Makalelerim

Bu Teleş Niye ?

Ergenekoncular, görünümde bile olsa Amerika ile İsraile karşıdırlar, sende de öylesin. Ergenekoncular, Kürdistan'ın güneyindeki Kürt Federe Devleti'ne karşıdırlar, sen de şiddetle karşısın. Onlar Kemalizmi kendilerine rehber alıyorlar, sen Kemalizmi güncelleştirelim dersin.

Selim Çürükkaya / “Onlar Kemalizmi kendilerine rehber alıyorlar, sen Kemalizmi güncelleştirelim dersin.
Onlar Kuvay-ı Milliye’yi kuruyorlar, sen bir ağız değişikliği ile ‘Kuvay-ı Demokrasi’yi önerirsin……..
http://www.youtube.com/watch?v=-04AZoX2fzo

Bu telaş niye?

23.07.2008 tarihinde İmralı Cezaevi’nde tutuklu olan Ergenekon yöneticisi Abdullah Öcalan’ ın avukatları, kendisiyle Türk devletinin gözetimi ve denetimi altında bir görüşme yapmışlardır. Bu görüşmede Abdullah Öcalan’ ın söyledikleri kaydedilmiş ve bu kayıtlar devlet yetkililerinin kontrolünde, avukatlar aracılığıyla dışarı çıkarılarak, önce Fırat Haber Ajansında, ardından Roj TV de ve pek çok yayın organında yayınlanmıştır. Maskeleri bir bir düşen Abdullah Öcalan, büyük bir korku ve telaşla sırtını Türk generalleri ve onların derin organizasyonu Ergenekon’a dayayarak, ortaya çıkmış olan gerçek yüzünü gizlemek için yalan üretmeye başlamış ve bu yalan maskeleriyle tekrar yüzünü gizlemek istemiştir.

Biz Öcalan’ın söylediği yalanları tek tek ele alarak incelemek ve bu yalanları neden söylemek ihtiyacında olduğunu vurgulamak istiyoruz.

Öcalanın birinci yalanı şudur:
“O dönem örgütten ayrılan bu çetecilerin büyük bir kısmı, Çürükkaya onlar, Almanya’da ve diğer Avrupa ülkelerinde rahatça yaşamaktadır. Hatta şimdiki Bakan Hüseyin Çelik’in akrabası Selahattin Çelik de Avrupa’dadır. Evleri, korumaları ve bir sürü kadın yanlarında var. Oysaki bunlar binlerce insanın kanına girmişlerdir, 15 bin insanın katilidirler. Ama Türkiye bunların iadesini istemiyor, Almanya tutuklamıyor, iade etmiyor, hatta yanlarına koruma veriyor. Muzaffer Ayata 20 yıl Türkiye’de cezaevinde kaldı, çıktıktan sonra burada kalamadan hemen yurtdışına gitti. Almanya’da tutuklandı, 4 yıldır hiçbir suçu olmamasına karşın cezaevinde. Ben Almanya’yı burada suçüstü yakaladım. Başka bir delile ihtiyaç yok. Bu bile Almanya’nın bu olaylarla ilişkisini açıklıyor.”

Önce Muzaffer Ayata ‘nın neden Almanyada tutuklandığına bir açıklık getirmemiz gerekiyor.
Muzaffer Ayata’ yı çok yakından tanırım onunla birlikte yedi yıl gibi uzun bir süre Diyarbakır zindanının hücrelerinde kaldım. Müzaffer, Abdullah Öcalan’ ın deyimi ile Almanya’da tutuklandı. Tutuklanma gerekçeleri arasında “Güney Almanya’ nın PKK sorumlusu olmak, Almanya’ ya gizli olarak, kaçak yoldan adam sokmaktır.” Bu suçlardan tutuklanan Ayata’ nın Aleyhine ifade veren kişi Ayata ile belki aynı düzeyde, belki de O’nun bir üst düzeyinde örgütte görev yapan Rıza Erdoğan‘ dır. Bu kişi neden Alman Mahkemesinde arkadaşı aleyhine ifade verdi? Mutlaka Öcalan’ da Muzaffer Ayata ve onları yönlendiren Ergenekon da, biliyordur. Mafyavari pratiklerinin soncu tutuklanınca, siyasi mağdur posizyonlarına girip, bazı zavallıları kandırabilirsin. Ama yalanlarınızı yutmayacak ve bu yalanları neden attığınızı bilen insanlarla karşı karşıya olduğunuzu, bilmeniz gerekiyor.

Muzaffer Ayata’ nın tutuklanması sorununa bir açıklık getirdikten sonra, Öcalan’ ın diğer iddialarına değinmek istiyoruz. Çok şükür biz Çürükkaya’ lar ve Öcalan’ ın tarikatıyla ilşkilerini kesenler, Almanya’ da ve diğer Avrupa ülkelerinde onurluca yaşıyoruz. Buralarda sosyal devlet vardır, çalışamayanlarımızın geçim parasını sosyal devlet ödüyor. Çalışanlarımız ise daha rahattır. Kürt olduğumuzu, hatta analarımızın da Kürt olduğunu söylüyor ve yazıyoruz. Bismark’ ı da övmüyoruz. Senin yüzünü açığa çıkarmak, şebeken Ergenekonun maskelerini  düşürmek için çaba da harcıyoruz.
Biz Çürükkaya’ lardan hemen sonra Selahattin Çelik‘ e yönelmişsin, sırtını dayadığın Ergenekon’ u dinleyerek AKP li Bakan Hüseyin Çelik ile akrabalığını vurgulamışsın ve hemen ardından “bunların korumaları var, yanlarında bir sürü kadın var” demişsin. Devran ters döndü diye düşünmüşsün! Hani bir ara senin korumaların vardı, kadınları sen sürüleştirmiştin. Ama merak etme senin gibi yapmadık ve yapmayız da!
Senin gibi yapsaydık sana karşı çıkmamıza gerek yoktu ki!

Papaz veya senin gibi sahtekar değiliz. Yanımızda kadınlar var. Ama sürü değiller!
Kadın meselelerinden hemen sonra katliam ve kan sorununa girmişsin, bizi kastederek: ” Oysaki bunlar binlerce insanın kanına girmişlerdir, 15 bin insanın katilidirler

“Kendini bizim şahsımızda anlatıyorsun Abdullah!
Korumalarla dolaşan sendin, bir “sürü” kadına sahip olan sendin, binlerce Kürdün kanına giren sensin, İmralı mahkemesinin önünde ve kameraların karşısında ”kırkbin kişinin ölümünden ben sorumluyum” diyen  yine sensin.

Bu olayı daha derinlemesine çözersek; ben Selim Çürükkaya, 11 yıl Türk zındanlarında tutuklu kaldım üç yıl boyunca türk mahkemelerinde yargılandım.Hiç bir mahkeme beni adam öldürdün, diye yargılamadı. PKK üyesi olmak ve bağımsız bir Kürdistan devleti kurmaktan dolayı yargılandım. Mahkemelerin karşısında ”evet ben PKK üyesiyim, bağımsız bir Kürdistan devletinin kurulması için mücadele verdim” dedim ve bundan dolayı ceza aldım.
Dışarı çıktım, senin yanına geldim. Karşılaştığımız ilk gün gözlerindeki ihaneti farkettim. Bana hiç bir suç işlettiremedin. Seni tam olarak kavrayınca, ne olduğunu 1993 yılının Ağustos ayında kaleme aldığım Apo’ nun Ayetleri adlı kitabımla bütün dünyaya anlattım. Ve bu kitapta anlattıklarıma sadık kalmak için, politikayı bıraktım.

Ben bir yazardım ve görevim de gördüğüm ve yaşadığım gerçeği halkıma ve dünya halklarına anlatmaktı.
Sen yıllarca ”benim koltuğuma göz dikmişler” diye bağırıyordun ya! Koltuk, saray, sürüyle kadın, kafileyle korumalar, rahat yaşam senin olsun dedim ve ben özgürce yazdım.

Kardeşim Sait Çürükkaya ve arkadaşım Salehattin Çelik’ e gelince onlar Kürt halkının bağımsızlık mücadelesine katıldılar. Ama benim gibi cezaevine düşmediler. Silahlarını alarak dağa çıktılar. Hepimiz bilirizki, bu insanlar dağa armut toplamak veya tavşan avlamak için çıkmamışlardı.
Ve bu iki şahıs senin şef olduğun örgütün elemanlarıydı. O örgütün bütün kongre kararlarında “ölüm cezaları başkanın onayı olmadan infaz edilmez” diye yazar. Ve bu adamalar senin örgütünden ayrıldıktan sonra Avrupa’ ya geldiler. Buraya geldikten sonra, tek bir kişi öldürmediklerini biliyorum. Senin de, bunlar Avrupaya çıktıktan sonra, yani benim örgütümden ayrıldıktan sonra adam öldürmüşler diye bir iddian yok?
Eğer bu adamlar senin örgütünün üyesiyken, senin emrin altında çalışıyorken 15 bin kişi öldürmüşlerse, sen nerdeydin Abdullah?
Senin haberin vardıysa, sana soruyorum bu on beş bin kişiyi neden öldürdünüz?
Senin tarikatında senin emrin olmadan kimse bir kuş bile öldüremezken, nasıl oldu da Selahattin ile Sait senden habersiz 15 bin kişi öldürdü ve sen duymadın!  Duydun da bu güne kadar neden sustun?

Herkesi ahmaklaştırdığını sanıyorsun, ama yanılıyorsun!
Seni dikkatle okuyanlar, artık  kimin adamı olduğunu hemen çıkarıyorlar.
Zaten sen eski arkadaşlarını 15 bin kişinin katili ilan ettikten hemen sonra, asıl cümleyi söylüyorsun “Türkiye bunların iadesini istemiyor”
Burada da yalan maskesini yüzüne geçirmeye çalışıyorsun.
Sen bu sözleri avukatlarına söylemeden yıllarca önce, Ergenekoncu arkadaşlarına hepimizin adını okudun, bizimle ilgili bildiğin her şeyi anlattın.
Onlarda bizim ile ilgili tüm illerin vali ve emniyet müdürlerine yazılar yazdılar, hakkımızda dosyalar hazırladır. Bu dosyaları Alman içişleri bakanlığına ve İnterpol’e verdiler, bizim adlarımızı  terör listesine aldılar. Ve bizi  tek tek istemeye başladılar.
Örneğin ben, yani Selim Çürükkaya 2003 tarihinde Hamburg savcılığından Türkiyeye iade edilmek için istenmişim. Fakat Türkiyenin gerekçeleri hukuken geçersiz olduğu için, talepleri reddedilmiştir.

Kardeşim Sait Çürükkkaya senin ve Ergenekoncu Duran Kalkan’ın ihbarlarından dolayı Almanya’da tutuklandı.
İhbarlarınız diyorum, çünkü ‘belge göster” diye soracaklara hitaben belirtiyorum:
Alman savcılarından iade edilmemiz için Türk hükümeti baş vurular yaptığı esnada Abdullah Öcalan avukat görüşmesinde, Duran Kalkan Med Tv’ de Almanyanın katilleri koruduğunu, kendilerinde cinayet işleyen bir çok katilin Süleymaniye üzeri Almanyaya geldiğini ve Almanya’ nın bu katilleri himaye ettiğini söylemişti.

Yine Öcalan’ın karanlık emellerini farkeden ve bu yüzden Avrupa ya gelen Avukat Hüseyin Turhallı sizin ihbarlarınız sonucu tutuklandı. Kardeşimin arkadaşları, tarikatınızı reddeden Küçük Zeki, Yıldırım Kaya hakeza tutuklandılar.

