştü. Çünkü nefes alıp veriyordu altındakiler… Sesini çıkarmadı, bir ölü gibi durdu…

Bir müddet sonra kelepçesini söktüler.. Bir kaç kişi üzerinde yürüyüş yaptı, botlarıyla sırtını çiğniyorlardı, sesini çıkarmadı ve anladı ki kendisi gibi çok sayıda insan burada kalıyordu.

Demek ki herkesin gözleri bağlıydı, herkes yere yatırılmıştı! Peki bu sessizlik neden diye düşündü, daha kendisine sorduğu sorunun cevabını bulmadan, bir çığlık sesi geldi. Bir insan çığlığı, ardından bir çığlık daha bir daha… Ama bu öylesine bir çığlık dı ki; ciğeri koparılan bir insanın çığlığı gibi, bebeği gözlerinin önünde parçalanan bir ananın çığlığı gibi….

Ve daldılar zalimler onlarca insanın yere yatırıldığı odaya, ellerinde kötekler vardı, vurdular gözleri bağlı ve esir alınan insanlara, kafa göz, kemik diz demediler, çığlıkları kale duvarlarının arasında boğdular. Vuranlarda, işkence yapanlarda ne din vardı, nede iman! Allahtan korkmuyorlardı, kuldan utanmıyorlardı. Vuruyorlardı ha vuruyorlardı. Ara verince, ağır yaralı olanları bir köşeye atıyorlardı. Sağlam olanları başka bir odaya alıyorlardı. Sağlamların ellerine kazma kürek verip odanın dibini kazdırıyorlardı. Çukurun kazılma işi bitince kazıcıları başka bir odaya alıyorlardı. Ağır yaralıların ve ölülerin ayaklarından tutup bu çukurlara atıyorlardı.

Çukur dolunca, üstünü toprakla kapatıyorlardı. Yeni gözaltına alınan bazı kişilerin eline kürek veriyorlardı,  birkaç torba çimento, kum ve su getiriyorlardı, üstünü toprakla kapattıkları çukurun üzerine beton döktürüyorlardı. Birkaç gün sonra bu kez bu betoncuları da başka bir odanın altına gömüyorlardı.

Babanız, kocanız, dayınız, amcanız gider gelmezdi. Ve siz hiçbir şey yapamazdınız…. Diyarbakır’da mahkemeler ve savcılar vardı, siz onlara baş vuramazdınız! Çünkü gündüz baş vuracağınız savcı, gece iç kaledeki cezaevinde yakınınızı öldüren bir katildi. Babanızı amcanızı kocanızı  öldüren devletti. Sizlere: “devlet, malınızı canınızı korumak için vardır” denmiştir. Ama malınızı yakan canınızı alan devletle karşı karşıydınız!

Ne yapacaksınız? Susacaksınız! Ama nereye kadar? Ne zamana kadar? Bir gün gelir babanızın amcanızın, kocanızın artık dönmeyeceğine inanırsınız, polislerin jandarmanın onları öldürdüğünden emin olursunuz ve elinize taş alıp sokağa fırlarsınız, silah buldunuz mu kuşanır dağa çıkarsınız, ama babanızı, amcanızı, dayınızı kardeşinizi geri getiremezsiniz……..

Aradan zaman geçer, Diyarbakır’ın eski kale cezaevi boşalır, tarihi bir mekân olduğu için, arkeolojik kazılar yapılır ve iskeletler çıkmaya başlar. Kameralar, gazeteciler,  iskeletlerin varlığını haber verir, siz koşarsınız cezaevi kapısına doğru, kocanızın girip bir daha çıkmadığı kapıdan içeri girersiniz, yan yana dizilmiş kemiklere bakarsınız, kocanızı kemiklerinden tanımaya çalışırsınız, tanımazsınız kemiklerinden, ama gözünüz şalvarlarına ilişir, “aha” dersiniz “bu benim kocam” şalvarlarının içindeki kemiklerini öpersiniz. Başka bir daysını kolundaki saaten diğeri amacasını giydiği yeleğinden  tanıyor…

Bütün bu olanlar karşısında devlet yine suskun! Partiler suskun, başbakan suskun, Cumhurbaşkanı suskun, muhalefet partileri suskun! Savcılar hakimler suskun! Vicdanlar suskun! Gazeteler ve televizyonlar kemikleri göstermekle yetiniyorlar.

Gazeteciler 1990 da oradaki karakolda  kimin komutan olduğunu sormuyorlar, adını açıklamıyorlar! O tarihlerde, o karakolda kaç tane subayın ve askerin  görev yaptığını yazmıyorlar, bunların adını tesbit edip bu drakulaların resimlerini gazete ve televizyonlarda yayınlamıyorlar!  O tarihte Diyarbakır’ da olağanüstü hal valisi olan zatın kapısına kameralar dayanmıyorlar!  Dönemin yedinci kolordu komutanının kim olduğu sorusunu kimseler sormuyor bile! Nerede Diyarbakır savcısı? Hani o denemin işkenceci hakimleri? Bu konularda herkes suskun? Bazı aklı eveler sadece şu soruyu soruyorlar, bu Kürtler neden rahat durmuyorlar, neden polise taş atıyorlar, neden dağa çıkıyorlar?

Hukukun adaletin olmadığı, hakim ve savcıların işkenceci, valilerin katil olduğu bir ülkede siz olsanız ne yaparsınız?

Selim Çürükkaya

1954 te Bingöl' de doğdu. Öğretmen okulundan mezun oldu. Siyasi nedenlerle on bir yıl hapis yattı. Gazeteci ve yazar. Yayınlanmış 10 Kitabı var. Siyasi mülteci olarak Almanya'da yaşıyor.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu