Makalelerim

Wê Stranê Bêjê Diyarbekir fliminin galası

Selim Çürükkaya / 2012 Mayıs ayının 15 inde “Wê Stranê Bêjê” filminin son rutuşları tamamlanacaktı. Ortağım Akif Hasan’a  telefon ettim, ayın yirmi ikisinde kesin olarak bitermi? dedim. “Evet“ deyince İsveç’in başkenti Stockholm’ de oturan arkadaşım Paşa Uzun’a telefon açtım. Filmin Kürtçe versiyonunun galasının  Stockholm de yapılması konusunda bana  yardımcı olup olmayacağını sordum.
 
Paşa elbette yardımcı olacağını söyledi, iki gün sonra Stockholm’ deki Kürt federasyonunun kesin olarak yardımcı olacağını, Kürt kütüphanesinin ise filmi izledikten sonra karar vereceğini bildirdi. 
 

Durumu ortağıma bildirdim, oda Stockholm’ de  galanın yapılmasının iyi olacağını ve hemen filmi acil olarak yollayacağını söyleyince, Paşa’ ya: “bekle film gelecek” haberini verdim.

 
Mayıs ayı bitti, ama film bir türlü gitmedi. Paşa, girişim yaptığı kurum ve kişiler karşısında, ben ise, Paşa karşısında mahçup kalmıştım.  
Nihayet Haziran ayının birinde Film elime geçer geçmez Almanya’nın Lübeck kentinden uçağa binerek Stockholm’un yüz kilometre kadar dışında Svenska hava alanında indim. Beni bekleyen arkadaşım Baran’ ın arabasına binerek  Stockholm’ e gittim. Haziran ayının 15 inde okulların kapanacağını, tatil mevsiminin başlayacağını,  herkesin bir taraflara gideceğini, en uygun tarihin 09 Haziran cumartesi günü  olduğunu söylediler. Bende bu tarihi uygun gördüm. Durumu ortağıma da bildirdim. Sinema salonunu Kürt federasyonu kiralayacak, Kürt kütüphanesi ile birlikte anons yaparak, e mail aracılığıyla davetiyeleri yollayacaktı.
 
Federasyonun başkanı Sayın Aycan Şermin Bozarslan’ dan İsveç basını ve İsveç politikacılarınında davet edilmesi konusunda ricada bulundum. İsveç basınına çok önem atfettiğim için Vildan Tanrıkulu’na telefon açarak, İsveç basınının tanınmış isimlerinden Arne Ruth’u davet etmesini ve Arne aracılığıyla basına haber verilmesini istedim. Gala’nın başladığı gün, Vildan’ın bir yakınının ağır hasta olduğunu duydum. Vildan ile birlikte galaya gazeteciler de  gelmemişti. Yapılacak bir şey yoktu.
 
Sinama salonu Stockholm’un merkezinde idi. ” Zita Folkets Bio”  adlı sinamaya arkadaşım ve hemşehrimin arbasıyla tam zamanında vardık. Saat 15 e 10 dakika vardı. İçeri girdiğimde, salon hemen hemen doluydu. Galayı düzenleyen Sayın Aycan Şermin Bozarslan ve Kütüphane Müdürü Nevzat bey ile ne yapacağımızı kısaca konuştuk. Fazla zamanımız yoktu. Şermin hanım elindeki mikrofon ile sahneye çıktı. Diyarbakır cezaevinde askeri cunta döneminde Kürt halkına zulüm ve işkence yapıldığını, insanların Diyarbakır zindanında acı çektiğini, bu filmin o acıları ve işkenceleri anlattığını ve filmin direnişin nişanı olduğunu vurguluyarak, Diyarbakır zindanında yaşamını yitirenler için herkesi bir dakikalık saygı duruşuna davet etti.
 
