İki Türk Beyi 1
Yanılmıyorsam 1988 tarihinde yayınladığı "Toplumsal Kurtuluş" dergisiyle dikkatlerimi derinleştirdi. Kürt sorunu ve PKK mücadelesiyle ilgili bu dergide yayınlanan yazılardan sonra Yalçın Küçük ile görüşmeyi kafamda tasarlamıştım.
Selim Çürükkaya / Vakti zamanında iki Kürt büyüğünü yazınca,
iki de Türk büyüğünü anlatmadan geçmek doğru olmazdı.
Hele bu iki Türk büyüğünden biri Yalçın Küçük,
diğeri Doğu Perinçek olunca işin ehemmiyeti daha da artar…….
Çünkü ikisi ile çok ilginç anılarım olmuştur. İnanıyorum ki ders vericidir, anlatmak istemem bundan kaynaklanıyor. Yalçın Küçük’ ü cezaevinde tutukluyken okuduğum kitaplarından tanıdım. Aykırı, sivri dilli, sivri zekalı, dahilik ile delilik sınırlarında dolaşmasıyla dikkatimi çekmişti.
Yanılmıyorsam 1988 tarihinde yayınladığı “Toplumsal Kurtuluş” dergisiyle dikkatlerimi derinleştirdi. Kürt sorunu ve PKK mücadelesiyle ilgili bu dergide yayınlanan yazılardan sonra Yalçın Küçük ile görüşmeyi kafamda tasarlamıştım.
Cezaevinden tahliye olduğumda yirmi gün kadar İstanbul’da kaldım. Ankara’ya uğradım, Yalçın Küçük’ü sordum ama görüşemedim.
1993 yılının Ağustos ayında Almanya’nın Bochum kentinde bir Kürt Festivali düzenlemek için Festival hazırlık komitesi olarak toplanmıştık. Bu toplantıda ben Yalçın Küçük’ün festivalde bir konuşma yapması için davet edilmesini istedim, önerim kabul edildi. Ve bir gün sonra Yalçın Küçük‘ü telefonla davet ettim. Bochum festivalinde 70 bin Kürdün karşısında yaptığı kısa konuşma çok anlamlıydı. Ama hiç birimiz o zaman onu anlayamamıştı. O konuşma Kürt başıyla başladı, Kürt başıyla bitti.
Ve şöyle diyordu Küçük:
“Bu gün diyorum…
Bu gün diyorum…
Bu gün diyorum…
En güzel baş Kürt başıdır. Çünkü Kürt, baş kaldırıyor!”
Bu gün, o günkü konuşmayı Bochum festivalinin video kasetinden izlediğimde Yılan ile Tilkinin hikayesini anımsadım. Hani yılan tilkinin gövdesini, boynunu sarmış, tam boğmak üzereyken, tilki: „Yılan kardeş başın, hele o gözlerin ne kadar da güzel, ölmeden önce müsaade et de o güzel gözlerini bir kerecik olsun öpeyim” der. Tilkinin bu sözlerine kanan yılan, başını tilkinin ağzına yaklaştırır ve yılanın ömrü orada noktalanır.
Yalçın Küçük ile görüşmemiz bu festivalde başladı ve devam etti. Ortamı gören, değerlendiren Küçük, Avrupa’dan sonra Bekaa‘ ya gitti. Gazeteci, yazar kimlikleri, görünen etiketleriydi. Ama Küçük, bu kimliklerle sınırlı olmayacak kadar büyüktü! Birdenbire Apo ile aralarında kardeşlik bağı güçlendi. Ve Küçük Apo’nun akıl hocalığına terfi etti. Bunu çoğumuz anlamıştık. Öyle ki; bir konuda Apo’yu ikna etmek için Yalçın Küçük’ü ikna etmek gerektiğine ben inanmıştım.
1993 tarihinde bir Kürt televizyonunun kurulması gerektiğine inanıyordum. Bu konuyu bir çok çevreyle tartışıyordum. Avrupa örgütünün merkezi ve Öcalan dışında konuştuğum kişiler televizyonu kurabileceğimize inanıyorlardı. Fakat bizim örgüt her şeye rağmen televizyon kuracağımıza inanmıyordu. Bir merkez toplantısında dayanamadım:
„Arkadaşlar, siz bizim bir devlet kuracağımıza inanıyor musunuz?” diye sorduğumda herkes bana yan yan bakınca:
„Eğer televizyon kuracağımıza inanmıyorsanız, devleti asla kuramayacağız!” dedim.
Bizim merkezi inandırmanın güç olduğunu anlayınca Apo‘yu ikna etmeyi kafama koymuştum. Tam bu arada, Yalçın Küçük, Feridun Yazar, Zübeyir Aydar Almanya‘ya gelmişlerdi. Köln’de bir toplantıya katılmışlardı. Ben onlardan çok uzaktaydım. Ama gecenin geç saatlerinde onlara ulaştım. Toplantı çıkışında „gelin bu gece bende kalın” dedim. Kabul ettiler.
Benimse herhangi bir hazırlığım yoktu. Düsseldorf‘ta, örgütün dayalı döşeli bir evi vardı, bende bazen bu evde kalıyordum. Arabalara bindik, yola çıktık, eve gittiğimizde bir baktım ki sekiz kişiyiz. Önceden tedbir almadığımdan kupkuru evde içecek su bile yoktu. Neyse ben televizyon kurma projesini anlatmaya başladım. Yalçın Küçük projemi biraz hayali buldu. Ama üzerine gidince ikna oldu. Gecenin geç saatlerinde yatmak için hazırlandık. Herkes için bir yatak hazırladım.
Bir yatak kalmıştı, ama iki kişi açıktaydı. Ben ve Yalçın Küçük. Diğer arkadaşlar yataklarına girince ben muzipçe güldüm: „Hoca, bir yatak var, biz iki kişiyiz ve çaresiz benimle yatmak zorundasın…” dediğimde herkes kahkahayla güldü.
Yalçın Küçük bize 1993’te Apo‘yu „Kürt bahçesinde sözleşi” adlı kitabıyla anlattı. O kitabı okuduğumda Yalçın Küçük’ün Apo‘yu çözerek konuşturduğunu, çoğu şeyi ona itiraf ettirdiğini ve ustaca bunları yazdığını anladım.
Hatta o zaman birçok arkadaşa: ilerde Yalçın Küçük: „ Ben Öcalan’ı kendi ağzından size anlattım, siz anlamadınız ben ne yapayım?” derse şaşırmayalım dedim.
Benim hayal ettiğim televizyon gerçekleşti. Ama bir farkla! Ben Kürt televizyonu düşünüyordum, Apo televizyonu kuruldu. Televizyonun birinci konuğu Apo, ikinci konuğu Yalçın Küçük‘tü. Ve ben saklandığım evimden bu televizyonu izleyebiliyordum. Tabi aynı zamanda Küçük ile Büyüğün! ilişkilerinide!
Bir yirmidokuz Ekim günü, Yalçın Küçük Türkiyeye döneceğini açıkladığında biz kardeşininde gideceğini bilmiyorduk. Bu gün eminim ki Küçük biliyordu. Yalnız onu değil, o ile Şam büyükelçisi görevi yapan kayınçosu, bizim için sır olan her şeyi biliyorlardı. Nitekim çok sonraları Yalçın Küçük‘ün yazdığı „Şebeke” adlı kitabını okuduğumda, kendisini İmralı Konseptinin mimarları arasında görüyordu.
Ah hocam, ben seni „aydın” bilirdim, „karanlık” olduğunu geç anladım. Yoksa elimden zor kurtulurdun!
14.09.2004