Dizi Yazılar

Karanlık bir geçmişten Güzel bir Bahçeye 1

“Bahçeniz çok güzel” deyince, uzunca yüzüne bir gülücük yayıldı. “Evet” dedi. Eliyle bana yol göstererek bahçeyi gezdirmek istedi.

Selim Çürükkaya / Irak Parlementosunun Kürt Milletvekili Renas Cano, Duhok’ta akşamüzeri kulağıma eğilerek: “Bu gece yaşlı bir adama misafir olacağız” dedi. Gün boyu aynı evde kaldığımızdan zaten canım yeterince sıkılmıştı. Değişiklik benim için de iyiydi. “Kimdir, neden gidiyoruz?” demeden ”Tamam” dedim Renas’a.

Güneş batınca Renas Cano’nun şoförü Semir bizi almaya geldi. Landrower araba kapıda bizi bekliyordu. Semir belindeki dabancasıyla her zamanki gibi direksiyonun başında sabırla bekliyordu. Arabadaki yerlerimizi alınca, bimediğimiz bir yöne doğru hareket ettik. Ama yolculuğumuz fazla uzun sürmedi. Semir gösterişsiz, tek katlı bir binanın önünde arabayı park etti. Biz arabadan inerken duvardaki demir kapının gıcırtısıyla o tarafa baktım, uzunboylu bir genç bizi içeriye davet diyordu. Üçümüz kapıya doğru yürüdük. İçeri geçince, bakımlı, kocaman bir bahçeye girdik.

Bizi, uzunboylu, yaşı yetmişe yakın ama yıpranmamış bir erkek karşıladı. Elini uzatarak Kurmanci diliyle “Hoş geldiniz” dedi. Kartal bakışlı, çok şey yaşamış, gün görmüş bir adam olduğu hemen ilk anda anlaşılabiliyordu.

“Bahçeniz çok güzel” deyince, uzunca yüzüne bir gülücük yayıldı. “Evet” dedi. Eliyle bana yol göstererek bahçeyi gezdirmek istedi.

 

Yürüdüğümüz zemin yemyeşil bir halı gibi çimle döşenmişti. Az ileride yaklaşık 12 metre uzunluğunda altı metre genişliğinde, üç metre derinliğinde bir havuz vardı. Suyu durgun ve berraktı. Oraya doğru yürüdüm, kulaklarımda adamın sesi… Havuzun ölçülerini anlatıyordu.

 

Havuzun etrafında mermerden taşlar döşenmişti. “Suyu nasıl temizliyorsun?” soruma “filitresi var” dediğinde, adam daha da dikkatimi çekmeye başladı. “Ne kadar büyük bu bahçe?” dediğimde, “3000 metrekare” cevabını verdi.

Havuzun yan tarafındaki ağaçlara yönlendirdi bizi. Tek sıra dikilmiş, buraya özgü bir yeşilliği vardı ağaç yapraklarının. Kızarmış narlar ay ışığında parlıyordu. Elimi uzatıp kopardığım inciri ısırdığımda sanki ağzıma bal damlıyordu. Elma,  armut, hurma, limon ağaçları kolkolaydı burada.

Ağaçlık alanı geçip duvarın kenarına vardığımızda bir tavuz kuşunun orada tünediğini gördüm. Kuşa yanaşıp yakından incelemeye çalıştım. Adam: “Bundan dokuz tane var, çok sayıda  yavruları, her biri bir yerde saklanır, şafak vurunca bütün ihtişamlarıyla süslerler bahçeyi” dedi.

Bahçedeki çimlerin korunması konusunda bilgilerini sınadım. Herşeyi biliyordu. Oturacağımız yere doğru geldik. Nesi olduğunu bilmediğim genç adam masayı kurmuştu. Bahçeden toplanmış taze meyveler bir tepsiye, sebzeler bir başka tepsiye sanatkârane dizilmişti. Tabaklar, bıçaklar, çatallar hazırlanmıştı. Henüz kartondan çıkarılmamış, Türkiye’de üretilen iki adet Tekirdağ Rakısı  küçük bir masanın üzerine konulmuştu.

Oturmadan önce adam bize bahçenin binasını da göstermek istedi. Binanın kapılarının önünde uzunca, ama yepyeni olduğu anlaşılan bir Landrower park edilmişti. Uzunca tek katlı binanın kapısından içeri girice, duvarlar boyunca koltuklar konulmuş, orta yerlere küçük masalar yerleştirilmişti. Burası sadece sohbet edilecek uzunca bir salonu andırıyordu.

Bir koltuğun üzerindeki kaleşnikof silahı ve takılı şarjörü dikkatimi çekti. Başka bir koltuğun üzerinde bir takım peşmerge elbisesi vardı

 

Adam daha benim için esrarengizdi. Kim olduğunu bilmiyordum. Binanın salonundan çıktık, bitiğişinde bir tuvalet ve kocaman bir duş yeri vardı. Oralara da bakınca oturacağımız masaya doğru yürüdük. Adam ile Renas sohbete daldılar. Ben tadlarını çocukluğumdan hatırladığım meyvelerle sebzeleri yiyerek hafiften kadehime doldurulan aslan sütünden birer yudum alıyordum.

Renas ile adamın konuşmalarına kulak kesildim. Adam 14 yıl Hollanda’nın Denhak kentinde mülteci olarak kalmış, Saddam Hüseyin devrilince ülkesine dönmüştü. Ağalardan, zenginlerden nefret ediyordu. Dinle-imanla pek arası iyi değildi.

Müslümandı. Ama dini, yoksulları aptallaştıran bir hap gibi görüyordu. Anlaşlan yaşadığı hayat ona çok şey öğretmiş,  ellerini, ayaklarını, beynini bağlayan görünmez  bağlarını kopartmıştı.

Renas Cano ile olan sohbetinden bu adamı iyice merak etmeye başladım. Kendi kendime “bu gece değil ama, sakin bir kafa ile bu esrarengiz adamı mutlaka dinlemem gerekir” kararına vardım. Yaşamının kenarından kıyısından bir şeyler öğrendim. Adının da Ahmed Sikrini olduğunu söyledi. Daha doğrusu adının Ahmed olduğunu kendisi, soyadının da Sikrini olduğunu Renas Cano söyledi.

Ahmet kim? Sikrini ne?

 

Kimdir Ahmed Sikrini?

DEVAM EDECEK…

Selim Çürükkaya

1954 te Bingöl' de doğdu. Öğretmen okulundan mezun oldu. Siyasi nedenlerle on bir yıl hapis yattı. Gazeteci ve yazar. Yayınlanmış 10 Kitabı var. Siyasi mülteci olarak Almanya'da yaşıyor.

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

Başa dön tuşu