Zaman gazetesinin yayınlayamadığı söyleşi
Selim ÇÜRÜKKAYA Kimdir? (Biyografi bilgileri, Doz Basım-Yayın tarafında yayınlanan „Aponun Ayetleri” adlı kitap tanıtım web adresinden aynen alıntılanmıştır) 1954 yılında Bingöl’e bağlı Dareheni (Genç) kazasının Musiyan nahiyesinin Tunst köyünde doğdu. Anadili Kürtçe – Zazaca olduğu için ilkokulda Türkçe’yi dayak zoruyla öğrendi. 1970’lerde siyasete ilgi duydu. 1975’te Tunceli Öğretmen Okulu’nda bir grup Kürt öğrenciyle birlikte anti – sömürgecilik eğilimin başlatıcısı oldu. Mayıs 1980’de yakalandı, günlerce işkence gördü ve tutuklanarak Diyarbekir 1 No’lu Askeri hapishanesine konuldu. 12 Eylül askeri cuntasının Diyarbakır 5 No’lu Askeri Cezaevi’nde uyguladığı vahşette karşı direndi. PKK davasından 28 yıl ceza aldı.
Yedi yılı Diyarbakır’da olmak üzere toplam 11 yıl cezaevinde yattıktan sonra 1991 yılında Turgut Özal hükümetinin çıkardığı kısmi afla çıktı. „12 Eylül Karanlığında Diyarbakır Şafağı” adında iki ciltlik belgesel-roman ile „Devrimci Kawa ve Çağdaş Kawa” adlı bir tiyatro kitabı yazdı. Ayrıca birçok dergi ve gazetelerde makaleleri yayınlandı. 1991 yılında Şam’da ve Bekaa’da Abdullah Öcalan’ın gerçek yüzüyle karşılaşınca, kaçmayı tercih etti ve gördüğü her şeyi „Apo’nun Ayetleri”nde yazdı. Kendisi şu an Almanya’da yaşıyor.
Zaman Gazetesi: Abdullah Öcalan’ın son yıllarda ortaya attığı demokratik konfederalizm, üçüncü alan gibi düşüncelerle ilgili görüşleriniz?
Selim Çürükkaya: Ben Abdullah Öcalan’ın ortaya attığı düşüncelerle ilgili görüşlerimi değil, bu düşünceleri neden ileri sürdüğü ile ilgili görüşlerimi söylemek istiyorum. Onu yakından tanıyanlar ve uzun süreden beri izleyenler bilirler “Ortaya atmak” ta maharetlidir. Ama gerisi boştur.
“Kürt Bahçesinde Sözleşi” adını taşıyan bir kitap vardır. Yalçın Küçük ile Öcalan’ın söyleşisidir. O kitapta Öcalan der ki: “Ben daha yedi yaşımdayken çocukları dağa çekerdim. Gelin size kuş vereceğim der kandırır götürürdüm. Kimine bir kuş kanadı kimine bir kuş bacağı verirdim ama onları dağa çekerdim”
Daha yedi yaşındayken çocukları böyle kandırıp kandırmadığını bilmiyorum ve kandırdığına da inanmıyorum. Ama son onbeş yıldır onbinlerce iriyarı “çocuğu” böyle kandırdığını kesin olarak biliyorum.
1990’ların başında “bir parça kurtarılmış vatan toprağı” düşüncesini ortaya attı. Bir yıl boyunca bunun üzerinde tartışıldı, toplantılar düzenlendi, konferanslar, röportajlar yapıldı, kampanyalar düzenlendi, yazılar yazıldı, Çin‘den Vietnam‘dan örnekleri ileri sürüldü, herkes kurtarılmış bölge yalanıyla yattı , kalktı.
