Mehmet Şener’i anlamamanın faturası.
Onun zindan hikayesi baştan sona kadar bir destandır. Polis soruşturmasında direnir. Cezaevinde örgüt içinde sorumluluk üstlenir. Zindanda işkence dönemi başlayınca, bu uygulamalara karşı strateji geliştirmede rol üstlenir, dışarıdaki aile fertlerinin tümünü, başta annesi, kız ve erkek kardeşlerini ikna ederek direnişe katar.
Selim Çürükkaya / 1 Kasım 1991 yılında PKK’nın Merkez Komite Üyesi Mehmet Şener, Kamışlı kentinde öldürüldü. Önce onun öyküsünü kısaca anlatmam lazım. Mehmet Şener Batman doğumlu, Mersin Öğretmen Okulu mezunudur. 1977 ‘lerde Batman’da Kürdistan Devrimcileri Grubu’nun önderlerinden Mazlum Doğan ile tanışır. Onunla Kürdistan konusunda tartışır ve netecede anlaşırlar.
1978 yılında Lice’nin Fis Köyü’nde yapılan PKK birinci kongresine en genç delege olarak katılır. Daha sonra Batman bölge sorumlusu olur, ardından PKK Merkez komitesinde görev alır. 12 Eylül 1980 Askeri Cuntasından önce tutuklanarak Diyarbakır zindanına konulur.
Onun zindan hikayesi baştan sona kadar bir destandır. Polis soruşturmasında direnir. Cezaevinde örgüt içinde sorumluluk üstlenir. Zindanda işkence dönemi başlayınca, bu uygulamalara karşı strateji geliştirmede rol üstlenir, dışarıdaki aile fertlerinin tümünü, başta annesi, kız ve erkek kardeşlerini ikna ederek direnişe katar.
1981’lerde askeri cunta Türkiye’de ve Kürdistan’da herkesi susturmuştu. Anneler korkudan evlatlarına sahip çıkamıyordu. Parlamentonun kapısına kilit vurulmuştu. Siyasi partiler kapatılmıştı. İşçi sendikalarının liderleri tutuklanmıştı.
Kürdistan şehirlerinde ve zindanlarda zulüm kol geziyordu. İşte böylesi bir ortamda Mehmet Şener Diyarbakır Zindanında zulme karşı direnenlerin ön saflarında ölüm orucuna yatmıştı. Dışarıda, yani cezaevleri kapısında direnen bir grup annenin başında ise Mehmet Şener’in annesi Saliha Şener vardı. Yani oğlu içerdeki direnişin başını çeken grubun içindeydi, annesi ise dışarıdaki direnişin başını çekiyordu.
Neredeyse kırk dört milyon insan korkudan susmuş, toplum ölmüş gibiydi. Bir Mehmet Şener’in içinde bulunduğu grup, bir de annesinin öncülük ettiği cezaevi önündeki direniş, kırk dört milyonun atan nabzı gibiydi.
Mehmet Şener tam olarak altı yıl süren cezaevleri direnişlerinde hep en önde roller üstlendi. Kavgada bazen yenildi, ama asla pes etmedi. Kendini toparlayarak yeniden en öndeki saflarda yerini aldı.
Mehmet Şener sıradan bir direnişçi değildi. O bir fikir insanıydı. Hatta Kürtler’in olmayan filozofuydu. Romancıydı, şairdi. Romanlarını yok ettiler, şiirleri dillerde.
1990’larda cezaevinden çıkarılarak askere götürüldü. O, kışlada da direndi. Asker elbiseleri giymedi. Fırsatını bulunca, firar ederek Bekaa Vadisi’ne gitti.
Abdullah Öcalan onun mensup olduğu partiyi ele geçirmiş, aklı başındaki bütün üyelerini katletmiş, partisinin içinde bir diktatörlük kurmuş, Suriye istihbarat örgütünün kulu olmuş, İran ve Irak rejimlerini stratejik müttefikler mertebesine yükseltmiş, Türk rejiminin Şamdaki yetkilileri ile Suriye Muhaberatının gözetiminde derin ilişkiler içine girmişti.
Bu korkunç ihaneti gören PKK lılar bir biçimde kitabına uydurularak yok edilmiş, susan ve razı olan bir grup ise, bu durumu fark etmeyen yüzbinlerin başına geçirilmişti.
Mehmet Şener Bekaa Vadisi’ne ulaşınca, askeri kampta yönetici oldu. Tuhaflıklar fark etti. Örgütün işkencehanelerini gördü, itirafçı haline getirilen tutuklularla konuştu, Apo’ nun tacizlerine maruz kalan kadın tutuklulardan bir şeyler öğrendi.
Askeri kamptan sonra Suriye Kürdistan’ı sahasında görevler üslendi. Burada da çok şeye tanık oldu. Kendisi tutuklu iken dışarıda ortadan kaldırılan arkadaşlarının gerçek hikayelerini öğrendi.
PKK Merkez Komite Üyesi Mehmet Karasungur, Mahsum Korkmaz, Çetin Güngör, Enver Ata ve daha yüzlercesinin öyküsü, partinin resmi görüşünün anlattığı gibi değildi. Bu arkadaşlarının katillerinin ayak izleri Abdullah Öcalan’ın kapısına kadar gidiyordu. Ve bu kapı Suriye, İran, Irak, Türkiye’nin kontrolündeydi.
Sırrı kısa zamanda çözdü, PKK dördüncü kongresinde Abdullah Öcalan’ı etkisiz hale getirecek veya yetkilerini sınırlandıracak bir plan üzerinde düşündü.