 
Herkes ayakta idi ve büyük bir sessizlik vardı. Yaşlı başlı insanlar, kadınlar ve gençler, Diyarbakır zindanında yaşamını yitirenler için yastaydılar. Şermin hanımın teşekküründen sonra herkes oturunca, filmin senaristi olarak beni sahneye davet etti. Şermin Hanımla tokalaşıp mikrofonu aldım; zazaca olarak “hoş geldiniz” dedim, ardından Kurmanci dilinden “hoş geldiniz, başım gözüm üzerine geldiniz” diye ekledim. Zazaca olarak filmin büyük zorluklar içinde çekildiğini, söyleyerek konuşmayı sürdürdürdüm:
 
 
“Hani bir hikayede, bir adam bir çivi bulur, ikinci bir çivi arar, üç ay sonra üçüncü çiviyi bulur, dördüncü çivinin peşine düşer, dört çivi bulunca, nal aramaya başlar, bir nal bulunca, başka bir çivi aramaya karar verir. Birkaç sene içinde  4 adet nalı, 12 adet çivisi olur. Ardından özengi aramaya karar verir. Bu film böyle yapılmıştır. Çivi verenler, nal verenler özengi verenler , at verenler de oldu. Film oratak bir çabanın ürünüdür. Katkı yapan herkese teşekür ederim.” dedim ve devam ettim: 
 
 
“Fazla zamanımız olmadığı için Wê Strane Bêjê filminin röportaj kısmında yer alan ve şu anda aramızda bulunan  arkadaşlarımı tek tek sahneye davet etmek istiyorum: En gencimiz, Avukatımız Sayın Hüseyin Yıldırım” diye anons ettim, bu ismi anons ettiğimde, sahneye yakın bir yerde oturan saçları ap ak, 74 yaşlarındaki Avukat Hüseyin Yıldırım oturduğu yerden ayağa kalktı, elinde bir bastonla  sahneye doğru ilerlerken, O nu anlatmaya başladım:
 
 
“Bizler 1981 Yılında Diyarbakır sıkıyönetim mahkemelerinde Kürt halkının haklı mücadelesini savunduğumuzda, bir ara avukatımız da bizim gibi konuşmaya başladı, bir müddet sonra tutukladılar, döve döve yanımıza kadar getirdiler, bize yaptıkları işkencenin aynısını ona da yaptılar” dedim.
 
 
Sahne merdivenlerinden yukarı çıkamayan Avukatın elini tuttum, onu yanıma aldım. İkinci ismi ise şöyle anons ettim:”İkinci gencimiz, Diyarbakır eski Belediye Başkanı sayın Mehdi Zana” Oturduğu yerden ayağa kalkan Mehdi Zana  yetmiş yaşın üzerinde olmasına rağmen daha dinçti, sahneye doğru yürürken, Mikrofonda onu anlatıyor ve şöyle diyordum:
 
 
”Gardiyanlar kalaslar ve coplarla koğuşu basıyor, bizleri dövüyorlardı, hepimiz acıdan kıvranıp bağırıyorduk, koğuşu ter ettiklerinde büyük bir sessizlik olurdu, işte o an Mehdi dayı şöyle bağırırdı: “korkmayın bir doluydu yağdı geçti”
 
Mehdi Zana da sahnedeki yerini alınca, Kürt yazar Laleş Qaso’nun adını anons ettim. Yerinden fırlayıp  çevik adımlarla Sahneye doğru gelen orta yaşlı Qaso’yu izleyicilere  şöyle anlattım:
 
 
“işkencelerin altında büyük üzüntüler yaşadığımız anda Qaso, kendi uslubu ile bir fıkra anlatır, kahkahalarla güler ve acıları unuturduk.”
 
Laleş Qaso da Sahneye ulaşınca, bu kez Kürt yazar Bubê Eser’i sahneye davet ettim. Orta yaşlarda, 20 Yıldan fazladır Stockholm de oturan Eser için anlattıklarım hazindi:
 
“Bube Eser, Diyarbakır cezaevinde KUK davasından tutukluydu. Askeri cunta işkence ile askeri kuralları dayatınca,  bizler direndik, Bubê ve arkadaşları, direnmeyi yanlış buldular, rahat durursak bize karışmazlar diye düşündüler, biz direndiğimiz süre içinde onlara karışmadılar, bize ise korkunç işkeceler yaptılar. Bir gün geldi, biz de yenildik. İşte o gün Bubê Eser ve arkadaşlarını havalandırmaya çıkardılar, hepsini çırılçıplak soydular, Bubê’nin erkeklik organını bir ipin ucu  ile  bağladılar, ipin diğer ucunu en sevdiği arkadaşının eline verdiler ve havalandırmada koşturdular.”
 