Bir yıl sonra, hiç bir şey olmamış gibi “ortaya atılan” bu düşünce orta yerde bırakıldı, bu kez “Savaş hükümeti” kuralım düşüncesi “ortaya atıldı”. Kimse “diğerine ne oldu?” demeden hurra gece savaş hükümeti, gündüz savaş hükümeti, bir yılda insanlar bununla oyalandı. Bu da demode olunca yeni bir düşünce bulundu. Bu defa kesin olarak “Ulusal Meclis” kurulacaktı. Onbinler Ulusal Meclisi tartıştı. Tam senesi dolunca, oluşma aşamasında olan meclis düşüncesi bir kenara bırakıldı. Bu kez “Ulusal Cephe” kurulacaktı. Diğer Kürt örgütlerinin liderleri Şam’a çağrıldı, basın toplantıları, konferanslar yapıldı. Sonra fiyasko, bu kez “Sürgünde Kürt Parlementosu” ile insanlar oyalandırıldı. O da olmayınca final yılları ilan edildi. Türkiye Devlet’i finali kazanınca; bizim hazret “Avrupa seferi” ne “Ankara’dan çıktık partileştik, Ortadoğu’ya çıktık ordulaştık, Avrupa’ya çıkışla devletleşeceğiz” düşüncelerini ortaya atarak çıktı. Bu sloganlar ve yalanlarla yüzbinleri peşine taktı. Bir kaç ay sonra uçaktaki halini herkes gördü. “Devlet bana bir görev verirse hizmet yapmaya hazırım” la birinci perdeyi kapattı.
İkinci perde bilindiği üzere İmralı’dan “Demokratik Cumhuriyet”le açıldı. Demokrasiden bahsetmeye çalışan yüzlerce Kürt Gencini yargısız infaz ve demokratik olmayan Cumhuriyetin gizli örgütlerinin yöntemleriyle ortadan kaldıran Öcalan, bu kez Türkiye Cumhuriyeti’ni demokratikleştirecekti. Üstelik bu işi yıllardır Türkiye´deki demokrasinin canına okuyan derin devlet ile birlikte yapacaktı. Dünyanın en büyük traji-komik olaylarından biri olan bu yalana, beş yıldan beri pek çok siyasetçi inandı ve Demokratik Cumhuriyet üzerinde tartışmalar yaparak kitleleri uyuttu. Şimdilerde “Demokratik Cumhuriyet” yalanından “Demokratik Konfederalizm” masalına yumuşak bir geçiş yapılıyor. Söylediklerimin ve bu konuda söyleyeceklerimin özeti olarak; “Bir kuş kanadı ve bir kuş bacağı” vaadiyle kocaman “çocuklar”ın kandırılması olayı devam ediyor! Ama bu “Demokratik Konfederalizm” masalını, Irak‘ta oluşan federalizm gerçeğine karşı derin devletin bir “yanıt”ı olarak okumak gerekir diye düşünüyorum.
Zaman Gazetesi : Kürt sorununu çözme adına aktif siyaseti sürdürenlerin nihai çözümü Öcalan’ın şahsına bağlamasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Örneğin en son Orhan Doğan “Apo’suz nihai çözüm olmaz” dedi.
Selim Çürükkaya: “Kürt sorunu” ve “Öcalan’ın şahsı!” Önce bu ikisini tanımlamamız lazım. Kendilerine Kürt diyen insanlar var. Bunlar Irak, İran Türkiye ve Suriyede yaşıyorlar. Bu insanların yüz yıllardır yaşadıkları bir coğrafi alan da var. Eğer inkarcı değilsek, Cumhuriyet öncesi tarih kitaplarına ve haritalara bakarsak her şey açıktır. Bu insanların coğrafi toprakları uluslararası anlaşmalar, mayın tarlaları , tel örgüleri ve asker kuleleri ile parçalandığı da bir gerçektir. En başta Kürtlerin üzerinde yaşadığı toprakların adı yasaklandı. Ardından Kürt ‘ün kendisi inkar edildi. Seksen yıldan beri “var” olan Kürt “yoktu” şimdilerde ise böyle bir halk sözde “vardır” yani Türkiye´de Kürtlerin “var “olduğu, anayasal bir güvenceye bağlanmadığından şu anda “sözde var”dırlar.
Bir insanın varlığı inkar edildikten sonra, kimse onun haklarından söz etmez. Olmayan bir adama para lazım değil, ev, okul, iş, aş, aile, giyim kuşam gibi hiç bir şey lazım değildir. Ama eğer bir insanın varlığını kabul edecekseniz bu insanın ihtiyaçlarını karşılayacaksınız! Kaldı ki karşımızda tek bir insan yoktur, sayısı 20 veya 30 milyonla ifade edilecek bir topluluk vardır. Bu topluluk nasıl bir topluluktur? Önce bu konunun tartışılmasına müsaade edeceksiniz? İn mi, cin midirler, kabile mi aşiret midirler, azınlık mı ulus mudurlar? Eğer azınlıklarsa; azınlık haklarını vereceksiniz, uluslarsa, ulusal haklarını tanıyacaksınız, tek tek bireylerse, bireysel haklarını anayasal güvenceye alacaksınız. Şu anda Türkiye´deki resmi devlet görüşü diyor ki “benim dediğim dedik öttürdüğüm düdük, Türkiye bayrağı altında yaşayan herkes Türk’tür, Atatürk milliyetçiliği ırkçı değildir, herkes anayasa ve kanunlar karşısında eşittir, bunu kabul etmeyen sözdedir. İleri gidenler bölücü ve vatan hainidir.” Türkiye henüz bu noktadadır. Ve bu noktada olduğu için “sorunun” kendisi kabul görmemiş, çözümü de düşünülmüyor. Halkı ve dünya kamuoyunu aldatmak için gerekçeler bulurlar “terör”, “bölücülük”, “dış güçlerin kışkırtması” Yani “bunlar yok mu diyeceksiniz?” olmasa bile yaratırlar diyeceğim.
Abdullah Öcalan, Türkiye Topraklarına dahil İmralı adasında, idam cezası almış ve bu cezası ömür boyu hapis cezasına çevrilmiş bir mahkumdur. İmralı cezaevi Türkiye hükümetinin demiyorum, ordusunun kontrolündedir ve Öcalan da, herkes biliyor ki, derin devletin emir ve komutası altında hareket etmekte , konuşmakta ve politika yapmaktadır. Kürt sorunuyla Öcalan’ı özdeşleştiren derin devletin bizzat kendisidir. Öcalan tutuklandıktan sonra değil, uzun bir süreden beri, derin devlet böyle yapmıştır. Eğer istiyorsanız bu konuda kamuoyuna belge sunabilirim:
Salı, 9 Ocak 1996 tarihli Hürriyet Gazetesin’de Yalçın Pekşen bir makale yazmış, bu makalenin başlığı “Apo‘ya devlet şefkati gösteriyoruz!”... Yalçın Pekşen‘in makalesinden olduğu gibi aktarma yapıyorum:
“Abdullah Öcalan‘a bir de ‘devlet şefkati‘ gösteriyor muşuz. Onu bile öldürmediğimiz gibi, bize binlerce şehit verdiren bu adamın öldürülmemesi için de elimizden geleni yapıyormuşuz. Herhangi bir nedenle ölmemesi için Allah‘a yalvarıyormuşuz. Bu ilginç haberi Milli Güvenlik Kuruluna verilmek üzere hazırlanmış bir raporu ele geçiren strateji Grubu Haber Bülteni GÜNDEM ortaya çıkardı. Raporda PKK Lideri Abdullah Öcalan‘ın ‘hayatta kalmasının Türkiyenin yararına olduğu‘ açıklanıyor. Raporu kaleme alan üst düzey güvenlik yetkilisi bu konuda şu bilgileri veriyor: ‘Apo‘nun ortadan kaldırılması belki önceden bir nebze de olsa yarar getirebilirdi. Ancak şu an bu tür bir eylem aksine zarar getirir. Çünkü Apo dünya nezdinde ´eli kana bulaşmış‚ bir lider‚ ve ´terörist‚ olarak tanınıyor”
Şimdi daha iyi anlaşılıyor ki Kürt sorununu kimler neden Öcalan’a endeksliyorlar! Sorunun siyasal çözümünden korkanlar terörün bizzatihini kendileri yaratıyorlar, besliyorlar ve yönlendiriyorlar. Legal Politikada aktif olarak çalışan bir kısım Kürt, ya menfaatinden ya gafletinden yada derin devletle olan kontağından dolayı Kürt sorununun çözümünü Öcalan’a endeksliyor.
Zaman Gazetesi : Kürt sorunu veya doğuda sürdürülen çatışma şimdiye kadar hep bir terör örgütü ile devlet güçleri arasındaki gerçek bir savaş olarak lanse edildi. PKK’nin derin devlet olarak adlandırılan oluşumlarla bağı var mıdır? Varsa bu ilişkinin boyutu nedir?
Selim Çürükkaya: Bana göre çözülmemiş ve çözümlenmesi gereken bir Kürt sorunu değil, bir Kürdistan sorunu vardır. Yirmi yıldan beri süren silahlı çatışmalar bu sorundan dolayı olmuştur. Ve bu sorun sadece Türkiyenin bir sorunu değil, Suriye’nin İran’ın Türkiyenin bir bütün olarak bölgenin ve dünyanın sorunudur. Çünkü ortada büyük bir adaletsizlik vardır, mızrak çuvala sığmaz bir hal almıştır. Öyle kokular çıkıyor ki bütün dünya rahatsız olmaya başlamıştır.