Abdullah bey, elbette siz bütün bunları biliyorsunuz ama öfkenizin nedeni başka, teşkilatın Ergenekon gibi diyorsunki; ” Almanya tutuklamıyor, iade etmiyor, hatta yanlarına koruma veriyor.” Ergenekonu üzen, seni kahreden budur.
Evet almanya bir hukuk devletidir, senin mensup olduğun teşkilat gibi kanunsuz değildir. Bu yüzden, kuvvetli deliller olmadıkça senin sırtını dayadığın vahşi devlete siyasi bir mülteciyi vermez. Ama Almanya yine bir hukuk devletidir, kendi ülkesine sığınmış sığınmacıların can güvenliğini sağlamakla yükümlüdür.  Herhalde sen herhalde teşkilatınla birlikte artık kolayca bizi öldüremediğin için bu koruma işlerinden rahatsızsın, belli oluyor!

“Almanya Türkiye’ ye karşı suç işlemiş kişileri, iade etmeyip koruyor, bu yüzden Almanya’ yı suçüstü yakaladım” sözü Türkiyenin içişleri bakanı söylemiş olsaydı, üzerinde fazla düşünmeden geçerdik. Ama bu sözü bir zamanlar PKK örgünün yöneticiliğini yapmış bir kişi tarafından kendi eski arkadaşları için söylemişse, üzerinde düşünülmesi gerekir. Ve düşünebilenler Abdullah Öcalanı suçüstü yaklamış olurlar.

Öcalan’ın önemli bir itirafına değindikten sonra, diğer yalanlarına geçmek istiyorum. Sözü geçen avukat görüşmesinde şu itirafta bulunuyor:

“Burada (İmralı) benimle görüşmeye gelen Albay, “Bu sorunu kendi aramızda, biz bize çözelim, bu alçaklar kardeşleri birbirine boğazlatmak istiyor” dedi. Ben de “Evet, bu sorunu kendi aramızda, biz bize çözelim. Dış güçlere havale etmeden, ABD’ye, AB’ye havale etmeden çözelim” dedim. ”Benim Ergenekon ile olan ilişkimi bu görüşmeye dayandırıyorlar. Benimle görüşmeye gelen kişi Kıvrıkoğlu’nun temsilcisi sıfatıyla gelmişti. Ben halen de söylüyorum, biz bu sorunu kendi içimizde çözelim”

Yani Ergenekoncular, Abdullah’ a biz bu sorunu kendi aramızda çözelim, Avrupa ve Amerika alçakları bu işle uğraşmasın. Biz birlikte halledelim demiş.
Abdullah da  onlara evet demiş. On yıldan beri kendi arlarında sorunu nasıl çözdüklerine dünya alem tanıktır. Bombalama göçertme, katliam, ortaklaşa karakol bombalama, birlikte çarşılara bomba atma, gerilla da ve Kürtler içinde Kürt yurtseverlerini katletme, Kemalizmi birlikte diriltme, Türk milliyetçiliğini birlikte geliştirme ve böylece kendi aralarında çözme! Zaten bu Avrupa ile Amerikada olmasaydı, daha doğru bir deyimle Dünyadan olmasaydı şimdi çoktan Mustafa Kemal gibi veya Ermeni’ lere yapılanlar gibi, işi kökten halletmişlerdi ama işte bu “alçak” Amerika ile Avrupa bırakmıyor!

Öcalanın ikinci büyük yalanına geçmeden önce, kısa bir açıklama yapmak zorundayım. Mart 2007 Tarihinde kitabım Sırlar Çözülürken İstanbul da Doz yayınları tarafından yayınlandı. Bu kitapta Ergenekon örgütünü, bu örgütün işlediği büyük cinayetleri ve bu örgütün üyelerinden biri olan Öcalanı anlattım. Sırlar çözülürken kitabı yayınlandıktan uzun bir müddet sonra Türkiyenin gündemine düşen Ergenekon operasyonlarında ele geçen belgeler yazdığım kitabın birer kanıtı gibidirler. Ve Savcı Ergenekon iddianamesinde Öcalan’ ı da işaret edince, büyük bir telaşla, deşifre olmaması için bizi hedefleyerek, onu gösteren parmakları bize çevirmek istiyor.

İkinci büyük yalanı:

: “PKK içerisindeki çetelerin dış güç bağlantılarının iyi çözülmesi gerekir. Çeteleşme 1986 yılında başlar. Anlayış olarak daha da eskiye dayanır. Şahin Dönmez’l e, Yıldırım Merkit’ le başlayan bir süreç var. Şahin Dönmez cezaevindeyken içimize bir bayan göndermişti, Aysel’ di adı. Çok garip bir bayandı. Oraya buraya koşturuyordu; Bingöl’e, Karakoçan’a gidip geliyordu. Tuhaf hareketleri vardı. Yine Fuat arkadaş, Ali Haydar Kaytan’ın eşi, ismini hatırlayamıyorum şimdi, onun da benzer şeyleri vardı. Bunların amacı PKK ‘yi içten ele geçirerek çökertmekti. Bunun için birçok yol denediler, kadınları kullandılar.”

Yukarda adları geçen Şahin Dönmez, Yıldırım Merkit ve Cemile Merkit. Dersimli’ dirler. Bir zamanlar Abdullah Öcalan’ ın en çok güvendiği kişilerdi. Şahin dönmez 1979 Tarihinde Elazığ’ da tutuklandı, soruşturmada çözüldü, bildiği bilgilerin hepsini polise verdi. Diyarbakır cezaevinde itirafçı oldu. Bu günkü Ergenekoncuların seni kullandıkları gibi, O’nu kullandılar. Tahliye olunca askere gitti. Askerden dönünce İstanbul’ da  nalburcu dükkanında çalışırken, PKK nın bir militanı tarafından öldürüldü.

Yıldırım Merkit, Diyarbakır cezaevinde itirafçı oldu, senin kadar olmazsada Kemalizmi övdü, tahliye olunca yurt dışına çıktı. Romanya da bir Fırında çalışırken öldürüldü.  Cemile Merkit, babası, arkadaşları kardeşi örgüt tarafından öldürüldüğü için örgütten ayrılmış, İsveçte  hala yaşıyor.
Bunların hiç birisinin dış güçlerle har hangi bir ilişkisi olmamıştır. Şahin Dönmez ile Yıldırım Merkit ‘iç güçlerle yani senin ilişki içinde olduğun güçlerle ilişkileri vardı. Onlarda kullandıktan sonra öldürmen için, önüne attılar.

Öcalan’ ın Üçüncü yalanı

“Özellikle Mahsum Korkmaz arkadaşın öldürülmesinde PKK içerisindeki çetelerin parmağı vardır. Öyle söylendiği gibi askerler öldürmemiştir.”

Bu güne kadar Kuzeyli kürtlerin büyük bir çoğunluğu Mahsum Korkmaz’ ın Türk askerleriyle girdiği bir çatışmada öldürüldüğünü biliyordu.
Nihayet sen herkese açıkladın!

“Öyle söylendiği gibi askerler öldürmemiştir”

Biz yıllardır Mahsum’un bir çatışmada öldürülmediğini söylüyorduk, müridlerin inanmıyordu.
Nihayet sen itiraf ettin. O zaman Kürt kamuoyu adına, sana bazı sorular sormak istiyorum.
Kürdistanlı bu en büyük komutanını katleden bu çeteler kimlerdi?
Ona kim veya kimler komplo kurmuştu?
Sana yapılmamış komplolar hakkında yüzlerce sayfa yalan düzüyorsun da, bu komutana yapılan komplo hakkında neden ketumsun?
Bekaa vadisinde 1988 de Şahin Baliç’ i kurşuna dizmeden önce “Mahsum Korkmaz’ a bu komplo yapmış” dedin mi?
PKK dökümanlarında adı Hogir olarak bilinen kişi, sanık sandalyesine oturtulduğunda, bu kez “Mahsum’ un katili budur” dedin mi?
Şemdin Sakık senin teşkilatı terk edip KDP ye gittiğinde, bu kez Şemdin’i Mahsum’ un katili ilan ettin mi?
Bu kadar yalanı atmaya niye ihtiyaç duydun Abdullah?

