Makalelerim

Generalimi Sonsuzluğa Uğurladım

    Selim Çürükkaya/ 26. 10. 2016 Günü öğleden önce, kardeşim Dr. Sait ile facebook üzeri yazışıyordum. Bana:    “Artık hazırlan Kürdistan’ a gel,”  dedi. Eşim Aysel, evde değildi, kızımız yalnızdı, Aysel bir gün sonra gelecekti. Hazırlandım gidecektim. Öğle sonrasıydı, Erbil de yaşayan arkadaşım Köroğlu Karaarslan’ın Facebook’una düşen haberi beni serseme çevirmeye yetti. Birazcık kendime gelince, bağlantılarımı harekete geçirdim, haberin detayını tam olarak öğrenince; aşağıdaki açıklamayı yaptım: “Değerli arkadaşlar, kardeşim Dr. Sait, İŞİD‘ in Kürdistan‘a saldırması ile birlikte işini bırakarak Almanya‘ dan Erbil’ e gitti. Musul’ a yakın yerlerde gönüllü peşmergeleri eğitiyordu ve aynı zamanda fiili olarak savaşta, birliği ile birlikte yer almaya başladı. Bu gün öğlenden sonra Kardeşim Dr. Sait, patlayan bir İŞİD bombası sonucu ağır yaralandı, bir peşmerge arkadaşı yaşamını yitirdi. Dr. Sait helikopter ile hastaneye ulaştırılmış, yapılan muayene sonucu, yüzünde ve gözünde, ayrıca boğazında yanık olduğundan uyutulmuştur. Doktorların verdiği bilgilere göre 24 veya 48 saat uykuda kalacaktır. Beyin sarsıntısı geçirme durumu söz konusudur.”

 Dr. Sait’in tedavi amacıyla derhal Almanya’ya nakil edilmesi için telefon trafiği başlattım. Güney Kürdistan yönetimi; bana, bu konuda ellerinden gelen her türlü çabayı harcayacaklarını söyleyince, Almanya‘ da en iyi hastanenin hangisi olduğunu araştırmaya başladım. Bir profesör arkadaşım bana Koblenz Askeri Hastanesini önerdi. Bu öneriyi hemen Güney Kürdistan‘daki bağlantılarıma ilettim. Almanya’ dan bir ambulans uçağın doktor ve sağlık ekibi ile   Erbile geçmek için hazırlandıklarını arkadaşlarım söyleyince, bende eşimi beklemeden akrabam Musa ile Berlin’e doğru arabayla yola çıktık.

24 Saat içinde Dr. Sait’in Almanya’ya getirileceğini aklım kabul ediyordu ve bana Erbil’e değil, Koblenz’e git diyordu. Ama duygularım çok farklı şeyler söylüyordu bana ve hayatımda ilk olarak aklım ile duygularımın bu kadar birbirlerinden ayrıldığına tanık oluyordum. Duygularım bana Erbil’e git, kardeşin uyutulmuş, 48 saat içinde nakil edemezler, giden Alman Doktorlar belki de bu süreyi uzatırlar. Git, belki sağken görürsün, belki de onunla bir iki kelime konuşursun, sarılırsın, hüngür hüngür ağlarsın. Onun başında toplanan vefakar arkadaşlarını görür, onlara teselli olursun. Yenildim duygularıma, Berlin‘ e ulaştım, o gece bir evde barındım, DR. Sait‘ in Avukatı da bize katıldı. Üç kişi olduk, Berlin’den Viyana’ya uçtuk, burada aktarma oldu, ARD nin muhabiri Karaman Yavuz da bize katıldı, varacağımız yer Erbil’di.

 Öğleden sonra Erbil Havaalanında uçağımızdan alelacele indik, kontrol noktalarını geçtik, Rojhat’ı aradım, biz Erbil havaalanına indik, dedim. Bana: „Ben de Dr. Sait’in içinde olduğu özel ambulans uçaktayım ve kalkışa hazırlanıyoruz,“ dedi. Uçağın kalkmakta olduğu alanı tarif etti, havaalanının yan tarafına geçtik, Küçük bir uçak kalkışa hazırlanıyordu. ARD muhabiri kamerasını hazırladı, kalkan uçağı görüntüledi. Ben geldim, o gitti, göremedim kardeşimi, elveda diyemedim, sarılamadım. Bir kelime olsun dahi konuşamadım. Komutanım, Generalim, Doktorum beni yalnız bıraktı. Kanatları kırılmış bir kuş gibiydim. Yolunu şaşırmıştı kervanım. Nereye gideceğimi bilemiyordum. Bizi havaalanından alan arkadaşları konvoyla ‚Darin Plaza‘ oteline götürdüler.

Ne kadar çoktu sevenleri! Bizi hiç yalnız bırakmadılar, gruplar halinde gelip sarılıp öpüyor ve göz yaşları akıtıyorlardı. Ölümün kanıksandığı bu coğrafyada, Dr. Sait’in ölümü bir deprem yaratmıştı duygularda. Doktorun Peşmergeleri bana sarılıp hüngür hüngür ağlıyorlardı. İran Kürdistan’ından gelip İŞİD’e karşı Dr. Sait ile birlikte Beşika‘ da savaşan Mehemed bana sarıldı, sarsıla sarsıla ağladı ve kulağıma şunları söyledi: „Doktor Sait benim ellerimdi, beynimdi, gözlerimdi, ben onsuz ne yaparım şimdi, duydum ki Doktorumun bir gözü kör olmuş, ona her iki gözümü vermek istiyorum.“ O gece otelde hiç birimiz uyuyamadık, kalkan ilk Uçakla geri dönecektik. Zaman kavramını yitirmişti, hiç bir şeyin anlamı kalmamıştı. Öğleden sonra Erbil‘den kalkan uçakla Viyana’ya uçtuk. Yanımda arkadaşım, bir Milletvekili, bir Avukat, bir de Musa vardı. Pasaport kontrol noktasında beni durdurdular. Sorunun var dediler. Arkadaşlarım geçti, ben orada kaldım. Hayli zaman sonra, üç polis geldi, beni alıp bir büroya götürdüler.

 Bir sandalyede oturttular, bilgisayarın başına geçen bir polis, beni çağırdı, ekranda iki adet resim gösterdi. „Bu resimlerdeki kişi sen misin?“ dedi. Kendimi tanıyamadım, sonra dikkatle baktım, kendime benzettim. 1976 yılında ben Tunceli öğretmen okulunda öğrenci iken çekilmiş resimlerimdi. „Evet benim“ dedim. Bir Polis bilmediğim bir merkeze fax çekmek için uğraşırken, başka bir polis, Google de araştırma yapmaya başladı.

Pasaport adımı Googleye verdi. Wikipedia daki portremi Almanca olarak okuyunca dikkatle bana baktı, Google nin resim bölümünü tıkladı, Alman Başbakanı Angela Merkel ile birlikte çekilmiş fotoğrafıma baktı. Alman Yazar Günter Wallraff ile fotoğrafımı görünce, polis arkadaşına: „Bu tanınmış bir kişidir“ dedi. Bu ara telefonlarım çalmaya başlamıştı bile, yardım meleği Berivan,Avusturya daki Alman konsolosuna bilgi vermişti. Dılşad Barzani beni aradı: „polis bilgilendirilmiş“ dedi. Bir saat sonra Polis özür diyerek pasaportumu bana geri verdiğinde uçağım havalanmış ama ben ile Musa Viyana da kalmıştık. Gece yarısıydı. Almanya‘ ya kalkacak uçak kalmamıştı. Ve biletlerimiz geçersiz olmuştu.

 Hızır gibi arkadaşlar bize yetişti. Yemek yedik, bir otele yerleştik, biletlerimiz ayarlandı. Gece yarısı Dr. Sait’in vefat ettiğini duydum. Kavuşamadım, yollarda kaldım, polis engeline takıldım, biz Kürtlerin yollarına tuzak kuranları lanetledim. Sabah erken bir uçakla Köln- Bonn Hava alanına indik. Bizi karşılamaya gelen Dr. Sait‘ in en samimi arkadaşı komutan Ayhan dı, onunla birlikte Kürdistan dağlarında savaşmışlardı, on beş yıldır burada birlikte idiler.

Birbirimize sarıldık,havaalanının dışındaydık, araba park yeri gibi bir yerdi, köprüler vardı, çıldırdı Ayhan, yüksek sesle ağlıyor ve sağa sola kaçıyordu, ben de onun gibiydim, eşim ile Musa bizi durdurmaya ve bir araya getirmeye çalışıyordu. Biz ne yaptığımızı bilemiyorduk.

 Ölüm karşısında çaresizdik, kafaları koparılmış horozlar gibi fırlayıp duruyorduk. Biz ki; hayatımızda ne acılar çekmiş, nice ölümler görmüştük… Sabah oldu, Koblenz‘ e gitmek istemedi ayaklarım. Kardeşimin ölüsünü görmek istemiyordu gözlerim. O son fotoğrafı kabul etmiyordu beynim.

 Bremen‘de taziye kurulmuş insanlar akın akın geliyorlar dediler.. Oraya gittim… Beş gün taziye salonunda oturduk. Avrupa‘nın her ülkesinden insanlar geliyorlardı, Stockholm‘ den, Londra‘ dan, Paristen…. Her ırktan, her dilden, her dinden insanlar vardı aralarında. Çünkü Dr. Irklar, dinler ve diller üstü bir insandı. Taziye salonunda onu anlatan komutan arkadaşı Ayhan: „Doktor Sait, Sunniydi, aleviydi, Ezidiydi, hırıstiyandı çünkü o insandı, Gerillaydı peşmergeydi, aydındı, demokrattı, o Kürdistan dı,“dedi.

 Beş gün sonra cenazenin resmi işlemleri tamamlandı. Bremen‘de bir veda merasimi düzenlendi. Binlerce kişi göz yaşları döktü. Sanatçılar, politikacılar, arkadaşları onu anlattılar. Son yolculuğuna uğurlanacaktı. Varacağı son yer, doğduğu köy Çılakani idi. Aynı köyün mezarlığında annesi babası, Kürdistan‘ nın bağımsızlığı için süren gerilla savaşında yaşamlarını yitiren iki kardeşi ve 15 Arkadaşı yatıyordu. Cenazesini Erbil, Duhok, Sılopi, Şırnak, Mardin, Diyarbakır, Genç üzeri götürme kararına vardık. Çünkü bu hatta onu tanıyan ve seven yüzbinler vardı. İnsanlar yollara dökülmüştü. Komutanlarının, Generallerinin son yolculuğunda birlikte olmak istemişlerdi. Düsseldorf‘ tan havalandık, Erbil havaalanında acil olarak alındık, arabalarla havaalanının bitişiğinde askeri bir törenin hazırlandığını duyduk. Oraya vardığımızda Kürt istiklal marşı okunmuştu. Yüzlerce asker ve generalin sıraya girdiğini, sivillerin çiçeklerle süslenmiş cenazenin karşısında hazırolda beklediklerini gördük. Sıradaki yerlerimize geçerken, cenazenin önüne çelenkler konulmaya başlandı. İlk Çelek Kürdistan bölgesi başkanı Mesut Barzani’ye aitti, Başbakan adına bir çelenk, ardından Fransız Filozof Bernard Henry Levi’nin Fransa Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Francois Hollande’ın özel temsilcisi sıfatıyla çelenk bıraktı ve Dr. Sait ile ilgili kısa bir konuşma yaptı. Kürdistan’ın dört parçasından partilerin çelenkleriyle cenazenin etrafı çiçeklerle doldu. Güneş batmak üzereydi. Erbil havaalanından çıktık, cenazeyi bekleyen yüzlerce araç ardımıza takıldı, Ambulans önümüzdeydi. Polis araçları ağlıyordu, sokaklara dökülmüş insanlar el sallıyor ve bütün araçlar seslice ağlayarak yol alıyordu.

 Binlerce araba Erbil‘den Duhok’a doğru akıyordu. Yolun iki kenarına dizilmiş gençler, Dr. Sait’in posterlerini taşıyordu. Bazıları cenaze geçerken havaya silah sıkıyorlardı. Duhok’un girişinde ki köprülerde Dr. Sait‘ in posterleri asılmıştı. Yol boyunca bizi geçen her arabanın arka camında Dr. Sait’in posteri vardı. Duhok’a vardığımız da vadi içindeki kent ayaklanmıştı. Baştan sona Dr. Sait kesilmişti. Bu şehir Generalini yitirmiş ve ağlıyordu. Sabah erken şehir konvoyumuzun ardına takılarak Sılopi‘ ye doğru yola çıktık. İbrahim Halil sınır kapısından cenazeyi geçirince ben yasaklı olduğumdan geçemedim. Sınırları lanetleyerek geri döndüm. İki gün sonra Kürdistan bölge başkanı Sayın Mesut Barzani beni ve eşimi sarayına davet etti. Baş sağlığı diledi. Dr. Sait için: „O Kürdistan özgürlüğü ve bağımsızlığının Generalidir“ dedi. Bizde kendisinden tek bir istekte bulunduk.“ Artık Bağımsız Kürdistan devletini ilan edin“ dedik! Bir gün sonra İŞİD e karşı savaşıp yaşamını yitiren Dr. Sait in Başkan Mesud Barzani tarafından resmen General olarak ilan edildiği açıklandı.

 1990 tarihinde Çukurova tıp fakültesi üçüncü sınıfı terk edip Kürdistan dağlarına gerilla olarak çıktı, on yıl gerilla komutanlığı yaptı. PKK liderinin ve PKK nin Kürt halkına ihanet etmesiyle PKK dan ayrıldı. Almanya‘ya gelip Bremen‘de bir üniversiteyi bitirdi, sosyal danışman olarak bir müddet çalıştı, üç adet iş yeri açıp yanında yirmiye yakın işçi çalıştırdı, aylık kazancı 0n bin euro iken; İŞİD in Kürdistan a saldırmasıyla vicdanım burada çalışmaya el vermiyor deyip iş yerlerini bıraktı, savaşmaya gitti ve Beşika denilen yerde mayın patlaması sonucu ağır yaralandı, tedavi için getirildiği Almanya’nın Koblenz kentinde yaşamını yitirdi. 

Selim Çürükkaya

1954 te Bingöl' de doğdu. Öğretmen okulundan mezun oldu. Siyasi nedenlerle on bir yıl hapis yattı. Gazeteci ve yazar. Yayınlanmış 10 Kitabı var. Siyasi mülteci olarak Almanya'da yaşıyor.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Başa dön tuşu