Güney Kürdistan’da toplanan Kongreye divan üyesi olarak seçildi. Divan üyesi sıfatıyla bir reform planı önerdi, bu plana göre PKK Merkez Komitesi, stratejik önderlik olacaktı. Abdullah ve Osman Öcalan’ın sorumlu oldukları alanlar hakkında soruşturmalar açılacaktı, PKK ‘nın mali kaynakları Merkez Komitesi’nin denetimine verilecekti, Öcalan dahil herkes harcamalarını Merkez Komitesi’ne rapor edecekti. Reform planına göre, yürütülen silahlı mücadele rolünü oynamıştı, silahlar bırakılmayacak ama kitle mücadelesi, sivil halk direnişi, diplomatik mücadele öne alınacaktı.
Mehmet Şener’in bu önerileri kongrenin çoğunluğu tarafından kabul gördü. Bir tek Abdullah Öcalan’ın kardeşi Osman Öcalan karşı çıktı. “Bu tasfiyeciliktir” diyerek, durumu Şam’da kalan, kongreyi uzaktan kumandayla idare eden Abdullah Öcalan’a bildirdi.
Kendisini “anladığını” anlayan Öcalan, derhal harekete geçerek Mehmet Şener ve arkadaşlarını tutuklattı. Bekaa Vadisi’nde kendisine bağlı bir istihbarat örgütü kurdu, (Parti Önderliğini Ve Çizgisini Koruma Örgütü) bu örgütün başına daha sonra gidip JİTEM ( Jandarma İstihbarat Örgütü) örgüne katılan ve hala orada çalışan Abdurrahman Kayıkçı’yı, Mehmet Şener ve arkadaşlarını infaz etmek için görevlendirdi.
Mehmet Şener ve arkadaşlarını infaz etmeyen Kayıkçı, onları tutuklu kaldıkları yerden kaçırdı. KDP’nın yanına gittiler. Oradan bilinmez nedenlerle Kamuşlu’ya geldiler. Gelir gelmez de Suriye Muhaberatı yerlerini tespit etti. Paniğe kapılan Öcalan, Bekaa Vadisi’nde alelacele bir zindan konferansı düzenleyerek, Mehmet Şener’i zindan da yatan tutuklulara mahkum ettirdi.
Ve 1 Kasım 1991 günü Suriye istihbaratının kontrolünde katlettirdi. Cesedi Suriye devleti tarafından alınıp götürüldü. Mezarının hala nerede olduğu bilinmemektedir. Mehmet Şener’den geriye mektupları, siyasal analizleri ve şiirleri kaldı. Abdurrahman Kayıkçı da görevini tamamlayınca JİTEM’ e gitti.
Apocular o gün Mehmet Şener’i anlamadı. Hala anlamıyorlar! Anlamadıkları için acı çekiyorlar, anlamadıkları için hendeklerde yok ediliyorlar, anlamadıkları için hiçbir hak elde edemiyorlar. Kendi evlatlarını, annelerini yiyen bir “devrimden” hala medet umuyorlar. Bir yamyama yem olma dışında bir geleceklerinin olmayacağını hala bilmiyorlar.
Mehmet Şener’i böylesine barbarca katleden sömürgeciler ve onların işbirlikçileri, direnişçi annesini ibreti alem olsun diye, yalınız bıraktılar, sefalete mahkum ettiler, hiç kimsenin kendisine yardımcı olmasına müsaade etmediler.
Diyarbakır gibi bir kentte, ki Saliha Şener O kentin ruhuydu.
Herkes o kentte susmuşken bir o konuşurdu.
Gelecekte bir Kürt yurtseverinin anılarında ancak bir cümle olabileceğini bilmiyordu.
O, yurtsever, cümlesini şöyle kurmuştu: “ Saliha Şener’in yatalak olarak bir evde kaldığını duydum, zindanda yatan ve Saliha Ana’nın değerini bilen biriydim. Kaldığı eve gittim, yalınız başınaydı. Ona hizmet edecek kimse de yoktu. Kendimi tanıtım, sevindi, benden sadece bir ilaç isteyebildi. ”
Direnişçi oğullarını ve direnişçi annelerini böylesine cezalandıran bir topluluğun sonu, acıdır, katliamdır, göçtür, çaresizlik ve de helak olmaktır.
Ey topluluk!
Sen Mehmet Şener ve annesi Saliha Şener’i anlamadığın, onları katledenleri lanetlemediğin ve onların gösterdiği yolu kavramadığın müddetçe helak olmaya mahkumsun!
Sn. Selim Çürükkaya Apo’nun Ayetleri adlı kitabınızda Mehmet Şener’in adının geçtiği bölümde sizin Diyarbakır cezaevinde iken birkikte direnişlere katıldığınızı fakat Mehmet Şener ile aranızda fikir ayrılığınızın olduğunu yazmışsınız. Şimdiki yazınızı okurken bu konuyla alakalı bir şeyler bekliyordum fakat bu konuya değinmemişsiniz acaba bir sebebi mi var? Eğer yoksa fikir ayrılıklarınızı merak ediyorum ve bu yönde sizden bir yazı rica ediyorum.
Not: Siber güvenlik amaçlı olarak isim ve e-posta hesapları gerçek değildir. Geri dönüş yapacaksanız zahmet etmeyin.
İnsanlar arasında fikir ayrılıklarının olması çok doğaldır. Fikirsiz olan insanlar arasında fikir ayrılığı olmaz. Herkes aynı şeyi düşünüyorsa, kimse bir şey düşünmüyor demektir.