Mahsum’ mu Şahin Baliç öldürdüyse, Şahin, Mahsum’un öldürülmesinden sonra da yıllarca senin emir erin olarak çalıştı.
Mahsum’ u Hogir öldürdüyse, O’da yıllar sonra emrindeki en iyi komutandı!
Şemdin Sakık öldürdüyse, Mahsum’un ölümünden sonra en az on yıl senin bir numaralı adamındı?
Askerlerin Mahsum’ u öldürmediğini kesin olarak sen söylüyorsun.
Katilin ayak izleri senin kapına geliyor, bu kadar yalanı atmanın nedeni bu  değil mi Abdullah?

Abdullah’ın dördüncü yalanı:

“Benim çocukluk arkadaşım olan Hasan Bindal’ ın öldürülmesi de yine çetelerin işidir. O dönem bir tatbikat vardı, Hasan Bindal gitmek istemedi, ben “git, izle, neler oluyor gör” dedim. O tatbikatta Hasan öldürüldü. Ben olay yerine gidip inceleme yaptım. Hasan’ı öldüren kurşun 300 metreden atılmıştı ve özel yapım bir kurşundu, vücuda girince patlayan bir kurşundu”.

Hasan Bindal öldürülmeden önce, Bekaa’ da, 22 Kürt gencini Türk ajanıdır gerekçesiyle tutuklamıştın. Bunlara akla hayala gelmedik işkenceler yaptırmıştın, en az yarısını öldürtmüştün. Bütün bu işkenceleri Hasan Bindal ile Şahin Baliç’e yaptırmıştın. Televizyonlar ve basın aracılığıyla attığın yalanlar kimse tarafından yutulmayınca ve yalanların açığa çıkmaya başlayınca, telaşa kapılarak Bekaa vadisinde tatbikat düzenlemiştin, Hasan gitmek istemiyordu, sen “git izle neler oluyor gör” diyerek Hasan’ı göndermişsin.
Senin teşkilatının yani Ergenekon’un adamları, özel yapım bir kurşunla Hasan’ı vurmuşlar. Ve sen bunu bahane ederek Şahin Baliç’i de kurşuna dizerek zaferini ilan etmişsin.
Peki ne oldu?
Hani Bekaa’ ya 22 ajan gelmişti?
Hani seni öldürmek istemişlerdi?
Ölenlerden ve sağ kurtulanlardan hangisi ajandı?
Ve sen ”beni öldürmek istiyorlar” diye kaç masumun kanına girdin?
Yüzün açığa çıktı, maskelerin düştü, kurtulamazsın!

Artık yalanların yeter, başka konuya geçelim:
Şu Orgeneral Yaşar Büyükanıt Suikasti üzerinde duralım mı?
Bu konuda sen ne demişsin? Önce onu aktaralım:

”Hatta o dönem Büyükanıt’a bir suikast girişiminin olduğunu da ben çok sonradan öğrendim. Büyükanıt o dönem Diyarbakır’da alay komutanıydı, televizyonlara çıkarak “PKK çok iğrenç, çok vahşi bir örgüttür” diye açıklamalarda bulunuyordu. Çürükkayalar, iki kardeşini yitirmiş birinin sırtına bombaları bağlayıp suikast için göndermek istiyorlar. Sonradan araştırdım, kendi yoldaşlarını öldürmek istiyor. Demek ki öyle kirli işler var ki, bu şekilde bunları örtmek istiyorlar. Zaten iki kardeşini yitirmiş birini ölüme göndermek vahşettir.

Abdullah Öcalan, Çürükkayalar derken bir hileye başvuruyor. Kardeşim ile beni özdeşleştiriyor. Oysa ben 1993 yılından beri Öcalan’ı Suriye ve Türk devletinin Kürt halkına karşı kullandığı bir piyon olduğunu fark etmiş, bu konuda kitap yazarak teşkilatına karşı koymuştum. Kardeşim ise o dönem hala örgütteydi. Daha benim gördüklerimi görememişti.