1990’ların başında Şam ile Ankara gizli bir mutabakata varmışlardır. Öcalan Kürt hareketi içerişinde bu gizli mutabakatın memuru olarak görev yapmıştır. Kürt hareketini terörist olarak damgalatmış, çözümünün önünün tıkaması için gereken her şey yapılmış, görevini tamamladıktan sonra Türkiyeye geri dönmüştür. Henüz görevinin başındadır ve çalışıyordur.
Zaman Gazetesi: Devletler genellikle kendi içerişindeki yasadışı örgütler ve güçlerle belirli ilişkiler içerişinde bulunur. Hatta bu örgütlerin direkt devlet kontrolünde olduğu görüşünü savunanlar da var. Türkiye açısından düşündüğümüzde PKK ve diğer aşırı sol örgütlenmeler açısından bu ilişki ne boyuttadır?
Selim Çürükkaya: Ben Türkiye´de ki PKK hareketini devlet yarattı demiyorum. Başka dış güçler PKK hareketini yarattılar tezine de katılmıyorum. Kürtler Ortadoğu’da bu statükonun cenderesine alınmasalardı, PKK hareketi doğmazdı. Silahlı mücadele de olmazdı. Ama PKK hareketi doğup maddi bir güce dönüşünce, kitle desteği kazanınca, olanakları artınca Türkiye, Suriye, İran ve Irak istihbarat örgütleri kontak kurmaya çalışmış, kişilik özelliklerinden dolayı Öcalan bir “Truva Atı” haline getirilmiş, onun güdümünde PKK içinde tek kişinin hükümranlığının geçerli olduğu bir “diktatörlük” kurulmuş, ardından parti deformasyona uğratılarak, sahte bir “tarikat”a dönüştürülmüştür. Bütün bunları Öcalan tek başına yapmadı. Onu kullanan güçlerin “memur“u olarak kendisine yaptırıldı. Kitabım “Aponun Ayetleri” nde bunun öyküsünü uzunca anlatmışım merak edenler alıp okuyabilirler.
Zaman Gazetesi : Türkiye´de yıllarca PKK’ye ya da Abdullah Öcalan’a dönük bazı operasyonların Ankara’dan engellendiği iddiaları ortada dolaştı. Bu iddiaların gerçeklik payı nedir?
Selim Çürükkaya: Devlet’in kendisi değil ama bazı güçler, devletle Öcalan’ın ilişkilerini kavramamış bazı kesimler bazı ufak tefek girişimlerde bulunmuş olabilirler. Ama Yukarıda aktardığım rapor da gösteriyor ki devletin kendisi Öcalan‘ı ortadan kaldırma gibi bir girişimde bulunmamış, bulunmaz da! Hatta devlet gerekli olduğu müddetçe Öcalan’ın Suriye‘de kalmasını istemiş, 1985 yıllarından sonra Türkiye Devlet’i istemeseydi Öcalan Suriye’de barınamazdı ve Türkiye “Çıkar oradan” deseydi -ki bunu söylemek için elinde tonlarca belge vardı- Suriye bir gün dahi olsa onu barındırmayı göze alamazdı. Nitekim Öcalan üslendiği görevleri layıkıyla yerine getirince, Türk Genel Kurmay yetkilileri 1998 tarihinde “PKK kontrol edilebilir noktaya gelmiştir” değerlendirmesi yaptı. Bunun hemen ardından General Ateş, Suriye hududunda sinyalini verdi. Ve Öcalan Türkiyeye geldi. Öcalan’la derin devlet arasında gidip gelenlerden sızan bilgiler, Öcalan’ın 1996’da kesin dönüş yapacağı sözünü verdiğini gösteriyor. Ve şu ünlü “uluslararası komplo” nun bir senaryo olduğu açığa çıkıyor.
Zaman Gazetesi: Doğu Perinçek’in PKK ile veya daha derin oluşumlarla ilişkisi hep tartışıldı. PKK içerişinde bulunduğunuz dönemde bu konuda herhangi bir anınız oldu mu?
Selim Çürükkaya : Derin devlet yalnız generallerden, resmi elbiseli kişilerden oluşmuyor. Yazarlardan, Doçentlerden Profesörlerden gazetecilerden de yararlanıyor. Perinçek, Yalçın Küçük ve Apo ilişkisi yalnız örgüt lideri-gazeteciler ilişkisi olmadığı anlaşılmıştır. Doğu Perinçek ile ilgili bir anımı istediğiniz için aktarayım:
Ben 1991 tarihinde cezaevinden tahliye olmuş, İstanbul´da yayın yapan Yeni Ülke gazetesinde gazeteci olarak çalışıyordum. O zaman Doğu Perinçek Bekaa Vadisi’nden yeni geri dönmüştü. Bir gün telefonla beni aradı; “Zamanınız varsa bizim 2000’e Doğru Dergisinin bürosuna gelin, sizinle önemli bir konuyu görüşmek istiyorum” dedi.
Gittim!..
Karşılıklı oturduğumuz masanın üzerine Bekaa Vadisi’nde, Öcalan ile çekilmiş beş adet fotoğrafı bıraktı.
Ben daha bunlar nedir sorusunu sormadan, kendisi:
“Gördüğün bu beş fotoğrafı MİT dün İstanbul’daki bütün büyük gazetelere postalamış”
“Evet aynı fotoğraflar dün bizim gazeteye de geldi” deyince, masasının çekmecesini çekti, Bekaa‚da çekilmiş bir tomar fotoğraf arasından beş tane fotoğraf seçip önüme attı ve şu sözleri söyledi:
“Biz o fotoğrafları çektirdiğimizde Apo’nun Şam’daki özel fotoğrafçısında tab ettirdik. Bir nüshası bende bir nüshası onda kaldı. Peki bu bir nüsha MIT’in eline nasıl geçti?”
Şaşırdım yüzüne baktım ama çok sakin bir ses tonuyla:
“İkiniz biliyorsunuz” dedim.
Zaman Gazetesi : PKK ile devlet ilişkişini araştıranların genellikle faili meçhul suikastlara kurban gitmesi bir tesadüf mü?
Selim Çürükkaya: Sizin tarafta devletin Apo ile ilişkisi olduğundan kuşkulananlar ve bu kuşkularını somuta çevirmek isteyenler ortadan kaldırılıyordu. Bizim taraftan ise Apo’nun devletle ilişkisinden kuşkulananlar gidiyordu. Bizimkinin sayısı sizinkine göre çok kabarıktır. Bu “sır “da henüz çözülmüş değil.
Zaman Gazetesi : Son zamanlarda PKK ile yeniden yaşanan sıcak çatışmalar ne anlam ifade ediyor?
Selim Çürükkaya: Türkiye´de derin devlet, çatışmanın tekrar başlamasını istiyordu ve başlattılar. Benden kanıt isteyeceksiniz biliyorum. En iyisi siz istemeden ben sıralayayım: 2004 Haziran ayında Kongre-Gel adına yapılan bir açıklamada, ateşkes sürecinin sona erdiği, devleti ele geçirmek isteyen AKP hükümetine karşı eylemlere baş vurulacağı savunuluyordu. Yeniden “ateş aç” kararını İmralı’da tutuklu olan her sözü ve bütün mimikleri kamera kaydına geçen Abdullah Öcalan, avukatları aracılığıyla KONGRE GEL’in ikinci kongresine ulaştırmıştır. Belgeyi veriyorum:
“11 Eylül’e kadar umudum şuydu. Devlet çatışmayı bitirir, Ecevit hükümetteydi, sonra seçim oldu, AKP’ ye 6 aylık bir süre verdim, o dönem ki başbakana mektup yazdım. Hiçbir ses çıkmadı. Bu ne demektir? Demek ki biz bildiğimizi yapacağız diyorlar. 2003’ün ilk yarısına kadar bekledik, olmadı, yapacağım bir şey kalmadı. Bundan saldırma anlamı çıkmaz, hayır kendi kararlarıdır. Ben burada gerilla yönetmem. Bunu arkadaşlara da, savcıya da söyleyin. Ben hukuk nedir bilirim. Siyaseti de bilirim. Arkadaşlara söyleyin siz karar verin. Savaşabiliyorsanız savaşın! “(2004.04.07 Tarihli Görüşme notu)”
Bu belgeyi destekleyen daha başka belgeler var.
“Kani Yılmaz:”
– PKK’nin eski Avrupa sorumlusudur. Kandil dağında yapılan KONGRE GEL’in ikinci kongresine katılmıştır. Şu anda Güney Kürdistan’da yaşıyor. “Bu oyun bozulacak” adlı makalesinde şunları söylüyor:
“Kongra Gel, 2. Kongresinde, Haziran’da savaş kararı tartışılırken de, bizim savaş kararına karşı çıkışımız üzerine, bunlardan biri kameraları kapatarak kürsüye çıkmış ‘bu kongreden savaş kararı çıkmalıdır’ demiş ve karar çıkmıştı.” diyor. Bunlardan birinin kim olduğunu da açıklıyor:
“Peki Genel Kurmay’dan hiçbir rahatsızlık uyarısı almayan Avukat, Hazirandan bu yana şehit düşen onlarca gencin sorumluluğunu nasıl taşıyacaksın?” diye soruyor!..
Ben hemen bu avukatın ismini merak ediyorum. Ve MSN üzeri görüştüğüm “Gülnaz Altun'”a soruyorum.
Gülnaz Altun (Sakine Batman) uzun yıllardan beri Gerilla komutanı olarak PKK saflarında kaldı.
Qendîl”deki yönetimde görev aldı. Şu anda hala Güney Kürdistan’da yaşıyor.
Kendisine şu soruyu sordum:
“Sakine, Kani Yılmaz, bir makalesinde yeniden savaş kararını Öcalan’ın bir avukatı kongreye aldırttı » diyor. Kimdir bu avukat?
Bana verdiği yanıt şudur:
“O Kongreye İrfan Dündar ve Mahmut Şakar katıldılar. İrfan hiç konuşmadı. “Bu kongrede savaş kararı çıkmalıdır” diyen avukat Mahmut Şakar‘dı.
Abdullah Öcalan‘ın kardeşi “Osman Öcalan”, söylenenleri doğruluyor. Yaklaşık olarak 1985 tarihinden itibaren PKK içinde önemli mevkilerde görev yapmış, 2004 yılında Kongre Gel’den ayrılmış, son yıllarda Kogre Gel‘de olan biten her şeyi bilen bir kişidir. Gazeteci Arif Zerevan‘a, 2004 haziran ayında başlatılan savaşla ilgili şunları söylüyor:
Arif Zêrevan:
– PKK-Kongra-Gel, şimdi yeniden savaştan söz ediyor, ateşkesi bitirdiğini, yeniden savaşacağını söylüyor. Siz bu savaş siyasetini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Osman Öcalan:
– Ben bu savaşı şaibeli görüyorum. İki buçuk yıldır, savaşı önlemek için çalışıyorum. 2002’nin Eylül’ünde savaş kararını çıkarmak istediler, biz bunu engelledik. Kongra-Gel’in kuruluş toplantısında yine savaşı gündeme getirdiler ancak biz yine engelledik. 2004’ün Mayısında Kongra-Gel’in ikinci toplantısında o kararı aldılar; ben orada yoktum.
Arif Zêrevan:
“Şaibe var” demekle neyi kastediyorsunuz?
Osman Öcalan:
Diyebilirim ki, Abdullah Öcalan’la Türk ordusu arasında zımnî bir anlaşma vardır. PKK lideri, ordunun savaş istediğini düşünüyor ve o da orduya göre hareket ediyor.
Arif Zêrevan:
„Türk gazeteci Ahmet Altan ve Cengiz Çandar da, bu savaşın PKK’nin kendi kararı olmadığını Türk ordusunun bir siparişi olduğunu söylüyorlar.”
Osman Öcalan:
„Onların bu kanaatine değer vermek gerekiyor. Savaş, demokratik adımların atılmasına, Türkiyenin AB üyeliğine daha da önemlisi Irak Kürdistanı’ndaki federasyonun kurulmasına engel çıkarıyor. Bu, yerinde bir savaş değildir. Bu savaş, Kürtlere hizmetten daha çok zarar vermektedir. „
Arif Zêrevan:
„Acaba, Abdullah Öcalan’la Kemalistler ile ordu arasında bir ittifakın olması mümkün mü?”
Osman Öcalan:
„PKK Başkanı ile PKK böyle bir ittifaka hazırdırlar. Ancak Türk ordusu veya Türk devleti onlarla resmi bir ittifak yapmaz. Onlar zımnî bir şekilde birbirini anlıyor ve birlikte hareket ediyorlar. Resmi bir ittifak değil, çünkü Türkiye Cumhuriyeti resmi bir ittifakı kabul etmez.”
(30. 05. 2005 Kaynak: kurdistandailynews.com)
Selim Çürükkaya : Abdullah Öcalan’ı idare edenler istemeseler, bütün bunlar cereyan edebilir mi, siz inanıyor musunuz?