Musa Anter Olayı
Musa Anter’ i olay yerine götüren kişi üzerinde yazmak istedim. Musa Anter’i ölüm yerine götüren kişi, PKK den ayrılan eski komutan, Öcalan’ın bir nolu temsilcisi Hogır kod adlı Cemil Işıktır. Öcalan’ ın elinden kaçan Cemil Işık, hem Öcalan ‘a haber gönderdi, “ben Bekaa’ya geri dönmek istiyorum” dedi, Öcalan bunu kabul etti ve en az beş yüz kişinin huzurunda “Hogir gitmiş arkadaşların yanındadır, yakında buraya gelecek” diye açıklama yaptı. Ama Hogir Jitem’in yanındaydı. Ve Musa amcayı kandırdı.
Selim Çürükkaya / Sosyal Medyada Musa Anter ile ilgili çok sayıda paylaşım okudum. Ama cenazesini taşıyan üç kişi, aslında hiç bir yazının anlatamadığını anlatmaya yetiyordu. Ben de derleme bir yazı hazırlamaya karar verdim. Önce, Neriman Yılmaz hanımefendinin araştırmaya dayalı ve Musa Amcanın yaşam öyküsünü anlatan kısa makalesini aldım, ardından daha önce benim kaleme aldığım iki makalemi bir araya getirdim. Bu yazı ortya çıktı.
Neriman Yılmaz / KÜRT BİLGESİ–”APE” MUSA ANTER KATLEDİLDİ…!
Bütün hayatı boyunca Kürt halkının özgürlük mücadelesi için çalıştı. Toplam 11,5 yıl hapis yattı. 20 Eylül 1992’de Diyarbakır’da öldürüldü. Apé Musa’yı öldürenlerin kimliği, eski JİTEM elemanı Abdülkadir Aygen’in yaptığı itiraflarla ortaya çıktı.
Musa Anter’in doğum tarihi kesin olarak belli olmamakla birlikte, büyüklerin söylediğine göre Ermeni soykırımı yıllarına, yani 1915-17 arasına denk düşüyor. Mardin’e bağlı Nusaybin’in Ziwinge (Eski mağara) köyünde dünyaya geldi. Annesinin adadığı bir adaktan ötürü adı başta Şeymus ise de, sonradan adını değiştirip Musa yaptı.
Musa Anter ilkokula devam ederken Türkçe öğrendi ve köye gidip gelenlere tercümanlık yapmaya başladı. Okulda başarılı bir öğrenciydi ve sınıflarını birincilikle bitiriyordu. Ortaokulu Mardin’de yatılı olarak bitirdi ve lise için imtihana girerek, Adana’da yatılı olarak liseyi kazandı.
Burada Atatürk’ün annesine hakaret etmekten dolayı bir süre gözaltına alındı.
Liseyi bitirdikten sonra İstanbul’da hukuk okumaya başladı. Bu dönemde Kürt özgürlük mücadelesi içinde yer almaya başladı. 1944 yılında evlendi; 18.08.1945 de oğlu Anter, 18.10.1948 de kızı Rahşan ve 30.03.1950 de oğlu Dicle dünyaya geldi.
Sonra Şark Postası ve Dicle Kaynağında yazılar yazmaya başladı. 1956 yılında Gelibolu’da yedek subay olarak askerliğini yaptı. Askerliğini bitirince Diyarbakır’a gitti. Canip Yıldırım ve Yusuf Azizoğlu ile birlikte İleri Yurt gazetesini çıkardılar. Gazetede seneler sonra Kürtçe olarak yazdığı Kımıl şiiriyle Türkiye gündemine damga vurdu. 1959 senesinde Diyarbakır’da yakalanarak İstanbul’a getirildi. Harbiye cezaevinde ki hücreye konuldu. Böylece tarihte 49’lar olarak geçen dava başlamış oldu. 50 kişilik guruptan Emin Batu vefat edince 49 kişi kaldıkları için, dava bu adı almıştı.
49’lar idamla yargılandılar ama 27 Mayıs darbesinden sonra affa uğradılar. Musa Anter, cezaevinde, Birina Reş tiyatro eserini ve Kürtçe-Türkçe, Türkçe-Kürtçe sözlüğünü yazdı. Cezaevinden çıktıktan sonra Deng dergisini Medet Serhat ve Ergün Koyuncu ile beraber çıkardılar. Deng de kısa bir süre sonra kapatıldı ve yargılandılar. Barış Dünyası ve Yön’de yazmaya başladı. Haziran 1963’de tekrar cezaevine girdi ve 23’ler davası başladı. Mamak, Sultan Ahmet ve Balmumcu cezaevlerinde yattı. Cezaevi çıkışında Türkiye İşçi Partisi’nde görev yaptı. 1965 seçimlerinde Mardin’den aday oldu ama son anda aday değişikliği yüzünden bağımsız olarak seçimlere girdi.
1967 yılında ilk hükmü gerçekleşti ve Çanakkale’ye bir yıllık sürgüne gönderildi. Burada 38 nolu hücre kitabının çalışmaları, otel odasında kayboldu. Çanakkale sonrası Suadiye’de bulunan evinde yaşamaya devam etti. DDKO’nın kurucuları arasında yer aldı. 12 Mart 1971’de tekrar cezaevine girdi ve Seyrantepe Askeri Cezaevi’nde 3 yıl kaldı. Cezaevinden çıktıktan sonra Akarsu’ya yerleşti. 12 Eylül 1980’de Nusaybin cezaevine kondu. Kısa bir süre sonra çıkartıldı. Yazım hayatına tekrardan 1985 senesinde başladı. Vaka-i Name’yi kaleme aldı. 1988 senesinde Dragos’taki evine yerleşti. Tewlo, Azadiye Welat, Rewşen ve Gündem dergi ve gazetelerinde Kürtçe ve Türkçe makaleler yazdı. 1988’de kurulan Halkın Emek Partisi’nde yer aldı. 90’lı yılların başlarında kurulan MKM ve Kürt Enstitüsü’nün kurucuları arasındadır.
20 Eylül 1992 yılında Diyarbakır’ın Seyrantepe mahallesinde devlet içindeki derin güçler tarafından katledildi. Uzun yıllar Anter cinayetinin failleri bulunamadı, daha doğrusu herkesin bildiği bir “sır” olarak kaldılar. Eski, JİTEM elemanı Abdülkadir Aygan’ın itirafları, Musa Anter’in Ergenekon örgütü tarafından öldürüldüğünü ortaya koydu.
******************************************
Selim Çürükkaya/ Musa Anter Olayı
Musa Anter olayı yeniden gündeme geldi.
Bazı basın ve yayın organları, bazı kişiler, Musa Anter öldürüldüğü zaman olay yerinde ağır yararlanan Orhan Miroğlu’ nun MİT ajanı olduğunu yazmaya başladı.
Niye bunu yazıyorlar?
Ortalıkta bir kanıt mı var?
Hayır!
HDP nin üst düzeyindekiler MİT ile birlikte hepimizin gözleri önünde görev ifa ediyorlardı, kimse bunlara bir şey diyor muydu?
Hayır!
Öcalan 15 yıldır açık, tartışmasız bir şekilde MİT ile mesai yapıyor, bu olumsuz görülüyor mu?
Hayır!
Neymiş yeşil, bilmem ne demiş!
Ben asıl bu konu üzerinde yazmak istemedim.
Musa Anter’ i olay yerine götüren kişi üzerinde yazmak istedim. Musa Anter’i ölüm yerine götüren kişi, PKK den ayrılan eski komutan, Öcalan’ın bir nolu temsilcisi Hogır kod adlı Cemil Işıktır. Öcalan’ ın elinden kaçan Cemil Işık, hem Öcalan ‘a haber gönderdi, “ben Bekaa’ya geri dönmek istiyorum” dedi, Öcalan bunu kabul etti ve en az beş yüz kişinin huzurunda “Hogir gitmiş arkadaşların yanındadır, yakında buraya gelecek” diye açıklama yaptı. Ama Hogir Jitem’in yanındaydı. Ve Musa amcayı kandırdı.
Yani açıkça söylüyorum Hogır kayıplardayken Öcalan ‘a haber yolladı, “ben geri dönmek istiyorum,” dedi. Öcalan ona inandı ‘tamam gel’ dedi.
Aradan epeyce zaman geçt. Hogır, Musa Amcaya telefon açtı:
‘’Musa amca, biliyorsun ben PKK den ayrıldım, pişman oldum, geri dönmek istiyorum, arabulucu ol, beni öldürmesinler geri gideceğim,” dedi.
Musa amaca da iyi bir iş yapıyorum Kürtleri birbirleri ile barıştırıyorum diye Öcalan a haberi verdi. Öcalan da: ‘tamam arabulucu ol,’ dedi .
Olayı bir sır gibi herkesten, -yanındaki Miroğlu dahil- saklayan Musa amca, böylece Jitem in kullandığı Cemil Işık’a inandı gitti, ve öldürüldü.
Çok sonraları Wuppertal’da PKK nın bildiği bir yerde kalan Hogır’ ın soruşturulması yapılmadan PKK tarafından sırlarıyla birlikte ortadan kaldırılması, asıl kuşkulu noktadır.
Cesareti olan bu noktaya dokunsun.
Orhan Miroğlu sizde genel başkan yardımcısıyken her gün alkışlardınız, ayrılıp AKP ye geçince lanetlediniz.
Siz zaten alkışlama ve lanetleme dışında bir moktan anlamazsınız ki!
Musa amca: “Senin o adamlarının analarını.”
Selim Çürükkaya / 20 Eylül 1992 günü Hollanda’ nın Amsterdam kentindeyken Musa amcanın öldürüldüğünü duymuş, yüreğime bir sancı girmişti.
Çünkü Ape Musa’ yı çok yakından tanıyordum.
1990 yıllarında Ceyhan, daha sonra Bartın cezaevinde tutukluyken “Yeni Ülke” gazetesinde “Bay muhalif” takma imzasıyla politik mizah yazıları yazıyordum.
Benim yazdığım “Bay Muhalif” ile Musa amcanın yazdığı “Yaş Tahta” başlıklı makaleleri hep aynı sayfada yayınlanıyordu. Yani onunla ilk olarak aynı sayfada yan yana gelmiştik.
1991 Nisan ayının sonunda Bartın cezaevinden tahliye oldum, avukatımla birlikte İstanbul’a gelmiştim. Orada “Yeni ülke” gazetesinde kalıyordum. İstanbul’ a gittiğimin ikinci günüydü, kaldığım büronun telefonu çaldı, sekreter bana: “Musa amca, sizi arıyor” dedi.
Telefonu aldım “Buyrun Musa amca” dedim, karşı taraftan babacan bir ses tonuyla: “Bay muhalif geçmiş olsun, aramıza hoş geldin, bu gece benim misafirimsin, Kenan’ a söyle seni getirir” dedi.
O gece iki avukat, bir öğretim görevlisi ve Kenan ile birlikte gittik. Musa amca bembeyaz saçları, üzerindeki beyaz gömleği ve beyaz pantolonuyla bizi kapıda karşıladı. Avukatlardan birini tanıyordu. Öğretim görevlisi bayandı, geriye kalan iki kişiden hangimizin “Bay Muhalif” olduğunu sordu. Avukat beni işaret edince, sarılıp yanaklarımdan öptü, ardından:
“Bay Muhalif seni çok seviyorum, ‘Yeni ülke’ gazetesi gelir gelmez, ilk okuduğum makale seninkidir. Ben herkesi güldürürüm, sen hem güldürür, hem de düşündürürsün. Ben ölürsem yerimi sana bırakacağım, haberin olsun” dedi.
Biz daha oturmadan telefonu çaldı, ahizeyi aldı, karşıdaki adam hal hatır sordu, Musa amca bizim de duymamız için telefonun bir tuşuna bastı. Karşıdaki tanımadığımız adam: “Musa amca sizi bir panele davet etmek istiyorum, gelir misiniz?” diye sorunca, Musa amca, “oğlum panel hangi konuyla ilgilidir?” diye sordu. Karşıdaki “Kürt sorunuyla ilgilidir” der demez Musa amca sevindi, bir kahkaha attı:
“Tamam oğlum Kürt sorunuyla ilgiliyse gelirim. Dur, sana bir fıkra anlatayım: Bir papaz geceleri takma sakalla dolaşıp çapkınlık yapıyor, bulduğu kadınlarla yatıyor, gündüz olunca sakalını çıkarıp papaz cübbesini giydikten sonra kiliseye günah çıkarmaya gidiyor. Bir gün günah çıkarmak için karşısına geçip oturan kadına soruyor, ‘Benim dışımda kimse var mıydı?’
Kadın: ‘senin dışında beş tane daha papaz vardı’ cevabını veriyor.
Papazda kadına diyor ki: ‘ Kızım, ben kendimi kiliseye vakfetmişim desene” dedi, devam etti: “işte bende bu kadın gibi kendimi Kürt davasına vakfetmişim” deyince hepimiz kahkahayla güldük.
Ben Musa Amcaya gitmeden önce, örgüt bana onun hakkında bilgi vermişti. Anlattıkları kadarıyla Musa amca Nusaybin’ deki köyünde iken; örgüt elemanları kampanya toplamak için evine gitmiş, ondan hayli yüklü parayı haraç ister gibi istemişler. O da, “ulan ben bu halkın generaliyim, gelip bana paramız yok, bize yardımcı ol deseydiniz, verirdim ama haraç ister gibi zorla istediğiniz için kuruş vermeyeceğim” demiş, bunun üzerine örgüt onu hain ilan ederek İstanbul’ a sürmüştür.
Musa amaca örgütün kendisi hakkında bana bilgi verip vermediğini biliyor muydu bilmiyor muydu bilemem. Ama bir ara oturduğumuz odada ayağa kalktı, kapıya doğru yürüdü, koridora çıktı, kapı aralığından sadece beni görüyordu, gitmem için eliyle işaret etti. Kalkıp kapıdan çıktım, yanına vardım, sadece benim duyabileceğim bir ses tonuyla, “gel, ama gördüklerini kimseye anlatma, diğerleri bilmesinler” dedi.
Yürüdük, koridorun sonunda bir oda vardı, onun kapısını açtı, önce kendisi içeri girdi, ardından ben, kapıyı kapattı. Odada bir genç, sırtüstü yatıyordu, bir bacağı alçıdaydı, iple tavandaki halkaya bağlanmıştı. Musa amaca:
“Bu genç Botan’ da yaralanmış, buraya getirdiler, işte görüyorsun evimde onu tedavi ediyorum, bunu ne için sana gösterdim biliyorsun? O senin adamların, ben onların analarını si… bana ajan diyorlar, işte bak kendi gözlerinle gör” dedi.
Ve beni yaralı gençle baş başa bırakarak gitti.
18 yıl sonra bugün Musa amcayı hatırladım ve şimdiye kadar yazmadığım anımı bugün yazdım. Onun anısı önünde saygıyla eğiliyorum. Ve halkımız onun gibi bir bilgeye sahip olduğu için gurur duyuyorum.