Makalelerim

Şemdin Sakık’ı işletmek ahlaki değildir

Ben bu güne kadar kendisine mektup yollamış değilim, kendisine hakaret etmiş değilim. Ama anlaşılıyor ki; birileri benim adıma ona mektuplar yazıyordur. Bu ahlaki bir durum değildir. Ben ile Şemdin’ i karşı karşıya getirmek istiyorlar. Bunu kim yapıyorsa, ahlaki değildir. Bir önceki mektubu  Şükrü Gülmüş'ün Şemdin’ e yolldığını Şükrü nün kendisi kabul etti. 

Selim Çürükkaya/ Şemdin Sakık’ ın bana hitaben yazmış olduğu açık mektup 12 Ocak 2009 Tarihinde bir internet sitesinde yayınlandı.
Bu mektubu çok geç okudum.
Uzun bir süredir mektup üzerinde düşünüyordum.
Cevap verip vermeme konusunda hayli zorlandım
Bir ara bu mektubu görmemezlikten geleyim dedim. Ama vicdanım rahat etmedi. Çünkü bu öylesine bir mektuptu ki;  karşısında susulamazdı. Bana hitaben yazılan mektubun muhatabı aslında ben değilim.

Şemdin,  güya kendisini eleştiren bir yazımı okumuş ve bu yazımı eleştirmek gayesi ile bana hitaben açık mektubu kaleme alarak yayınlatmıştır.

Oysa Şemdin’ in sözünü ettiği yazı bana ait değildir. Anlaşılan birileri Şemdin’ i yanıltmış, kandırmış yönlendirmiş, benim yazmadığım yazıyı, bana mal ederek Şemdin’ e ulaştırmış ve Şemdin bana ait olmayan bir yazıya dayanarak, yer yer kişiliğime yönelik  hakarete varan eleştiriler yapmıştır. Şunu açıkça söyleyebilirim ki, Şemdin’ in alıntılandırdığı satırların tek bir kelimesi bana ait değildir. Ben bu güne kadar Şemdin Sakık hakkında yalınız, bir tek yazı kaleme alıp yayınladım.

O makalemin adı da „Kahramanlık kimliğini yere düşüren adam ve kitabı” dır. Bu linki tıklayınız: http://www.rizgari.com/modules.php?name=Rizgari_Niviskar&cmd=read&id=434

Şemdin Sakıkın 1. mektubu:https://madiya.net/index.php?option=com_content&view=article&id=280:sakktan-mektup-var-1&catid=48:belgeler&Itemid=64

Şemdin Sakık’ın 2. mektubu:https://madiya.net/index.php?option=com_content&view=article&id=284:sakk-tan-mektup-var-2&catid=48:belgeler&Itemid=64

Şemdin Sakık olayı ile ilgili ikinci yazımdır. Bu makaleyi tıklayınız:https://madiya.net/index.php?option=com_content&view=article&id=292:hharpagos-emdinos-ve-abdullahgos-1-&catid=50:makalelerim&Itemid=67

Şemdin Sakık ile ilgili yazdığım üçüncü makalem budur. Bu makaleyi de tıklayınız:https://madiya.net/index.php?option=com_content&view=article&id=293:harpagos-emdinos-abdullahgos&catid=50:makalelerim&Itemid=67

Şimdi gelelim işim gerçeğine, Şemdin Sakık  yakalanıp Diyarbakıra götürüldükten sonra,  ben kendisine hiç bir mektup yollamış değilim. Yollamayı da doğru bulmuyorum. Ben PKK ye ve Öcalan Diktatörlüğüne karşı çıkıp Türkiye, Suriye, İran devletinin yanında yer alan Kürtleri benimseyemem. Ben hem Apo’nun veya PKK nin, hemde bu devletlerin zulmüne, uygulamalarına Kürdistandaki egemenliklerine  karşı çıkan ve kendi ayakları üzerinde durup Kürt halkının ulusal haklarını siyasi yollardan isteyen bir noktada duruyorum. Burasının doğru olduğuna inanıyorum. Türk devletinin yaptıklarını görmeyip sırtı devlete dayayıp PKK ye saldıran saldıran kürtler samimi değildir. PKK nin yaptıklarını görmeyip sırtı PKK ye dayayıp devlete saldıranların bir kısmı samimi değil, çoğunluğu ise  gafildir. Ben ne samimi olmayanı, nede gafili onaylayacak durumda değilim. Bu bakış açımdan dolayı ben Şemdin’in tavrını onaylamıyorum. Ama yukarıdaki makalelerimde anlattığım gibi, ben onun durumunu en iyi anlayanlardan biriyim. Onun devletin safına nasıl ve neden  itildiğini en iyi bilenlerden biriyim. O, bana devletin safına nasıl itildiğinin binlerce  gerekçesini sayabilir. Ama ben ”kahraman bütün zorlukları ve gerekçeleri ortadan kaldıran ve itenlerin itmek istediği yere gitmeyen adamdır” diyeceğim. Ama Şemdin kahramanlığını yıkmak için çalışan bir adam haline gelmiş. Bundan dolayı söyleyeceklerimi duyacak halde değildir.

