Knut’un öğrettikleri
Selim Çürükkaya / Rengi, hayalleri gibi bembeyaz olan kutup ayısının özgürlük tutukusunun büyüklüğü ile annelik sevgisinin yüceliği biz bütün insanların yüzünü kızartmıştı.
Geçenlerde bir makale yazarken kızım, kürtçe olarak dedi ki;
„Bavıke mı, sen hep siyasi makaleler yazıyorsun, bu langweiligdir/ can sıkıcıdır , neden Knut üzerine bir makale yazmıyorsun?” dedi.
Knut da kimdir veya nedir? diyeceksiniz. Biliyorum!
Hemen size söyleyeyim, çok ünlü bir ayı yavrusudur Knut, öylesine ünlü bir ayı yavrusudurki Türkiye’nin Başbakanı Recep Tayip Erdoğan’dan daha fazla tanınıyor.
Almanya’da neredeyse Knut’ u bilmiyen yok gibidir.
Milyon satan gazete ve dergilere manşet olmuş, büyük televizyon kanalları onun için programlar yapmıştı.
Yani Knut’ un namı Avrupa kıtasına, Rusya’ ya Amerika’ ya ve Japonya’ya kadar yayılmıştı. Oyuncak üreten firmalar çoktan Knut’ un heykellerini üreterek satışa sundu.
Şimdi bu Knut ne yaptıda böylesine meşhur oldu? diye soracaksınız!
Aslında Knut meşhur olmak için hiç bir şey yapmadı.
Onu, annesi meşhur etti.
Annesi bir kutup ayısıydı ve Berlin hayvanat bahçesinde demir bir kafesin içinde Knut’u doğurmuştu .
Yavrusunu doğurunca ona sahip çıkmadı.
Demir kafesin dışına atmaya çalıştı ve bütün çabalara rağmen Knut’u kabul etmedi. Çünkü o, buzlarla kaplı kutuplarda özgür olarak doğmuştu, özgürlüğün düşmanları olan insanlardan uzak, buzlarla denizlerin birbirlerini okşadığı, Martı çığlıklarının ve Balina bağırtılarının kulaklarında eksik olmadığı, tek sıraya dizilip yürüyen Peguinlerin görüntüsünün gözlerinin önünden geçtiği, soğuk sulara dalıp yağlı balıkları yaklayıp beslendiği özgürlükler diyarında bayıltıcı bir mermiyle vurulduğu anı hatırlıyordu. Kalçasında bir yanma his etmiş ve kaçmıştı, kendini buzullara soğuk sulara vurmuştu. Uykusunun geldiğini hatırlıyordu, gerisini bilmiyordu artık….
Ona uyuşturucu mermi sıkanlar, izini takip etmiş, buzullar üzerinde uyurken ön ve arka ayaklarını bağlayarak, her tarafı kapalı bir arabada bulunan demir bir kafese koymuşlardı.
Kutup ayısı gözlerini açtığında, küçük, kapkara demirden bir dünyanın içindeydi. Özgürlüğünü yitirmişti.
Artık önünde uçsuz bucaksız bembeyaz buzullar, soğuk denizler yoktu.
Gayri suyun derinliklerine dalıp balık avlayamazdı, buzulların üzerinde yürüyen Penguinleri seyir edemezdi.
Balina bağırtıları çoktan uzaklaşmıştı kulaklarından.
O ebediyen demir bir kafese mahkum olmuştu.
Önce kafesi parçalamayı, kaçıp gitmeyi düşündü, biraz uğraştan sonra bunun mümkün olmadığını kavradı.
Berlin hayvanat bahçesindeki kafesine konulduğunda artık özgürlüğe kavuşamayacığını kesin bir biçimde anladı.
İşte tam bu sıralarda Knut’ u doğurdu.
Fakat o yavrusunun kendisi gibi esir olmasını istemiyordu.
Bu demir kafeste kendisi gibi ömrünü tüketmemeliydi yavrusu!
Zorba ve özgürlük düşmanı insanların insafsızlığına kurban olmamalıydı.
Bunun için kutup ayısı annelik duygularını bir tarafa bırakarak yavrusunu kafesin dışına attı ve onu kabul etmedi.
Annelik duygusu çok güçlü bir duygudur ama, bir Kutup ayısı için özgür olmak, annelik duygusunun önüne geçmişti ve yavrusunun esaretini kabullenmeyerek bütün insanlara bir ders vermeye çalışmıştı bu kutup ayısı.
Ama buna rağmen biz onu anlamamış, yavrusuyla birlikte onu kutuplara götürüp serbest bırakamamıştık.
Üstelik Knut’ u alıp başka demir bir kafese kapatarak, başına da bir bekçi dikmiştik.
Rengi hayalleri gibi bembeyaz olan kutup ayısının özgürlük tutukusunun büyüklüğü ile annelik sevgisinin yüceliği, biz bütün insanların yüzünü kızartmıştı.