Eşeğ ikinci kez kandırmak
Selim Çürükkaya / Uzun bir süreden beri veya zorunlu olmadıkça yazı yazmıyordum.
Oysa eskiden böyle değildim.
Yazmayınca bir sıkıntı basardı beni bunalıma girerdim
Birkaç gün önce Rizgari Online’den bir teklif aldım. Arkadaşlar bana, belli aralıklarla yazmam önerisinde bulundular. Kabul ettim, “yazacağım” dedim. Benim için ilk yazı hep önemli olmuştur. İşlerimin yoğunluğu arasında düşündüm.
Bu ara yazacağım sayfada Necdet Buldan‘ın bir yazısı yayınlandı. Anlatılan öyküyü okuyunca, yazacağım yazının konusu kafamda şekillendi. Anlatacağım öykünün Zazaca versiyonunu geçen yıl bir köylüm bana anlatmıştı.
Son yirmi yıldır yüzlerce kez yanıltılan toplumumuzun halini çok iyi anlattığı için bunu size anlatmak istiyorum:
Öykümüzün kahramanı bir köse!
Köse öylesine yoksulmuş ki, büyük bir köyde oturmasına rağmen bir eşeği, bir de eşinin yalnızca bir altını varmış.
Günlerce düşünmüş, planlar yapmış, yaptığı planları bozmuş, en sonunda kararını vermiş; eşeğini hazırlamış.
Sonra da eşinden altınını istemiş. Eşi altını vermek istememiş ama sonunda Köse’nin ısrarlarına dayanamamış.
Köse‘nin avucuna altınını bırakmış.
Sabah erkenden eşeği ile hayvan pazarına gitmiş bizim Köse.
Ve normal eşeklerin fiyatı 200 lira iken, Köse, cebindeki altını eşeğin kuyruğunun altına yerleştirmiş.
“Bu eşek 200.000 Liraya Satılıktır” yazısı bulunan bir levhayı da eşeğin boynuna asmış.
Müşteriler meraklı gözlerle bu levhaya bakıp geçmişler.
Ticaret yapmak amacıyla hayvan pazarına gelen üç kardeş, eşeğin boynundaki yüksek fiyatı merak etmişler.
Köse‘ye eşeğin neden bu kadar pahalı olduğunu sormuşlar.
Köse‘nin yanıtı hazırmış:
“Bu eşek bol arpayla beslenir geceleri de altına halı serilirse her sabah bir altın sıçar!” demiş.
Birbirlerinin suratına bakıp gülümseyen üç kardeşin inaçsızlıklarını gözlerinden okumuş.
Köse: “İnanmadınız, değil mi? Kolay bakın şimdi gözlerinizle göreceksiniz!” demiş ve yumruğuyla eşeğin kuyruğunun köküne vurmuş.
Sarı altın yere düşmüş, küçük kardeş altını yerden almış, ağabeylerine göstermiş.
“Evet hakiki sarı altın” demiş üç ağız birden.
Ve hemen 200,000 lira Köse‘nin avucuna sayılmış.
Köse, o gün sıçılan altının kendisine ait olduğunu söylemiş ve eşeği üç kardeşe teslim ederek evine geri dönmüş.
Yolda uzun süre kendi aralarında tartışan kardeşler en sonunda anlaşmış.
Eşek ilk gece büyük kardeşde kalacakmış!
Altına halı serilmiş bol arpa verilmiş!
Büyük kardeş sabah erkenden eşeğin gübresini elleriyle karıştırmış.
Ama altını bulamamış yanıldığını anlamış bunu kimseye anlatmamış.
Akşam eşeği ortanca kardeşe teslim ederken bir altın sahibi oduğunu söylemiş!
Ortanca kardeş sabah gübreyi elleriyle eşelemiş o da yanıldığını anlamış kardeşlerine anlatamamış!
Bir gün sonra üçüncü kardeş de yanıldığını anlamış!
Aradan birkaç gün geçmiş eşek üç ev arası misafirliğini sürdürmüş.
Kardeşler yanıldıklarını kimselere söyleyememiş ama sonunda birbirlerine itiraf etmek zorunda kalmışlar.
Küçük kardeş:”Hemen gidip Köse‘yi öldürelim” önerisinde bulunmuş.
Tüfekler hazırlanmış yola çıkılmış.
Köse üç kardeşin geleceğini biliyormuş zaten.
Eve gider gitmez bir koyun satın almış.
Koyunu keserek kanını naylon torbaya koymuş.
Torbanın ağzını bağlayarak eşinin karnının üzerine yerleştirmiş!
Fistanını giydirmiş üzerine kuşağını bağlamış ve onu şöyle tembih etmiş:
“Üç kişi bize gelecek ben onları içeri alacağım.
Divanda oturduktan sonra çay hazırlamanı isteyeceğim.
Sen üzerime bağıracaksın aramızda münakaşa çıkacak!
Ve bıçağı kaptığım gibi karnının üzerindeki kan dolu torbaya saplayacağım.
Ve sen debelene debelene öleceksin!
Bir müddet sonra ben duvardaki kavalımı alıp çalmaya başlayınca; sen yavaş yavaş dirileceksin!”
Köse‘nin kapısını tekmelemiş küfürler savurmuşlar! Köse kapıyı açmış, silahlı üç kardeşi karşısında görünce bozuntuya vermemiş:
“Ne oldu, bir aksilik mi var?
Bağırıp çağırmanıza lüzum yok buyrun içeri girin.
Paranızı hemen geri vereyim. Büyük bir ihtimalle eşeğe fazla arpa vermişsiniz” demiş, kardeşleri yatıştırdıktan sonra içeri almış.
Karısından misafirleri için çay yapmasını istemiş. Köse ile kadın arasında başlayan tartışma kavgaya dönüşmüş.
Köse bıçağı eline alır almaz kadının karnı üzerindeki torbaya saplamış! Kanlar yere dökülmüş debelenen kadın can çekişerek ölmüş(!)
Üç kardeş dehşet verici bu manzara karşısında donup kalmışlar!
Ama Köse sakinmiş!
Misafirlerini yatıştırmaya çalışmış.
Ortalıkta elindeki kanlı bıçağıyla bir müddet dolanmış.
Sonra bıçağı pencere kenarına bırakmış.
Kanlı ellerini yıkamış duvarda asılı olan kavalını almış.
Yerde yatan karısının başucunda oturarak dertli dertli çalmaya başlamış!
Aradan bir iki dakika geçmiş kadın kıpırdamaya başlamış.
Ayağını karnına doğru çekmiş gözlerini açmış ve ayağa kalkmış.
Üç kardeş yine donup kalmışlar!
Ne yapacaklarını bilemez halde öylece duruyorlar!
Köse, bu durumdan yararlanarak kavalının maharetlerini saymaya başlamış!
Kardeşler Köse ile olan ihtilaflarını unutmu kavala talip olmuş.
Köse önce tekliflere yanaşmamış. Kavalın çok değerli olduğunu söylemiş.
Sonunda kardeşler eşeği kavalla değiştirip evlerine dönmüşler.
Bu kez küçük kardeş kavalı eve götürmüş.
Akşam olunca eşinden çay istemiş çay gelmiş kahve istemiş.
Ardından su istemiş, yemek istemiş, süt istemiş, eşinin tepesi atmış.
Tartışma başlayınca küçük kardeş bıçağı kaptığı gibi eşinin karnına saplamış.
Kadın kanlar içinde yere serilmiş, çocuklar annelerine sarılmış kan revan ağlamaya başlamışlar.
Küçük kardeş hiç bir şey olmamış gibi ortalıkta dolanmış.
Fakat çocuklarının çıldırmak üzere olduğunu anlayınca kavalı eline almış, çalmaya başlamış.
Süpriz gerçekleşmemiş, kadın ölmüş. Küçük kardeş yanıldığını anlamış.
Kimsenin yüzüne artık bakamaz olmuş.
Kaval öbür gün ortanca kardeşin evindedir ve bir gün sonra da artık ölü kadın sayısı üçe yükselmiş.
Cenazeleri kaldırmak gibi bir zorunluluk ortaya çıkınca üç kardeş yine elleri silahlı yola çıkmış.
Ama bu kez Köse, evine demir kapı taktırmış.
Pencerelerini taşlarla ördürtmüş ve kalesine sığınmıştır.
Silahlı kardeşler Köse‘yi evden dışarı çıkaramayınca köylülerden yardım istemiş.
Ve yüzlerce köylünün yardımlarına rağmen Köse‘ye ulaşılamamış.
Büyük kardeş:
“Bacayı tuvalet olarak kullanalım” önerisini ortaya atmış ve köylüler öneriye uymuş.
Bu işlem günlerce sürmüş. Ama Köse bunun da bir hal çaresini bulmuş.
Bacadan inen boku duvarlarda kurutma yoluna baş vurmuş.
Köylüler, Köse‘den umutlarını kesip evlerine çekilmiş.
Bu durumdan yararlanan Köse, kuru bokları ve çakıl taşlarını iki torbaya koyarak eşeğine yüklemiş!
Ve gece karanlığından yararlanarak evden çıkmış.
Uzun bir süre yol almış. Bir pınar başında dinlenme kararına varmış.
Henüz uyumadan başka bir tüccar çıkagelmiş! Köse tüccarla hoşbeş etmiş.
Nereden gelip nereye gittiğini sormuş. Yükünün altın olduğunu öğrenmiş.
Kendisinin yakut tüccarı olduğuna tüccarı inandırınca; “artık yatalım” demiş.
Altın tüccarının gözlerine uyku girmemiş.
Köse de aynen onun gibi uyur numarası yapmış.
Altın tücarı Köse‘nin uyuduğuna emin olunca yavaşça yerinden kalkmış.
Kendi yükü ile Köse’nin yükünü değiştirmiş ve hızla uzaklaşmış.
Köse, bir eşek yükü kadar altınla aynı akşam köyüne geri dönmüş.
Sabah köylüler yine evini taşlamış; o havalandırma deliklerinden köylülere altın fırlatmış!
Köylülerin: “Bu kadar altını nereden buldun?” sorularına.
“Ahmaklar bokunuz çok altın ediyor!
Bacamdan aşağı indirdiğiniz bokunuzu duvarda kuruttum götürdüm çevre köylerde altınla değiştirdim” yanıtını vermiş.
Çokça zarara uğrayan kardeşler köylülere yalvarmaya başlamış:
“Ne olur gelin bacalarımızdan aşağı sıçın!” demişler.
Ve köylüler günlerce üç kardeşin bacalarına sıçmış
Boklar duvarda kurutulmuş torbalara doldurulup eşeklere yüklenmiş.
Köylere götürülüp satışa çıkarılmış.
Köylüler üç kardeşle alay edince; yine yanıldıklarını anlamışlar! Bu kez Köse’nin evini kesin yakacaklarmış.
Köse de bunu biliyormuş!
Eşine: “Hanım ben kaçacağım, sen başının çaresine bak! Dara düşersen altınları dağıt sana karışmazlar” demiş.
Kapıyı açıp dışarı fırlamış.
Köylüler Köse’nin kaçtığını görünce birbirlerine haber vermiş.
Ve cümbür-cemaat Köse’nin peşine düşmüşler.
Köse hayli önde eli sopalı baltalı köylüler ardından koşuyorlarmış.
Köse büyük bir nehrin üstündeki köprünün üzerinde bir çobana rastlamış.
Çoban merak ettiği için sormuş: “Neden böyle kaçıyorsun?”
Köse hemen yanıtını vermiş:
“Bizim köy ağasının çok güzel bir kızı var, benimle evlendirmek istiyorlar. Ben de evlenmek istemiyorum.” demiş.
Çoban: “Ben olsaydım evlenirdim, hem ağanın kızı, hem de güzel,” demiş.
Köse hemen yolunu göstermiş:
“Giysilerimizi değiştirelim, sen Köse ol köye dön, ben çoban olayım, koyunlarının başına geçeyim” demiş.
Hemen orada giysiler değiştirilmiş.
Köse çoban kıyafetiyle koyunlarının yanına gitmiş.
Köprünün üzerinde Köse kıyafetiyle bekleyen çoban kendisine yaklaşan kızgın köylülere:
“Tamam, ağanın kızını alırım” diye bağırmış.
Baltalar ve sopalarla öldürülüp, köprüden nehre atılmış.
Bir gün sonra Köse bir koyun sürüsüyle köye dönmüş.
Köylüler: “Biz seni öldürmüştük, nereden getirdin bu koyunları?” demiş.
Köse: “Allah sizden razı olsun! Beni nehire attığınızda gözlerimi bir açtım ki ne göreyim? Her taraf koyun dolu, ancak bunları suyun altından çıkarabildim!” diye söylenmiş.
Köse‘nin söyledikleri bu sözler kısa zaman içinde köylüleri harekete geçirmiş.
İki yaşlı ihtiyar dışında herkes köprüye doğru koşmuş.
Köprüye ulaşan başüstü kendini ırmağın suyuna atmış.
Tabi ki hiç biri kurtulamamış, hepsi boğulmuş.
Köse köyün iki ihtiyarıyla birlikte köprünün üzerine gelmiş.
İki ihtiyar, köyün bütün erkeklerinin boğulduğunu anlayınca; nefret dolu gözlerle Köse’ye bakıyorlarmış.
Kösenin gözü iki gün önce çobanın öldürülmesinde kullanılan iki baltaya ilişmiş.
Hemen baltaları kaparak ihtiyarların yanına gitmiş:
“Ben büyük suçlar işledim. Alın bu baltaları karşılıklı durun ve havaya kaldırın. Ben de aranızda dikileceğim.
‘üç’ dedim mi ikiniz birlikte kafama vurun” demiş.
Baltalar öfkeyle havaya kalkmış. İki baltanın arasındaki Köse “üç” der demez hızla yere oturmuş.
İki ihtiyar, baltaları aynı anda hınçla birbirlerinin kafasının ortasına vurmasıyla, ömürleri noktalanmış…
09.03.2004