Portreler
İki Kürt beyi 2
"Sorun da orada zaten. Sen bilmediğin için Almanya´da örgütün diplomasi sorumlusu, ben bildiğim için "hain olmuşum!" Konuşmamız sırasında Ali Qazî, Öcalan‘ın da Muhammed Qazî ve Şeyh Sait gibi bir lider olduğunu söyledi.
Selim Çürükkaya / “Apo’nun Ayetleri” adlı kitabımın Almancası 27 Şubat 1997 tarihinde dağıtıma hazır hale geldi. Aynı gün yazar Günter Wallraff’ın evinde
bir basın toplantısı düzenleyerek kitabı kamuoyuna tanıttık……. “
Artık Kürt halkının ve onun aydınlarının bazı şeyleri öğrenmesi, bazı insanları tanıması lazım. Yağmur dinmiş, fırtına durmuş, ortalık sakinleşmiş, toz û duman çekilmiş, at izi ile it izi belli olmuştur.
Bazı anılar veya vakalar ders vericidir; onları saklamak doğru değildir, diye düşünüyorum ve artık yazacağım. 1994 Ağustos ayında “Apo’nun Ayetleri” adını taşıyan kitabım yayınlanınca; o zaman Şam`da mukim olan Abdül devlet; çok açık ve net bir talimat vermişti:
“Kitabı okuyanı ve kitabı yakın!”
Talimatın gerekleri yerine getirildi. Kitabı okuduğu ve içeriğini kahvede anlattığı için F.K Bremen`de saldırıya uğradı; bir ay komada kaldı. Ardından kitabı okuduğu ve etkilendiği için örgütün Hamburg sorumlularından “Yüzbaşı Salih” olarak bilinen Halil, evinin önünde demir sopalarla dövüldü; 10 gün komada kaldı. Dört okuyucu saldırıya uğradı, yara almadan kurtuldu. Bir kişi evinde iki kitap bulundurduğu için beşbin İsviçre Frangı para cezasına çaptırıldı.
Bu arada bir Alman gazetesi haberi şu başlık altında verdi:
“Selim Çürükkaya`nın yazdığı kitabı okuyan Kürtler vuruluyor“.
Gazetenin bu haberini okuyan ve daha önceden beni tanıyan ünlü yazar Günter Wallraff hemen kitabın içeriğini öğreniyor. Tanıdığım bir tercüman aracılığıyla benimle kontağa geçmek istiyor.
Gittim, kitabın almancaya çevrilmesi konusunda görüş birliğine vardık. Aradan bir sene kadar geçti; kitabın çevirisi bitti. Günter Wallraff`ın:
“Ben Apo`ile görüşmeden, onu tanımadan bu kitaba önsöz yazamam” dediğini duydum.
Günter kafasına koymuş, gidecek.
Eşim Günter`in gideceğini öğrenince: “Kitap yayınlanmaz, Apo kurnazdır, Günter`i kandırır, geri yollar” dedi. Ben hemen itiraz da bulundum: “Apo kurnaz olabilir, ama bir konudaki zaafını gizleyemez, `kendini saklayamaz`! Apo akıllı adamların yanında kendini saklayamaz. İşte bu zaafı onu ele verir. Günter`e: `ben İsa`yım, Nitche benim gibiydi, Marx benim kadar derin değildi` der ve bütün manyaklıklarını döker” dedim.
Günter, aradı, Ali Qazi`yi buldu. onunla gidecek! Yanına bir de heyet almış. Tercüman olarak Af Örgütü’nün eski temsilcisi Helmut Oberdiek, Yeşiller Partisi’nden bir milletvekili, İsveç`te yayınlanan Dagens Nyhetter gazetesinin redaktörü Arne Ruth.
Gittiler, bir müddet sonra geri geldiler. Ali Qazi ile Günter Wallraf`in ikinci kez gittiklerini, bu kez uzun kaldıklarını duydum. Nihayet Wallraff`la görüştüm, “Apo`yu görmeden önce kitabı okuduğumda sana çok baskı yapmış, bundan dolayı duygusal davranıp abartmışsın diye düşündüm, ama kendisiyle on gün gibi bir zaman süresi içinde birlikte kalınca, yazdıklarının çok az olduğunu anladım; kitaba önsöz yazacağım” dedi ve görüşme kasetlerini bana verdi.
Eve geldim ve dinlemeye başladım.
“İsa benim gibiydi!”
“Che Guevera ile benzer yönlerimiz var, ama ben sanatta, politikada, felsefede, hatta askeri sanatta onu çoktan aştım”.
“Beni anlaman için sana bir örnek veriyorum. Ortadoğudaki bütün devletler birleşse, Türkiye’ye karşı savaşsa, bir haftada Türkiye hepsini yener. Ama on beş yıldır ben tek başıma onunla savaşıyorum, benimle baş edemiyor!”
“Bu örneğe bak beni anla!”
” Zannediyorki benim arkadaşlarım var!”
“Bende olmazsam benim arkadaşlarım bin kez bu Kürtlüğü satarlardı, ben bırakmıyorum”.
Bu sözleri dinleyen ve tahlil eden batılı bir yazarın vardığı sonuçları bizim Kürtler geç anlarlar. Nitekim orada Kürt ileri gelenlerinden Ali Qazi, Günter ile Apo`nun tartışmasını bölerek bozuk Azericesiyle:
“Ben Selim Çürükkaya’nın kitabini oxudıxımda kendusini yanuma cogirdim. Dodim ki; ‘Senin Apo`ya karşi siyasi bir rexnin (eleştirin) varsa söyle’, Selim dediki: `hayır benim siyasi bir rexnım yoxtır’, ben de dedimki vallah Apo iyidir; böyle yapma, gel çaliş, bak sana da bir masa verir.”
Kitabımı okumayan, beni tanımayan, benim ile hiç görüşmeyen, Günter`in kendisini Suriye’ye götürmek istemesiyle kitap hakkında bilgisi olan, Apo`nun neler söylediğini o an anlamak istemeyen gözü bir masada olan Ali Qazi, dikkatimi çekti ve izlemeye başladım.
Aradan henüz bir kaç gün geçmeden Sayın Ali Qazî ve Şeyh Melik Fırat, Günter Wallraf’a misafir oluyorlar. Biri 1925 Kürd halk ayaklanmasının lideri Şeyh Said efendinin torunu, diğeri de Mahabad Kürt Cumhuriyetinin kurucusu Qazî Muhammed’in oğlu. Öcalan bu iki kişiyi yan yana getirince kim bilir ne kadar sevinmişti! Ve kocaman bir tarih aracılığıyla çirkefliğini gizleyebileceğini düşünmüştü! Ama karşısındaki adamın Günter Wallraf olduğunu fazla düşünememişti.
Bana anlatıldığı kadarıyla Sayın Ali Qazî ve Şeyh Melik efendi söze „bu kitap Kürt davasına zarar veriyor” la başlıyorlar. Wallraff, ikisini dinledikten sonra soruyor:
“Siz kitabı okudunuz mu?”
“Hayır” diyorlar.
Hayretini gizleyemeyen Wallraff: “Okumadığınız, nelerin dile getirildiğini bilmediğiniz bir kitabın Kürt davasına zarar verdiğini nereden biliyorsunuz?”
Bu sorulara hangi cevapları verdiklerini bilmiyorum. Ama her ikisinin bir adet “Apo‘nun Ayetleri” adlı kitapla ayrıldıklarını ve okuyacaklarına dair söz verdiklerini biliyorum.
Üç gün sonra Şeyh Melik efendinin telefonu elime geçti, hemen aradım.
Bana: “Biliyorsun ben Apocu falan değilim, ama Kürtlerin birliğinden ve beraberliğinden Kürtler arasındaki barıştan yanayım”dedi.
Lafı benle Öcalan’ı barıştırmaya getirecekti, müdahale etmek için: “Şeyhim, yazdığım kitabı okudunuz mu?” diye sordum. Henüz tümünü okuyamadığını söyleyince, “O zaman siz kitabı dikkatle okuyun, bitirdikten sonra size söz veriyorum, söylediğiniz her şeye uyacağım” diyerek sözlerimi noktaladım.
Şeyhim bu görüşmemizden sonra beni aramadı. Öcalan‘la çok derin çelişkiler içine girdiğini, beni onunla barıştırmaktan vaz geçerek onunda Öcalan‘a karşı şavaştığını öğrenmiş oldum.
Bu telefon görüşmemizden hemen iki gün sonraydı. Alman Sosyal Demokrat Partisinden Angelika adlı bir milletvekili ve Medikonun başkanı Hans benimle görüşmek istediler. Angelika‘nın parlementodaki bürosunda bir araya geldik. Hans, kalp rahatsızlığı geçirdiği için yardımcısı gelmişti. Angelika Apo sempatizanıydı. Görüşmeyi takip eden iki gazeteci vardı birisi; “Süd Deutsche Zeitung”un redektörüydü. Angelika ilk olarak:
“Neden Kitabı Newroz bayramına yakın yayınladınız?” diye sordu. Gülümsedim.
“Size böyle demişler! Nisan’da yayınlasaydım, Mayıs’a yakın yayınladı diyeceklerdi, Haziran’da yayınlansaydım Ağustos’a yakın diyeceklerdi. Bu hikayeyi biliyorum. Ama ben kitabı iki yıl önce yayınevine teslim etmişim, yayınlama tarihiyle benim ilişkim yok.” dedim
“O zaman neden siz kitabı Kürt Aydınlarıyla değil de Alman Aydınlarıyla birlikte yayınladınız?”
“Kürt Aydınları, yazdığım kitabı korkudan okuyabiliyorlar mı? Bir araştırın!” dedim ve tam dört saat süren bir nutuk çektim. Karşımdakiler tarumar olmuşlardı. Bu arada Şeyh Melik Efendi ve Ali Qazî‘nin rollerini de anlattım. Üç gün sonra “Süd Deutsche Zeitung‘”da çıkan uzunca makalenin başlığı “Apo’nun kuzu postu Ali Qazi‘” idi ve bu makaleyi okuyan tercümanımın yorumu şöyleydi:
“Ali Qazi ile Melik Firat‘ın Almanya‘daki rolleri bitmiştir.”
Sayın Ali Qazî ile karşılaşmamız bir tesadüf sonucu oldu. Bir gün Wallraff‘la evinde konuşuyorduk. Telefonu çaldı, karşı taraf: Selim‘in mahkemeye gittiğini, kendi arkadaşları aleyhine ifade verdiğini söylüyordu. Wallraf: “Bana hemen mahkeme tutanaklarını yollayın” deyince adam belgeleri bulamayacağını ama kendisine inanması gerektiğini söyleyince, Wallraff kızdı ve telefonu bana verdi.
“Alo kimsiniz? buyrun!” dedim. Karşıdaki kişi “Ben Ali Qazî” deyince, “Ali bey, ben Selim Çürükkaya, buyrun ne söyleyecekseniz bana söyleyin” dedim. Ve aramızda şu konuşmalar geçti: Ali Qazi: “Başınız sağ olsun, bir kardeşiniz şehit olmuş, duyunca çok üzüldüm”
“Sizde sağolun! Günter‘e ne anlatıyordunuz?”
“Selim arkadaş Günterlere inanma, bunlar seni kullanmak istiyorlar!”
Ali bey, bakın ben 40 yaşını aşmış, feleğin çemberini geçmiş bir adamım, biraz ayıp olmuyor mu? Bir kitap yazdım ve düşüncelerimin arkasında duruyorum. Senin hiç bir şeyden haberin yok, sakın sen kullanılıyor olmayasın! Apo’nun kaç bin Kürt gencini Bekaa’da öldürttüğünü biliyor musun?
“Hayır ben onları bilmiyorum!”
“Sorun da orada zaten. Sen bilmediğin için Almanya´da örgütün diplomasi sorumlusu, ben bildiğim için “hain olmuşum!” Konuşmamız sırasında Ali Qazî, Öcalan‘ın da Muhammed Qazî ve Şeyh Sait gibi bir lider olduğunu söyledi.
“Hayır O, düşmanlarımızın elinin altında bizi yok etmeye çalışan bir kullanmalık, kısa zaman içinde anlarsınız!” dedim, konuşmayı noktaladım. Bu konuşmanın üzerinden dört yıl geçmişti. Öcalan İmralı’ya gitmiş, devlete açıkca hizmet etmeye başlamış, Şeyh Said‘i İngiliz ajanı ilan etmişti. Ve Ali Qazi de bütün bunları öğrenmişti.
Bir yemeğe ikimizde davetliydik. Ali beyle karşı karşıya oturuyorduk. Onun yanında da Günter Wallraff oturuyordu. Masamızda oturan her kesin duyabileceği bir ses tonuyla Ali Qazi‘ye şu soruyu sordum: “Ali bey, şimdi anladınız mı kitabımın Kürt davasına zararlı olmadığını?”
Başını biraz önüne eğen Ali Qazî:
“Evet” dedi.
07.09.2004