Büyükanıt Süikasti bu tarihlerde olmuştu. Öcalan bir şeyler geveliyor, canlı bomba olarak gönderilen soy ismi Marangoz olan kişiye acımış gibi görünerek “vahşettir” diyor, ne kadar insancıl olduğunu anlatmaya çalışıyor. Ama asıl olarak Sait’i Alman devletine ve kendi efendilerine ihbar ediyor.
Zilan kod adlı adlı militan Dersimde canlı bomba olarak kendini patlatarak, 6 rütbesiz askeri öldürdüğünde, Öcalan bunu kahramanlık eğlemi olarak değerlendirerek Zilan’ı tanrıça ilan etmişti.

Kürt halkının dünyasını başına yıkan generale karşı yapılan canlı bombalamayı ise, vahşet olarak niteliyor!
Burda da kendini ele veriyorsun.
Oysa o eyleme teşebbüs eden yaşlı adam Kürt katliamcısı Yaşar Büyükanıt’ ı cezalandırmak için, bombayı bir türlü patlatamamış ve yakalandığında polis soruşturmasında sarfettiği gazetelere de yansıyan son sözü Öcalan’ ın yüzüne savrulan tükürük gibiydi:
“Başarmadığımdan dolayı çok pişmanım!”
Öcalan ise binlerce Kürdü öldürten Tansu Çiller için:
“Biz Tansu Çiller’i öldürelim, sorumluluğu siz üstlenin” diye teklifte bulundular. Ben bu teklifi kabul etmedim, ben ancak kendi eylemlerimizin sorumluluğunu üstlenirim dedim. Kaldı ki, ben böyle bir eylemi tasvip de etmiyordum.”
1993 lerin savaş Generali Doğan Güreş için de şunları söylüyor:
“Benimle ilgili iddianamede Doğan Güreş’in zehirlenmesinde benim rol aldığımı söylediler. Oysaki ben bunu iddianame ile öğrendim. Ben mahkemede savcıya da bunu söyledim. Benim bu olayla bir ilgim yok, ben olayı burada öğrendim dedim.”
Savcıya yine yalan söylemişsin be Abdullah, ”Komutanlara askerleri tarafından zehir verileceğini duydum. Hemen engelledim. Ardından haberim olmadan bizim örgütün il sorumlularının bilgisi dahilinde, kendi başlarına komutanları zehirleme teşebbüsüne girişmiş ama başarmamışlardı. Haberi duyunca küplere bindim. Olaya adı karışan iki asker , bir müddet sonra Bekaa’ ya geldiler. Bu iki askere yardımcı olan bizim örgütün İstanbul sorumlularıydı.

Birisinin adı İhsan Beşkardeş’ti. Diğerinin adı İlhan Çiftçi’ydi.
Kimseye çaktırmadan dört ay içinde dördünü de farklı taktiklerle öbür dünyaya yolladım” deseydin, daha dürüst davranmış olurdun.
Ama işte sende o yok!

Generalle karşı yapılacak olan eyleme vahşet dersin, Tansu Çiller gibi gibi bir katile karşı yapılacak eyleme karşısın, Kuvvet komutanlarını zehirleme teşebbüsünde bulunanların hepsini yok edersin! Kadınları çocukları, rütbesiz askerleri ve masum Kürtleri öldürmekten ve zavallıların senin için kendilerini yakmaktan zevk alırsın! Bunlar bile senin  kim olduğunu anlatmaya yetmiyor mu?

Ve son olarak, senin Çürükkayalar’ a karşı telaşının nedenini açıklıyorum.
Seninle bizim aramızda kişisel bir husumet yoktur. Bizler aile olarak, yaklaşık otuz yıldır Kürt halkının haklı davasının en ön saflarında, hiç bir çıkar beklemeksizin, mücadele ettik.

1990 lardan sonra senin satılmış biri olduğunu ve Kürt halkının düşmanlarıyla birlikte Kürt halkına karşı savaştığını fark ettik.
Dolayısıyla bu kirli savaşta yer almayacağımızı, kan dökmeyeceğimizi söyledik, ateş, kan ve barut içinde, ihanet çemberinde sana ve efendilerine karşı çıktık.

Ve o günden sonra, senin karanlık yapını ve ihanetlerini anlattık.
Sen ise Türk devleti ile birlikte çalışarak, bizi ihbar ederek Türk devletine teslim ettirmek istiyorsun.
Zaten senin ihbarların sonucu Türk devleti Kardeşimi Almanya’ dan istedi.
Ve Almanya kardeşimi tutukladı.

Ama Türk devletinin kardeşim hakkında Alman savcıya yolladığı iddialar  hukuken geçersiz olduğu için, talebi ret edildi.
Bunun üzerine Türk devletinin avukatları davayı yüksek mahkemeye götürdü.
Bundan 13 gün önce, davanın 10 Eylül’de Yüksek Mahkeme’de görüleceğine dair, bize tebligat yapıldı.
Aynı bildirim Türk devletine de yapılmıştır. Biliyorum ki Türk devletine yapılmış bildirim, sana da yapılmıştır.
Ve senin Ergenekoncu efendilerin: ”bizim gönderdiğimiz beşyüz sayfalık belge Alman mahkemelerine yetmedi, biraz da senin ihbarlarına ihtiyacımız var” deyip seni konuşturuyorlar.

Ve sen yalan üzerine yalan, iftira üzerine iftira atıyorsun.
Senin kimin adamı olduğun belli artık.
Kürt katili Veli Küçük’l e, şu anda Ergenekon üyesi olarak tutuklanmış, daha önce seni yöneten genrrallerle, aynı görüşleri savunuyorsun..
Ergenekoncular, görünümde bile olsa Amerika ile İsraile karşıdırlar, sende de öylesin. Ergenekoncular, Kürdistan’ın güneyindeki Kürt Federe Devleti’ne karşıdırlar, sen de şiddetle karşısın.
Onlar Kemalizmi kendilerine rehber alıyorlar, sen Kemalizmi güncelleştirelim dersin.
Onlar Kuvay-ı Milliye’yi kuruyorlar, sen bir ağız değişikliği ile ‘Kuvay-ı Demokrasi’yi önerirsin.
Onlar Türkiyenin Avrupa birliğine girmesine karşıdırlar, sen Kürt halkına Avrupa düşmanlığı yayarsın..
Onlar AKP hükümetine şiddetle karşıdırlar, sen sadece hükümete karşı şiddeti vaaz edersin.
Onlar Türk ordusuna toz kondurtmuyorlar, sen onlardan daha orducusun.
Onlar dış güçler Kürtleri kullanıyor derler, sen aynı sözleri tekrarlarsın.
Onlar Kürt sorununa siyasi bir çözüm bulmak ve sorunun siyasileştirmek isteyen kişileri ‘dış güçlerin ajanı’ olarak değerlendirirler, sen daha açık olarak bizlerin, Sayın Melik Fırat’ ın Ve Sayın Sertaç Bucak’ın adını vererek efendilerine hizmet edersin.
Onlar PKK’ nın terörist bir hareket olmasını ve öyle de kalmasını istediler.
Sen de PKK nın terörist damgası yemesi ve öyle kalması için, her türlü yola başvurdun.

İşte sen bütün bu yüzlerinle açığa çıktın. ‘Almanyayı suçüstü yakladım’ derken kendin suçüstü yakalandın.

Selim Çürükkaya, 27.07.2008

 

Selim Çürükkaya

1954 te Bingöl' de doğdu. Öğretmen okulundan mezun oldu. Siyasi nedenlerle on bir yıl hapis yattı. Gazeteci ve yazar. Yayınlanmış 10 Kitabı var. Siyasi mülteci olarak Almanya'da yaşıyor.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu