
Çeto Ömeri
Yolculuğumuz İsveç’e uzandığında, Dalkurd ile Assyriska futbol takımları arasındaki maçı izledik. O anda, yüzyıllar önce Medlerle Asurlular arasındaki savaşların tarihsel yankısı zihnimizde canlandı. Bir zamanlar Medler Asurluları mağlup etmişti; o gün ise Medlerin torunları olan Kürtlerin takımı, Asurluların torunlarına karşı sahada galip geliyordu. İşte o sırada Mehmet Selim, Medlerin zaferinden başlayarak günümüze uzanan; direnişi, ihaneti, özgürlüğü ve hafızayı bir araya getiren bir roman fikrini dile getirdi. Hatta romanın, atom üretimi ve direniş tarihine dair bu sahneyle açılabileceğini söyledi.
Kafdağındaki Filozof: Mitolojiden Direnişe, Hafızadan Özgürlüğe
Tarih, Kimlik ve Hakikat Arayışında Kürt Romanının Felsefi Katmanları
Kafdağı’ndaki Filozof romanının fikri, yazar Mehmet Selim’in Norveç’te bana misafir olduğu günlerde yaptığımız tarihî bir yolculuğun ardından doğdu. Norveç’in Rjukan bölgesindeki Vemork ağır su tesisleri, II. Dünya Savaşı’nda Nazilerin nükleer silah üretiminde kritik bir merkez hâline gelmişti. Ancak 1943 yılında Norveçli ve İngiliz direnişçilerin gerçekleştirdiği efsanevi sabotaj, Hitler’in nükleer hayallerini bozguna uğrattı. O gün Vemork’un soğuk duvarları arasında dolaşırken şunu konuştuk: Eğer Hitler bu süreçte başarılı olsaydı, Londra, Paris ve Moskova üzerine atom bombaları yağacak ve insanlık bambaşka bir tarihe uyanacaktı. Ne acıdır ki bu yıkıcı teknoloji, daha sonra başkalarının eline geçerek Hiroşima ve Nagazaki’de on binlerce insanın ölümüne yol açtı.
Yolculuğumuz İsveç’e uzandığında, Dalkurd ile Assyriska futbol takımları arasındaki maçı izledik. O anda, yüzyıllar önce Medlerle Asurlular arasındaki savaşların tarihsel yankısı zihnimizde canlandı. Bir zamanlar Medler Asurluları mağlup etmişti; o gün ise Medlerin torunları olan Kürtlerin takımı, Asurluların torunlarına karşı sahada galip geliyordu. İşte o sırada Mehmet Selim, Medlerin zaferinden başlayarak günümüze uzanan; direnişi, ihaneti, özgürlüğü ve hafızayı bir araya getiren bir roman fikrini dile getirdi. Hatta romanın, atom üretimi ve direniş tarihine dair bu sahneyle açılabileceğini söyledi. Böylece Kafdağı’ndaki Filozof, mitolojiden günümüze uzanan hakikat ve özgürlük arayışının edebî bir yankısı olarak doğdu.
Afrika kökenli kadim bir bilgelik şöyle der:
“Aslanlar kendi hikâyelerini yazmadıkça, avcılar kahraman olarak anılacaktır.”
Bu özlü söz, tarihin çoğu kez galiplerin kalemiyle yazıldığına; mazlumların, sürgünlerin ve direnişçilerin hikâyelerinin ise tarihin kıyısına itildiğine işaret eder. Oysa hakikat, resmî anlatıların satır aralarından çok, susturulan hafızaların derinliklerinde saklıdır. Mehmet Selim’in Kafdağı’ndaki Filozof adlı eseri, tam da bu susturulmuş hafızayı gün yüzüne çıkararak mitolojiden siyasete, tarihten felsefeye uzanan çok katmanlı bir entelektüel köprü inşa etmektedir.
On binlerce yıl öncesine uzanan köklere sahip Kürt halkı, sürgünlerin, zorunlu göçlerin ve tarihsel dağılmaların gölgesinde bile kadim Kürdistan’ın özgürlük ve bağımsızlık mücadelesinin özlemini diri tutmayı başarmıştır. Bu özlem, yalnızca ulusal kimliğin değil, aynı zamanda varoluşsal bir direniş bilincinin de mayasıdır. Yazarla Norveç’in fiyortlarında başlayan dostluğumuz, İsveç’in kültürel coğrafyasına uzanan sohbetlerle birleşerek bireysel bir ilişkinin ötesine geçmiş, kolektif hafızanın, sürgünün ve mücadelenin entelektüel bir yansımasına dönüşmüştür.
Yüzyıllardır süregelen inkâr, asimilasyon ve zorunlu göç politikaları Kürt halkına iki keskin yol bırakmıştır: Kendi ülkesinde kimliğini yitirip asimilasyona boyun eğmek ya da mülteci hayatını seçerek eğitim, örgütlenme ve politik bilinç yoluyla ulusal kurtuluş mücadelesine omuz vermek. Dilin, tarihin ve kültürel mirasın yasaklandığı bir coğrafyada mültecilik, Kürtler için yalnızca bir zorunluluk değil, aynı zamanda kimliğin ve hafızanın korunmasının stratejik yollarından biri hâline gelmiştir.
Yazılı bir tarihten mahrum bırakılan Kürtler, yüzyıllar boyunca hafızalarını dengbêjlerin sözlü geleneğinde korumuş; ancak son yarım yüzyılda diasporadaki entelektüel üretim ve ülkedeki kültürel uyanış sayesinde kolektif hafıza küresel bir boyuta taşınmıştır. Kafdağı’ndaki Filozof, geçmişle bugünü harmanlayarak bu entelektüel mirasa eklenen önemli bir eser olarak öne çıkmaktadır.
Romanın merkezinde yer alan Ardxuvir karakteri, Zerdeştî öğretilerin bilgeliğini modern çağın arayışlarına taşır. Onun yedi aşamalı ahlaki ve metafizik yolculuğu, yalnızca bireysel bir arınma sürecini değil; cehaletten bilgiye, zulümden özgürlüğe, karanlıktan aydınlığa uzanan felsefi bir serüveni temsil eder. Bu yolculuk, Attâr’ın Mantıku’t-Tayrındaki Sîmurg metaforunu çağrıştırır; zira hakikatin yolu yalnızca varılacak menzile değil, yolculuğun dönüştürücü özüne dairdir.
Ahura Mazda ile Ehrimen arasındaki ezeli çatışma, romanda yalnızca teolojik bir ikilem olarak değil; aynı zamanda iyilik ve kötülük, direniş ve iktidar, özgürlük ve zulüm arasındaki bitmeyen tarihsel diyalektiğin alegorik bir yansıması olarak karşımıza çıkar.
Eserin politik boyutu, Ahmedê Xanî’nin ulusal kimlik, özgürlük ve bilinç üzerine geliştirdiği fikirleri çağdaş bir yankıyla yeniden üretir. Med kartalı Bira Xort’un ihanetle katledilişi, yalnızca mitolojik bir motif değil; iktidar ile direniş arasındaki kadim çatışmanın sembolik bir temsilidir. Çünkü her iktidar kendi karşıtını, her zulüm kendi direnişini yaratır.
Kürtlerin tarihsel hafızasında dağlar, yalnızca coğrafi bir unsur değil; devletsizliğin, direnişin ve özgürlük arayışının politik bir metaforu olarak öne çıkar. Dağ, şehirlerin ve ovaların iktidarına karşı hem fiziksel bir sığınak hem de ulusal varoluşun son kalesi olarak anlam kazanır.
Eserdeki Êzdayetî inancı, “İyi düşün, iyi konuş, iyilik yap” ilkesiyle ahlaki bir omurga inşa eder. Marê Reş, Teyrê Baz ve Kutik gibi figürler yalnızca mitolojik değil; aynı zamanda etik, politik ve kültürel anlamlarla yüklü semboller olarak işlev görür.
Romanın doruk noktası, halkın zalim Dahaq’ı devirip zaferini ateşlerle kutladığı sahnedir. Bu sahne, yalnızca Demirci Kawa efsanesine değil; aynı zamanda Newroz’un tarihsel ve politik anlamına da güçlü bir göndermedir. Böylece kolektif hafıza, özgürlük ve direniş arzusunun en canlı simgesine dönüşür.
“Kendi hikâyemizi yazmadıkça, başkalarının yazdığı tarihin yalnızca seyircisi oluruz.”
Sonuç olarak Kafdağı’ndaki Filozof, yalnızca bir roman değil; tarihin, mitolojinin, felsefenin ve ulusal özgürlük mücadelesinin kesişiminde doğan çok katmanlı bir entelektüel manifestodur. Mehmet Selim’in kalemi, mitolojiyi nostaljik bir unsur olmaktan çıkararak hakikat ve özgürlük arayışının felsefi bir aracına dönüştürür ve bize bir kez daha hatırlatır:
“Kendi hikâyemizi yazmadıkça, başkalarının yazdığı tarihin yalnızca seyircisi oluruz.”