 
Paşa Uzun’un adını anons ettim, ama Paşa geç kalmış, henüz salona yetişmemişti.  Gözlerimi salonda oturan seyircilerin yüzlerinde dolaşırken: “Aha bizim Aysel’i unutum” dedim. Seyirciler ve sahnedekiler kahkaha ile güldüler. Aysel sahneye doğru gelirken mazi olmuş bir anımızı seyircilerle paylaştım:
 
“Aysel benim eşimdir. 1984 yılında Diyarbakır zindanında ölüm orucuna yattı. Eylemin 49 cu gününde iki arkadaşı, Orhan Keskin ve Cemal Arat yaşamlarını yitirdi. Aysel hastanede ölüm ile yaşam çizgisinin kesiştiği yerde iken, annesi  hapishanede görüşmeme geldi; ’ bir mektup yaz, götüreyim kızıma vereyim ölüm orucunu bıraksın ölmesin’ dedi. Bende kızın kendi kararıyla ölüm orucuna girdi, benim dememle bırakmaz, eğer öldüyse bizim köyün girişindeki ağacın altına gömün ve mezarının yanında mezarımı kazın dedim.”
 
 
Konuşmamı arakadaşlarıma söz hakkı vereceğim ardından filmi izleyebilirsizinz diyerek bitirmek istedim. Kürt Kütüphanesinin müdürü Nevzat bey, filmi iki kez izlediğini ve çok beğendiğini söyledi, sahnedekilere birer kırmızı gül verdi. Son sözü Mehdi Zana söyledi.
 
“Allah Türk devletinden razı olsun, bizleri dövmeseydi aklımız başımıza gelmezdi”
 
Alkışlar ve ışıklar söndü.. Film izlenirken çoğu seyirci ağladı, ışıklar yanınca zaman kalmadığı için, salonda yorum ve eleştirileri alınamadı, ama sinemanın önünde eleştiriler  yapıldı, Necmettin Büyükkaya sahnesinin iyi çekilmediğini söyleyenler vardı, Diyarbakır cezaevinde yapılan işkenceler ile ilgili Recep Tayip Erdoğan’ın konuşmasının neden filme alındığını söylüyorlardı, neden bütün Kürt örgütlerinin adı geçmiyordu? Cezaevinde yaşamını yitiren herkesin isim listesi neden konulmamıştı?  Daha iyi bir müzik yapılamaz mıydı? Neden profesyonel sanatçılar oynatılmamıştı? Direnişçiler canlandırılmıştı, neden itirafçılar canlandırılmamıştı? Cezaevinin iç güvenlik Amiri Esat Oktay Yıldıran’ın öldürüldüğü neden filme çekilmemişti?
 
1. Resim En baştaki eli Bastonlu: 1 – Av. Hüseyin Yıldırım. 2 – Bubê Esr. 3 – Selim Çürükkaya. 4- Mehdi Zana. 5 – Laleş Qaso 6. Aysel Çürükkaya. 7- Aycan Şermin Bozarslan
 
2. Resim: Selim Çürükkaya ve Aycan şermin Bozarslan
 
Skyturk sitesinin  fregman ile ilgili yorumu tıklayın:
 
 
 
 
Unbenannt
 

Selim Çürükkaya

1954 te Bingöl' de doğdu. Öğretmen okulundan mezun oldu. Siyasi nedenlerle on bir yıl hapis yattı. Gazeteci ve yazar. Yayınlanmış 10 Kitabı var. Siyasi mülteci olarak Almanya'da yaşıyor.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu