Bıçak kemiğe dayandı
Selim Çürükkaya / Diyarbakır başkaldırısı tartışılıyor,
kimileri yeriyor, kimileri övüyor,
kimileri teşvik ediyor! Kimileri suskun,
kimileri provakasyon olarak değerlendiriyor,
kimileri yasadışı buluyor.
Ben Diyarbakır başkaldırışını haklı ve meşru olarak değerlendiriyorum………
Dört hak kitap ve bir bütün olarak insanlığın etiği, Diyarbakır halkı ile birliktedir diye düşünüyorum.
Zira biliyorum ki 1978 tarihinde sıkıyönetim ilan edildiği günden beri Diyarbakır baskı altında.
Diyarbakır bir hapishane, Diyarbakır esir, Diyarbakır işkence merkezi.
Elimi vicdanıma koyup yemin ediyorum ki;
Diyarbakır’da her aileden bir kişi mutlaka ya tutuklanmış ya da işkence görmüştür.
Yine elimi vicdanıma koyuyor ve diyorum ki;
25 yıldan beri Diyarbakır’lılar korkusuz tek bir gece uyumamışlardır.
Biliyorum ki 12 Eylül askeri Cuntasından önce Diyarbakır’ ın nüfusu altıyüzbindi.
Bugün iki milyona yaklaşmışsa:
Kürdistan köylerinde Türk ordusunun zulmüne dayanamayan köylülerin Diyarbakır’a sığınması sonucudur.
Yıllarca dünyanın en acımasız işkenceleri bu kentte uygulanmıştır.
Korkunç bir yoksulluk ve safalet bu kentte yaşanmıştır.
Ve insanların yüreklerine bu kentte 27 yıldır korku salınmıştır!
27 yıldır sıkıyönetim ve olağanüstü hal var.
27 Yıl tank top, mitralyöz 27 yıldır hapis polis asker, tutuklanma işkence, ölüm orucu, yürüyüş cenaze töreni kepenk kapatma!
27 Yıldır umutsuzluk, çaresizlik!
Ne yapsın bu halk?
İslam’ın hak kitabı Kur’an “Zalimlere ve zulme karşı direnin” der.
Türk devletinin yaptıklarını ne Tevrat, ne İncil, ne Zebur kabul eder.
Bu zulmü kabul edip susan bir halkı, dünyanın bütün kitapları lanetler!
Diyarbakır halkı çok daha önceden yapması gerekeni nihayet bugünlerde yaptı.
Bu silahsız ve günahsız bir başkaldırıydı.
Bu beyinde ve yürekte bir isyandı.
Bu zulüme meydan okuma ve bütün dünya insanlığına “Diyarbekir’ce bir seslenişti.”
Bu meşru başkaldırının aşırılıkları olmuştur.
Kent kendi camlarını taşlamamalı, kendi arabalarını ve binalarını ateşe vermemeliydi.
Ama bilenler bilir, 27 yıldır insanların yüreğinde inşa edilen zulüm kaleleri o gün yıkıldı.
Duyguların isyanlarda olduğu bu gibi ortamlarda, akıl arka planda kalır.
Buraya kadar Diyarbekir Halkı ve diğer şehirlerin bu zülme „dur” demesi,
Bu hayasızlığa, bu vahşete rest çekmesi kadar soylu bir davranış olamaz.
Bu olayın insani boyutudur.
Olayın Politik boyutuna gelince o zaman işler değişir.
Somut olarak olayı izah etmeye çalışırsam, kim ve ne bu başkaldırıya neden olursa olsun halk zalime ve zulme karşı adaletin baltasını kaldırmıştır!
Bundan sonra baltayı kendi ayağına mı, zalimin başına mı vuracaktır, sorunuyla karşı karşıyadır!
Veya baltadan daha yumuşak bir araçla izah edersem halk zalim ve tecavüzcüye “dur” demiştir!
Geri adım atıp daha kötü bir konuma düşmemesi için ne yapmalıdır?
Kuzey Kürdistan´da halkını korkutabilen ve korkutarak ona boyun eğdiren ve korkutarak harekete geçiren iki güç vardır:
Birincisi Büyükanıtın gücü, ikincisi Büyükanıtın misafiri Abdullah Öcalan’ın gücü!
Bu ayaklanmalar anında üçüncü bir güç devreye girip kurgulanan oyunu bozmadıkça;
Baltalar hep halkın ayaklarına inecek, stratejiyi hangi güç belirliyorsa o kazançlı çıkacaktır.
Üçüncü bir halk gücü devreye girer, akıllı yöntemlerle meşru yollardan zulme karşı direnir,
Ortadoğu da statükoyu bozan güçlerle ilişkiye geçip Türk ordusunun zulmünü teşhir ederse,
“Bu oyun bozulur.”
Türkiye´deki generellerin rejimi çatırdamaya başlar.
Kürt halkına sürekli “aman Provakasyona gelme” diye çağrılar yapıp boyun eğmesini vaaz etme yerine hangi nedenle olursa olsun, Zulme karşı meşru müdafaya kalkmış bir halkın mücadelesine baş kaldırı anında yön vermeye kalkmak daha doğrudur diye düşünüyorum.
Şu anda Diyarbakır’da olabilseydim, katledilmiş bir çocuğun cenaze törenine katılmak için evimin bahçesinde mezarımı kazar, kefenimi giyer ve gider cenaze törenine katılırdım.
Bir daha ki cenaze törenine Diyarbekir’de ve Batman’da, herkesin bahçesinde mezarını kazıp, kefenini giyip, cenaze törenine katılmasını isteyecektim.
Yeter artık bıçak kemiğide geçti!