Ben bu güne kadar kendisine mektup yollamış değilim, kendisine hakaret etmiş değilim. Ama anlaşılıyor ki; birileri benim adıma ona mektuplar yazıyordur. Bu ahlaki bir durum değildir. Ben ile Şemdin’ i karşı karşıya getirmek istiyorlar. Bunu kim yapıyorsa, ahlaki değildir. Bir önceki mektubu  Şükrü Gülmüş’ün Şemdin’ e yolldığını Şükrü nün kendisi kabul etti. ”Şemdine ben mektup yolladım ama cevabı sana verdi” dedi bana. Ya“Şükrü” benim adıma kendisine mektup yolladı, yada birileri Şükrü adına giden mektubu altındaki “Şükrü” yü sildi “Selim” yazdı öyle Şemdin’in eline verdi.  Şimdi Şemdin Sakık ikinci bir mektuptan bahsediyor. Anlaşılan ikinci kezdir biri onu işletiyor. Sakık dünyadan tecrittir, onu işletenler utansın.  Şemdin Sakık’ benim için yazdıkları, ama Şükrü Gülmüş’e yolladığı ve Serçavan da yayınlanan Mektub’u yayınlıyorum:

”Sayın Gülmüş,
İşte bu nedenlerden dolayı verdiğim sözkonusu dilekçe beni nerdeyse herkesin boy hedefi haline getirdi. Herkesten beklerdim ama Selim Bey’den hiç beklemiyordum. Zira ne büyük bir zalimle karşı karşıya olduğunu, kendisi kaleme aldığı ‘Apo’nun Ayetleri’ kitabında bize anlatmıştı.
Bazen ‘sen o kadar birlikte yaşadın, nasıl oldu da Öcalan’ı Selim’in kitabından öğreniyorsun?’diye soruyorlar. ‘Evet, ama elma da var olduğu sürece dalından düşüyordu, bütün insanlar da bunu gördü, am adüşüşün nedenini araştıran bir kişi çıktı, yoksa kim bilecekti yer çekim gücünün olduğunu’ diyerek cevap veririm.

Gerçekten de onu görmeriz için A. Mehmet Şener (Şener vurulduğu için yaptıkları tez unutuldu, oysa Selim Bey’den de iyi tanımıştı ve çarpıcı ifadelerle dile getiriyordu hazreti.) ve Selim Çürükkaya gibilerine ihtiyacımız vardı. Zira kimi bencilliğinden dolayı konuşmuyordu, kimi de benim gibi savaşa gömüldüğü için bu gerçeği göremiyordu.

Selim Bey’in bize Öcalan’ı anlatması, ta 1980 duruşmaları sırasında gördüğüm fotoğrafından etklendiğim Aysel gibi örnek aldığım bir kadına eş olması ve en önemlisi de üç kardeşinin bana silah arkadaşlığı yapmış olmaları ve iyi birer yoldaş olarak sorumluluğumda çalışmaları ‘Çürükkaya Ailesi’ni kutsallarım arasına sokmuştu. Selim Bey de bu ailenin büyüğü ve öncüsü olduğu için, kendisini görmesem de, ”Apo’nun Ayetleri” kitabı dışında herhangi bir yazısını okumamış olsam da, benim için özel bir yere oturmuştu. Kimse anlamasa o beni anlar, diye düşünmüştüm.

Ama sonra ne göreyim, dilekçe vermişim ve basına yansıyan bazı yazılarım gerekçe göstererek verip veriştirmiş. Ayrıntılara girmek istemiyorum: Kürtlüğümden soyunduğumu, yaptığım her şeyin benim açımdan ‘zul’ olduğunu yazmış. ‘Şemdindragon’ başlıklar atmış… Sedece bunları duydum, kim ne bilir hakkımda nerler yazmış neler.
Hazreti bu kadar tanıtan Selim Bey, bu zalimin insanı hangi yöntemlerle tasfiye ettiğini de bilmeliydi. Acaba Türkiye’ye verilmemde hazretin parmağı olmadığını mı sanıyordu? Acaba hazretin ‘Eğer Şemo’u idam etmezlerse Şemo onların anasını s…’ diyerek Türk devletine çağırı yaptığını da mı duymamıştı? İmralı’da tasfiyem için talepte bulunduklarını da mı duymamıştır? Bir tarafın ısrarla ‘ölü ele geçirmek’ diğer taraftın ‘şehit’ düşürmek için nasıl çabaladıklarını da mı görmedi?
Belli ki Tanrı her şeyi birlikte görme yetisini insanlara vermemiş…
Bir bey efendi, ‘senin en büyük başarın nedir biliyor musun?’ diye sormuş ve hemen ardından‘hayatta kalmayı başarmak’ diye eklemişti. Ben de ‘bütün savaşçıların en büyük başarıları hayatta kalmaktır’ diyerek onu onaylamıştım. Sizce de öyle değil mi?

Şükrü Bey,
Anlayışınıza sığınarak söylemeliyim ki, ‘zul’ nedir bilmiyordum. Belki benim için güzel bir kelime kullanmış diye düşünmüştüm. Gidip sözlüğe baktım, tepem attı ama kendimi tuttum, oturup uzunca bir mektup yazdım, onu ikna etmek için epey dil döktüm, sonunda beim için kullandığı cümleleri sıraladım, bir kağıda sardım, ‘bu uygunsuz cümleleri iade ediyorum, istersen uygun bir yerine bırakırsın’ diye ekledim.
Sonra ne oldu biliyor musun? ‘Şemdin bana hakerette bulundu’ diye not düşmüş.  Al sana PKK’liliğin alası. Kendisi eleştiri adı altında hakaret ediyor, ben de öfkemi yenerek ve ortak hukukun gereği olarak son derece sakin üslupla beğenmediğim cümleleri iade ediyorum, ‘Şemdin bana hakaret ettti’diyor.
Şükrü Bey, sahi siz yerimde olsaydınız ne yapardınız, bu tepkiden daha yumuşak bir tepki verir miydiniz? Ben yapacağımın asgarisini yaptım, otursun da dua etsin taşıdığı Çürükkaya soyadına.
Ama şunu da söylemeliyim ki, Selim Bey’in eleştirileri ne olursa olsun, kendimi savunmak için kullandığım uslup ne kadar kendisini incitmiş olursa olsun, hala sosyalist, hala solcu, ve hala bir çok PKK’li, hala herkese sadece kendi penceresinden bakan biri olsa da, o yine de büyüğümdür. Çünkü Çürükkaya hala kutsaldır, zira hala inandığım, güvendiğim ve Kürtler için en büyük bedel ödediklerine inandığım ailelerden biridir.

‘Ji bo xatirê gülê, mirov dirîya dixe paşilê’ der atalarımız

Bir daha Kürtlerin Şemdin gibi birisine ihtiyaçları olmasın diye hep Allah’a dua ettim, malesef bir daha ihtiyaç doğdu: Bu kez de Kürtleri Öcalan koruma aracı…İnşallah bu görevi de birlikte ve teknolojinin verdiği imkanlar sayesinde başaracağız. Ama eğer bir daha Kürtlerin bana ihtiyaçları olursa ve ben de kıvrandığım böbrek sancılarından sağ kurtulmayı başarırsam, Selim Bey’i orda rahat bırakmayacağımı, görüşlerinden, akililiğinden yararlanacağını bilmesini isterim. Çünkü PKK’nin muhaliflerini birbirine düşürme oyununa gelmeyeceğim.

Kendisi açısından bir de şu sorun var: Çoğunlukla yazarlığı askerlikle, askerliği siyasetle karıştırıyor. Yazar, hele bir de cesaretliyse aklına geleni yazabilir. Zaten yazarlar için ‘dilin kemiği yoktur’demişler, yanlış yaptıklarında size bu mektubu yazarken yaptığım gibi onu siler yerine yenisini yazarlar. Siyasetçi ise sadece duyulmak isteneni söyler: ‘Nabze göre şerbet dağıtma’ derler buna. Çoğunluğu tatmin edemediklerinde ise oy kaybederler. Ya savaşçı? O hiç bir şey söylemez, hep bazen karşı tarafın planlarını boşa çıkarnakla uğraşır. Gerçeğe göre hareket etmek zorundadır, aksi taktirde hayatından olur. Bu nedenledir ki bazen ileri bazen geri gider… Saldırı ve geri çekilme taktiklerini bazen kazandırmadım savaşa: ‘Saldırı taktiği’ savaşla birlikte var oldu, ‘geri çekilme taktiğini ise bile bildiğim kadarıyla Selahdinê Eyubi tarafından sistemleştirildi. Yazar kalemiyle, siyasetçi aldığı oyla, savaşçı ise eylemiyle konuşur. Çünkü savaşta gevezelik en tehlikeli düşmandan daha tehlikelidir. Sen gel bana sor neler çektiğimizi hazretin boşboğazından.

Sanırım Selim Bey bazen benim bir aske olduğumu unutuyor.
Ne ilginçtir ki, sizlerin sesime kulak verişiniz de, Selim Bey’in her sözüme kuşkulu ve eleştirel yaklaşımları da gözlerimi yaşarttı: birinde sevinçten, diğerinde üzüntüden ağladım.

Senin Dreyfus’un da ağlar mı?
Hem de nasıl!..
Hazretin haline de ağlar.
Kürtlerin bir zamanların kahramanı ve şimdiki maskaralığına da ağlar. Hem de gözleri iki çeşme
.

Selim Bey’in konusunu bitirmeden önce bir nokta daha var:

Yıllar önceydi, arkadaşım Tuncer Bey’e yazdığım mektuplardan birinde, belki de o ilk yanlızlığımdan, belki de bir fantazi olsun diye, belki de Kürt bölgesinde yerimin kalmamış olmasından dolayı, ‘Bir gün özgürlüğüme kavuşursam Ankara’ya, sana yakın bir yere yerleşmeyi, birlikte çalışmayı hayal ediyorum’ gibi şeyler yazmıştım. Bir süre sonra söz konusu mektubum yayınlandı. Selim Bey de okuyor, okur okumaz da kaleme sarılıyor : ‘Şemdin özgürlüğüne kavuşursa Ankara’ya yerleşecekmiş, kardeşim dediği Tuncer iismli ülkücüyle Türklüğün temelini atacakmış, bu Kürtlüğün felaketidir. Bu Şemdin’in Kürtlüğünden soyulmasıdır..’ diyerek verip veriştirmiş.

O yazıyı okuyanlar, o cümleleri dizen adamın Almanya’nın bilmem ne kentinde değil de, Kürt şehri Diyarbakır’ın orta yerinde yaşıyor sanacak. Kendisine itiraz ediyorum, tabi ki bu itirazımı okuduğunda‘benimki farklı’ diyecektir. ‘Ankara’ya yerleşecekmiş’ kinayesini okuyanlar, şu anda Ankara’da tek bir Kürt olmadığını sanacaklar. Oysa Ankara’nın yarısı Kürt, Kürt siyasetçilerin hemen hepsi oraya yerleşmişler, hem de bütün sermayelerini orya yatırmışlar.
Gerçekten de anlamakta zorluk çekiyorum; neden Selim Bey’in Ankara’ya yerleşmesi yurtseverliğin, neden Kürt burjuvazisinin Ankara’ya yerleşmesi politikacılığın gereği oluyor da, benimki Kürt düşmanlığı sayılıyor?
Ama eğer Selim Bey’le ilişkiniz varsa, lütfen söyleyin içi rahat olsun, zaten iki böbreğim iflas etmek üzere, şayet bir mucize gerçekleşmezse, büyük ihtimalle, burdan bir torba içinde (tabi ki iki metre bez satın alacak birisi çıkarsa) çıkacağım. O durumda Ankara’ya gidemeyeceğim, oraya yerleşmeyeceğim, nerdeyse on yıldır kahrımı çeken Tuncer Bey’yle el ele verip Türk milliyetçiliğinin temellerini atmayacağım, dolayısıyla o çok sevdiği Kürt halkına bir zarar vermeyeceğim..
Gerçekten de rahat olsun!..

Selim Çürükkaya

1954 te Bingöl' de doğdu. Öğretmen okulundan mezun oldu. Siyasi nedenlerle on bir yıl hapis yattı. Gazeteci ve yazar. Yayınlanmış 10 Kitabı var. Siyasi mülteci olarak Almanya'da yaşıyor.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu